Çin Sendromu (The China Syndrome) / Servet ŞAHİN
ÇİN SENDROMU
(The China Syndrome)
Servet ŞAHİN
(Ne kendi samimiyetimden ne de muhataplarımın samimiyetinden şüphem var; Çin Sendromu’nun da çaresi vardır: Yalnızca, Reaktör kalbini soğutacak ağır su pompalarına, elektrik (cereyan) vereceğiz. Bu kadar basit.)
Büyük bir depremin ardından santralın dışarıyla ilişiği kesilmiş; Kesilen elektrik, soğutma suyunu devir daim ettiren pompaları devre dışı bırakmış, yedek jeneratörler de devre dışı. Reaktörün kalbine, pek az kişi girebiliyor. Radyoaktif sızıntı, bacalardan, kulelerden süratle dışarıya vuruyor. Soğutulamayan yakıt çubukları, aşırı şekilde ısınmış durumdalar. Sadece aktif vaziyetteki yakıt elemanları değil, yedekte sırasını bekleyen bütün çubuklar da, artan ısıdan nasiplerini almışlar, son sürat erime yolundalar. Depremden önce devreye giren, az miktardaki ağır su da tamamen buharlaşıp, uçmuş gitmiş.
Santral idaresi şaşkınlık içerisinde. Yönetimin bulunan tüm elemanları, kendi çaplarında bir şeyler yapabilmenin çabası içerisindeler. Görevliler, oradan oraya koşuşuyorlar, kendilerince önemli gördükleri alet edevata, kontrol mekanizmalarına el atıyorlar.
Gönüllüler de var; Şuursuzca oraya buraya savruluyorlar, koşuşturuyorlar; Kimisi, esas mesele ile alakası olmayan, tedrici, belki onuncu dereceden ehemmiyette işlere kalkışıyorlar, oranın buranın tozunu, pasını siliyorlar..
Ahali tedirgin. Gürültüler onlara kadar gelmiş; yaklaşan tehlikenin farkındalar. Ümitsizlik, başıboşluk, yerine göre izdiham…
Sular kirlendi, hava solunmaz oldu, bitkiler can çekişiyorlar; Kara kara bulutlar her yerde…
Santral idaresi, santralın durumundan ziyade, ahalide oluşan tepkilere, yaklaşmakta olan izdihama odaklanmışlar; Bir yandan emniyet tedbirleri üzerinde dururlarken diğer yandan da, halkı teskin edebilmenin yollarını arıyorlar..
İdare’den bir akil adam, ahalinin sayıp sevdiği, değer verdiği ve güvendiği bir bilirkişinin/ danışmanın çağırılıp O’na Santralde görev verilmesini talep ediyor; hem, bilirkişi olarak teknik mevzularda kendisinden istifade edilecek, danışılacak hem de, ahalinin durulmasına, mevcut psikolojisine pozitif katkı yapacak.
Fikir harika. Keşke, bir değil de beş, on…bilirkişi çağrılsa, el ele verseler ve bu büyük sorunu çözseler…
Ahali, bir parça duruluyor, ümitleniyorlar ve bekleşmeye başlıyorlar; Ancak, gene de, ne olur ne olmaz korkusu ile de, için için kaynıyorlar..
Reaktörün kalbi, için için eriyor, sıcaklığı görülmedik değerlerde seyrediyor ve oluşan muazzam enerji, daha derinlere daha derinlere nüfuz etmeye ve önüne gelen kütleyi eritip yok etmeye başlıyor; Magmaya/(anakütleye) doğru yol alıyor. Reaktörün içerisi de artık tahammül edilemez boyutlara ulaşmış durumda. Dışarısı da içerden kalır değil; Daha büyük patlamalara gebe.
Santral İdaresi, mevcut tehlikeleri bilmesine rağmen, dışarıya karşı tek vücut halinde ve habire korkulacak bir şey olmadığını ve her bir şeylerin kontrol altında tutulduğunu iddia ediyor, iddialarını ispatlamaya çalışıyor.
Kalabalıklar arasına karışan eski santral yöneticileri, onların yakınları, bir başka telaş içerisindeler; Kimi, iyi niyetle ve samimiyetle, elinden geldiğince çareler üretmeye çalışıyor, kimileri de, çare göstermekten çok, tek çözümün, santral yönetiminin uzaklaştırılması olduğunu ileri sürüyorlar; Onlara göre, sokaktan kimi tutup getirseler, sorunlar kendiliğinden çözülecek. Ne hafiflik, ne yüzeysellik, ne seviyesizlik?
Orada burada, gene samimiyetten, iyi niyetten..bir şeyler yapabilir miyim/bir şeyler yapmalıyım.. diye fikirleşen ve kendine dinleyici/taraftar arayan bildik şahıslar da eksik değil. Ne var ki, esas problemi onlar da göremiyorlar; Eğer, soğutma düzeneğini yenilerlerse, sorunun çözüleceğine inanıyorlar. Halbuki, bütün düzenekler, bütün makinalar…hepsi enerjisiz, cereyansız.
Ahalinin dışında bir yerlerde, belli belirsiz arzı endam edenler, bir görünüp bir kaybolanlar da var; Bazıları, ayağa düşmekten, bazıları medeni cesaret yoksunluğundan, bazıları da büyük patlamayı beklemekten… görünmek istemiyorlar… Kurt, puslu havaları severmiş!
Enteresan figürler de ahali içerisinde yer etme telaşındalar; Bir profesör, bu işlerin teorisini yazmış, bir ilçe belediye başkanı, ilçenin kalorifer kazanlarından deneyimliymiş, bir avukat işi Danıştay’a taşıyacakmış, bir başkası, yakıt çubuklarını yerin kırk kat altına çakacakmış, bir başkası, 12 Eylül zindanlarında çok kötülerini görmüş….
….
Kimse, esas meseleyi görmüyor, göremiyor; Görmek istemeyenler de var. Sorun, o kadar basit, o kadar basit ki, ama, tam aksine, o kadar hayati o kadar vital ki, varlık ile yokluk arasında bir yerde sallanıp duruyor.
Bilirkişi/Danışman, yönetimi mi dinlesin, yoksa, esas problemin çözümüne mi çare arasın?
Ahali içerisinden cılız bir adam, yavaş yavaş sesini yükseltiyor; Bilirkişi’ye doğru yol alıyor ve bir yandan da sözlerini tekrar ediyor:’ Şu dağın ardında(Elmadağ), bir güç santrali var; Biraz uğraştım ve çalıştırmaya muvaffak oldum. Bir kenarda, yetecek kadar da dayanıklı elektrik kablosu buldum, kabloyu güç santralinin çıkışına bağladım, çok ağır olduğu için, buraya kadar çekip getiremedim. Haydi hep beraber, el ele, şu kabloyu, Reaktöre kadar çekelim ve soğutma suyu pompalarına bağlayalım ki, reaktörün kalbi soğusun, tehlikeyi bertaraf edelim.’
….
Tarihin derinliklerinde, orada bir yerlerde, çoğunluğu sel baskınından kurtarmak için verilen bir komut hala kulaklarımda çınlıyor: ‘Onbaşı Kurtkaya! kemeri çöz!’ Birileri feda olmuş ama çoğunluk yaşama şansı elde etmiş. İşte, emir, böyle zamanda verilir.
Ben de, şu yukardaki problemin çözümü için, hepimizin selameti için:’General Atlıhan! Kemerleri bağla! Dağın(Elmadağ) arkasındaki güç santralinden, ana santrale cereyan ver! Heyamola!..’ diyorum.
4 Mayıs 2012, Kopenhag
Servet Şahin