Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN : BEYİN VE TERÖR
Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN
BEYİN VE TERÖR
Özet
Otuz yıldan beri terörle mücadele eden Türkiye, bu kez özellikle güney komşularında konuşlanan ve savaşan terör örgütlerinin açık tehdidi altındadır. Terörün kullandığı insanlar, oldukça genç yaşlarda devşirilmekte, sağ kaldıkları ve ayrılmadıkları sürece uzun bir dönem örgütte militan olarak kalmakta, örgüt hedefleri doğrultusunda savaşmakta ve her yönüyle terörizmi bir hayat tarzı haline getirmektedirler.
Biz bu yazımızda bir teröristin beyin/zihin dünyası hakkında nöro-bilimler ışığında davranış açısından bilinmesi gereken hususları açıklamaya çalışacağız.
Beyin temel sinir hücreleri nöronlar arasında oluşan bağlantılarımız (sinapslar) her insanın ilgi alanı için farklı gelişir ve oluşurlar. Buna “beyin esnekliği” denir.
Beyin gelişimi, her birey için ona özgü fiziksel ve ruhsal yaşantılardan etkilenmektedir. Teröristlerin yapmış oldukları yıkıcı, tahrip edici, öldürme ve benzeri eylemler ile ilgili olarak nöron bağlantıları artar.
Eğitilerek veya öğrenerek terörizmi hayat tarzı haline getirmiş olan teröristler; kalıcı hafızalarını biyokimyasal yolları kullanarak tüm olumsuz bilgi ve eylem türlerini beyin hücrelerine protein olarak yerleştirmişlerdir.
Bizler bir otomobili kullanırken başlangıçta zorlandığımız halde daha sonra gayet rahatlıkla kullanırız. Bu piramidal sistem bilgilerini (istemli davranışları) extrapramidal (otomatikleşmiş) sisteme devretmemizden kaynaklanır. Teröristlerin de eğitim kamplarında öğrendikleri her türlü imha, pusu kurma, kundaklama, yok etme ve benzeri eylem ve davranışları onların ekstrapiramidal sistemlerine aktarılmıştır.
İnsanların genlerindeki her yöne gelişebilecek mevcut potansiyel; terbiye, alışkanlıklar, sık tekrarlanan davranışlar, düşünce, manevi algıları gibi çevre faktörleri ile şekillenir. Her çocuk masum doğmasına rağmen, teröre bulanmış veya bulaştırılmış insanlar, beyinleri yıkanarak, öğrenerek veya öğretilerek, normalde, genlerindeki hayat boyu ortaya çıkmayacak olumsuz yönler açığa çıkmaya başlar.
Her hastalığın tedavisi olduğu gibi toplumsal hastalık olan terörün de tedavisi ihmal edilmemelidir. Fakat çözüm süreçleri, bilimsel usullerle yönetilmediği zaman, günü birlik, günü kurtarıcı ve geçici tedbirler uygulanmaktadır. Bu durum, toplumların geleceğini, katledilme ve toplu imha dahil her türlü felakete açık hale getirmektedir.
Anahtar kelimeler: terör, beyin, sinaps, kalıcı hafıza, ekstrapiramidal sistem, epigenetik
GİRİŞ
“Basit, kolay ve kestirme çözümler mutlaka yanlıştır.”
Karl Popper
Otuz yıldan beri terörle mücadele eden Türkiye, bu kez özellikle güney komşularında konuşlanan ve savaşan terör örgütlerinin açık tehdidi altındadır. Terörün kullandığı insanlar, oldukça genç yaşlarda devşirilmekte, sağ kaldıkları ve ayrılmadıkları sürece uzun bir dönem örgütte militan olarak kalmakta, örgüt hedefleri doğrultusunda savaşmakta ve her yönüyle terörizmi bir hayat tarzı haline getirmektedirler.
Nöro-bilimler (anatomi, fizyoloji, histoloji, biyokimya, biyofizik, nöroloji, psikiyatri vd.) ışığında terör ve teröristin beyin ve zihin dünyası irdelenmeden terör önlenemez. Terörün önlenememesi sadece toplumun değil, gelecek nesillerinde risk altında yaşaması, kin ve nefretin gelecek nesillere de aşılanması anlamına gelmektedir.
Bir çok ülkeyi tehdit eden terör ülkemizi de yıllardır uğraştırmaktadır. Açılım politikası ile çözüm bulunmak istendiği söylenmiş, fakat asla bilimsel usullerle problem masaya yatırılmamıştır.
Terörün finansmanı için uyuşturucu kaçakçılığı başta olmak üzere yasadışı işlerden sağlanan gelirler ve bu gelirlerin kullanım şekilleri, yabancı istihbarat teşkilatları ve özellikle Türkiye ve Orta Doğu üzerindeki emellerini gerçekleştirmek isteyen emperyalist güçlerin maşası olarak kullanılmaları göz ardı edilmektedir.
Bugüne kadar terörizm ile mücadelede sosyolog, uluslararası ilişkiler uzmanı, terör uzmanı, sosyal psikolog, psikolog, psikiyatrist, uyuşturucu ile mücadele uzmanları, nörobilimciler dikkate alınmamıştır.
Bununla beraber terörün diğer bir boyutu olan beyin ve zihniyet dünyası da göz ardı edilmiştir. Anatomik, fizyolojik, biyokimyasal boyutlarıyla, sorunun bu bilim dalları ile ilişkisi değerlendirilmemiştir.
Sinir sistemindeki temel hücrelere nöron adı verilir. Sinir hücresi türleri; multipolar, bipolar, unipolar ve aksonsuz nöron olarak sınıflandırılır. Nöronlar yetişkin beyninde ortalama 100 milyar civarındadır. Bu, “Güneş sistemini içine alan Samanyolu Galaksisindeki bütün yıldızların sayısına yakındır”. Nöronların, çekirdeğinin olduğu gövde kısmı ve diğer nöronlarla bağlantı sağlayan ve sinyal alıcı kısa lifler olan dentritler ile sinyal iletici uzun lif aksonu vardır. Bir nörondan yüzlerce veya binlerce dentrit çıkabilir. “Beyindeki 100 milyara yakın nörondan yaklaşık 100 trilyon dentrit ve akson terminali ile yaklaşık 50 trilyon bağlantı yeri (sinaps) oluşur.” Merkezi sinir sisteminde nöronlar dışında hücreler de bulunur. Bunlara nöroglia adı verilir ve sayıları sinir hücrelerinden onlarca kat fazladır.[2]
“Beyindeki tüm yapılar ve bölgeler bir bütün olarak çalışan sisteme sahiptir. Bazı beyin bölgeleri belirli işlevler için uzmanlaşmış olabilir. Fakat her bir beyin işlemi beynin tümünü ilgilendirir. En basit işlemin temelinde bile çok sayıda karmaşık olaylar yatar. Beyni, değişik yerleri bir birinden habersiz olarak çalışan, birbirinden kopuk işlevlerin toplamı olarak görmek yanlıştır. Beyin her bölümü diğerleri ile ilişki kurmuş bir sistemdir ve bütün olarak çalışır. Bu bütünleşmiş bağlam içinde bazı bölgeler, bazı işlevler konusunda uzmanlaşmışlardır. Örneğin, kişinin yapmakta olduğu davranışa göre, o davranışın temelinde yatan beyin bölgesi faaliyet gösterir.”[3]
NÖROGELİŞİM SÜRECİ
İnsan beyni gelişiminin anlaşılması hızlı bir ilerleme sergilemektedir. Çoğu nöronlar oluştuktan sonra hayatta kalanlar prenatal gebeliğin ikinci trimestrinin sonlarında seçilir Nöronal göç, döllenmeden sonraki haftalar içinde başlar ve doğumla birlikte büyük ölçüde tamamlanır. Bu nedenle, insan beyni gelişimi doğum öncesinde, doğum sonrasına göre çok daha fazla dinamiktir ve beynin hacmi 5 yaş itibarıyla erişkin büyüklüğünün %95’ine ulaşır. Öte yandan, beyin yapısını etkileyen bazı süreçler yaşam boyunca devam eder. Akson liflerinin miyelinasyonu ve nöronların ağaca benzer şekilde oluşumlarını tamamlaması en azından ergenlik dönemi boyunca yoğun bir şekilde ve yaşam boyunca da daha az bir düzeyde devam eder. Beyinin yeniden yapılanması da yaşam boyu devam eder gibi gözükmektedir. Fakat bu durum en fazla çocukluk ve ergenlik döneminde sinapsların rekabetle elenmesi olarak bilinen süreç esnasında (budanma süreci) aktiftir. Sinaptogenezis (aksonların yönlendirilmesi ve dentritik ağacın dallanması), erken bir patlamayı izleyen dönemde sabit bir şekilde oluşur gibi gözükmektedir. Son zamanlarda, bazı beyin bölgelerinde yeni nöronların oluşumunun devam ettiği de keşfedilmiştir. Daha önceleri nörogenezisin ( nöronların üretimi) yetişkin insanlarda oluşmadığı düşünüldüğünden, bu esasen olağanüstü bir gelişmedir. Hem nöron, hem de sinapslar, yaşamın erken dönemlerinde daha fazla, ancak belli bir düzeyde de sonsuza kadar oldukça “plastik”-değişebilir ve biçimlendirilebilir-bir özelliğe sahiptir.[4]
SİNAPSLAR
“Sinir Hücreleri Arasında Haberleşme Nasıl Gerçekleşir?[5]
Sinir hücreleri arasında iletiyi sağlayan özelleşmiş bağlantı bölgelerine sinaps (kavşak) denir. Sinir hücreleri arasındaki kimyasal haberleşme sinapsta gerçekleşir. Sinapsın yapısına daha yakından bakacak olursak sinyali ileten hücrenin sinyali alan hücre ile yakınlaştığı bölgeler olduğunu görürüz, iki sinir hücresinin birbirine yakınlaştığı zarların arasında dar bir aralık bulunur. Bu aralığa sinaptik aralık denir. Sinaptik aralıktan önceki hücre zarı bölümü, iletici nörona aittir ve bu hücre zarı bölümüne sinaps öncesi zar denir. Kimyasal habercinin (nörotransmiter) salgılandığı yer burasıdır. Sinaptik aralıktan sonraki alıcı nörona ait hücre zarı bölümüne sinaps sonrası zar denir. Nörotransmiter ile etkileşime giren moleküller (reseptörler) genellikle sinaps sonrası zarda bulunur. Sinaptik bağlantılar bir sinir hücresinin akson sonu ile diğer sinir hücresinin dendriti, hücre gövdesi veya aksonu arasında olabilir. Sinir hücreleri arasında sinaptik bölgelerde oluşan haberleşme çoğunlukla, nörotransmiterler aracılığıyla gerçekleşir fakat tek haberleşme biçimi bu değildir. Kimyasal sinapsların dışında, diğer bir nöronlar arası bağlantı şekli, elektriksel sinapslardır. Elektriksel bağlantı bölgelerinde iyon geçişine izin veren kanallar karşılıklı dururlar. Elektriksel bağlantılarda nörotransmiter salgısı yoktur; bunun yerine, hücreler arası iyon geçişleri olur. Elektriksel bağlantılardaki ileti kimyasal sinapslardaki iletiye göre çok daha hızlıdır. Bir sinir hücresi üzerinde, binlerle ifade edilebilecek sinaptik bağlantı mevcuttur. Kurulan sinaptik bağlantılardan farklı nörotransmiterler salgılanır. Sinir hücresi kendine ulaşan sinyallerin bir anlamda matematiksel toplamına göre uyarılır ya da baskılanır. Buna kendi yaşantımızdan örnek verebiliriz: Bir konuda karar vermemiz gerektiğinde çok sayıda kişiden farklı fikirler bize ulaşır ve etki güçleri farklı olan bu fikirleri değerlendirmeye alır ve bir sonuca ulaşırız. Bizler de başkalarının (hatta fikir aldığımız kişilerin de) kararlarını etkileriz. Benzer şekilde tek bir sinir hücresi, aksonal dallanmalar aracılığıyla çok sayıda sinir hücresi ile sinaptik bağlantılar kurar. Böylece, sinir sisteminin trilyonlarla ifade edilebilen sinaps sayısı ile oldukça karmaşık bir haberleşme ağı oluşur.[6]
Sinaps oluştuktan sonra da yoğun moleküler aktivite gösteren dinamik bir bölge olarak kalmaya devam eder. Diğer bir değişle, molekülleri ısmarlayan, üreten, taşınanları kabul eden ve bunları işlevsel bir sinapsa dönüştüren yapım ekibi sinaps işlevsel hale gelir gelmez azledilmez. Birçok bakımdan, bir sinaps işlev gördüğü sürece değişen durumlara ve bağlantılı olduğu nöronlar tarafından kullanılma miktarına göre moleküler bakım ve değişiklikler ile sürekli bir revizyon halindedir. Örneğin, “birlikte ateşlenen nöronlar birlikte bağlantı kurarlar” denir. Örneğin, daha fazla nörotransmitter salındıkça o sinapsta bulunan pre- ve postsinaptik reseptör sayıları ve aynı zamanda o sinapsta görülen pre- ve postsinaptik kalınlaşma artışı değişebilir. Bu muhtemelen, nöronal iletiyi kolaylaştırmak için oluşan adaptif moleküler ve yapısal değişiklikleri yansıtmaktadır. Bazen bir sinapstaki yoğun kullanıma bağlı değişiklikler sadcce moleküler seviyede olmakla kalmaz, aynı zamanda sinapsta dramatik fiziksel ve yapısal değişimlere de yol açabilir. Örneğin, hem pre- hem de postsinaptik yüzlerdeki yüzey alanları muhtemelen iletişimi kolaylaştıran zenginleştirilmiş sayı ve tiplerde reseptörleri daha kolay barındırmak için artabilir.Yoğun presinaptik mesajlaşma da bitişik ve tamamen ayrık bir postsinaptik yapısal element oluşumunu uyarmak suretiyle postsinaptik cevabı arttırabilir. Benzer şekilde, presinaptik nöron bölgesinde bulunan bir postsinaptik yarı sinaps başlangıçta, bu nörondan bir komşu postsinaptik elemana doğru yönlendirilmiş nörotransmitterinin taşınması yoluyla bilgi alabilir. Ancak zaman içerisinde bu düzenleme, bir akson yan dalının düzgün ve tamamıyla işlevsel bir sinapsı oluşturmak üzere filizlenmesini teşvik edebilir.[7]
Sinapsları basit bir şekilde İstanbul Boğazı’nın Anadolu ve Rumeli taraflarını bir birine bağlayan köprüler şeklinde düşünebiliriz. Anadolu tarafından karşıya geçtiğimizde bu taraf presinaptik, Rumeli tarafı ise postsinaptik yüz olacaktır.
Bir sinir hücresinde uyarının oluşması, iletimi ve diğer hücreye aktarımı sürecini 2 sinir hücresi örneğinde sıralı şekilde özetleyelim;
1. Birinci sinir hücresine farklı kaynaklardan gelen uyarıların toplamı eşik seviyenin üzerinde bir depolarizasyon oluşturur ve hücrede aksiyon potansiyeli gelişir.
2. Aksiyon potansiyeli akson boyunca ilerler.
3. Aksiyon potansiyeli akson ucuna ulaşır.
4. Kalsiyum kanalları açılır ve kalsiyum hücre içine girer.
5. Nörotransmiter sinaptik aralığa salınır.
6. Nörotransmiter, ikinci hücredeki reseptörüne (sinaps sonrası zar bölgesinde bulunur) bağlanır.
7. İkinci hücrede reseptörün bağlantılı olduğu hücresel yanıtlar oluşur.
Bütün duyularımızın, duygularımızın, zihnimizin ve hareketlerimizin altında yatan süreçler, nöronların oluşturduğu karmaşık ağlarda oluşan bu elektrokimyasal dinamiklere dayanmaktadır.”[8]
Sinir hücrelerimiz olan nöronlar arası bağlantılardan (sinapslar) hareketle teröristin beyin/zihin dünyasına açıklık getirilmesi gerekir Mesela, bir hekim yahut cerrah mesleğinde çok okur, çalışır pratiğini artırsa onun beyin nöron hücreleri arasındaki bağlantıları dediğimiz sinapslar da artar. Savcı, hakim, mühendis, sanayici, ticaret erbabı vd. için de aynı durum söz konusudur. Hukuk fakültesini bitiren bir kişi mesleği ile ilgili çalışmaları, okumaları, davaların niteliğine getirdikleri çözümleri neticesinde nöronları arası sinapslarını çoğaltır. Aynı şekilde olumsuz eylem ve alışkanlıklarda da o kişilerin o yönleri güçlenmek üzere nöron bağlantıları (sinapsları) söz konusudur. O artık uyuşturucu kaçakçılığında sade vatandaşa göre binlerce defa başarılıdır. Pusu kurma, adam öldürme, kundaklama onun için çocuk oyuncağı haline gelir. Niçin? Onun sinapsları o yönde gelişmiştir, artmıştır.
Buna beyin esnekliği (brain plasticity) denmektedir. (Bunu popüler plastik kimyasallarla karıştırmamak gerekir.) Bu kavram beynin dinamik yapısını vurgulamaktadır: Beyin dış dünyadan ona yönelen uyaranlarla an be an değişebilmektedir. Bu değişimlerin çoğu daha sonra kullanılmak üzere kodlanarak saklanır. “Beyin esnekliği” kavramı, beyin gelişiminin her birey için ona özgü fiziksel ve ruhsal yaşantılardan etkileneceği kabulüne dayanmaktadır. Kaldı ki fizik ve ruhsal olan arasındaki ayrım keyfe keder bir ayrımdır.[9]
İnsanların farklı çevresel yaşantıları ve eylemleri ile dış dünya rehberliğinde gelişen sinir hücreleri ve beyin esnekliğinde sinapsların önemi anlaşılmaktadır.
“Beyin esnekliği kavramının iki temel unsuru vardır; kritik dönem ve eyleme bağlı öğrenme. Kritik dönem fikri bazı yönleriyle bize, çevresel girdinin zamanlamasının beyin gelişmesindeki önemini anlatmaktadır. Görme merkezinin oluşması, dil vb. işlevler için kritik dönem vardır. Eyleme bağlı öğrenme kavramı ise, ruhsal ve/veya biyolojik nitelikli çevresel uyaranlarla karşılaşmanın beyinde değişikliklere yol açtığını öğretmektedir. En genel biçimde hücre sıralanması değişmektedir. Daha ayrıntıda ise dendritlerin üzerindeki dikenlerin gelişimi, sinaps oluşumu, kimyasal ulak yoğunluğunun değişmesi gibi sonuçlar söz konusudur. On yaşında babasının kanserden ölümüne tanık olmuş bir çocuğun beyni bu anıyı geri dönüşsüz biçimde kayda alacaktır. Çünkü bilinçli hiçbir çaba bu anıyı silmeye yetmeyecektir. Daha küçük çaplı ruhsal etkiler de beyni benzer biçimde etkilemektedir. Tenis topuna nasıl vurulacağını oynaya oynaya öğrenmiş insanların beyninde değişim gerçekleşmiştir. Benzer biçimde yoğun biçimde müzik dinleyen insanların, sesin özelliklerini ve örüntülerini öğrenmesiyle beyinleri değişime uğramıştır. Şu an bu yazıyı okumakta olan insanlar okumayı sürdürüp okuduklarını sindirdikçe (az da olsa) daha farklı bir beyne sahip olacaklardır. Her birimiz farklı insanlarız. Çünkü farklı ruhsal ve fiziksel yaşantıların ürünüyüz. Anlamlar önemlidir. Gördüklerimiz, duyduklarımız, söylediklerimiz ve yaptıklarımız aracılığıyla kim ve ne olduğumuzu değiştirebiliriz. Beyinlerimizin iyi eğitilmişliği için doğru eylemliliği seçebilmek önemlidir. Bu ilke çocuklukta olduğu kadar erişkinlikte ve yaşlılıkta da geçerlidir.[10]
Teröre bulaşmış kişi ister emir-komuta noktasında isterse kırsalda veya kentlerde terörist eylemlerde bulunsunlar, beyinlerindeki nöronlar arası bağlantılar ve nöron kümeleşmeleri benzerdir. Öldürmeyi, tahrip etmeyi, bombalamayı, kundaklamayı kendisine ve örgütüne hak olarak gören irrasyonal düşünceye alışmış bu insanların beyin esnekliği dediğimiz dış dünyalarının ortaklığında gelişen sinir hücreleri bağlantıları ve nöron dayanışmaları sade vatandaşlara göre çok farklı olacaktır.
İrrasyonal/ mantıksız düşünce ile istek ve hırslarının esiri olmuş terörist beyninin kısa vadeli çözümlerle olumsuz kazanımlarla oluşmuş beyin plastisitelerinin değişeceğini ve olumlu hale geleceğini beklemek hayalcilikten ibarettir. Bu kişiler şiddete, kullanılmaya, kine dayalı terör eğitimleri sonucu eyleme dayalı öğrenmeleri, toplum için tehlike saçmaya devam edecektir.
UZUN SÜRELİ HAFIZA
İnsanın beyninin diğer bir boyutu olan hafıza (bellek) incelendiğinde genel olarak onun kısa süreli ve uzun süreli hafızaları olduğu görülür.
Kısa süreli bellek biyofizik uzun süreli bellek ise biyokimyasal bir süreçtir. Bir bilginin uzun süreli belleğe girmesi protein sentezi ile gerçekleşir. Otuz saniye geçtikten sonra hatırlanan her bilgi veya olay uzun süreli bellekten çağrılır. Uzun süreli bellek, kısa süreli bellekten kendisine bilgiyi birkaç dakikadan başlayan ve günlere, haftalara, yıllara, hatta bir ömür boyuna uzanan sürelerde saklayabilir. Yapılan araştırmalar, dakika ve saat gibi kısa süreli zaman süreleri içinde yapılmıştır, fakat ayları ve hatta yılları kapsayan birkaç psikolojik araştırına da vardır. Kısa süreli bellekte ve uzun süreli bellekte kodlama, depolama ve ara bul geriye getir süreçleri vardır.[11]
Demek ki kısa süreli hafızamıza attıklarımız fiziksel bir birikme ile oluşur ve unutulması çok kolaydır. Fakat çok tekrarla bir husus uzun süreli hafızaya nakledilir. Uzun süreli hafızada biyokimyasal yollar devreye girer yani bilgi hücre içinde protein olarak depolanır. Unutulması da kolay olmaz.
Kısa ve uzun süreli hafıza ile ilgili kanıtlardan biri, klinik gözlemlerden gelen beyin ameliyatlarını ilgilendirir. Epileptik (sara) nöbetleri sık ve kuvvetli tekrar eden bazı hastaların temporal loplardaki hipokampusları beyin ameliyatıyla çıkartılır. Hasta ameliyattan sonra eski bildiklerini hatırlamakta hiçbir zorluk çekmez, fakat yeni bilgileri öğrenemez, örneğin, ameliyat geçiren biri, eski evinin adresini ve eve nasıl gidileceğini gayet iyi hatırlayabildiği halde, ameliyattan sonra taşındığı ve bir senedir oturduğu yeni evinin adresini ve yolunu hâlâ bilemez. Hipokampus kısa süreli bellekle ilgili bir beyin belgesidir ve bu bölgenin çıkartılması kısa süreli bellek işlevlerini ortadan kaldırmaktadır.[12]
Teröristlere; uygulanan örgüt faaliyetlerinde, bölücü terörde ve diğer IŞİD gibi acımasız ölüm makinesi terör örgütlerinde elemanlara uygulanan beyin yıkama metodu ile sürekli olarak uzun süreli hafızaya şiddet, yok etme, düşmanlık tohumları ekilir. Onların beyinden sökülüp atılması ise çok zorlaşır. Bu durum; öldürme için sürekli emir verenlerde veya ölüm makinelerinde beyne yıkıcı, tahrip edici eylem programları ve fikirler birer protein olarak kaydedilir, silinmeleri imkansızlaşır. Türkiye’de çözüm (çözülme) süreci ile terör örgütü meşrulaşma sürecine girmiş (son zamanlarda yapılan eylemler de derin PKK diye sanal bir örgütün sırtına bindirilmiştir), insanlar doğru/eğri, hayr/şer, günah/sevap, kötülük/iyilik gibi değerler sisteminde tereddüde düşürülmüştür. Bu süreç böyle devam ettiği müddetçe, bölücü terör örgütü beyni yıkanmış eleman sayısını artıracaktır ve artmaktadır. Nitekim, PKK elebaşılarından Cemil Bayık, Eylül (2014) ayında bir gazeteciye yaptığı açıklamada, “Son aydaki katılım düzeyi 93’teki katılım düzeyini aştı. 93’te ayda 1000’e yakın kişi katılırdı. Geçen ay 1200 kişi katıldı” dedi.[13]
Terörizmi hayat tarzı haline getirmiş, çözüm süreci nedeniyle alıştıkları hayat tarzından vazgeçebileceklerini ve belli yaştan sonra yeni meslekler edinerek toplumda kendilerine yer bulabileceklerini düşünmek aşırı iyimserlik olmaktadır.
Bunun örneklerini, Afganistan, Afrika ve Orta Doğu’da mevcut ve yeni isimler altında ortaya çıkan terör örgütlerinde görmek mümkündür. Terör örgütleri, kanser hücreleri gibi kontrolsüz bir şekilde çoğalırlar. O örgütlerin (hücrelerin) toplumsal vücudun neresinde, ne zaman, ne şekilde ortaya çıkacağını tahmin edebilmek oldukça güçtür. Dolayısıyla, çözüm süreci ile herkesin dağdan inip işine gücüne döneceğini, terörün son bulacağını beklemek hayalcilikten ibarettir. Ortamını bulduğu an, suç makinelerinin tereddüt etmeden ortaya çıkacaklarından kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Bu durum, dağdan inecek teröristlerin şehirlerde toplu eylemlere başladıklarında korunmasız insanların imha edilme ve katliamlarla karşı karşıya kalabileceğini göstermektedir.[14]
EXTRAPRAMİDAL SİSTEM
Beyin korteksin’de motor alanlar bulunur. Bu alanlar sayesinde istemli hareketlerimizi yapabiliriz. Primer, sekonder, suplementermotor ve premotor alanlar vardır. Bunların koordinasyonu ile impulslar çevreye iletilir. “Efferent (inen) çevreye giden yolların genel seyri: İskelet kaslarını hareket ettiren ve bu hareketleri koordineli bir şekilde kontrol ve idare eden impulslar cortex cerebri, nuc. ruber, lamina tecti (colliculus superior), nuc. olivaris inferior, nuc. vestibularis lateralis ve formatio reticularis’den kaynaklanır. Bunlardan beyin korteksinden çıkanlara piramidal yollar, diğerlerine ise ekstrapiramidal yollar denilir. Buralardan çıkan impulslar bir veya birkaç nöron aracılığı ile alt motor nörona ulaşır. Cortex cerebri’den çıkan impulslar genellikle 3 veya 2 nöronla iskelet kaslarına ulaşır. 1. nöron’un (üst motor nöron) hücre gövdesi, beyin korteksinde bulunur ve aksonu medulla spinalis’e kadar uzanarak bir ara nöronla sinaps yapar. Bu ara nöron da ön boynuzdaki2. nöronla(alt motor nöron) sinaps yapar. Bazen 1. nöron, ara nöron kullanmaksızın doğrudan alt motor nöronla sinaps yapar. Ekstrapiramidal sistem, nuclei basales ve cerebellum’u içeren feed back mekanizmasının komplike bir sistemidir.”[15]
Ekstrapiramidal Motor Sistem:
Çok ender olarak bir çocuk mezensefalon üstündeki beyin segmentlerinden yoksun doğabilir. Böyle bir çocuğun aylarca yaşatılması başarılmış ve hareketleri incelenmiştir. Bu çocuk beslenmeyle ilgili bütün hareketleri yapabiliyordu. Örneğin, meme emebiliyor, beğenmediği yiyeceği ağzından atabiliyor ve elini ağzına götürüp parmağını emebiliyordu. Dahası ağlayıp tepinebiliyordu. Nesneleri gözüyle ve baş hareketleri ile izleyebiliyordu. Ayrıca bacaklarının üst-ön bölümüne baskı yapıldığı durumda oturur pozisyona geçiyordu.
Bunun gibi günlük yaşamımızda bilincimizi zorlamadan yapılan bir takım kalıp hareketler vardır. Bisiklete binmek, otomobil kullanmak, daktilo ile yazı yazmak, yüzmek vb. Bütün bunlar önce dikkat edilerek öğrenilmiş, sonradan ise hemen hemen otomatik yapılan hareketlerdir. Korteks ancak gerekli olduğu zaman bu hareketleri kontrol edip, yönlerini değiştirebilir. Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi insan’ın yaptığı birçok motor faaliyetler bilinç altı düzeylerde de düzenlenebilmektedir. Ancak bu fonksiyonu düzenleyen merkezlerden pek azının görevleri anlaşılabilmiştir. [16]
Ekstrapiramidal motor sistem terimi, motor kontrole katkıda bulunan ve direkt olarak kortikospinal-piramidal yolun bir elemanı olmayan, beyin ve beyin sapının bütün bölümlerini belirtmek için klinikte yaygın olarak kullanılan bir terimdir. Bu sistem bazal gangliyonlar, beyin sapının retiküler formasyonu, vestibüler nükleuslar ve sıklıkla nükleus ruberden geçen yolları içerir. Bu gruba dahil edilmiş tüm motor kontrol alanlarının farklılıkları göz önünde tutulursa, bir bütün olarak ekstrapiramidal sistemin spesifik nörofizyolojik fonksiyonlarından söz etmek güçtür. Bu sebeple, “ekstrapiramidal” terimi zamanla başka bir kavramla ifade edilebilir. Fakat nasıl ifade edilirse edilsin bu sistem merkezi sinir sistemimizde önemli fonksiyonlar yapmaktadır. [17]
Ekstapiramidal sitemi basitçe örnek üzerinden giderek anlatırsak; yeni ehliyet alma kursuna yazılan biri, başlangıçta “vites değiştir”, “debriyaja veya frene bas!”, “direksiyonu sağa-sola çevir!” diye düşünerek yavaş araba kullanır. Bunu piramidal sistemle istemli olarak yapar. Fakat bu motor işlemleri otomatik beceri ile hızlı, çoğu kez adeta refleksleşmiş bir şekilde yapacağında devreye ekstrapiramidal sistem girer.
Yahut belirli bir süre sonra arabayı kullanırken vites, debriyaj, fren veya gaz pedalını kullanma adeta otomatik olarak alışkanlığımız haline gelmiştir. Kontağı çevirir çevirmez, rahatlıkla arabamızı kullanırız. Şimdi bunu teröre ve teröriste uygularsak, yıllarca kırsalda katliam yapmak üzere silah eğitimi almış, onlarca Mehmetçiği, sivil insanları şehit etmiş, çocuk kaçırmış, yol kesmiş, mezra ve köy basmış teröristin beyninde bu ve benzeri eylemler ekstrapramidal sistem yoluyla yapılır. Çok rahatlıkla şehirlerde, kasabalarda, köylerde otomatik olarak katliam yapabilecek özellik kazanmışlardır.
Kısaca zihin dünyasının temelini oluşturan beyin yapısından verdiğimiz davranışı şekillendiren örnekler yanında “ayna nöron sistemi”, “hipotalamus”, “limbik sistem”, “korteksteki asosiasyon (ilişkilendirme) alanları” vd. ile davranış kontrolü bir bütündür.
EPİGENETİK
Her insan doğuştan tertemiz doğar, fakat terbiye ve içinde yaşadığı çevre şartları onu şekillendirir. Dolayısıyla DNA’nın yapısında veya diziliminde herhangi bir değişiklikle genlerimizin çalışmaları değişebilmektedir.
Günümüzde davranış genetiği genetiğin çok önemli bir dalıdır. Genotip ile çevre, insan davranışlarını birlikte belirler. Dolayısıyla insanın yaşadığı çevre, davranışların gelişmesine veya gerilemesine neden olur. İnsan olumlu davranışlarını geliştirmek için adeta ödevini çalışan öğrenci gibi çalışmak, gayret etmek zorundadır.[18]
2000’li yıllara kadar bilim insanları arasındaki bir diğer genel kanı ise şöyleydi: “Hangi genlerin hangi dokularda, ne zaman ve ne kadar çalışacağı hayatın başlangıcında belirlenir ve yaşam boyu bu programa uyulur. DNA’nın yapısında meydana gelen değişiklikler yani mutasyonlar, kanseri de kapsayan çok sayıda hastalığa neden olur. Bugün, bu kabul her ne kadar kısmen doğruluğunu koruyor ise de, son 6-7 yılda elde edilen bulgular sayesinde artık her şeyin DNA’da bitmediğini biliyoruz. Bir diğer deyişle kalıtımın, DNA’nın üstünde bir diğer boyutu daha vardır. Bu yeni kavrama “genler üstü genetik” anlamına gelen “epigenetik” adı verildi. Epigenetik, DNA’nın yapısında veya diziliminde herhangi bir değişiklik olmaksızın DNA’da kodlu olan genetik bilginin açığa çıkmasında meydana gelen değişikliklerdir.[19]
Örneğin “Kök Hücreler” embriyonun gelişimi süresince başlangıçtaki tek bir hücre çoğalıp başkalaşarak vücudumuzu oluşturan 200’ün üzerinde farklı hücre tipine dönüşmektedir. Her hücrenin çekirdeğinde aynı DNA var olduğuna göre, değişik hücre tiplerine bu özelliklerini kazandıran, onlarda çalışan genlerin farklı farklı oluşudur. Bir beyin hücresini bir karaciğer hücresinden ayıran, sahip olduğumuz yaklaşık 25-30 bin genden hangilerinin beyin hücresinde, hangilerinin karaciğer hücresinde çalıştığıdır. Hücre tiplerine özel olmak üzere “susturulmuş” ve “çalışan” genler bulunmaktadır. Çalışan ve susturulmuş genlerin farklı kombinasyonları, vücudumuzu oluşturan hücre tiplerini ortaya çıkarmaktadır. Bunu bir senfoni orkestrasının konserine benzetmemiz mümkün. Seslendirilen eserin notası bütün müzisyenlerin önünde olmasına rağmen her müzisyen eserin sadece belli bölümlerinde çalar ve diğer kısımlarında sessiz kalır. Sonuçta, örneğin Beethoven’in bestelediği Türk Marşı (Marcia Alla Turca) gibi kulağa son derece hoş gelen bir müzik ortaya çıkar. Orkestranın müzisyenlerinden her birini birer gen olarak düşünürsek, genlerin bazı dokularda suskun kalmaları ve bazı dokularda sıraları geldiğinde çalışmaları, sonuçta farklı hücre tiplerini ve o hücre tipine özel işlevleri ortaya çıkarır. Hangi genlerin çalışıp hangilerinin suskun kalacağı, hücre ve doku tipine bağlı olmanın yanı sıra organizmanın yaşamının hangi evresinde olduğuna da bağlıdır. Embriyonun gelişimi sırasında başın vücudun bir ucunda, ayakların diğer ucunda, gövdenin de baş ile bacaklar arasında olmasını sağlayan genler çalışırken, yaşamın ilk yıllarında çalışmayan çok sayıda gen sonraki dönemlerde, örneğin ergenlik çağına ulaşıldığında çalışmaya başlar. Bu genlerin etkinlikleri sonucunda vücudumuzda belli değişimler ortaya çıkar; üreme ile ilgili faaliyetlerin başlaması ve çocuk sahibi olunabilmesi gibi.[20]
Genlerin ne zaman, nerede ve ne kadar çalışacağını belirleyen bu mekanizmaya, bir diğer deyişle DNA’nın yapısında veya diziliminde herhangi bir değişiklik olmaksızın DNA da kodlu olan genetik bilginin açığa çıkmasında meydana gelen değişikliklere “genler üstü genetik” anlamına gelen “epigenetik” adını veriyoruz.[21]
Epigenetik kontrolü sağlayan bir diğer mekanizma da, DNA’nın hücrenin çekirdeğinde çok sıkı bir şekilde paketlenmiş olmasıdır. Her bir hücredeki DNA’yı açıp ip gibi uzatırsak, uzunluğu yaklaşık iki metreyi bulur. DNA önce “histon” adını verdiğimiz proteinlerin etrafına sarılır. Daha sonra bu protein-DNA kompleksleri yan yana gelerek dönen merdiveni andıran bir yapıyı, bu yapı da tekrar kendi etrafında burgulu bir şekilde sarılarak kromozomları oluşturur. Böylece iki metre uzunluğunda ve gözle görülemeyecek kadar ince bir ip gibi olan DNA, olağanüstü bir şekilde, “kromatin” adı verilen bu yapı sayesinde hücrenin mikroskobik çekirdeğine sığar. Genlerin çalışması için “transkripsiyon faktörleri” adını verdiğimiz proteinlerin genlerin kontrol bölgelerine bağlanması gerekir. Bunun gerçekleşebilmesi için, çalışacak genlerin bağlı olduğu kromatin yapı açılarak bu faktörlerin kontrol bölgelerine ulaşmasını sağlar. Çalışmaması gereken genler kromatin yapıya gömüldükleri için transkripsiyon faktörleri onlara ulaşamaz. Faktörler ulaşamayınca da gen çalışmaz.[22]
Genlerin farklı çalışmasına ait bilim dünyasında binlerce araştırmalar yapıldıktan sonra varılan kanaat şu olmuştu: DNA’nın yapısında değişiklik olmadan çevre şartları genlerin çalışmasında önemli etkiler oluşturmaktadır. Bunlara epigenetik değişiklikler denir. Yani, kalıtımın genler üstü boyutu. İnsanlar ikiz bile olsalar epigenetikleri ile beslenmesi dahil, alışkanlıkları, duygu dünyaları, olaylara ve hayata negatif veya pozitif bakışları sonucu kişilerin karakteri de şekillenecektir. Bu olumlu yönde de olabilir olumsuz yönde de olabilir.
Tertemiz doğmakta hiçbir farkları olmayan insanların zamanla genlerin çalışması farklı olmaktadır. Yani her birimizin genlerinde iyi veya kötüye yahut çok değişik niteliklere ait çok yönlü bilgiler bulunur. Bunların hangisinin uyandırılacağı çevremizin etkileri ile ortaya çıkar. “Kısaca genetik damga kişinin hayatı boyunca zihin dünyasının/beyninin karşılaştığı yaşantılardan etkilenmekte ve değişebilmektedir.” Toplumlarda tecrübeye dayalı olarak kadim devirlerden beri iyilik, güzel ahlâk, çalışkanlık, yardımlaşma, yapıcı tavır gibi olumlu özellikler özendirilir. Aksi takdirde yıkıcılığın bir örneği olan terörizm ve terörist önü alınamayacak şımarıklıklarla toplumların geleceğini tehdit eder. Türkiye’de de dış destekli terörizm; teröristlerde her geçen gün olumsuz epigenetik değişikliklerin gittikçe artmasına neden olmuştur. Barışın tesisi için toplumlarda mutlaka suçun da, iyiliğin de karşılığı vardır. Yaptığı suçun karşılık görmesi teröristin doğruyu anlamasına vesile olabilir. Teröre meyilli olabilecek kişiler için de caydırıcı olur.
Uyuşturucu trafiğini[23] elinde tutan, emperyalist devletlerin ve istihbarat teşkilatlarının güdümünde hareket eden kanlı teröristler ile yapılan görüşmelerle onlar topluma kazandırılamaz. Tam tersine teröre hiç bulaşmamış masum insanları da o toplumsal hastalığın içine çeker. Köylerde veya kentlerde yaşayan yöre insanımızın temsilcileri asla bu örgüt olamaz. Onlara da yapılacak en büyük haksızlık bu “çözüm süreci” ismi verilen “çözülme, ötekileşme, ötekileştirme ve ayrışma süreci” olacaktır.
SONUÇ
İnsanlık var olduğundan beri tıpta hastalıkların başıboş bırakıldığı görülmemiştir. Mutlaka infeksiyon hastalığından kansere ve cerrahi rahatsızlıklara kadar hepsine gereken tedavi uygulanır. Kanserli doku çıkarılır. Cerrahi olarak ne gerekiyorsa o yapılır. Hastalık yapıcı mikro organizmalarla mücadele edilir. Mikroorganizmaya “Buyur gel kolera, tifo, veba oluştur!” denilmez.
Kalp krizi geçiren veya beyninde damar tıkanıklığı oluşmuş bir insanı kendi halinde bırakamayız. Böyle bir şeye de hekimlerin hakkı yoktur. Savcılar yahut hakimler suçlular için ne gerekiyorsa kanunlar çerçevesinde hukukî mekanizmaları çalıştırırlar. Meclislerde kanunlar, hukuk, ahlâk, mantık, gerçeklik gibi evrensel değerlere uygun olarak hazırlanır. Dış ve iç güvenlik birimleri elinde her türlü konvansiyonel silahı ile ölüm kusan düşman birliklerine veya terör örgütüne “barış” adına “çözüm” adına “buyurunuz, istediğiniz gibi istediğinizi yapın” demez. Sırtında roket atarı ile terörist dolaştırılmaz, imha edilir.
Devleti yöneten kurum ve kuruluşları (Cumhurbaşkanlığı Makamı, Başbakanlık makamı, Bakanlar kurulu, Siyasi Parti Milletvekilleri, Bağımsız Milletvekilleri, Anayasa mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, HSYK, YÖK, Üniversiteler, Türk Silahlı Kuvvetleri, Millî İstihbarat Teşkilatı, Meslek Odaları, Sivil Toplum Kuruluşları vd.) Türk Milletinin hayatının her yönüyle ilgilenmek zorunda olan sağlıklı toplumu hazırlayan ilgili kuruluşlarına benzetebiliriz. Devleti yöneten irade de bu söylediklerimizi dikkate almalıdır.
Aksi halde dış destekli olduğu aşikâr, uyuşturucu pazarından beslenen, beslenmeye de devam edecek, kana doymayan bölücü terör örgütü ile “Türk Milleti çözüm sürecine değil ölüm sürecine” gider. Yakın zamanda azmış ve artmış şımarık PKK (ister derin, ister kandil, ister terörist başı Öcalan PKK’sı densin) eylemlerini görüp bunun ciddi sinyallerini almayan devletin tüm kurumları, gelecekte göz göre göre Türk Milletini felaketler girdabına sürüklüyor demektir.
Üstelik uluslararası güçlerin piyonları olan bu terörist grupların arkasında ki karanlık perdeyi aydınlatmadan terör belası asla çözülemez. Muhatabımız piyonlar değildir. Mevcut terör gruplarının emperyalist devletlerin yönetici erk ve/veya silah finans çevreleri, istihbarat servisleri ile ilişkileri bilinmeden terör önlenemez. Asırlardır terör, uluslararası güç olmak isteyenlerin propaganda ve toplumları şekillendirme aracıdır.
Nöro-bilimlerle ilgilenen bir anatomist olarak terör ve teröristin beyin/zihin dünyasını söylemek, sadeleştirerek Türk toplumuna anlatmak bilim ahlâkımın gereği ve insanlık vazifemdir. Disiplinler arası ilim dallarının birlikte çözebileceği bir sorun olan terörizmle mücadeleyi siyasi erk sadece koordine edebilir. Yoksa topluma bizim yaptıklarımız çözüm getirecektir iddiasında bulunamaz. Bu milletin ve devletin felaketi olur.
Kaynaklar:
Bahri Karaçay, Yaşamın Sırrı DNA, TÜBİTAK Yayınları, Ankara, 2012.
Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1993.
Fahri Dere, Nöroanatomi ve Fonksiyonel Nöroloji, Adana, 1996.
Guyton and Hall, Textbook of Medical Physiology (Tıbbi Fizyoloji), Onuncu Edisyon, (Çeviri Editörü: Hayrunnisa Çavuşoğlu), Nobel Yayınevi, 2001.
Kaplan Arıncı., Alaittin Elhan, Anatomi, 2. cilt, Güneş Kitapevi, Ankara, 1997.
Mehmet Sağlam, Beynin Kimliği ve Becerileri, Denge yayınları, İstanbul, 1997.
M. Sami Denker, Uluslararası Terör Türkiye ve PKK, Boğaziçi yayınları, İstanbul, 1997, s. 68-69.
Nancy C. Andreasen, Cesur Yeni Beyin, (Çeviren: Yıldırım B. Doğan), Okuyan Us, İstanbul,2003.
William S. klug., Michael R. Cummings, Genetik kavramlar, (çeviri editörü: Cihan Öner), Palme Yayıncılık, Ankara, 2003.
Zeynep Cemalcılar (Editör), Psikolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2686, Eskişehir, 2012.
[1] ESOGÜ Tıp Fakültesi, Anatomi Abd. Eskişehir.
[2] Mehmet Sağlam, Beynin Kimliği ve Becerileri, Denge yayınları, İstanbul, 1997, s.20-21.
[3] Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, remzi kitapevi, İstanbul, 1993, s. 84.
[4] Stephen M. Stahl, Stahl’ın Temel Psikofarmakolojisi, ( Çeviren: Emel Ulupınar, Çeviri Editörü: Tayfun Uzbay), İstanbul Tıp Kitapları, Üçüncü Baskı, İstanbul, 2012, s. 22.
[5] Fuat Balcı (yazar) Zeynep Cemalcılar (Editör), Psikolojiye Giriş, T.C. Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2012, s. 62.
[6]Fuat Balcı (yazar), Zeynep Cemalcılar (Editör), a. g. e., s.62.
[7] Stephen M. Stahl, a. g. e., s. 38-41.
[8] Fuat Balcı (yazar), Zeynep Cemalcılar (Editör), a. g. e., s.64.
[9] Nancy C. Andreasen, Cesur Yeni Beyin (Çeviren: Yıldırım B. Doğan), Okuyan Us Yayın, İstanbul, 2003, s.68.
[10] Nancy C. Andreasen, a. g. e., s.72.
[11] Doğan Cüceloğlu, a. g. e., s. 179.
[12] Doğan Cüceloğlu, a. g. e., s. 194.
[13] (http://www.gazetea24.com/pkkya-katilim-neden-artti_30015569h.html?e=15PKK’ya katılım neden arttı?)
[14] Osmanlı son döneminde Bulgar, Sırp, Yunan, Ermeni vd. için çözüm süreci adı altında sonuçları Türk halkına ölüm ve zorunlu göçle gelen acılar arşiv belgelerinde mevcuttur. Örnek kaynaklar: İpek, N. (2006). İmparatorluktan Ulus Devlete GÖÇLER, Serander Yayınları, Trabzon ., İnginar Kemaloğlu, A. (2012). Bulgaristan’dan Türk Göçü (1985-1989), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara., Driault, E. (2010). Şark Mes’elesi, (Hazırlayan: Emine Erdoğan), Berikan Yayınları, Ankara., Akyol, T. (2013). Rumeli’ye Veda (100. Yılında Balkan Bozgunu), Doğan Kitap, İstanbul., Aya, Ş. S. (2009). Soykırım Tacirleri ve Gerçekler, Derin Yayınları, İstanbul., Duman, H. H. (2005). Balkanlara Veda, Duyap Yayıncılık, İstanbul., Hocaoğlu, M. (1976). Arşiv Vesikalarıyla tarihte Ermeni Mezâlimi ve Ermeniler, Anda Dağıtım, İstanbul., Karpat, K. (2010) Osmanlı Nüfusu (1830-1914), Demografik ve Sosyal Özellikleri. Timaş yayınları, İstanbul., Öğün, T. (2004). Unutulmuş Bir Göç Trajedisi Vilayât-ı Şarkiye Mültecileri (1915-1923), Babil Yayıcılık, Ankara., Örenç, A. F. (2009).Balkanlarda ilk dram Mora Türkleri ve Eyaletten Bağımsızlığa Yunanistan, İstanbul. Şimşir, B. N. ( 2005). Ermeni Meselesi (1774-2005), Bilgi yayınevi, Ankara. Şentürk, M. H. (1992). Osmanlı Devleti’nde Bulgar Meselesi (1850-1875), TTK Yayınları, Ankara., Süslü, A. (1987). Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, Ankara Üniversitesi, Ankara., Şimşir, B. N. (1968-1970). Rumeli’den Göçler Belgeler I(1877-78 ) -II (1879), TKAE, Ankara.
[15] K. Arıncı, A. Elhan, Anatomi, Güven Yayınevi, Ankara, 2003, s. 328.
[16] Fahri Dere, Nöroanatomi ve Fonksiyonel Nöroloji, Adana, 1996, s. 278.
[17] Guyton and Hall, Tıbbi fizyoloji ( Türkçesi: Cafer Marangoz., Mustafa Ayyıldız, Türkçe Çeviri Editörü: Hayrünnisa çavuşoğlu), Onuncu Edisyon, Nobel Tıp Kitapları, 2001, s.638.
[18] William s. Klug., Michael R. Cummings, Genetik Kavramlar (Çeviren: Kayahan Fışkın, Çeviri Editörü: Cihan Öner), Palme Yayıncılık, Ankara, 2003, s.677.
[19] Bahri Karaçay, Yaşamın Sırrı DNA, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 3. Basım, Ankara, 2008,s.325.
[20] Bahri Karaçay, a. g. e., s.326.
[21] Bahri Karaçay, a. g. e., s.328.
[22] Bahri Karaçay, a. g. e., s.329.
[23] Bin dokuz yüz doksanlardan itibarenPKK; Avrupa uyuşturucu trafiğini elinde tutmakta ve bu yolla büyük kazançlar sağlamakta. Avrupa ülkelerinde birçok merkezden dünya gençlerine pazarlamaktadır. Kazandığı paranın bir bölümünü örgüte harcamakta ise de kalan büyükçe bir bölüm, başta liderleri olmak üzere üst kademedeki yöneticilerin Avrupa Bankalarındaki kişisel hesaplarına yatırılmaktadır. Bunun böyle olduğu Almanya’nın PKK terör örgütünü yasaklaması ile birlikte banka hesapları ve örgüt kasalarında ortaya çıkan belgelerle de kanıtlanmıştır. Diyarbakır Ceza- evinde tutuklu bulunan bir PKK lideri Gelirlerin %25’inin APO’ya ait olduğunu TV programında açıklamıştır. PKK terör örgütü yurtdışındaki kuruluşları vasıtasıyla oluşturduğu gruplarla uyuşturucu madde kaçakçılığı konularında faaliyetler göstermektedir. Uyuşturucu kaçakçılığı faaliyetlerini direk kendi mensupları vasıtasıyla değil, örgüte yakın bazı kişiler aracılığıyla yaptırmakta ve uyuşturucu kaçakçılarından da belirli oranlarda pay almaktadır. (M. Sami Denker, Uluslararası Terör Türkiye ve PKK, Boğaziçi yayınları, İstanbul, 1997, s. 68-69.) 1990 yılında Abdullah Öcalan’ın uyuşturucu kaçakçılığından elde ettiği payın yaklaşık 300-400 milyon dolar olduğu tahmin edilmektedir. (M. Sami Denker, a. g. e., s. 91.)