# Etiket
#Öneriler #VEFA DEFTERİ

Halim KAYA: Dr. Ahmet Süheyl Ünver Biyografisi

AHMED SÜHEYL ÜNVER’İN

HAYATINDAN BAZI KESİTLER

 

Halim KAYA

Ahmet Güner Sayar dolayısıyla uzun zamandır A. Süheyl Ünver hakkında yazılan biyografik bu kitaptan haberdardım, ancak okuma konusunda ta ki Ahmet Güner Sayar’ın Mehmet Akif Ersoy biyografik eserini okuyana kadar kararsız kaldım. Oğlum Dr. Hüseyin Alperen bu kitabı almış, benim aldığım ve kendisine haber verdiğim “A. Süheyl Ünver ile Sohbetler” kitabını sipariş vermişti. Kendisine yanlışlıkla ikinci defa A. Süheyl Ünver biyografik kitabının 5. Baskısı gelince elinde mevcut olan bu dördüncü baskıyı da bana hediye etti. Artık okumak ve bir şeyler yazmak da bize farz olmuştu. Zira Ahmet Güner Sayar’ın Mehmet Akif Ersoy hakkındaki kitabı üzerimde çok tesir bırakmıştı.

Ahmet Güner Sayar’ın “A. Süheyl Ünver Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri 1898-1986” biyografik eserinin 4. Baskısı Ötüken Neşriyat tarafından yapılmıştır. Kitap, Birinci ve ikinci Baskıya yazılmış Önsözlerden sonra I. Bölüm Hayatı, II. Bölüm, A-Şahsiyeti, Fikir Dünyası, B-Süheyl Ünver’in Fikir Dünyası ve Eserleri, C-Eserleri, Sonuç, Bibliyografya, Kısaltmalar, İsim Dizini bölümlerinden ve bu bölümlerdeki alt başlıklardan oluşmaktadır. Kitap çok küçük puntolarla yazılmış olmasına rağmen gayet hacimli bir muhtevaya sahip ve 662 sayfadan ibarettir.

A. Süheyl Ünver ne bahtiyar insan ki 1898 yılının Ramazan ayında Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan akşam Kadir gecesinde (S:23) dünyaya gelmiştir. Yine mübarek bir Cuma gün Rahmet-i Rahmana kavuşmuş. A. Süheyl Ünver ailesinin yaşadığı Balkan faciasının bir neticesi olarak Türk Milliyetçisi ve Türk Kültür ve Sanatının tebarüz ettiği örnek bir şahsiyettir Ahmet Güner Sayar’a göre.

Bir toprağı fethedip kanıyla yoğurmak o topraklara mührünü vurmak için yetmediği, Türklerin “bu topraklarda siyasi, iktisadi ve kültürel varlıklarını perçinleyerek insan-insan ilişkilerinden somut eserlere kadar her alana kendi mühürlerini vurdular” (S:26) kalıcılığı olan ve “Türkün güzeli seven, güzele âşık karakterinin” dışa dökümü olan “Cami, mescid, tekke, zaviye, türbe, namazgâh, hamam, han, bedesten, çeşme, mezarlık, imarethane, medrese, köprü, ev” (S:26) gibi mimari eserlerle Türklük A. Seheyl Ünver’in atalarının geldiği Balkanlarda kalmış Tırnova kasabasında mevcudiyetini tarihe tescil ettirmiş olduğunu da Ahmet Güner Sayar’ın “A. Süheyl Ünver Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri 1898-1986” biyografik eserinden öğreniyoruz. Türkler bu baptan olmak üzere sadece Tırnova bölgesinde 15 cami, 3 medrese, 23 okul, 6 tekke, 5 mescid ve 1 rüştiye yaptırmalarına ve 14. Yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar adaletle barış içinde yönetmelerine rağmen burayı elimizde tutamamışız. Bundan 150 yıl önce Abdülhak Mola’nın “Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salah” dediği gibi yukarıda saydığımız vasıfların yanında her an savaşa da hazır olmak vatan toprağını elde tutabilmek için savaşmak da gerekmektedir. Eğer askeri gücün ile vatan topraklarını elinde tutamazsan bugün olduğu gibi vatan sathına sanat ve mimari eserler bırakman bir anlam ifade etmiyor Kendisini medeni olarak adlandıran bir kavim gelip hepsini yakıyor yıkıyor, hem de seniz izlerini yok etmek için. Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi’nin “Aziz-i vakt idik; a’dâ zelil kıldı bizi” beytinde olduğu gibi.

Ahmet Güner Sayar’ın “A. Süheyl Ünver Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri 1898-1986” biyografik eser olmaktan maada bir tarih ve sanat eseri, Balkanlardaki özellikle Bulgaristan’ın Tırnova kasabasındaki Türk mimarisine ait eserlerin bir tapu tescil belgesi, sayım evrakı gibi. Hem sanat yönünü, mimari yönünü hem de maddi varlığının tespit vazifesi görmektedir.

Ahmet Güner Sayar’ın “A. Süheyl Ünver Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri 1898-1986” biyografik bir eser olmasına rağmen Ahmet Süheyl Ünver’in dedesi, babası ve diğer aile fertleri, arkadaşları, hocaları, talebelerinden de bahsederken tarih, coğrafya, kültür, sanat, mimarı, antropolojik başka yerlerde bulunmayacak bilgiler de vermekte, yaklaşık 150-200 yıllık bir zaman kesitini aydınlatmaktadır.

Hayatından İzler

A. Süheyl Ünver Anne Tarafından Anadolu Türklüğüne mensup olup, Dedesi Şevki efendinin soyu Sivaslı mutasavvıf Şemsettin Sivasi’ye dayanmaktadır. (S:47) Mehmet Şevki Efendi büyük üstadlarının izinde nadide ve enfes yazılar yazmış, yazdığı emsalsiz levhalarından on kadarı bugün büyük camilerimiz süslemektedir. Mehmet Şevki Efendi yüze yakın Kur’an-ı Kerim yazmıştır. (S:48) Şevki Efendi veli sıfatlı mübarek bir insandır. Her sabah namazından sonra bir Hilye-i Şerif yazmayı adet edinmiştir. Bir gece rüyasında Peygamber Efendimizi görmüş, ‘sana esrar-ı hattı bildirdim’ buyurmuşlar. Hazret-i Peygamberi müteaddit sahih rüyalarında gördüğünü söylemişlerdir.  (S.50) Şevki Efendi sabah namazından sonra yatmaz iki saat yazı yazardı, Kur’an-ı Kerim yazarken annesi de oğlunun yazdığı Kur’an’ların kağıtlarını aherler ve ‘bu işin de sevabı benim olsun” dermiş. (S:51) Bütün hattalar ve diğer Kur’an-ı Kerim’in mushaflaştırılmasında çalışanlar sadece helal ve en hayırlı bir yoldan rızık temini olan maddi getirisi için değil de Kur’an-ı Kerim yazma işini sevap olarak görüp yazmışlardır.

A. Süheyl Ünver’i babası Mustafa Enver ile annesi Safiye Rukiye Hanım Selanik Mevlevihanesinden her Ramazan İstanbul’a dedesi Mehmet Şevki Efendinin konağına teravih kıldırmaya gelip Ramazan boyunca da konakta kalan Mehmed Vehbi Dedenin aracılık etmesiyle 1892’de evlenirler.

A. Süheyl Ünver’i Mustafa ile üç gündür arası” (S:70) Annesi 26 Mart’ta ölen Mustafa Enver Bey çok üzülür, üzüntüsünü ailesine göstermemeye çalışır. Çünkü, Mustafa Enver Bey bu türkü üzerine düşünür korkar. Türküde olduğu gibi Mustafa Enver Bey annesinden üç gün sonra 28 Mart günü ölür.

A.Süheyl Ünver, Mercan İdadisinde okurken 1914 yılında arkadaşlarından duyduğu “Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye” öğrenci alıyormuş haberi üzerine gidip geçici kaydını yaptırır, herkesi imtihana tabi tuttukları halde A.Süheyl Ünver’i sadece sağlık muayenesi ederler. Mercan İdadisinden mezun olduktan 1 yıl sonra 1915 yılında 17 yaşında kesin kayıt yaptırır (S:95). Tıbbiye öğrencisi olmaya onun çocukluğunda çektiği hastalıklar da etken olmuştur.

1916-1917 tarihlerinde Tıp Fakültesi öğrencilerine gündüz bir ekmek yatılı öğrencilere de sabah akşam yemek vermiştir. Devlet öğrencilerin iaşesini temine etmekte zorlandığı yıllar olmuş bunu Kızılay telafi etmiştir. “Kızılay öğle yemeklerinde bir ekmek verirdi. Gerçekten de I. Dünya Harbi’nin o sıkıntılı günlerinde Tıp Fakültesinin esasen dar olan maddi imkânları idarecileri Kızılay’a başvurmaya zorlamış, Kızılay da fakültenin gündüz öğrencilerine ‘her gün ekmek, sabah ve akşam yemek ve birer tayın vermişti” (S:99) Çanakkale Savaşı sırasında Çanakkale’den gelen yaralı askerleri tedavi etmek için Tıp Fakültesi hocaları ve zaman zaman da öğrencilerden de yararlanılmış, Tıp Fakültesi derslikleri hastaneye dönüştürülmüştür.

Türk Ocakları’nda…

A. Süheyl Ünver I. Cihan harbi sırasında gençlik arasında Cereyan eden Türkçülük akımı dolayısıyla arkadaşlarıyla Türk Ocağına gittiğini ve Türk Ocağına kayıt olduklarını, Türk Ocağı Başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver ile tesadüfen de olsa karşılaştıklarını ve Türk Ocağı faaliyetlerine katıldıklarını (S:100) hazırlamış olduğu notlarında anlatmıştır. Sayısı daha 1962 yılında 350’yi bulan resimli cep ve hatıra defterlerinden 11 numarada bahsettiği Tıp Fakültesinden hocası Dr. Esat [Işık] Paşa “Her şey bu vatan içindir” (S:104) düsturunu kendilerine aşıladığını ve o günlerden Türk milliyetçiliği ruhunu aldıklarını dile getirmiştir. Kendisine tesir eden diğer hocaları da Akil Muhtar [Özden] Bey ile kendisinden derlediği kelam-ı kibarlardan alarak bir defterde topladığı Dr. Ömer Besim [Akalın] Paşa’dır. Medreset’ül Hattâtînden hocası Hulûsi Efendi istediği talik yazıyı “Birdir Allah Andan Artık Tanrı Yok” (S:128) yazmış o da bu güzel yazının tezhibini yaparak Türk Ocağı Bayezid Merkezine hediye ediyor.

Ahmet Süheyl Ünver’i anlatan ve Süheyl Ünver’e yetişememiş bizim gibi okuyuculara tanıtan şu satır öğrencisi Ahmet Güner Sayar’ın kaleminden aktaralım. “Çok çalışkandı. Dürüstlüğü, güleryüzü, mükemmel ahlakı ve güzelin peşinde koşmasıyla emsalleri arasında rahatlıkla seçiliyordu. Çok seveni ve takdir edeni vardı.” (S:120) Tıbbiyeli Ahmet Süheyl Ünver, Resim, hat, ebru, tezhip, minyatür sanatı, ağaç kakmacılığı sanatı olan katı’, Edirnekâri lake, süsleme sanatları hususunda işin ehli hocalardan da dersler aldı, Türk Sanatının her dalını ayrı merakı olan Süheyl Ünver bu sanatları öğrenmek ve yaşatmak istiyordu. Ahmet Süheyl Ünver devam ettiği Medreset-ül Hattatin’den 1923 yılında ebru, tezhip, karakalem alanlarından üç yıllık hekim iken icazetname almıştır. Süheyl Ünver minyatürist, müzehhip, ressam, ince kâğıt oyma sanatkârı, ağaç kakmacılığı sanatı olan katı’ bir mimar, seyyah, sanat tarihçisi ve üstadlarına ve sosyal ve milli içeriklerle yazdığı şiirleriyle de göstermiştir ki aynı zamanda iyi bir şairdir. Sanat yönleri topluma dönük yönleriyken tasavvufi yönü tamamen Abdul Aziz Mecdi [Tolun] Efendi arasında kalan bir sır gibiydi. Tıp Tarihi uzmanı, iç hastalıkları profesörü, yazar gibi uğraş alanları ise asıl uğraşlarıydı. Yakın çevresinin tabiriyle o son İstanbul Efendisi, Çelebi bir insandı.

Tasavvuf Dünyasında

Galata ve Yenikapı Mevlevihaneleri ayinlerine, merak bu ya, sık giderdim. Yeni kapının adeta hususi hekimi idim. Çekingendim. Her yere girmezdim amma dışarıda Mevlevilerden tanıdıklarım çoktu. Hiçbir bana ‘gel seni Mevlevi yapalım’ demedi. Bunun için de kendimi muhib sayardım.” (S:133) A. Süheyl Ünver Yenikapı Mevlevi hanesindekilere hekimlik hizmeti verdiği gibi Mevlevihanelere rahat girer çıkar ayinlere de katılırmış, ancak bu geliş gidişler sırasında kendisine hiç kimse “seni Mevlevi yapalım” dememiştir. O zamanlar tamamen kendi iradesi ile kabul varmış demek ki, halbuki 1993 yılında Bursa’da bir kandil gecesini manevi bir ortamda değerlendirmek için gittiğimiz bir tarikat evinde ilk kez geldiğimize, meşrebimizin, ahlakımızın nasıl olduğuna bakmadan hemen tövbe vermişler ve tarikata giriş için yapılması gerek ritüelleri bir yazılı kâğıda yazarak elimize tutuşturmuşlar, geçe gusül abdesti alıp iki rekât namaz kılıp hiç konuşmadan sağ yanınıza yatın demişlerdi. Ben çıkışta müritlerin davranışları edebe mugayir, nefsini terbiye etmiş kibar insanlar olması gerekirdi dediğimde biraz önce tarikata girmem için sormadan bana tövbe veren grubun bir ferdi beni hiç hoşgörü göstermeden hemen kafir ilan etmişti. Kendisini başka bir yazısında “Ben hem Kadiri hem Halveti dervişlerindenim. Mevlevi muhiplerine dahilim. Bütün turûk-u Âliyeye bağlıyım.” (S:134) olarak ifade etmiştir.

Ahmet Güner Sayar derlediği 135. Sayfadaki notlardan 5. Notta “Kuşadalı [İbrahim Efendi] daha 1830’larda “dergahlardan feyz kalktı” diyerek daha o tarihlerde tasavvuf tabiyesine dışa açık her türlü merasim ve şeklin ötesinde yepyeni bir usul ve üslup getirmiştir.” (S:135) diyerek değişikliğin dışa açık her türlü merasim ve şeklin ötesinde yepyeni bir usul ve üslup olduğunu bunun da Amiş Efendinin ifadesiyle “Bu yolun sermayesi kuru bir muhabbettir.” şeklinde tespit etmiştir. Kuşadalı İbrahim Efendi ve Ahmet Amiş Efendi Tarikatları kaldırmamışlar dışa dönük merasimlerde değişiklik yapmışlardır. A. Süheyl Ünver “içimden tam Müslüman olma yoluna girdim “(S:138) dediği kendisiyle ile mülaki olduğu Yeni Camide tasavvufi sohbetler ettiği, namazlar kıldığı “aziz üstadım, mürşidim ve velinimetim” (S:138) dediği Abdul Aziz Mecdi [Tolun] Efendi ile tasavvufi sohbetlerine 22 yıl devam edecektir.

Abdül’aziz Mecdi Tolun Efendi A.Süheyl Ünver için “Süheyl tam Müslümandır. Onun kalbindeki nuru İstanbul’un üstüne tutsan bin sene kandil istemez” (S:150) diyerek onun dine bağlılıktaki samimiyetini göstermiştir.

Ahmet Güner Sayar hocası Ahmed Süheyl Ünver’in 1918-1922 yıllarında tıbbiyenin ve uzmanlık stajının dışındaki arayışlarını “Türkiye kurtuluşunu Millî Mücadele ile ararken Süheyl de ferdi kurtuluşunu bu yıllarda İstanbul’un sanat eserlerine derinliğine nüfuz ederek eski neslin ahlaki olgunluğunu takdir etmeye başladı.” (S:160) diyerek tespit eder. Ahmed Süheyl Ünver ecdat yadigarı eserleri, cami, mescit, çeşme gibi yerleri gezerek İstanbul’u tarih çizgisinde yakalamaya çalışıyorlardı. Daha sonra birlikte gezmeye başladıkları arkadaşlarıyla kendilerine “Mimar Sinan Muhibleri” (S:160) dediler. Ahmed Süheyl Ünver’in Mimar Sinan’a olan tutkusu onun eserleri ‘Süleymaniye’ ve ‘Sultan Selim’ hakkında 1022-1926 yıllarında sekiz yazısı gazete ve mecmualarda yayınlandı. İstanbul’u Gezerken tarihi Türk eserlerinde dikkatini çeken her şeyi kaydediyor bir sanat tarihçisi gibi bunların resim ve krokilerini yapıyordu. Belki de Ahmed Süheyl Ünver hocayı tarihi eserlerin resim ve krokilerini yapmaya sevk eden sebep inkıraza uğramış yıkılmak üzere olan bir medeniyetin yok olacak eserlerini kayıt altına alarak kurtarmak ve geleceğe aktarmak sevk-i tabisiydi.

Sanat Çalışmaları

Ahmed Süheyl Ünver sanat alanında ki başarısının zirvelerini zamanında yaşamış, yaptığı işlerle bunu kanıtlamış ve toplum tarafından da kabul görmüştür. TBMM III. Devre mebuslarının hüviyet belgelerinin süslenmesi, İstanbul Vilayeti Meclis-i Umumisi üyelerine ait kimlik kartlarının düzenlenmesi bu konuda akla gelebilecek örneklerdir.

A. Süheyl Ünver ilmi konularda Osman Nuri Ergin’in ikazlarına dikkat eder, danıştığı konularda yaptığı düzeltmelere uyardı. 1939 yılında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün üniversitenin Fatih Sultan Mehmet döneminden başlayan tarihin yazması üzerine 400 sayfalık bir kitap hazırlar ve basılmadan önce tashih ve tenkitlerini yapması için Osman Nuri Ergin’e veriri. Osman Nuri Ergin bu 400 sayfalık kitaba 15 gibi bir zaman ayırır ve bazı tashihler de yapar. Gerisin A. Süheyl Ünver’in kendisinden aktaralım. “Bir gün müsveddeleri geri getirdiler. Baktım güzel tashihler de yapmışlar, sevindim. Ama bana dediler ki: ‘Doktor! Bunca senedir arkadaşız, birbirimizi iyi anladık. Başkalarına söylenmeyen hususlar -çok mütehammil olduğundan- sana söylenebilir. Ricam bunu bir daha yazmandır.’ Bu ikazından çok memnun kaldım. Yeniden yazdığım eser 200 sahifeye indi ve basıldı. Şimdi bu kitabı karıştırdıkça kendisini hayırla anıyorum” (S:195) tahammül be eleştiri mükemmeli yakalamak için yapılırsa ortaya böyle bir örnek çıkar. Eleştiren dostluğumuz bozulmasın riyakârlığına sığınıp beğenmediğini beğenmiş gibi davranmayacak, eleştirilen de kendisine yapılan ikaz ve uyarıları dikkate alıp teşekkür edebilecek.

A. Süheyl Ünver tıp ihtisasını Haseki hastanesinde Dr. Akil Muhtar [Özden] Bey’in yanında yapmaktadır. Dr. Akil Muhtar [Özden] Bey yaptığı araştırmayla bir öğrencinin yurt dışı ihtisası boyunca aylık masrafının 120 lira olacağını tespit eder. Fransa’da Paris’de ki Pitié Hastanesinde çalışan Prof. Dr. Marcel Labbe ile temasa geçerek yazdığı bir mektup ve hediye ile A. Süheyl Ünver’i Paris’e Tıp ihtisası yapmaya gönderir. Bu konuda A.Süheyl Ünver “Zira onun sayesinde cebinden masraf ederek verdiği para ile Paris’e gelmiştim.” (S:199) diyerek hakkını teslim etmiştir. Dr. Akil Muhtar [Özden] Bey, A.Süheyl Ünver iki yıl boyunca Paris’de ki Pitié Hastanesinde Prof. Dr. Marcel Labbe’nin yanında yaptığı tıp ihtisası sırasında ki bütün masraflarını karşıladığı gibi başka 10 tıp öğrencisini de kendi cebinden masraflarını karşılayarak ihtisas için Paris’e göndermiş idi.30 Eylül 1929 da ihtisasını bitirir ve yurda döner (S:215). Ancak A.Süheyl Ünver bu ihtisas bitiminde birlikte yürüttüğü başka ihtisaslarla birlikte aldığı belge sayısı dört tanedir. Hem Paris’de gezecek, dergilere yazı yazacak hem de dör ayrı alanda ihtisas yaparak başarılı olacaksın, bu başarı her babayiğidin harcı değildir.

Paris’deki tıp ihtisası sırasında Atatürk’e muhalefeti dolayısıyla buraya yerleşmiş Rıza Nur ile tanışmıştır. Rıza Nur’un dine karşı sergilemiş olduğu menfi tutum A.Süheyl Ünver’i rahatsız etmiş, Rıza Nur yazmış olduğu “Türk Tarihi” adlı eserde yazdığı Anadolu’ya mutasavvıf akınlarına dair kanaatlerini eleştirmiş ancak Rıza Nur daima bu eleştiriye tahammül göstererek kendisine “çok ağır yazmışım, şimdi fikrimi değiştirdim, hata ettiğimi anladım” (S:209) diyerek mukabelede bulunmuştur. Bu konuda Ahmet Güner Sayar şu açıklamayı yapmaktadır. “Tanrıyı inkâr edebilmenin ferdi bir mesele olduğunu, fakat sosyolojik olarak bunun mümkün olmadığını, tarihte kendisinin gösterebileceği herhangi bir toplumun tamamen dinsi olmadığını bu iddiasını ispat edebilmek için de Rıza Nur’a şu misali verir: ‘Farz edin ki Türk ordusu düşmanla muharebe ediyor. Ne deyip düşmanın üzerine saldıracak? Allah Allah demeyecek mi? Bu konuşmadan bir gün sonra Rıza Nur Süheyl Bey’i kütüphanede bulur ve ona ‘bütün gece söylediklerin zihnimi işgal etti. Süheylim sen haklıymışsın’der” (S:209)

1930 yılında Tıp fakültesine intisap ile yaptığı yayınlarla etrafının dikkatini çekerken kendi hayat programını ve varmak istediği hedefleri dillendiriyordu. Bu yıllarda “Türk Bayrağı” adlı dikkati çeken makalesini yayınlar. Bu makalesinde bayrağımızın diğer milletlerin bayraklarından güzel olduğunu vurgulamıştır. “Bu mevzu Türk tarihinin en zengin kısmıdır. Ta yevmi istiklalimizden bugüne kadar birçok safhalar geçiren bayrağımız son yarım asırdan beri tamamıyla takarrür (karar kılmış, son şeklini almış) etmiş ve dünya hükümetleri arasında şüphesiz en güzel bayrağı tehâsüp eden (kabul eden, sahiplenen) Türkler her şeyde olduğu gibi bunda da ince zevklerini göstermişlerdir.” (S:219) Ahmet Güner Sayar, A.Süheyl Ünver için Türk inceliğini ve ruhunu Türk’ün elinden çıkmış her objede arayacaktır, Türk bayrağı konusunda olduğu gibi kendisinin bu konuların daha sonra tamamlanacak kopuklukların Türk kültürüne hizmet edecekler tarafından birleştirileceğini düşünerek malzeme toplamış, kaynak göstermiş, araştırdığı konuların önemini vurgulamıştır, der. A.Süheyl Ünver arşivlerde Türk Tıp Tarihi ve Türk Tarihinin farklı dallarına ilişkin bilgileri, belgeleri toplamak için Başbakanlık Devlet Arşivleri’nde çalışmıştır.

Tıp Tarihi Çalışmaları

1932 yılında Türk Tarih Kurumunun ilk Başkanı Yusuf Akçura ve Genel Kâtibi Dr. Reşit Galip Mustafa Kemal Paşa’nın bir emrini iletmek için İstanbul’a gelmişler, Atatürk’ün onun yaptığı çalışmaları bilerek istediği “Selçuklu Tıp Tarihi” ve “Tarihi Perspektifi İçersinde Türklerde Süsleme Sanatı” (S:224) alanlarında çalışması isteğini iletirler.

Ahmed Süheyl Ünver 1933 tarihindeki Üniversite reformuna kadar evliliğinden önce zamanlar için yazılmış çeşitli Bibliyografyalar vardır ancak arkadaşı Osman Nuri Ergin’in yazdığı en sağlıklı Bibliyografyasına göre 1920-1932 tarihleri arasındaki on ili yıllık bir dönem için 28 farklı konuda 113 makale ve risalenin 57 si Tıbbi konulara ait, bu 57 tıbbi konuların 13 Fransızca olarak yayınlamasının sebebi de Türklerin Tıp tarihine yaptıkları katkıyı yabancılara duyurmaktır. Böylece yaynsayısı 126 olmuştur. 28 makale Türk ince sanatları ve tarihi, kalan yazılarının konuların dökümü de biyografi, Türk tarihi, Türk imar Tarihi, seyahat yazıları, ruhiyat ve müteferrik (S:228-229) makalelerden oluşmaktadır. Ahmed Güner Sayar onun bu kadar çok yazması hususunda  “Onun kendisine tahmil ettiği bir yük vardır: Türk kültür tarihine dair en önemsiz bir ayrıntıyı, bir cümle bile olsa, atlamamak onu kaydetmek. Dolayısıyla, dil, üslup, kesinlik, kullanılabilecek malzemenin tamlığı vb. hususlara pek kulak asmadan, bulduklarını ve işittiklerini kafasının ürünü olan tespitleriyle yoğurur, bulabildiği vesikalarla, me’hazlarla destekler ve yeterli kuluçka dönemini beklemeden o konunun yayınlanması yolunu arardı. Bu yolun ihtiyarıyla Türk kültür tarihi ile alakalı çok şeyin kaybolmasının önüne geçilebileceğine inanarak çalışmalarını yürütmüştür.” (S:231) der. Düzenlemek için bir şeyin var olması gerekir. Ahmed Süheyl Ünver de yukarıda belirtildiği üzere tespit için her şeyi kaydetmiş olmak için yazmıştır. Bir nevi çalakalem, durmadan, gelişi güzel yazar. O düşünmektedir ki daha sonrakiler düzenlemeleri yapar kopuklukları birleştirir. Evlendikten sonra korkulan olmamış Ahmed Süheyl Ünver üretmeye devam etmiş ve 1933-1941 yılları arasında dokuz yılda neşriyatı yıllık yaklaşık 50 neşriyatla 400 ulaşmıştır. (S:294) Ahmed Süheyl Ünver, Mehmed Fuad Föprülü’den sonra “bütün not, makale ve eserlerine” özel bir bibliyografya yazılan ikinci kişidir. Aralarındaki rekabet üretmek ve özel bir Bibliyograf yayınlanacak kadar fazla olmak bakımından da devam etmiştir.

O zaman ki adı Hilal-i Ahzar olan Yeşilay’ın kurucular Kurulunda yer alıp Avrupa’ya gittiği zamanlarda bile çeşitli yazılar göndererek faaliyetlerine katılan Ahmet Süheyl Ünver’e 1932 yılından itibaren Türkiye’de yapılan Üniversite reformu (S:254) çerçevesinde Tıp Tarihi Enstitüsünü kurması görevi verilmiştir. Bu arada hocası Akil Muhtar özden ile birlikte Tıp Tarihi ve Deontoloji derslerini Tıp Fakültesi ders programına aldırmışlardır. Tıp fakültesinde kendisine TTE kurup faaliyetlerini yürütmesi için bir oda verildi. İlk önce Enstitünün araştırmalar yapmak için bir kütüphanesi ve arşivi olması gerek diye düşünerek Tıp Tarihiyle ilgili hocaların yayınlarını ve dağınık el yazması eserler ile bulabildiği dokümanları bu odada bin bir güçlükle temin ettikleri dolaplarda topladı. Yaptığı çalışmalar ve Avrupa Tıp Tarihi üzerine de yazdığı makaleler dolayısıyla Avrupa’da faaliyet gösteren çeşitli Tıp Tarihi Enstitülerine de üye olarak kabul edildi. Aynı Fakültenin en alt katında verdikleri bir odada Tıp Tarihi Müzesini ve Tıp Tarihi ve Deontoloji kürsülerini de kurdu. Şerefettin Yaltkaya’nın teşvikiyle Divan-ı Lügat-it Türk’deki tıbbi terimleri araştırmaya başladı.

Ziyaret ettiği ata yadigarı eserlerin resimlerini yapar planlarını çıkarır, korunması için yetkililere başvurur, yıkılan, tahrip olan eserlere çok üzülürdü. Edirne’de ziyaret ettiği Şah Melek Camiinin nakış ve yazılarında rutubetten ve üzerlerinin badana ile kapatılmasından duyduğu ıstırabı “Edirne gibi bir serhat şehrinde kadro harici diye bu vakıf eseri korumamak, Türk’ün oradaki tapu senetlerinden birisini kendi elimizle imha etmek demek olur. Bu kabil eserler için gerçekçi tedbirlerin bir an önce alınması temenni olunur.” (S:329) dile getirir.

Müsteşriklerin Türk sanatına yönelik yazdıkları menfi görüşler ihtiva eden eserlerini tetkik edip noksanlıklarını ortaya koyan ve eleştiriler yazan A. Sühey Ünver’in onlar hakkındaki kanaati ve kendisinin yapmış olduğu çalışmalar ve yayınladığı eserler hakkında düşünceleri “Benim bu yaptıklarımı bir yabancı yapmazdı. Zira bu nüshalar ellerinde idi. Ama Türk’e ve Türklüğe değer vermiyorlardı. Hatta inkâr ediyorlardı. Bir gün dünyada Türk ince sanatları ele alınacak ve benim yayınlarım esas olacak.” (S:338) doğrultusundaydı.

“Marifet iltifata tabidir” derler ya 1950 yılında Tıp Fakültesi’ne dekan olan Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan enstitüde Ahmed Süheyl Ünver’in oturduğu odayı görünce ben burada bir profesörümü oturtmam diyerek bulduğu bir odayı boşaltıp tadilat yaptırdıksan sonra içini de tefriş ederek teslim eder. Ahmed Süheyl Ünver bunun üzerine TTE’ne  “mukabile-i şükran olmak üzere hayatımın sonunda düşündüğüm bağışı şimdi yapayım diye karar vererek 100.000 sayıdaki arşivimi ve 2.000 kitabımı vakfettim.” (S:346) diyerek 1951 yılında bağışlamıştır. Bu bağış işlemi toplumda duyulunca başka bağışların yapılmasını sağlamış Tıp Tarihi Enstitüsü arşivi daha da genişlemiştir. Bu eserlerin çoğalması da “Dr. A. Süheyl Ünver Arşivi ve Kütüphanesi”nin kurulmasına sebep olmuştur.

18 Şubat 1941 yılında 526 makale, risale ve kitaptan oluşan 21 yıllık emeklerini muhtevi birinci A. Süheyl Ünver biyografisini hazırlayan Osman Nuri Ergin ilkinin önsözünü “…ikinci bir 21 senede bunun iki misli yazı yazmasına ve şaheserler ortaya koymasına muvaffak etmesini ulu Tanrı’dan dilerim.” (S:353) diyerek bağlamış, Ahmet Güner Sayar hocaya göre bu yazılı duası kabul olmuş ki Osman Nuri Ergin daha 21 yıl dolmadan 1952 yılında on yıllık çalışmasının mahsulü olarak ikinci Biyografi broşürünü hazırladı. Bu broşürde A. Süheyl Ünver’in eserlerini 427 makale ve 177 resim vb. 4191 sayfada yayınladığını tespit etti.

A. Süheyl Ünver İstanbul’da kaybolan sanat ve tarihi eserlere üzülüyor, bunları kurtarmak ya da en azından kaydederek gelecek nesillere aktarmayı düşünür. Bir sergi hazırlar ve istimlakler ile yıkılıp envanterden düşülen tarihi binalar ve eserlerin suluboya resimleriyle halka bir mesaj vermek ister.  Bu eserlerin kaybolmasından devrin iktidarı Demokrat Partiyi mesul tutar. “Demokrat parti hükümetleri Türk-İstanbul’a ilk öldürücü darbeyi vuran ve sonraki siyasilere bu kapıyı açan bir iktidardır.” (S:378) Ahmet Güner Sayar onun için “Genç Türkiye Cumhuriyeti ile en ters düştüğü nokta Türk insanın politik olgunluğunun (homo politicus) çok gerisinde olmasıydı. Bilhassa Demokrat Parti iktidarının siyaset sahnesindeki tahripleri onu karamsarlığa itiyordu.” (S:389) der.

Ahmed Süheyl Ünver, Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları Umum Müdürü (S:379) Tıp Tarihi Enstitüsüne enstitünün bastırmış olduğu tarihi Türk desenleri broşüründen almaya gelince hocanın da enstitüde olduğu söylenince hoca ile tanışmış, hocaya enstitünün bastırdığı tarihi Türk desenlerinden üretecekleri cam eşyalara işlemek düşüncesinde olduklarını söylemiş, Süheyl hocayı ve talebelerini Şişe ve Cam fabrikasına çağırmış, daha sonra Süheyl hoca bir ay boyunca bu çalışmaya bizzat katılarak nezaret etmiş ve kendi elleriyle bizzat 6 bardağa bu desenlerden boyama yapmış ve fırınlama sonucunu görmüş ve buradaki işinin bitmesiyle bir ay sonra ayrılmıştır.

Türkiye’de iken Fuat Köprülü’nün A.Süheyl Ünver’in Ordünarüs Profesörlüğüne karşı olması dolayısıyla bu unvanı alması 6 yıl geciktiğinden araları serin olan A.Süheyl Ünver ile Mehmet Fuat Köprülü’nün araları Amerika’da düzelir. Gece oturmaya gelen Fuad Köprülü ve ailesi ile sohbetler ederler. Bu sohbet esnasında A.Süheyl Ünver Fuad Köprülü için “İlmi ve içtimai konuştuk. Bu konuşma esnasında ilim ve ihatasına hayran kaldığımı bilhassa ifade etmek isterimi” (S:391) diyerek ilmi vukufiyetine hayranlığını ifade etmiştir. Gurbet onları yakınlaştırmış ve iki ilim adamımız arasındaki buzlar bu vesileyle erimiştir.

Sana bir tepeden şöyle bir baktım aziz İstanbul/Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.” Diyerek İstanbul’u şiirleştiren Yahya Kemal Beyatlı, yazdığı dört romanıyla İstanbul’u sokak sokak, fert fert beynimize nakşeden Ahmed Hamdi Tanpınar gibi az sayıdaki İstanbul aşıklarından birdir A. Süheyl Ünver. O, yaptığı resimler ve çektiği fotoğraflarla oluşturduğu “Üsküdarname”, “Çözüntüname”, “Vallahi Bir Taşı Bile Kalmadı yahut, Hekimbaşı Ömer Efendi Medresesi”, “Tulumcu Hüsamname”, “Hayali Cihan Değer 1964 İstanbul”, “Sümbül Efendiname”, “İstanbul Tarihi Kırkambar” “Bahriye Mevlevihanesi”, “Boğazname“Çemberlitaş Nurbanu Valide Sultan Hamamı”, “Kütüphane Ziyaretlerim Defteri”, “tarihte Yangınlar”   gibi nice   defterler ile İstanbul’un tarihi evlerini ve sanat eserlerini ölümsüzleştirmiş, arşivleyerek gelecek nesillere aktarmış, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ölümünden 15 gün önce son kez görüştüklerinde “İstanbul sana emanet Süheyl” söylediği vasiyet sözünü yerine getirmiş  ince ruhlu bir kişidir.

Enver Ziya Karal, A. Süheyl Ünver’in kurduğu enstitüdeki arşiv için söylediği “Sende şimdiye kadar bir yerde yayınlanmamış notlar çok. Bunlarla başlı başına ilim yapılır. Hem neler yok ki. Senin müstesna önemini her yerde söylüyorum. Var ol. Kimse Süheyl’in yaptığını yapamamıştır diyorum. Ya o defterlerin? Onlar nedir? Neler var onlarda? Sen bu işi nasıl başardın?” (S:455) arşivin önemini ve onun çalışmalarının büyüklüğünü ifade etmiştir.

Hiçbir şeyi yokken 13 Kasım 1985 tarihinde sabah 06.30 da yataktan kalkmasına alışkın olan aile 09.30 da odasına girip uyandırdığında sağ gözünde ağzında hafif bir kayma fark eder, eve çağrılan dâhiliye mütehassısı Dr. Dinçel hafif bir felç geçirdiği yönündedir, nöroloji uzmanının da görmesini ister. Prof. Dr. Hayrünisa Denktaş ve eşi ile Tülay Tozanlı eve gelip muayene ediyor, kanaati felç olduğunu ifade edip hastaneye kaldırılıp tedavi edilmesi gerektiğini söylüyor. 29 Kasıma kadar hastanede tedavi görüyor ancak bir iyileşme sağlanamayınca bu tarihte taburcu edilip evine gönderiliyor. 14 Şubat 1986 tarihinde vefat ediyor.

Sanki köylülerimiz Niksarlı Aristo’yla, Konyalı Eflatun’la görüşmüşlerdi.” (S:481) dediği Anadolu köylüsünden hayatı boyunca bir şeyler öğrenmeye devam etmişti.

Ahmet Güner Sayar’ın ifadesiyle “Süheyl Ünver bir insan-ı kâmildir. O’nda akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim ölçülü ve tartılı bir biçimde dengelenmiştir.” (S:491)

Unutmayalım terbiyeli doğarsak terbiyeli oluruz. Bunun tohumu bizimle dünyaya gelmemişse sonradan olmaz.” (S:493, Dip Not:55) diyerek insanın doğuştan iyi doğduğunu ancak terbiye ile bazı kötü ahlaki davranışların baskılanabildiğini, bu durumun da her zaman başarılı olmadığını peygamberlerin bile bu durumda “… yaratılışlarında kabiliyetli olanlar düzelmiş… Eyi doğuşu olmayanlara da bir tesiri olmamış.” (S:493) diyerek kaderci bir anlayış ile “sen tebliğ et hidayete erdirecek olan benim” ilahi düsturunu içselleştirmiştir. A. Süheyl Ünver’in Allah inancı “… Allah insanları, bizi halk edip vicdan suretiyle bizi terk etmeyen ilahi kudrettir.” (S:497) sözünde olduğu gibi “İnsan-Tanrı” ilişkisinin devamlı kontrol altında ve irtibatlı olarak sürdüğünü kızı Gülbün Mesara’ya Manisa yöresinde kullanıldığını yazdığı ve daha sonra İzmir’de, Eskişehir’de de halk arasında söylendiğini duyduğu “Allah kulunu bir gün ve gecede 70.000 defa kollarmış” (S:497) delillendirmiştir.

Süheyl Ünver bir mintanı yedi yıl giyen Karahisari Hattat Ahmed Efendi vesilesiyle günümüzün hastalığı olan eskimeden eşya ve kıyafet değiştirmelere, moda ve onda var neden bende olmasın anlayışlarına “Nedir o sun’i yaratılan ihtiyacımızı gün be gün artırıp hayatı kendimize rahat ve feragatli yaşanılır bir hale koymamak? Bu yüzden türlü ıstıraplar çekmemiz?” (S:521) cevap olacak bir sözle ifade ediyor. Hani günümüzde zenginlik bakımından bir problemi olmadığı halde sırf toplama bir mesaj vermek üzere kırmızı süveter kazağını yıllarca yenisiyle değiştirmeyip giyen Tema Vakfı Kurucu başkanı Türkiye’nin Erozyon Dedesi Hayrettin Karaca’da bu konuda yakın tarihimizin önemli bir başka bir örneğidir.

Ahmet Süheyl Ünver çalışkan olmasını, çok farklı alanlardaki merakları ile meşgul olmasını “Bu Dünyada tek bilgi, tek merakla insan bir şahsiyet olamıyor.”(S:523) diyerek ifade ediyor.

Süheyl Ünver’in kurulmasını istediği âlimlerin tuttuğu notların toplanmasından oluşacak milli bir  “Notlar Kütüphanesi”,  örnek olması için tasnif ettiği ve İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsüne bağışladığı 3000 yazma ve basma eser, 5000 resim, tezhip ve minyatür, 200.000 bilim tarihi, hekimlik ve sanata dair not birikiminden oluşan  “Arşiv ve Kütüphane” ve tarihimizin resimlerle anlatıldığı “Resimli Türk Tarihi” hayalleri gerçekleşmemiş bir vazife olarak Türk Milletinin önünde beklemektedir.

Türk Olmak Şuuru

Ahmet Süheyl Ünver’in Yahya Kemal Beyatlı’dan etkilenen bir yanı olması, hocası Mecdi Tolun’un İttihatçı kişiliği ve başarısız addettiği bir siyasi son yaşaması gerekçeleriyle Süheyl Ünver’in bu yüzden siyasetten uzak duruşunu da bu etkiye eklemek gerekirse “… Dünyaya Türk gelmeyenler Türkiye’de doğmanın ve orada yaşamanın zevkini duyamazlar… Vatan yalnız topraktan ibaret değildir, insanlar ve… vatanı güzelleştiren herşey vatandır. Vatan bizi yetiştirdi. Biz de vatanı yetiştireceğiz.” (S:558) Anadolucu bir bakış açısına, sabit bir vatan parçasından müteşekkil bir milliyetçilik anlayışına sahip olduğunu da söyleyebiliriz. Bu milliyetçilik anlayışını Anadolu’daki “her şey vatandır” ile “Tarihte örnek ve en faziletli bir millet olarak tanınan Türkler” (S:559) Türk soyu ile mezcetmiş bir milliyetçilik olarak ifade edebiliriz. Onun üzerinde durduğu Yahya Kemal etkisinden olsa gerek daha çok Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan Türklerdir. Süheyl Ünver Anadoluculuk tesirinde kalarak gördüğü şahit olduğu bir ışığında Türk milletinin vasıflarından ve Türk Ruhundan, Türk milletinden çokça bahis açmış olsa da “… Türklerin ve Türklüğün beşiği Orta Asya’dır. Yalnız kendilerine değil dünyaya medeniyet buradan yayılmıştır.” (S:564) diyerek dış Türklere de temas etmiştir. Oysa Ahmet Güner Sayar ise onun 1071 Malazgirt Zaferinden sonrasına önem vermesini, onun 1071 yılından önceki Orta Asya Türk tarihine (S:571) önem vermediğinin bir işareti olmadığını aksine Tıp Tarihi konusunda yazdıklarının Farabi’yi de bu tarihin içine dâhil etmesini onun bütün bir Türk tarihi düşüncesine sahip odluna işaret saymaktadır.

Süheyl Ünver Ayasofya’nın müze yapılmasına karşıdır, bunu “Fatihin emri değiştirilmemeliydi” ifade ederken “Orası (Ayasofya) zamanı gelecek cami olacak” (S:571, Dip Not: 109) diyerek de sanki bugünü görmüştür.

Süheyl Ünver her şeyin uzmanlaşmaya kaydığı 20. Yüzyılda yaşamış ve tek bir alandaki uzmanlık alanıyla yetinmeyerek, emsallerinin fevkinde çok çalışmasıyla arayı kapatıp farklı alanlarda da uzmanlaşmış ve daha önceki yüz yıllarda yaşamış İbn-i Sina, Farabi, İbn-i Rüşt, Birunî vs. bilim insanları gibi her konuda uzman olarak eser vermiş, çok yönlü bir ilim adamadır.

Ahmet Güner Sayar, A. Süheyl Ünver’in Türk Süsleme sanata bakış açısını şu “Süheyl Ünver’e göre Türk süsleme sanatının ‘kaynağı Allah’a dayanır.’ Türklerin güzeli bu kadar sevmeleri ilahi olup Allah’ın ‘el-Musavvir’ ismine duydukları bağlılığın bir tezahürüdür.” (S:614) sözleriyle ortaya kor. Yine Ahmet Güner’in tespitleriyle Süheyl Ünver tezhipte verdiği 5000 örnek ile Osmanlıyı Cumhuriyete bağlamaya çalışmıştır. 1922 yılında Müzehhiplik İsmail Hakkı uzun çarşılının tespitiyle “hafıza-i nisyana gömülen milli sanatımız”ı Cumhuriyet Türkiye’sinde dirilten Ahmet Süheyl Ünver’dir.

SONUÇ

Ahmet Güner Sayar biyografi yazma ustasıdır, ancak bir biyografi bu kadar detayları kapsar mı, bir döneme bu kadar geniş yelpazeden bakarak ışık tutar mı? Ahmet Güner Sayar’ın “A. Süheyl Ünver Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri 1898-1986” biyografik eseri küçük puntolu ve açıklayıcı notlar ile hacmi küçültülmeye çalışılmakla birlikte, büyük boy baskıyla bile 662 sayfa gibi kocaman bir kitaptır. Bu kocam kitap ayrıca muhteviyat zenginliğini de elde etmiştir. A. Süheyl Ünver’in insani ihtiyaçları dışındaki detaylara öyle bir vukufiyet kesbeylemiş ki onun hayatına dair yaşanılıp da atladığı bir saniye bile kalmamış. Bu da Ahmet Güner Sayar hocanın yetkinliği yanında A.Süheyl Ünver’in kendisini tamamen açması kendi evladı gibi görmesi ve kendisini doğru ve bu kitabı yazacak kişi olarak kabullenmesinden kaynaklanmıştır.

Ahmet Güner Sayar bu muhteviyat ve çapta bir eseri hazırlarken sanmayın ki lakırdı ve mugalâta yapmıştır. Kelimeleri öyle bir tasarruflu kullanmıştır ki cümleden bir kelimeyi çıkarsanız cümle ve paragrafın ifade ettiği mana değişecek, anlatılan meram anlatılamayacak ya da istemeyerek başka bir durumu ifade etmiş olacaktır. Her kelime ve cümle yerli yerinde bir hakikati ifade edecek şekle kullanılmıştır.

Metin Nigâr tarafından A. Süheyl Ünver için “…Özgür bir Türk sanatının varlığını Batı’ya duyurmak için çaba gösteren aydınlarımız arasında öncülük durumunda olan ve çok sayıda eserleriyle kendisine haklı bir ün yapan bir bilim ve tıp adamımıza da, eski sanat koruyuculuğundan ötürür burada şükranla anmak gerekir: Dr. Süheyl Ünver… Türk sanat yapıtlarını ve mimarlık anıtlarını yok olmaktan kurtarmak için bütün ömrünce savaşan insandır. Dr. Ünver’in Türk kültürüne kazandırdığı muazzam bir arşiv vardır. İnanmış bir insanın tek başına neler yapabileceğini yansıtan bir anıttır bu arşiv.” (S:334) söylenmiş bir söz olmaktan öte böyle bir sözün herhangi bir kişi tarafından söylenmiş olması bile tek başına hak ederek kazanılmış bir değerdir. Bu söz bir ömrü Türk kültürü uğurunda harcamanın şahididir.

Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat’ın “…Dr. Sühheyl Bey çalışkanlığı, kibarlığı, terbiyesi, kendisine verilen görevleri dikkatle yapması” (S:175) gibi vasıfları hakkında yaptığı tespitlerde olduğundan daha ileri bir derecede Ahmed Süheyl Ünver çalışmayı ibadet kabul eden, yorulunca başka bir meşgale bulup dinlenen, hastalıklara yakalanmamak için insanlara kendisini meşgul etmesini salık veren bir işkoliktir.

Süheyl Ünver’in çalışması, üretmesi, bütün azim ve çabaları yıllar sonra başka bir Doktor, Nobel ödüllü bilim adamımız Prof. Dr. Aziz Sancar tarafından ifade edilen “Biz çalıştığımız ve ürettiğimiz sürece üstün olacağız. Üstünlük genetik değildir, bütün insanlar birbirine eşittir. Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum.” sözle ölümsüzleşmiştir.

A. Süheyl Ünver muhafazakâr bir hayat sürmesine ve tasavvufi bir yol takip etmesine rağmen, İstanbul’daki meşhur cemaat hakkındaki olumsuz (S:422) düşüncesi ve inkılaplara bakış açısı gibi bazı nedenlerle İslamcı cenahtan kabul görmemiştir. Bu tutumun sebebi de Cumhuriyete, İnkılâplara ve Atatürk’e verdiği değerden kaynaklanmıştır kanımca. Ayrıca sağ cenahtan da Demokrat Partiye getirdiği eleştiriler dolayısıyla daha sonraki dönemlerde onun devamı olduğunu söyleyerek iktidarı garantileyen sağ parti mensupları tarafından da çok rağbet edilmemiştir. Ülkücü Milliyetçi camianın rağbet etmemesine sebep de “Ben Türk milliyetçisiyim ama milliyetçiliği politika yapanlara düşmanım.” (S:643, Dip Not:4) sözü olsa gerektir. Sol kesim de sanki muhafazakâr, mutasavvıf kimliği dolayısıyla kendisini ihmal etmiştir.

Ahmet Güner Sayar ise Ahmet Süheyl Ünver’in Türkiye’deki İslami akımlara kendisinin uzak durduğunu ifade ederken, bunun sebebinin de Süheyl Ünver’in kütüphanesinde bulunan “Zübdet’ül Buhari Tercümesi” kitabının cilt sayfasına kaydettiği 11 Temmuz 1980 Ramazanın da Hz. Peygamberimiz ile Hz. Ayşe validemizi rüyasında gördüğü kaydına ve “Ebedi Bayramım” adıyla kızı Gülbün Mesara’daki bir zarfta topladığı diğer sadık rüyaları ile ilgili tuttuğu kayıtlara (S:505) dayandırmaktadır.

Mehmet Kaplan’dan aktaran Ahmet Kabaklı “Onun o kadar yönü ve hüneri var ki, her yönüyle onu anlatmaya kalkarsak ciltler doldurmak icab edecektir.” (S:522, Dip Not:165)) der.

Ahmet Güner Sayar’ın “A. Süheyl Ünver Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri 1898-1986” biyografik eseri yarın ebru, tezyin, güzel sanatlar, tıp tarihi yazacak olanlara kaynaklık edecek, atıf alacak bir eser olmuştur.

Son söz olarak Ahmed Süheyl Ünver’in “İ.Ü.Tıp Tarihi Enstitüsü”, “İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi TTE”, “Ankara, TTK’da Dr. A. Süheyl Ünver Arşivi”, “İstanbul, Süleymaniye Kütüphanesi’nde A.Süheyl Ünver Arşivi”, “İstanbul, kandilli rasathanesi”, “Gülbün Mesara Arşivi” olarak altı parçaya ayrılmış eserleri bir araya toplanmalı, eğer elinde bulunduran kurumlar bunları vermek istemiyorsa kopyalarını almaları sağlanarak asılları bir araya getirilmelidir. Bu konuda karar verip gerçekleştirecek siyasi otorite ortamı da mevcuttur.

En son söz olarak bizim de hem bu çalışmamızda hem de daha önce yayınlanan “A. Süheyl Ünver’le Sohbetler” yazımız da daha güzele, daha doğruyu bulmak adına yer yer halis duygularla eleştirdiğimiz Ahmet Güner Sayar, Ünver için “Âlim ve sanatkâr olarak, Süheyl Ünver’in de tenkid edilmenin dışında kalması düşünülemezdi. Bizler onun kusurlarını bir, iki, üç, dört… diye sayabiliyoruz. Fakat faziletli yanını sayılarla tespit edemiyoruz.” (S:632) diyerek sınırlı sonlu sayıda eleştirilecek kusurlu hali var iken sonsuz sayıda fazilet ve övülecek hal sahibi olduğunu ortaya sermiştir.

Atalarımız ne demiş: “Meyveli ağaç taşlanır.” “Hiç çalışmayan hiç hata yapmaz.”       

 

Leave a comment