# Etiket
#Kültür/Sanat

Gerçek ve Sözde Aydınlar / S. Ahmed ARVASİ

Gerçek ve Sözde Aydınlar

 S. Ahmed ARVASİ

Bir milletin hayatında “aydınların” çok önemli bir yeri vardır. Bir millet, sayıca ne kadar çok, kültürce ne kadar zengin olursa olsun, kendine öncülük edecek “aydın kadrolara” muhtaçtır.
Müşahedeler göstermektedir ki, yeter “sayı” ve “kalitede” aydına sahip olmayan cemiyetler, kolay kolay başarıya ulaşamamaktadırlar.
Artık, herkes rahatça görmektedir ki, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik savaşların ağır yükünü “aydınlar” çekmektedir. Kısaca denebilir ki, milletlerarası her türlü savaş, “aydın kadrolar” arasında cereyan etmektedir.
Bu savaşlarda, “aydınların başarısı”, milletlerini hakkı ile temsil edebilmeleri ölçüsünde artar. Esasen, gerçek mânâda “aydın”, kendi milletine, kendi tarihine, kendi kültür ve medeniyetine, kendi mukaddeslerine, kendi millî ülkü ve hedeflerine yabancılaşmadan çağdaşlaşabilen kimse demektir.
Ancak bu niteliklere sahip aydınlardır ki, milletlerine faydalı olabilirler. Bunun aksine, kendi milletini hor ve hakir gören, milletinin şerefli geçmişini karalayan ve hattâ inkâr eden, kendi kültür ve medeniyetinden utanıp yabancı kültür ve medeniyetlere özenen, milletinin moral değerlerine cephe alan, millî ülkü ve hedeflere yabancılaşan ve bu acıklı durumunu “çağdaşlık ve ilerilik” olarak reklâm eden “sözde aydınlar” ise milletlerine “sömürge idarelerinden” daha fazla zarar verirler.
Bu noktada belirtelim ki, yukarıda sözünü ettiğimiz “gerçek aydınlar” ile “sözde aydınlar” arasında, kaçınılmaz bir mücadele vardır. İtiraf edelim ki, bu mücadele, içinde Türkiyemiz’in de bulunduğu İslâm Dünyasında hayli çetin cereyan etmektedir. İslâm Dünyası’nın son iki asırdan beri yaşamakta olduğu buhran, “aydınları” da bölmüştür.
Durum, ülkemizde de aynıdır. Çeşitli vesilelerle bir araya gelindiğinde, bu manzara daha iyi görülmektedir. Şimdi “aydınlarımızın” üzerinde rahatça an/aşabilecekleri “asgarî müşterekleri” çok azalmıştır. Kendi aralarında rahatça konuşamamakta ve diyalog kuramamaktadırlar.
Gerçekten de bir “milliyetçi” ile bir “beynelmilelci” nasıl anlaşabilirler? Yine, “Türkiye Tarihini”, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi olarak bir bütünlük içinde değerlendiren kimse ile, Anadolu’daki tarihî maceramızı hanedanlara ve rejimlere- göre parçalayıp birbirinden koparan bir kimse nasıl anlaşabilir?
Bunun yanında, Türk-İslâm Kültür ve Medeniyetini, yepyeni bir rönesans ruhu ile ihya etmek isteyen kadrolar ile milleti, şu veya bu “yabancı kültür ve medeniyet”e yamamaya hazırlamak isteyen insanlar nasıl anlaşabilirler? Vicdanını, aydınlık inançların ışığında arındırıp yaşamak isteyen kimselerle, ısrarla “ben ateistim” deyip fırsat buldukça, bunlara saldıran kişi ve kadrolar nasıl anlaşabilirler? Milletimizin gelişme, kalkınma, çağdaşlaşma ve bütünleşme konusunda, uzlaşması mümkün olmayan görüşleri benimseyenler nasıl el ele versinler?
Belli ki, eğitimimizde bir sakatlık var… Yıllar yılıdır, muhtaç olduğumuz “kadroları” yetiştirmekte başarılı olamıyoruz. Bu konuda yetkililer, parlak lafların ötesinde, yaralara merhem olacak bir çare getiremiyorlar. Yani, milletçe özlediğimiz icraat yok… Sadece laf… O kadar!
Evet, bütün mesele, ülkemizi “sözde aydınların” tasallutundankurtarıp “gerçek aydınlara” yol açmak…

Leave a comment