# Etiket
##GENEL #EDEBİYAT

Bosna’daki Vatan (2) / Hilmi ÖZDEN

Bosna’daki Vatan (2)

Dr. Hilmi Özden

Bosna’nın içinde sular akıyor
Etrafa binlerce mezar bakıyor

Havaalanından SarayBosna şehir merkezine giderken yüzlerce binanın aradan yirmi yıla yakın zaman geçmesine rağmen savaşın kirlerini taşıması insana hüzün veriyor. Şehrin her tarafına serpilmiş beyaz mezar taşlarından meydana gelmiş mezarlıklar ise soykırımın ayrı tanıkları olarak mahzun ve çekilmiş ızdırapları seslendiriyor. Gerçeklerden bîhaber olanlar derler ki: cami, havra, kilise bir arada kardeş kardeş yaşar. Doğru devlet güçlü ise yaşar, güçsüz ise din savaşlarının önüne kolay kolay geçilemez. Bunun en yakın şahidini Bosna’da görebilirsiniz. İslâm’ın aydınlık evladı, Aliya İzzetbgoviç (1925-2002) diyordu ki:
“Allah bizi zor bir imtihandan geçiriyor. İnsanlarımız boğazlanıyor, kadınlarımız ve çocuklarımız öldürülüyor, camilerimiz yıkılıyor ve biz ne onların kadınlarını ve çocuklarınız öldürmek ne de kiliselerini yıkmak istiyoruz. Bunu yapmak istemiyoruz, çünkü, bazı istisnalar olsa da, bu bizim tarzımız değil. Bazı askerlerimiz burada ve bunu onlara söyleme fırsatı buluyorum. Bu herkese ulaştırmamız gereken bir mesaj. Kazanacağız; çünkü öteki dine, öteki ulusa ve öteki siyasi duruşa saygılıyız.
Çünkü, aklı başında ve dürüst insanlarız. Aslında, herhangi bir kutsal nesneyi tahrip etmemiz, bizlere, sarih bir biçimde yasaklanmıştır. Sırbistan’a dört asır boyunca Türkler hükmetmiş olmasına rağmen, bu yasaklama sayesinde, Deçani, Graçanica ve Sopoçani manastırları yerlerinde duruyorlar. Türkler buraları tahrip etmediler. çünkü inandığımız kitap, bu türden bir tahribatı reddediyor. insanlarımız bu kurala sadık kaldılar. Bu bizim zaferimizin anahtarıdır. Allah’ın yardımıyla kazanacağız, çünkü muayyen yasalara uyacağız.  Bazen askerlerimizle bazı problemler yaşıyorum. Şöyle diyorlar: neden intikam için bir şeyler yapmıyoruz? onlara: “yasalara saygılı olun ve işleri kendi mecralarına bırakın” diyorum. çalışması ve savaşması gerektiğine, ancak olaylara hükmedemeyeceğine inanan bir topluluğa mensup değil miyiz? İnsanlar tarihe hükmedemezler. tarihe Allah hükmeder ve O ne derse O olur…” (1)
Aliya’nın bu sözleri kulaklarımızda çınlarken, havaalanından şehir merkezine doğru yol alıyoruz.  Sağolsun Bosna Üniversitesinden Ajda hanım bizi havaalanından kalacağımız Hecco otele kadar bırakma nezaketini gösterdiler. Hecco, Başçarşıya yürüme mesafesinde idi. Bu konuk evinin şehir merkezinin daha büyük bir ana şubesi de var. Bizim kaldığımız ise üç katlı, küçük şirin bir mekandı. Üstelik Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in kabrinin olduğu şehitliğe beş dakikalık mesafede idi. Mustafa Beyle Aliya İzzetbegoviç’in kabrini ve caddenin karşısındaki Osmanlı mezarlığını ziyaret ettiğimizde ecdat’a ve Şanlı şehitlere ve Bilge Kırala karşı bir mahcubiyetlik hissettik.  Savaş döneminde Türkiyemizden ve muhtelif İslâm beldelerinden Boşnaklarla omuz omuza sırplara ve hırvatlara karşı savaşan yiğitleri hatırladık. Aliya’nın sade anıt mezarında bekleyen eli kalbi hizasındaki askeri gördüğümüzde bize şunu düşündürüyordu; savaşçı ve gönül eri aynı insanda cem olabilir. Gönlümüz size daima dostluk elini uzatır. Beyaz güllerle bezenmiş cennet bahçesini andıran bembeyaz mezar taşları arasında, şehitlerimize ve Bilge Kralın ruhuna Fatihalar okuduk.
Aliya İzzetbegoviç’i henüz Bosna savaşından önce “Doğu ve Batı Arasında İslâm” isimli eseriyle tanımıştım. Size bu kitap, felsefi derinliği olan  bir mütefekkiri sayfa sayfa gösteriyordu: “Kadere teslimiyet, kaçınılmaz olan büyük insanî ızdıraba dokunaklı bir cevaptır. O hayatı olduğu gibi idrak etmek ve her şeye sabır ve tahammül etmeğe bilinçli bir şekilde karar vermek demektir. Bu noktada İslâm, Avrupa felsefesinin sığ iyimserliğinden ve dünyayı mümkün olan bütün dünyalardan en iyisi olarak gösteren safdilane hikayesinden esaslı bir şekilde farklıdır. Teslimiyet kötümserliğin ötesinden gelen bir nurdur. (2)
“Bizim kadere fiilen teslim olmamız mevzubahis değildir. Çünkü kaderle olan münasebetlerimizin ancak ahlakî bir manası vardır. Teslimiyet insanın bir bütün olarak dünyaya ve kendi faaliyetine karşı iç tutumudur. Allah’ın iradesine teslimiyet, insanların iradelerine karşı bağımsızlık demektir. Allah’a itaat insana itaati meneder. Bu insan ile Allah arasında ve dolayısıyla insan ile insan arasında yeni bir münasebet teşkil etmektedir. Onun için kaderi kabul etmek kendini en büyük ölçüde hür hissetmektir. Bu öyle bir hürriyettir ki, kaderi yerine getirmekle, onunla ahenk içinde olmakla kazanılır. Mücadelemizi insanî ve makul kılan, ona telkin ve huzur damgasını vuran, herşeyin akibetinin elimizde olmadığı kanaatidir. Bize ait olan, gayret etmek, uğraşmaktır; netice ise Allah’ın elindedir. Binaenaleyh, bu dünyadaki hayatımızı hakikî manada anlamak, herşeyi ihata etmek ve herşeye hakim olmak hevesine sahip olmadan çabalamak ve doğduğumuz yer ve zamanı yani kaderimiz ve Allah’ın iradesi olan yer ve zamanı kabul etmeğe hazır olmak demektir. Teslimiyet, hayatın çözülemezlik ve manasızlığından insanî vakarlı tekçıkış yoludur- isyansız, yeissiz, nihilizimsiz, intiharsız tek çare…teslimiyet, hayatın kaçınılmazolarak getirdiği sıkıntılarda, alelâde bir insanın kendini kahraman gibi hissetmesi veya vazifesini yapmış ve kaderine razı olmuş bir şehidin zihniyetidir. İslâm, kanunlarına, emir ve yasaklarına, beden ve ruhtan talep ettiği gayrete gore değil; bunun hepsini kapsayan ve aşan bir şeye gore, marifetin bir anına, ruhun zamanla yarışma kuvvetine, varaloşun getirebileceği herşeye tahammül etmeğe, rızaya, yani tek kelimeyle teslimiyetin hakikatine gore öyle adlandırılmıştır. Ey teslimiyet, senin adın İslâm’dır. ” (2)
Hayatına baktığımızda, Aliyanın kendisiyle aynı isimli dedesi İstanbul-Üsküdarda askerlik yaparken tanıştığı Türk kızı Sıdıka hanımla evlenir. Bu evlilikten 5 erkek çocuk dünyaya gelir. Bilge kralın babası bunlardan Mustafa olanıdır. Aliya, lise yıllarında “Müslüman Gençler Kulübü”nün (Mladi Müslümani) aktif üyesidir. Boşnak gençler arasında eğitim ve düşünce faaliyetlerinde bulunur. Hem faşistlere hem komünistlere karşı mücadele eder. II. Dünya savaşında çetnik sırplar almanlarla birlikte 100.000 Boşnağı katletmişlerdir. O acılar yetmezmiş gibi,  komünist rejim döneminde de 1949 yılında islâmî faaliyetleri nedeniyle 5 yıl hapiste yatar. 1983 yılında “İslâmî Manifesto” isimli eseri yayınlanır. Bu eser sebebiyle maalesef tutuklanır, beş yıl hapiste tutulduktan sonra 1988 yılında serbest bırakılır. “Doğu ve Batı Arasında İslâm” isimli ünlü eserini hapiste hazırlar. Sonra Bosna-Hersek Özerk Cumhuriyeti’nde Demokratik Eylem Partisi (SDA) isimli bir siyasi parti kurar. Aliya 1990 seçimlerini kazanır ve cumhurbaşkanı olur.
Bilindiği üzere, Bosna-Hersek 1 Mart 1992’de bağımsızlığını ilan etti. Buna karşı iç savaş başladı ve Avrupa’nın büyük ordularından Yugoslavya Federal Ordusu, Bosna sırp çetnikleri destekledi. Bosna’da katliam ve göçler arkası arkasına geldi. 1.000.000 müslüman göç etti, yaklaşık 250.000 can kaybı oldu, hâlâ kayıplar da  bulunamadı. Hırvatları ve sırpları destekleyen dış güçler Avrupa’nın ortasında müslüman bir yurt istemiyorlardı. Fakat Boşnak müslümanların kahramanca mücadelesi ve Aliya İzzetbegoviç gibi bir liderlerinin olması, Bosna-Hersek’in topyekün soy kırıma uğramasını engelledi. Katliamların en insafsızlarına Avrupa ve ABD seyirci kaldılar. Nihayet kan göz yaşı katliamlardan sonra ABD’nin dayatması ile Boşnakların lehine olmayan Dayton Antlaşması 1995 yılında imzalandı. Aliya İzzetbegoviç, son nefesine kadar vatanı ve halkı için çalıştı. Fakat  2000 yılında görevinden bir veda konuşması yaparak  ayrıldı.
Aliya İzzetbegoviç, SDA’nın genel kurulu’ndaki veda konuşmasında şunları söylüyordu:
“Selam sana ey halkım!”
“Bu günleri gösteren yüce Allah’a hamd ediyorum. Tarihimizi kanımızla yazdık. Evlerimiz yakılıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert değildi, alçakça katliamlar yaptılar. Yapılan katliamları dünya şimdilerde ortaya çıkartılan toplu mezarlardan anlamaktadır. Bu gerçekleri haykırmıştık, duyan olmamıştı. Tüm acılara rağmen çok şükür ayaktayız. Yıkılan ev ve camilerimizi yeniden inşa ettik. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Onlarla inşallah cennet’de buluşacağız, onları Allah’ın ve meleklerinin huzurunda şanlı direnişlerinden dolayı kutlayacağız. Gelinen noktada herşey bitmiş değil, yeni başlıyoruz. Başlattığımız mücadelede eksiklikler olmasına rağmen bir yerlere geldik. Bundan sonra görev sizlerindir. İlerleyen yaşım ve sıhhatim nedeniyle aktif siyaseti bırakıyor, bir nefer olarak ömrümü halkıma hizmet etmek isteyen siyasilere destekle yaşayacağım. Allah’a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayrağı teslim edeceğim inanmış yüzbinler var. Artık Bosna Hersek hür ve bayrağımız kendi topraklarımızda dalgalanıyor. Selam sana ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın.”
Mezar taşında sıfat olarak Cumhurbaşkanı değil,  Abdullah (Allahın kulu) Aliya İzzetbegoviç yazıyordu.
Hilâl ve zambak mezarların süsü idiler.  Çoğunluğunun şahadet tarihi 1994 olan şehit evlatlarının arasında Aliya yatıyordu. İnanıyoruzki onlarla sohbet ediyordur. Bizlere ise veciz sözlerinden birini sesliyordur: “Düşmanlarımıza tek bir borcumuz var: Adalet!” Hergün kabrinde nöbet tutan Boşnak askeri bulunuyor. Bilge Başkanlarının istirahatgahını, vatan toprağına kazarken kazma kürek kullanmamışlar, kabrini elleriyle açmışlar. Mezar toprağına Fatih Sultan Mehmet Han’ın türbesinden de toprak getirilmiş. İnsanlar, Aliya  öldüğü andan itibaren gök yüzünü yağmur yağmur ağlarken görmüşler. Ruhu şad olsun. Vatana mühür olanlara ne mutlu. Onlar ki yeryüzünde cennetlerin temsilcileri idiler. Uçmağa vardılar, Hakk ile idiler Hakka ayrılmamacasına kavuştular.

Kaynaklar:

1. Aliya İzzetbegoviç. Bosna Mucizeleri-Konuşmalar. (çeviren: : Fatmanur Altun/ Rıfat Ahmedoğlu )yöneliş yayınları.2003.s. 34-35.

2. Aliya İzzetbegoviç. Doğu ve Batı Arasında İslâm. (çeviren: Salih Şaban) Nehir yayınları. 1987. s.399-400.

Hilmi Özden

26. Ekim. 2012

 

Leave a comment