# Etiket
#Öneriler

Dündar Ağabeyimiz / Galip ERDEM

DÜNDAR   AĞABEYİMİZ

Galip   ERDEM

O gün hasta idim öğle üzeri, Ergün Zorlutuna ile Aclan Sayılgan eve geldiler. Doğruca yattığım odaya girdiler ve konuştular… Dündar Ağabey… Bir kamyonetin çarpması… ölüm!… Anlayamamış olmalıyım Ne yaptığımı, nasıl bir karşılık verdiğimi hiç hatırlamıyorum. Galiba hep susmuş, öylece bakakalmışım. Çok yıkıldığımı, yüzümde ve tavırlarımda alışılmamış bir değişikliğin meydana geldiğini, henüz iki buçuk yaşındaki kızım Bilgenin sorusundan öğrendim: “Ne oldu, baba, ne oldu?.” diyordu. Cevap veremedim… Şimdi aradan bir hafta geçmesine rağmen, olup bitenleri hâlâ tam kavrayabilmiş değilim. Bir temsilde bulunuyor gibiyiz. Dündar ağabeyimiz sanki “oyun icabı” ölmüştür. Sonra perde kapanacak ve hep birlikte gerçek hayata döneceğiz, yaşamağa yeniden başlayacağız…

Yazmam gerekiyor, mecburum ama ne yazacağım, insanda teselli bırakmayan böyle bir ölümün mânâsını nasıl vereceğim, bilemiyorum ki! kelimeler ve cümleler yığını… Yaşayan bütün insanların ölen bütün sevdikleri için kullandığı övücü sözler: Çok faziletli, çok iyi bir insandı… Doğru! Çok zekî, çok bilgili bir insandı… Doğru! Ülkücü idi, imanlı idi, mücadeleci idi, yiğitti… Hepsi doğru, yine de hiçbiri yeterli değil. Dündar Ağabeyimizi anlatmak için daha başka kelimeler arıyorum;   çaresiz kalmışım, bulamıyorum,

Dost olacağınız bir insanla tanıştıktan sonra, gönül ve ülkü birliğinin ortaya çıkacağı zaman içinde, “resmi” sayılacak bir dönem vardır. Bizimle Dündar Ağabeyimiz arasında böyle bir dönem hiç yaşanmadı. Çok düşündüm, ne vakit tanıştığımızı tesbit edemedim. Bana hep öyle geldi ki, 1962 yılından sonra değil, ilk gençliğimizden itibaren tanışmaktayız. Sevdiklerimiz, değerlerimiz ve dertlerimiz arasındaki birlik başka türlü izah edilemez, yaşça büyüğümdü, Türkiye’nin kaderine hükmetmişlerden biri idi. Kısacası, resmî ölçülere göre aramızda çok mesafe vardı yine de hiçbir gün “Dündar Bey demedim. Ağabey olarak başladı, yüreğimizin bir parçasını da sanki birlikte götürdüğü zamana değin, hep Öyle kaldı. Böyle olması elbette saygısızlığımızdan değil. Dündar Ağabeyimizin yüreğindeki yüceliktendir. Nice ağabeyler biliriz; küçücük hesaplar uğruna, ağabeyliğin güzelliklerini tepip “beylik”e geçmişlerdir. Dündar Ağabeyimiz, hiç “Bey” olmadı! Yalnız, arasıra. milliyetçilerin eski bir geleneğine uyar, “Amcalaşır”dı. Amcalıktan hoşlanırdı.

Dündar Ağabeyimizi düşündükçe, diğer bütün meziyetlerinden önce, milletimizi sevmenin sırrına erişmiş olmasını hatırlıyorum. İnsanlar vardır: millet sevgisinin yüksek bir duygu olduğunu ve bir fazilet sayıldığını öğrenmişlerdir. Ama milleti sevmenin gerçek manasını bilmezler. Milletin tarihini küçümser, bütün değerlerini horlar ve milleti sevdiklerine yine de inanırlar. Dündar Ağabeyimiz, buhranlı zamanların kaçınılmaz sonucu olan bu türlü hastalıkların hepsine uzaktı. Türk milletini, dünya sahnesine çıktığımız günden itibaren kesintisiz bir bütün olarak görmüş, meziyetleri ve kusurları ile, zaferleri ve mağlubiyetleri ile öylece sevmiştir. Hayır, olmadı; noksan, söyledim: kusurlarımızda bile meziyet aramıştır, mağlubiyetlerimizde gelecek zaferlerin işaretlerini görmüştür.

Dündar Ağabeyimize göre tarih, millet sevgisinin anahtarı idi. Tarih bilgisi, geçmişin olaylarını olağanüstü bir milli şuur inceliği içinde yorumlaması dinleyenlerini daima cezbeden bir tarafı idi. Milletimizin binlerce yıllık maceralarından öyle güzellikler bulup çıkarırdı ki, sevmemek hiç mümkün olmazdı. Milletimizin iç kavgalarını bir aile dâvası sayar, uluorta konuşulmasından, hele bir tarafın övülüp diğer tarafın kötülenmesinden hiç hoşlanmazdı.

Dündar Ağabeyimizin sohbetleri, çok defa, günün konularından başlayarak açılır, tarihle biterdi. Anlayışsızlıkları görmenin, vefasızları bilmenin, şuursuzlukları tanımanın sıkıntısı rahmetliyi öyle çok üzerdi ki. tahammülü tükenmeğe başlayınca, huzur akıtan bir pınarmış gibi, hemen tarihe koşardı… Artık rahattır, sevimli yüzüne mağrur bir gülümseme yayılmıştır… Dündar Ağabeyimiz için çok şey yazılacak. Sanıyorum ki. hoşgörü sahibi bir insan olduğunu, her türlü fikri sabırla dinlediğini belirtenler de çıkacak. Doğrudur, öyle idi. Yalnız, tarih konusunda iş değişirdi. Geçmişteki büyüklüğümüzün gölgelenmesine hiç dayanamazdı. Tarihimizi küçültücü konuşmalara karşı sabrı yoktu. Evet başlangıçta pek öfkelenmezdi. Bilgisinin zenginliğini şahane misallerle süsler, gerçeği anlatmağa çalışırdı. Ama, karşısındakinin mantıksız bir inatla direndiğini görünce hırçınlaşır, hattâ azarlardı…

Tarih, belki de yanlış yaşadığımız bir çağda, bizi teselli eden bir “Aile yuvası” idi. Başladık mı, kolay kolay bitiremezdik. Zamanı unuturduk. Üç yıl önce idi… Bir gece, konur sokaktaki binadan birlikte çıkmıştık. Saat 11’di. Niyetimiz hemen ayrılıp evlerimize gitmekti. Nerede?.. Her elektrik direğinin altında bir mola vere vere, her defasında “Bu sondur!., diye diye Kavaklıdere’ye geldiğimiz vakit bir de baktık ki, saat dört olmuş, sabahı bulmuşuz! Sonradan bu maceramızı dostlara anlatmış, çok gülmüşüzdür.

Dündar Ağabeyimiz, büyük yürekli bir insandı. Millet düşmanları ve kötü siyaset ahlâksızları bir tarafa, hemen herkesi severdi. Uzak yakın cümle dostlarının hayran kaldığı Zengin bir iç dünyası vardı. Yükselmişin kibirlisine yanaşmaz, düşmüşlerin yardımına koşardı. 27 Mayısın haklılıktan çok, kaçınılmaz bir müdahale olduğuna inanmış, konuştuklarını da inandırmıştır. Fırsatlardan yararlanmayı hiç düşünmedi, yenilmişleri kötülemeğe hiç tenezzül etmedi… Dündar Ağabeyimiz, şüphe yoktur ki canlarını ortaya koyarak mukaddes bir mücadele ye giren ülkücü gençleri bir başka türlü, daha bir derinden severdi. O çocukları, biricik kızı Yasemin’den ayırmazdı desem, mübalağa etmiş olmam, kavgalarındaki güzelliğin, fedakârlığın anlaşamamasına öyle üzülür, öyle kahrolurdu ki…

Dündar Ağabeyimizi daima hatırlayacağız… Olmadı, yine yanlış söyledim. Hatırlamak için arasıra unutmak gerekir. Hiç unutmayacağız ki… Hep birlikte yaşayacağız, birlikte sevineceğiz, birlikte üzüleceğiz. Nur içinde yatsın.

Tanrı Türk’ü korusun.

KAYNAK: Devlet Dergisi Sayı:148, 26 Haziran 1972, s.7.

***

İnternetten Devlet Dergisi’nin 148. Sayısını Okumak İçin: http://ulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_148_yeni_3651.pdf

Leave a comment