Makedonya’da Bayrak Hadisesi / Abdullah ULUYURT
Makedonya’da Bayrak Hadisesi
Abdullah ULUYURT
Yugoslavya 1973 Ana Yasasında milli bayrakların asılabilmesi mümkündü. 1989 yılında Anayasa Mahkemesi “eski Yugoslav kanunları geçersizdir” kararı aldı.
Makedonya Anayasa Mahkemesi “Bayrakların Belediye binası önüne asılması” konusunda Kalkandelen (Tetova) ve Gostivar kasabaları ile ilgili olarak Makedonya’da uygulanan yasaya aykırı bir karar aldı. Gostivar Belediye başkanı ise daha Anayasa Mahkemesi kararını açıklamadan önce ne karar alınırsa alınsın bayrağı indirmeyeceğini ifade etti.
Olaylardan bir gün önce ülkedeki devalüasyona gidilmesi ile 1 Amerikan doları 25 Makedon Denarı iken 31 Makedon Denarı oluyordu. Halk bir anda yoksullaşma ve soyulma karşısında birisinden intikam almaya yöneldi.
1996 yılında yapılan yerel seçimlerinde Makedonya’nın Gostivar ili (Kosova Vilayetinin Gostivar Kasabası) belediye başkanlığını radikal olarak bilinen Arnavut partisi PDPSH’nin adayı Rıfat(Rufi) Osmani kazanmıştı. Gostivar Belediyesi Meclisi 19 kişiden oluşuyordu. Bu üyelerden 2 si Türk, 5’i Makedon 12’si Arnavut’tu. Arnavut meclis üyelerinin milli bayrakların ve dillerin kullanılabilmesi için 10 oya ihtiyaçları vardı ve Makedon partisi WMRO bu kararı destekliyordu. Türklerin mecliste iki üyesi vardı ve bunlar tedbirli davranıyorlar, yasalara aykırı karar alınmamasını talep ediyorlardı. Çünkü yakın zamanda Bosna-Hersek felaketi vardı ve ellerindeki hakları da kaybetmek istemiyorlar, barışın sürdürülebilmesini istiyorlardı. Meclisin ilk toplantısı 27 Ocak 1996 yılında yapıldı. Bayrakların asılmasında öne atılan Belediye Başkanı Türk Dilinin Gostivar Belediyesinde kullanılmasına pek sıcak bakmıyordu. Meclis gündemine “Türk dilinin Gostivar’da kullanılabilmesinin devam edip etmemesi” konusu alındı. Buna Türk kökenli Meclis üyeleri itiraz etti. Ama itirazları kabul görmedi. Oylamada SDSM(Makedon) 2, PDP (Arnavut) 2, TDP (Türk) 2 oyunu devam yönünde kullandı. PDPSH (Arnavut) 7, WMRO 3 olarak son verilmesi yönünde oy kullandı. PDP 1, DEP (Hakyol) 1, NDP 1 çekimser oy kullandı. Böylece oylamada “Gostivar’da Türk Dilinin Kullanılması” sona erdirildi. TDP li üyeler toplantıyı protesto ederek terk ettiler.
Milli bayrakların kullanılması oylamasında ilk oylamada 9 olumsuz, 7 olumlu ve 2 çekimser oy kullanıldı. Teklif reddedildi. İkinci oylamada Demokratik Eylem Partisi olumlu oy kullandı. Gostivar Belediye binasının önüne Türk, Arnavut ve Makedon bayrakları devamlı kalmak üzere çekildi.
Belediye Başkanı “Milli bayrakların çekilmesi konusunda merkezi idareden gerekli desteği aldınız mı?” sorusuna “Ben çekerim, indirmek isteyen indirsin” cevabını verdi.
Öyle de oldu. Tansiyonu yükselten açıklamalar yapılıyordu. Ama bedeli Arnavutlara ve Türklere ağır oldu.
Makedon Sosyal Demokrat Partisi (SDSM) konuyu Anayasa Mahkemesine götürdü. Belediye meclisinin kararı geçersiz kılındı. Bayrakların indirilmesi kararlaştırıldı.
Bu kararın uygulanması için 45 gün beklendi ve sonra olaylar başladı.
7-8 Temmuz 1997 tarihinde Doğu Makedonya’dan özel timler getirildi. Şehrin elektrik ve haberleşme hatları kesildi.
Makedon Hükümeti kararlıydı: Bayraklar indirilecekti. Gönderdeki bayraklardan biri de Türk bayrağıydı. Türkiye’nin Üsküp Büyükelçiliği teyakkuzdaydı. Büyükelçilik, bayrağın olaysız bir şekilde indirilmesini Türk Demokratik Partisi’nden istiyordu. İyi de onlar çekmemişti ki!
Ayrıca bayrağın Türkler tarafından indirilmesi Türk Demokratik Partisi’ni, Türklerin siyasetteki zaten zayıf durumunu iyice bitirirdi.
İkincisi Arnavutlar “Türk Bayrağı”nı kalkan olarak çekmişlerdi. Kalkansız kalan Arnavutların durumu zor olurdu ama TDP tarafından Türk bayrağının indirilmesi Türklerin Gostivar’da yaşayabilmesini imkansız kılardı. 9 Temmuz 1997 tarihinde kendilerini Türk elçiliği mensubu olduğunu ifade eden iki kişi tarafından “Bayrak Kanunu”na uygun olarak Türk Bayrağı gönderden indirildi. Türkler ve Arnavutlar şoktaydı.
Hemen şunu ifade edeyim 1997 yılında inen bayrak bir daha göndere ancak 20 sene sonra 21 Aralık 2017’de çekildi. Arnavutlar da kendilerine yeni bir müttefik, “abi” aradılar. Bu Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’ydi. Olayların üzerinden bir kaç sene sonra ziyaret ettiğimde Belediye binası önündeki direklere Makedon, Arnavut, Avrupa Birliği ve Amerikan bayrakları asıldığını gördüm. Nazlı hilale yer yoktu. Bu Berlin Anlaşması’nın uygulanması sırasında 1903’de karşımıza aldığımız Arnavutların Türk’e ikinci küsüşü/küstürülüşü idi.
9 Temmuz 1997 tarihinde saat 15.30 da çatışmalar başladı.
Olaylar sırasında görülen gerek Arnavut ve gerek Türk tüm Müslüman ahali hemen göç eğiliminde olduğunu gösterdi. Öncelikle genç kızlar ve askerlik çağında olan genç erkekler Türkiye’ye gönderildi. Makedonların bu gidişi engellemek gibi bir girişimi yoktu. Öyle ya ne kadar gitse o kadar iyi.
1992 yılında Sancakta’da böyle olmadı mı? Arda kalanlarda şehirde ise yağmalanma ve köyde ise hayvanlara bakma gerekçesi ile bırakılanlar dışındakiler yakınlarının yanına sığındılar. Burada da görüldüğü gibi Müslümanların sığınacağı yer hep Türkiye olmuştur.
Şehrin Kırçova istikametinde Mavrova Gölü kenarında güvenlik güçleri kamp kurmuşlardı. Bunlar olayları bastırmak için getirilen içinde Sırpların da olduğu söylenen güvenlik güçleri idi. Gostivar içinde ise belli yerlere keskin nişancılar yerleştirilmişti.
Sokağa çıkmak kolay, sokakta kalmak zor. Sokağa çıkarsan sokağa hakim olacaksın. Bayrak hadisesinde sokağa çıkılmış ama sokakta kalınamamıştır. Bu hadiselerde ikisi sivil polis kurşunu ile, birisi de işkenceden olmak üzere üç kişi öldü. Özellikle belediye binası civarı ile Üsküp yoluna doğru dört yol ağzı ve büyük kilisenin olduğu meydandaki hadiselerde ikibinin üzerinde kurşun sıkılmıştır. Arnavutların demir sopalarla mukavemeti başarılı olamadı.
Bayrak hadiselerinden hemen sonra 5 Ağustos 1997 tarihinde Gostivar’daydım. Önde gelen Arnavut siyasetçilerden Dr. Ferid Xh Sadiku ile şehir dışında bir mekânda görüştüm. Kendisi Demokratik Refah Partisi eski milletvekili idi. Şimdi de Gostivar belediye meclis üyesiydi. Aksaçlı, siyah çerçeve gözlüğü ardında gözlerine korku hâkimdi. Kalın altın yüzüğü ve kolyesi ile masanın başında oturuyordu. Tanışma faslından sonra sigaranın ucunu ıslatarak yaktı. Kalın kaşlarını kaldırdı: “Şehirde resmen barbarlık var” dedi.
9 Temmuz 1997 tarihinde saat üç buçukta olaylar başlamıştı. Sadiku hastanede görevli olduğu için olayların gelişmesini görmediğini söyledi, saat 03.50’de ilk yaralılar hastaneye gelmeye başlamıştı. İlk şehitlerini Turça’da vermişlerdi. Daha sonra gelen iki diş hekiminden biri de daha sonra ölmüştü. Silahla yaralanan ve durumu ağır olan 12 kişiyi hemen Üsküp’e sevk etmişlerdi. Aynı gün polis şiddetinden yaralananlar öğleden sonra dört ile gece iki arasında hastaneye gelmeye devam etmişlerdi. Polis birçok yaralının hastanelere gidişini de engellemişti. Sadiku bizzat kendisi 7-8 kişinin hastaneye sokulmayışını görmüş. Polislerden de yaralananlar olmuş. Polislerin Gostivar dışından oldukları belliymiş. 27 yıllık hekimlik kariyerinde ilk kez pazarlıkla polis ve sivil yaralılara birlikte hekimlik hizmeti sunduğunu ifade ediyordu. Yaşlı insanların da dövüldüğünü, dayak yiyenlerden birinin de 12 yaşında pastane çalışanı olduğunu söylüyordu. Bu olaylarda polisin hedefinde “tüm Müslümanlar vardı” diyordu. Tabii ki bunu derken “Türkler de vardı” vurgusu yapıyordu.
Belediye Başkan vekili Yonuz Abdullahi ile de görüştüm. “Türkler ve Arnavutlar kardeştir” diye söze başladı. Bu sözü tekrar tekrar söyledi. Ama ses tonundan biraz da kırgınlık hissediyordum. Türkiye’de Arnavut öğrencilerin de okumasının faydalı olacağından bahsetti ve doğrudan konuya girdi. Belediye meclisinin Türk, Arnavut ve Makedon üyelerinin olduğundan, daha önceki kararları anlaşarak aldıklarından, problemlerinin olmadığından bahsetti. Bayrak hadisesinin de bu şekilde halledilebileceğini düşündüklerini söyledi. Olayların bu şekilde gelişeceğini hiç beklemediklerini bildirdi. Belediye meclisinde bu konuları tekrar görüştüklerini, kendilerinin Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyduklarını ifade etti. Polisin “barbarlığı”nı affedemiyordu. Türkler ve Arnavutların anayasal haklarını kullanamadıklarını söyledi.
Olayların olduğu ve daha sonraki gün evlere arama bahanesi ile girildiğini söyleyen önde gelen siyasetçilerden Dr. Kenan Hasip daha sonraki günlerde de kameralar incelendiğinde evlere yine girildiğini söylemişti. Hasip yağmalama olduğuna inanmadığını söylerken görüştüğüm birçok kişi küçük çaplı bir yağmalama olduğunu ve özellikle hedef gözeterek kaçan Arnavutların sığındıkları “şehirli” Türk evlerinin yağmalandığını ifade ediyordu. Türk Partisi’nin bu olaylar karşısındaki tutumu istikrar ve sükûnetin bir an önce sağlanmasıydı. Gostivar’lı bir soydaşımız Enes olayların Gostivar’da başlamasının nedeninin sert müdahale ile Türklerin gururlarının kırılmasının arzu edilmesi olduğunu söylüyordu. Devamında da “Başardılar” diyordu.
Polis şiddetine karşı protestolara Türkler de katıldı bunlardan birisi Eskişehir’de öğrenim gören Cezmi’ydi. Protesto gösterilerine arkadaşları ile en önde Türk Bayrağı ile katıldı. Hakikaten kahraman bir çocuktu. Ama uzun süre memleketine gidemedi.
Olaylara katılanlar, olay yerinden geçenler, bir şekilde kameraya takılanlar sonraki günlerde evlerinden alınmışlardı. Kamera çekimleri ise meydandaki Büyük Kilise’nin çan kulesinden yapılmıştı. Polislerce yedi gün boyunca ilk günkü gibi küçük çaplı yağma olmasa da ücretsiz sigara ve günlük ihtiyaç temini gibi esnaftan karşılığını almadan mal temini yapılmıştı. Kılıç hakkı! Gözaltılar uzun süre devam etmiş, en önemlisi de gözaltına alınanlara kötü muamele uygulanmıştı.
Olaylarda av tüfekleri de kullanılmış, polis tarafından ateşli müdahalelerde daha çok dizaltı bölgeler hedef alınmıştı.
Gostivar’da gösteriler ve toplantılar yasaklandı. En önemli yasaklardan biri de “cam kırma yasağı”ydı. Koalisyondaki Arnavut Partisi, İçişleri Bakanı’nın istifasını istedi. Aksi takdirde koalisyondan çekilebileceklerini ifade ettiler. Olayları uluslararası kuruluşlara taşıyacağını ifade etti.
Olayların başlamasının başkahramanı Belediye Başkanı Rufi Osmani’nin radikal bir duruşu vardı ve bunu yitirmek istemiyordu. Birçok siyasi, olayların Belediye Başkanı tarafından engellenebileceğini, ama kendisinin bu yönde girişimde bulunmadığını söylediler.
Bu olaylar toplumda korkuyu artırdı. Coğrafya kırılgandı. Bosna-Hersek’in korku ve mağduriyeti ortadaydı. Bosna demek neredeyse bütün Balkan müslümanları için “Serebrenitsa” idi. Silahlı bir mücadeleye zaten hazırlıksız olan Arnavutlar ve Türkler coğrafyalarında şiddet istemiyorlardı. Halk desteğini radikal Arnavut partilerinden daha ılımlı partilere kaydırdı. O günlerde Arnavutlar tekrar Türkiye’nin aynı zamanda kendileri için de vatan olduğunu tekrar hatırladılar. Gözler göç için doğuya çevrildi, Tiran’a değil. Yeni arayışlara giren Türk Demokratik Partisi genel başkanı Erdoğan Saraç can güvenliğinden o kadar kaygılıydı ki Sayın Rauf Denktaş ile görüşüp toptan Kıbrıs’a bile gitmeyi düşünüyor ve görüşmeler yapıyordu. Gidecekleri yere bile karar vermişlerdi: Gazi Magosa. Tabi gönüllerinden geçen Kıbrıs’ın Maraş diyemiyorlardı!
Erdoğan Saraç görüşmemizde bize de açıkça siyasi destek beklediğini söyledi. Türkiye’den bir Bakan ziyareti bekliyordu. Ona göre olaylarda Türklerin asimile olması, göçmesi “Makedonya’nın arkasındaki Türkiye” gibi büyük güçten mahrum kalması, bölgenin Türklersiz kalması “Makedon”ların da, “Arnavut”ların da işine yarıyordu. Ortaklardan biri yok olacaktı. ABD Büyükelçisi konu ile ilgili oalarak Erdoğan Saraç’ı aramış ve Makedonya’nın toprak bütünlüğüne dikkat ettiğini, Türklerin de haklarını barış içinde kullanmalarını beklediklerini ifade etmişti. Türk Demokratik Partisi, Türk halkı için bir umut kapısıydı. Erdoğan Saraç halk tarafından da seviliyordu. Saraç’a mesafeli olanların çoğu “Türk aydınlar”dı. Parti mali olarak zayıftı. Türkiye’deki göçmenlerden beklentileri vardı. Tabii ki, Türkiye Devleti’nden de… Tereddütleri de vardı. Makedon veya Arnavut olmadan Türk olarak yaşamak istediklerini, fakat Türkiye’nin kendilerini destekleyip desteklemediğinden emin olmadıklarını bir araya geldiğimiz tüm soydaşlar belirtiyorlardı. İkinci Dünya Savaşında ölen Fransızlar için düzenlenen mezarlığın çaprazında yer alan Türkiye’nin Üsküp Büyükelçiliği için yapılan kinayeli “Fransız kalıyorlar” yorumları da can yakıyordu.
Dönemin toplum önderlerinden biri de şimdi Vizyon Üniversitesi Rektörü Fadıl Hoca idi. Fadıl Hoca doğrudan sitem etti: “Büyükelçi Gostivar’ı ziyaret bile etmedi. Öksüz kaldık buralarda. Allah korusun savaş çıkarsa biz ne yaparız. Ben ne Makedon olurum, ne de Arnavut. Türk’üm ve Türk kalacağım. Çok zorda kalırsak Türkiye’ye göçeriz”.
Fadıl Hoca bu olayların Arnavutların lehine olduğunu, Türklerden arada kalanların kendilerine yaklaştıracağını, kimlik mücadelesinde yine kaybeden olmak istemediklerini söyledi. Bunun müsebbiplerinden biri de Makedon polisi ve onun katı tutumu ile “ayırt etmeksizin herkese sopa atmasıdır”, diyordu. Türkler Kıbrıs’ta silaha sarıldılar. Burada da öyle mi yapacaklar. Hayır. Toprak talepleri yok sadece yaşamak istiyorlar. Kimlikleriyle. Çökmek üzereydiler. İktisaden güçlenmeleri gerekliydi.
Kosova’da olduğu gibi Arnavutlar ile iç içe olan bölgelerde, Batı Makedonya’da, karışık evlilikler vardı. Kimlik geçirgenliği vardı; yani her ne kadar bayrak hadisesi sırasında göç zikredilse de kolay değildi köksüzlük. Arnavut olarak yaşanabilirdi de.
Yugoslavya’nın parçalandığını takip eden on yıl etnik gruplar kendilerinin vatanları olduğunu kabul etmelerine rağmen “daha güvenli” olduğunu düşündükleri bölgelere göç ettiler. Göç edenler sadece Arnavutlar ya da Türkler değildi; Makedonlar da göç ettiler, daha çok Üsküp ve Manastır’a…
Gostivar Belediyesi’nde iki Türk meclis üyesi vardı. Cafer Cafer ve Gayyur Saraç. Bu iki kahramanı Balkan Türk coğrafyasında yaşayan herkesin bilmesi lazım. Onlar alanların kahramanıydı, salonların değil. Milli kimliklerin öne çıktığı o yıllarda, Türk evlerinde de Osmanlı bayrağı, Türk bayrağı ile Bozkurt vardı. Yavaş yavaş Türkiye siyasetinin bir parçası olarak değerlendirildiği için son iki sembol çeyiz sandıklarına gömüldü. En garibi de milli devlet ve kimliklerin mücadele sahnesine girdiği dönemde Türkiye’den gelenlerin meşrebine göre Arnavutlarla birlikte “Müslüman Bloğu” oluşturulması yada Makedonlarla “Sosyalist Bloğu” oluşturulması talepleri idi. Osmanlı’ya karşı bağımsızlıklarını aldıkları öğretilen bu milletlerden Makedonlar Türkleri hiç istemezken Arnavutlar da “Türkler gitti, bunlar Türkçe konuşan Arnavutlar” diyordu.
Türk izlerini kültürel olarak her yerde görürsünüz. Ama yaşayanlarının izini pastanelerde bulursunuz. Yugoslavya’dan ayrılan devletlerdeki bütün pastacılar Türktür, ya da Türkçe bilirler. Gostivar’da en güzel tatlının yapıldığı yerlerden biri de Numan Yusuf’un aile dükkânıydı. Kardeşi İslam, Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenim gördü ve Üsküp’e döndü. O yıllar talebelerin yüreğinde “vatana hizmet” duygusu biraz daha ağır basıyordu. Sonra “sosyalizm”in etkisi azalıp da “kapitalizm”in kaygıları yayılınca “Ben kurtulursam vatan kurtulur” anlayışı ile, “Önce işleri yoluna koyalım, para kazanalım sonra döneriz” anlayışı geçerli olmaya başladı. İkinci gruptan dönen sadece hekim Taner Hasan’dır. Gerisi Türkiye’nin uçsuz bucaksız bozkırında kaybolup gitti.
İşte ülkelerine dönen ve güzel hizmetler sunan Numan Yusuf ve İslam Yusuf kardeşlerin aile dükkânına girince Numan’la karşılaştık. Benimle göz göze geldi, selamlaştık. Bana “Abi siz geldiyseniz iş gerçekten ciddi” deyişi, “Zor zamanların insanı” deyişi ile gözlerinin parlamasını unutmuyorum. Ona göre bayrak hadiselerinde Arnavutlar, Avrupa Birliği karşısında Makedonların maskelerini düşürmeyi, Türkleri yanlarına çekmeyi, Arnavutları radikalleştirmeyi hedeflemişlerdi. Onun bu görüşlerine ben de katılıyorum. Ama hedeflerine ulaştılar mı? Sorusuna tam evet diyemiyorum.
Avrupa Birliği,Arnavutların yanında ağırlık koyup Makedonları hala Rus etkisi altında olduklarını düşündükleri Sırplara bırakamazdı. Bosna-Hersek kanlı savaşının dumanı bölgede tüterken bu korku Arnavutları radikalleştirmez, korkuturdu. Türkler kendilerini yalnız hissediyorlardı. Karışık evlilik olmayan yerlerde Arnavutlar ile yaşamaktan daha çok herkes bohçasını hazırlamış Türkiye’ye göçe hazırdı.
Bayrak hadiselerinin sonrasında biraz da moral olması açısından gittiğim ve elimden çok da bir şey gelmeyen coğrafyadan ayrılırken öğrenim için Türkiye’ye gelen eşim ile Miranda kızımızın evine uğradım. Ailesi çok sevindi. Babası Arnavut’tu, Annesi Türk’tü. Annesi ile Türkçe hoş-beş ettik. Bu hadiseler sırasında o zamanlar Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi olan Taner Hasan ve yine Ankara’da iktisat eğitimi alan Mücahit Kurtişaga ilgilendiler. Kurtişaga soyadı Türkçe idi. Yeni doğan çocuğun demire gerilmiş kurt ağzından geçirildiği bilinir. Sağlıklı olsun, delikanlı olsun diye. Bu işi yapan “ocak” aileler vardır. Kurtişaga ailesi de bunlardan biridir.
Eşim de bizimle beraberdi. Gostivar’dan çıkarken yağmur yağıyordu.
Yağmur, izleri silmek mi istiyor, Vardar’ın akışını artırmak mı? Yoksa çekilişimize gökler bile hâlâ ağlıyor muydu?