# Etiket
##GENEL

MEHMET ÇAĞATAY ÖZDEMİR: GÖKALP’İN EĞİTİMCİLİĞİ

GÖKALP’İN EĞİTİMCİLİĞİ

MEHMET ÇAĞATAY ÖZDEMİR

Tam elli yıl, evet Ziya GÖKALP’in bu fanî dünyadan ayrılışı 24 Ekim 1974 de tam elli yıl oldu. Türk tefekkür tarihi O’nun ölümünden bu yana Ziya GÖKALP’lerin yetiştiğini görmedi ama; Ziya GÖKALP’in geçerlilik taşıyan fikirlerinden de yararlanmayı tam mânâsıyle becere­medi.

Bu büyük Türk mütefekkirinin çok erken yaşta, 48 yaşında iken gözlerini bu hayata yumuşu, yeni temelleri atılmakta olan YENİ TÜR­KİYE için çok büyük bir kayıp olmuştur. Yaşadığı çağın temel müesseseleri ile, kurulan devletin felsefesine yön veren GÖKALP; bu uygu­lamalarını ortaya attığı, fikrî ve İçtimaî temel ve esaslar üzerine kur­duğu Türkçülük ideolojisinin yardımıyle yapıyordu.

Ziya Gökalp’in gayesi, Türkçülük kavramlarım içine alan ve dü­zenli bir ideoloji haline gelen Türk Milliyetçiliğini üçlü bir çıkış nok­tasına götürmekti. Nitekim, yazmış olduğu «Türkleşmek, İslâmlaşmak ve Muasırlaşmak» adlı eserinde birbiriyle bütünleşen bir doktrin orta­ya koymuş oluyordu. Biz burada, Ziya GÖKALP’in ortaya koymuş ol­duğu sistemi tartışacak değiliz. Fakat, «Eğitimciliğini» bu kavramlara bağlı bir yaklaşım a incelemeye başlamak istediğimizi belirtmek, kana­atimizce doğru bir usûl olacak.

GÖKALP, çok cepheli bir şahsiyettir. O yeri geldiğinde sosyolog, âlim, şair, feylezof, tarihçi ve profesör olmasını bilir. Sosyolog GÖ­KALP, toplum olaylarına basit ve nakilci bir açıdan değil; objektif ve çözüm getirici bir açıdan bakmış, hâdiselerin tarifi ve tasnifi hususun­da büyük bir başarı göstermiştir. GÖKALP gençken bütün doğu düşü­nürlerinin eserlerini okumuş, İslâm felsefesini ve tasavvufunu öğren­miş, daha sonra batılı bilim adamlarının eserlerine yönelmiştir. Bu arada GÖKALP, «Durkheim» sosyolojisine hayranlık duymuş fakat o­nun fikirlerine körükörüne bağlanmamıştır. «Durkheim Sosyolojisi». Türkçülüğün bilim yolu ile geliştirilip yürütülmesinde, GÖKALP’in bil­gi hâzinesinin kapışım açan anahtar olmuştur. O, kısa ömrünün üçte birini teşk 1 eden «okuma, inceleme, öğrenme ve toplayıp biriktirme devri» nin meyvaları ile Türk sosyolojisinin ana hatlarını çizerken, Durkheim Sosyolojisinin sadece metodundan faydalanmıştır.

Bu sentez sonucu ortaya çıkan görüşün en dikkat çeken özelliği «medeniyet» ve «hars» kavramları olmuştur. Medeniyeti «milletlerarası», harsı ise «Bir kavmin vicdanında yaşıyan kıymet hükümlerinin toplamı» olarak tarif etmiştir. Terbiye’yi (eğitim’i) ise, «bu kültürü, o kavmin fertlerinde ruhî melekeler haline getirmektir» diye tarif ya­pan GÖKALP, eğitim kelimesinin genel mânâsım açıklama hususunda Durkheim’e dayanmıştır’. O’na göre. <<.fert dünyaya, geldiği zaman lâ İç­timaî (toplum dışı – asocial) dır.» Fakat, «cemiyet öyle bir muhittir.ki, bu lâ İçtimaî mevcutları içine girdiği andan itibaren kendisine benzet­meye, yâni temsil etmeye çalışır. Fertlerin cemiyete temessül etmesi, yâni içtimaileşmesi, cemiyetin bakaası için elzemdir. Bir cemiyet, fert­lerine lisanını, ahlâkım, bediî zevkini, İlmî mantığım, fennî vetireleri­ni aşılamazsa yaşıyamaz. İşte, cemiyetin fertlerine tatbik ettiği bu iç­timaileştirme ameliyesine terbiye (eğitim) adı verilir.» Şu halde «ter­biye (eğitim), bir cemiyette, yetişmiş neslin, henüz yeni yetişmeye baş- lıyan nesle fikirlerini ve hislerini vermesi demektir.» Ancak fikirler iki durumda bulunur. Fikirler birinci durumda şuurlu ve metodlu olarak sistemleştirilmemiştir, resmî teşkilât haline getirilmemiştir. Fikirler ikinci durumda teşkilâta başlanmış, sisteme sokulmuştur. Bu ikilik sosyal hayatın bütün faaliyet ve müesseselerinde ayırt olunabilir. Şu halde, eğitim işlemi alâkalı durumla mütenasip olarak sistemsiz (yay­gın) veya sistemli (örgün); teşkilâtsız (münteşir) veya teşkilâtlı (müteazzi) bir mahiyet ve istikamet arzeder.

«Birinci suret, yetişmiş neslin, kendisinin hiç bir haberi olma­dan samimî hayattaki konuşmaları, fiil ve hareketleriyle canlı misaller teşkil ederek yeni nesle tesirler icra etmesidir. İkinci suret, yetişmiş neslin, veli, vâsi, muâlim, mürebbi namlariyle resmî vaziyetler olarak, usûl ve irade tahtmda yeni nesle birtakım muayyen fikirleri, hisleri tel­kine çalışmasıdır. Ben, terbiyenin bu iki suretten birincisine «münte­şir (yaygın) terbiye», İkincisine «müteazzi (örgün) terbiye» namlarını veriyorum.»

GÖKALP, böylelikle eğitim sistemi’nin «yaygın ve örgün» bir görü­nüm arzetmiş olduğunu müşâhede ediyor. GÖKALP’in bu ikili tasnifi bugün için de geçerliliğini korumaktadır. Netekim, 1739 sayılı ve 14.6. 1973 tarihli Millî Eğitim Temel Kanunu ile kurulan eğitim sistemi­nin 1995 yılına kadar geliştirilmesi, üçüncü beş yıllık kalkınma plânında ÖRGÜN ve YAYGIN EĞİTİM olarak esasa bağlanmıştır. Kanaatimize gö­re yaygın eğitimin kaynağı, değeri geçmiş fikir ve duyguların değişmez­liğine dayanmaz. Cemiyette müşâhede edilen İçtimaî değişme vakıası, cemiyete mal olmuş bulunan bütün değerler üzerine tesirler icra eder. İnsan denen varlık, okul öncesi eğitim, temel eğitim, orta öğretim ve yüksek öğ­retini ile sosyal çevresinden de . almış, olduğu en yeni -fikir ve duygularla hâyata geçiş yapar. İste insan oğluna verilen tüm bu yenilik ve orijinalitelik taşıyan duygu ve fikirler yaygın eğitim yolu ile fertlere aktanlırlar. Yaygın eğitim bir bakıma, halihazırdaki cemiyetin bir değerler ifade­sidir de.. Yine bir başka deyişle yaygın eğitim; örgün eğitimde kısa sü­rede yetiştirilemeyen ve ekonomik kalkınmanın süratle gerektirdiği in­san gücünü yetiştirmek üzere, örgün eğitimin dışında kalmış fertlere kabiliyet kazandırmayı hedef alan ve örgün eğitimle bir bütünlük sağ­layacak şekilde düzenlenen bir eğitim sistemi biçimidir. Buraya kadar yapmış olduğumuz yaygın eğitim tarifleri, GÖKALP’in yapmış olduğu yaygın eğitim tarifiyle, muhteva yönünden bir zıtlık hasıl ediyorsa da, GÖKALP yetişmiş neslin, kendisinin hiç haberi olmadan samimî hayat­taki konuşmaları, fiil ve hareketleriyle canlı misaller teşkil ederek ye­ni nesle tesirler icra etmesinin YAYGIN EĞİTİM’i oluşturduğunu ve bu samimî hayattaki konuşmaları ile fiil ve hareketlerin «HALK KÜL­TÜRÜ» manâsma geldiği kanaatindedir. Ziya GÖKALP’e göre «HALK KÜLTÜRÜ»; Halk Edebiyatı, Halk Musikîsi, Halk Dili, Halk El Sanat­ları, Halkın inançları, örf ve âdetleri ve halk felsefesi olmak üzere çe­şitli hususlardan ibarettir. Bu unsurların bir bütünü olan «HALK KÜLTÜRÜ» yaygın eğitim vasıtasıyla, canlı olarak nesilden nesile ge­çer durur. Örgün eğitim ise, fertlerin hayata atılmadan, iş ve meslek kollarında çalışmaya başlamadan önce, mektep veya mektep vasfını taşıyan müesseselerde umumî ve hususî bilgiler bakımından yetişme­lerini sağlamak gayesiyle belli kanunlara göre düzenlenen, plânlı, sis­temli, teşkilâtlı ve metodlu bir eğitim sistemidir. Şimdi tarifini yaptı­ğımız bu tarif ile GÖKALP’in yapmış olduğu örgün eğitim tarifi tamamiyle benzerlik halindedir.

GÖKALP’e göre, «Bir millette yaygın eğitim yoluyla, cemiyetten fertlere geçen ruh hallerinin toplamına kültür adı verilir.» -Yukarıda bu kültürü HALK KÜLTÜRÜ olarak nitelendirmiştik- «Meselâ, her mille­tin konuştuğu samimî bir lisanı vardır ki, cemiyetten fertlere yaygın eğitim yoluyla geçer.» Hülasa edersek, bir milletin dinî, ahlâkî, huku­kî, İktisadî ve felsefî temayüllerinin toplamı olan kültür tabiî bir şe­kilde fertlerin hayatında belirgin bir hâle gelirler. Bunun yam sıra, önceki neslin, sonraki nesle örgün eğitim vasıtasıyla devretmeğe ça­lıştığı eseflerin toplamım da «MAARİF» olarak tarif eden GÖKALP, MAARÎF’i tabiî halde iki büyük unsurdan yâni millî kültür i!e millet­lerarası medeniyetin toplamından ibaret görür. Bu arada, maarifin is- lâh edilmesi lâzım gelen kısmının doğrudan doğruya Avrupa’ya müra­câat ederek düzeltmek gerektiğini ileri sürer. «Çünkü, bu asrın mede­niyeti Avrupa’daki medeniyettir. Biz de, maarifimizin medeniyete, yâ­ni müspet ilmler ile teknik ameliyelere ait olan kısmını, hiç bozmaya­rak Avrupa’dan almalıyız.» Yalnız buradaki Avrupa medeniyetini alma işlemi, körüköriine bir taklit ve yamacılık değildir. Medenîleşme arzu­su, kendi değerlerimizin inkârı ve ya kendi milletimizin reddedilişi de­ğildir. GÖKALP’e göre medenîleşme, bir başka deyişle «Çağdaşlaşma» «Millet» olmanın önde geleiı şartlamadandır. . .

GÖKALP, maarifimizin ana meselelerinden bahsederken, ortaya çıkan zıtlık ve uyuşmazlıkların millet hayatım felce uğratacak derece­de şiddetli olduğu görüşündedir. Bazı milletlerin, özellikle Cermenler ve Anglo-Saksonlar olmak üzere daha bir çok milletlerde kültürle maarifin uzlaşmış durumda bulunduğunu belirten GÖKALP, örgün eğitim ile alman yabancı fikirlerin, yaygın terbiye ile alman millî duy­gulara zıt düştüğünü, dolâyısıyle maarifimiz ile kültürümüzün daima birbirlerine yan gözle baktıklarım; su ile zeytinyağının birbirine karış­maması gibi, bizim maarifimiz ile kültürümüzün de daima birbirlerine temas etmekle beraber, şimdiye kadar karşılıklı intibaktan mahrum kaldıklarım ve bu durumun izâle edilmesi gerektiği kanaatine varıyor, hakikaten GÖKALP’in bu teşhisi çok yerindedir. Şu anda memleketi­mizde tatbik sahası bulan eğitim sistemi tam bir hercümercin içinde­dir. Memleketimizde ilk, orta ve yüksek seviyede yürütülen eğitim sis­temi, öğrencilerin gerek dünyada gerek ülkede doğan ve gelişen olay­ları iyi bir şekilde anlamaları ve değerlendirmelerini; fertlerin mensu­bu bulunduğu milletin millî kültürünü tam bir uyum içinde almaları­nı sağlayacak nitelikten’ fersah fersah uzaktadır. GÖKALP bu görüşle de tam isabetliliğe varmış oluyor.

EĞİTİM – ÖĞRETİM KAVRAMLARI ARASINDAKİ FARKLILIK

Ziya GÖKALP, eğitim ve öğretim kavramlarının muhtevâ yönün­den ayrı mânâları ihtiva ettiği görüşündedir. Bu ayrılığın temeli, GÖ­KALP’in değer yargılarının öğretilmesiyle gerçeklik yargılarının öğre­tilmesine ayrı adlar verilmesi gerektiği düşüncesinde, yatar.

«Bir kavmin vicdanında yaşıyan değer yargılarının toplamına, o kavmin kültürü denilir. Eğitim, bu kültürü, o kavmin fertlerinde ruhî melekeler haline getirmektir.»

«Bir kavmin zihninde yaşayan’ gerçeklik yargılarının toplamına, o kavmin teknoloji’si denilir. Öğretim, bu bilgileri o kavmin fertlerinde ruhî alışkanlıklar hâline getirmektir.»

«Gerçeklik yargılan, eşyanın maddî .tabiatından çıktığı halde, de­ğer yargıları, eşyanın tabiatından çıkmaz, tersine her. toplumun kendi . vicdanından kopar.»

«Vatan mukaddestİF,baba muhteremdir, bu tablo güzeldir» dediği­miz zaman, verdiğimiz yargılar değer yargılarında hâkim olan ferdî şuur değil, İçtimaî vicdandır. Bunun içindir ki, değer yargıları her cemiyet­te başka türlüdür.»

«Şeker tatlıdır, gül pembedir, karpuz yuvarlaktır» dediğimiz zaman, verdiğimiz yargılar gerçeklik yargılarıdır. Gerçeklik yargıların­da hâkim olan ferdî şuur yahut mücerret akıldır. Bundan dolayıdır ki, gerçeklik yargıları bütün cemiyetlerde birbirinin aynıdır.

«Bir kayısının lezzetinden hoşlanırım» dediğimiz zaman, bu sö zilmle bir «keyif» ihtisasından haber vermiş olurum. Yemişin iezzeti bir değer değil, bir keyfiyettir. Çünkü lezzet yemişin maddî tabiatından sâdırdır ve onu duyan da uzviyettir. Fakat dinî duygu bir şeyi «mu­kaddes», ahlâkî duygu «iyi», bediî duygu «güzel» görmektir. Halbuki «mukaddes», «iyi», «ğüzel» mahiyetleri o şeyin maddî tabiatından sâ­dır değildir. Belki, ona, cemiyetin telâkkisinden ibarettir. Sonra bu mâ­hiyetleri idrak eden uzvî bir şuur değil, İçtimaî bir vicdandır.

Değer yargıları, her cemiyette başka türlü olduğu için, millî bir mahiyeti haiz olduğu gibi, onların toplamı olan kültür de millidir; o hâlde, kültürün çocukların ruhuna aşılanmasından ibaret olan eğiti­min millî olması gerekir.»

«Tam tersine, gerçeklik yargıları ve onların toplamı olan teknoloji lâ-milli (milliyetle ilgili değil) dir; o hâlde fen ve tekniğe ait bilgile­rin çocuklara öğretilmesi demek olan öğretimin de lâ-millî olması lâ­zım gelir.»

Ziya GÖKALP’in Eğitim Sosyolojisinde mevcut olan bu kavramlar, yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, Durkheim Sosyolojisi’ne ve de üçlü kavramlı doktrine dayanır. GÖKALP, eğitimin millî oluşunu göstermekle Türkçülüğü, dolayısıyle eğitimi milliyetçiliğe; öğretimin lâ-millî oluşunu göstermekle de muasırcılığı, dolayısıyle öğretimi me­deniyetçiliğe dayandırmış oluyor. GÖKALP için, nasıl kültür ile mede­niyet arasında bir dengeleşme varsa, ayni şekilde eğitim ile öğretim arasında da bir dengeleşme vardır. Bu dengeleşme, bir yanda medeni­yetçiliğe tekme vuran bir dengeleşme değildir. Bu dengeleşme, bilimi ve tekniği birlikte kullanarak yaratıcılığa ulaşmaya ve ondan sonra da Avrupa’ya ihtiyaç duymadan yaşayabilmeye dayanır.

EĞİTİMİN GAYESİ

Eğitimin gayelerini genel olarak ferdî ve İçtimaî olmak üzere iki grupta toplayabiliriz. Eğitimin İçtimaî gayesi, toplumun sahip olduğu kıymetlerin. muhâfazasını, inkişafım ve nesilden nesile aktarılarak: .idâmesini temin etmek; yâni toplumun birlik, beraberlik, âhenk ve in­sicamım, dirlik ve düzenini, netice olarak bekâsını sağlamaktır. Eğiti­min gayesinin fert mi yoksa millet mi olduğu sorusunu bir neticeye bağlamak isteyen GÖKALP, millete ağırlık vermekle birlikte ferdi bir yana bırakmaz. Hattâ bunları birbirine karıştırmış gibi düşünmemek gerektiğini bile imâ eder. Fakat bununla beraber eğitimin temel gaye­sinin millî fertler yetiştirmek olduğu kanaatine varır.

Çocuk dünyaya geldiği zaman sosyal olmayan (a-social) bir fert görünümündedir. GÖKALP, çocuğun sosyalleşebilmesi için onun mut­laka içinde yaşadığı toplumun kültürünü benimsemesi ve böylelikle şahsiyet sahibi bir fert hâline gelmesi vakıasından bahsediyor. Bu nok­tadan hareket eden GÖKALP, şahsiyet sahibi fertlerin ancak millî fert­ler olabileceği kanaatine varır. «Çünkü, fert, ancak millî kültürün mü­messili olduğu zaman bir şahsiyete mâliktir. Lâ-millî (milletle ilgisi olmayan) fertler ise dejenere dediğimiz şahsiyetsiz insanlardır. Şahsi­yet, başlangıçta millette husule gelir, buna kültür adım veriyoruz. Fert, bu kültürden olabildiği nisbette şahsiyete sahip olur; O halde, bir fert, ne kadar çok millileşirse, o kadar çok şahsîleşmiş olur. Ferdiyetten an­laşılan mâna, şahsiyet ise «millî terbiye, ferdiyetçi değildir» demek kat’iyen doğru olamaz. Millî terbiyenin gayesi, şahsiyet sahibi fertler yâni temsil edici yetiştirmektir «Türk çocuğu Türk milletinin içinde ya­şayacaksa, Türk milletinin kültürüne göre terbiye edilmelidir. Türk milleti yirminci asrın içinde yaşıyorsa, kültürü de yirminci asra men­sup bir kültür demektir. O hâlde, Türk çocuğu bu kültüre göre terbiye görmüş olur. Türkiye’de yapılacak en doğru bir inkılâp kültürü bıra­kıp medeniyete doğru gitmek değil, medeniyeti bırakıp kültüre doğru gitmek suretinde belirebilir.» Görülüyor ki, GÖKALP millî fertlerin yâni MİLLİYETÇİ FERTLERİN MİLLİ KÜLTÜR GIDASINDAN yeter­ce faydalanmasıyla yetişebileceğini ileri sürüyor ve de ayni zamanda, eğitim sisteminin de MİLLİYETÇİ BİR ZEMİN üzerine oturmasının şart olduğunu ortaya koyuyor.

SONUÇ :

GÖKALP’in bugün dahi geçerli plan görüş ve düşüncelerini az da olsa ortaya koymuş bulunuyoruz. Fakat, O’nun eğitim hakkmdaki görüş ve düşünceleri burada açıkladığımızdan ibaret değildir. Eğitim hak­kında daha pek çok teklifleri mevcuttur. O’nun Durkheim Sosyolojisi ve Türkçülük, İslâmcılık ve Muasırcılık üçlüsüne dayanan doktrini et­rafında oluşan eğitim kavranılan, yaşadığı çağın ihtiyaç ve şartlarına göre şekillenmesine rağmen, bugün de geçerliliğini koruyor olması, O’nun büyük bir sosyolog ve eğitimci oluşu bir kere daha ortaya çık­mış bulunuyor. GÖKALP’in Eğitim Sosyolojisi ve Felsefesi üzerinde araştırma ve incelemelerin, bilhassa ÜLKÜCÜ EĞİTİM UZMANLARI tarafından yapılması Türk Milliyetçiliğinin dinamizmine hareketlilik katacaktır.

KAYNAK: TÖRE Dergisi, Sayı : 44, Ocak 1975

Bibliyografya: Ziya GÖKALP, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Te­melleri (1), 1000 Temel Eser, İstanbul, 1973

Hasan TUNCAY, Ziya GÖKALP, Toker Yayınları, 1974 İstanbul.

Prof. Dr. Orhan TÜRKDOĞAN, Ziya GÖKALP Sosyolojisinde Ba­zı Kavramların Değerlendirilmesi, 1973 Ank.