Dr. Hayati BİCE: ALPARSLAN TÜRKEŞ, AZERBAYCAN VE TÜRK YURTLARI
ALPARSLAN TÜRKEŞ,
AZERBAYCAN
VE TÜRK YURTLARI
Dr. Hayati BİCE
1944 yılında henüz genç bir üsteğmen iken “Turancılık suçlaması” ile mahkemeye çıkartılan Alparslan Türkeş, MHP lideri olarak tarihe geçen siyaset hayatı boyunca Türk Dünyası’na gösterdiği hassasiyet ve Türkiye dışındaki Türklerin hürriyet mücadelelerinin önderlerine verdiği destek ile hatırlanır. Sovyet Rus İmparatorluğu’nun dağılması sonrasında bağımsızlığına kavuşan Türk cumhuriyetlerine yaptığı seyahatlerden kalan resimler arasında bazıları benim için özel anlam taşır.
Bu resim karelerinden ilkinde Kazakistan’ın Türkistan şehrindeki Hoca Ahmed Yesevî türbesini ziyaret ettikten sonraki anları fotoğraf makinalarına kaydedilen Türkeş’in simasında ‘Pîr’inin huzuruna kabul edilip icazet alan bir derviş’ itminanı görürüm.
Bir diğer kare, Azerbaycan’ın Azadlık Meydanı’nı dolduran yüzbinleri Azerbaycan’ın bağımsızlık sürecinin önderi Ebulfez Elçibey ile birlikte selamlarken yüzüne yayılan geniş gülümseme karesidir. Meydana gelirken Elçibey ile birlikte yürüyen halkın içerinden yükseltilen bir pankart da unutulmaz: “Böyük Türk Dünyasının Qurd Oğlu Alp Arslan Türkeş Ata Yurduna Hoş Geldi!” Bu pankartı hazırlayan Azerbaycanlı kardeşimiz Yesevîlik yolu mürşidlerine “Ata” unvanı verildiğinden de, bir yazım hatası olarak ‘ata’ ile ‘yurd’u ayırarak bana “Türkeş Ata” deyişini ilham edeceğinden, Türkiye’de “Başbuğ” olarak ünlenen Alparslan Türkeş’e “Türkeş Ata” unvanının nasıl da yakışacağından elbette habersizdi.
1970’li yıllarda Kırım Türk-Tatarları’nın Vatan-Kırım’a dönmesi için ölüm orucuna yatan Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu’nu Ankara’daki MHP Genel Merkezi’nde kucaklayan Türkeş Ata’nın yüzündeki, “Başbuğ Baba şefkati” de unutulmazdır. Afganistan’daki Türklere “Güney Türkistan” kavramını cihad cephelerinde öğreten şehidimiz Azad Bek Kerimî’yi kabulündeki resim bir çaresizlik hüznüdür.
Alparslan Türkeş’in Sözleri
Türkiye’de Türk milliyetçiliğinin halka mal edilmesindeki rolü artık tarihî bir gerçek olarak kayda giren Alparslan Türkeş imzası ile yayınlanan kitaplarında da Türkiye dışında yaşayan Türk soylu insanlara daima yer vermeye özen göstermiştir. Türkçülük ve Turancılık ise O’nun hayatının anlamını teşkil eder. Türk siyasetinde, ilk kez bir felsefî çerçevesinde bir program sunan 9 Işık kitabından bir alıntı ile örnekleyelim:
Ümmetçilik ve Osmanlıcılık fikrinin de iflâsı ile yeni bir fikir olarak Türkçülük doğdu: “Türk’e Türk’ten başkasından fayda yoktur.” Çünkü Osmanlıcılık var diyerek Balkanlar’a, Suriye’ye; Hicaz demiryolları ve diğer alt yapı tesisleri yapıldı. Ama Anadolu fakir kaldı. Bakımsız perişan bir vaziyetteydi. Ve bu noktadan itibaren bu fikir doğdu. “Biz kendimize dönelim” dediler. Aynı zamanda Türkiye dışındaki Türkler de harekete geçti. Birbirleri ile irtibat kurdular, gazete, dergi çıkardılar. Bunlar “Biz Türk’üz! Türk’e Türk’ten başkasından fayda yok, biz kültür bağlantımızı kuvvetlendirip birlik olalım» dediler. Ve böylece Türkçülük akımı başlamış oldu. Turancılık, Turan asıllı bütün milletlerin, kavimlerin bir devlet, bir bayrak altında birleşmesi fikridir. Halk dilinde ise Turancılık Azerbaycan, Kerkük, İran, Kırım, Türkistan Türklerinin birleşmesidir. Pantürkizm (Türk Birliği) akımı ortaya çıktı. Yine bir takım Türk aydınları bu Pantürkizm sınırlarını geniş buluyorlardı. Bunlar “sadece Türkmenleri (Oğuzları) birleştirmeli” diyorlardı. Buna da sadece Pantürkmenizm (Türkmen Birliği) adı verildi. Osmanlıların son zamanlarında bu fikirler kuvvet buldu. Bu Türk birliği fikrinin yayılmasında okul vazifesi gören Türk Ocakları’dır. Bu Türk Ocağı mensupları fikirde, dilde herşeyde Türkçülük esasını kabul ediyorlardı. Ecnebi şehir isimlerini biie değiştirmişlerdi. Meselâ, İstanbul’a Akkurum demişlerdir. Burada öncü Ziya Gökalp’tir.
Osmanlı Devletinin son devirlerinde idareciler bu fikirlerin hepsinin tesiri altında kalmışlar ve bu fikirleri kapsayan karışık bir politika gütmüşlerdir. Ümmetçilik icabı bir taraftan İngilizlere karşı Hint, Mısır Müslümanlarını ayaklandırmışlar; bunun için heyetler göndermişler, diğer taraftan Türk Birliği davâsı gütmüşlerdir. Bu didinmeler sonunda İmparatorluk çökmüş ve Türk Milleti daha Mustafa Kemal Anadolu’ya geçmeden çeteler halinde Anadolu’da çarpışmaya başlamışlardır. İlk anda lidersiz bir savaş! Bu görülmemiş bir şey, Türk Milletinin kendine has bir özelliğidir. Sonunda Atatürk ve diğer kumandanlar Anadolu’ya geçip orduyu organize etmişler ve Türkiye’yi kurtarmışlardır. Bundan sonra da Türk Milliyetçiliği akımı doğmuştur. O zamanın aydınları diyorlar ki: “Biz perişan olmuşuz, şimdi Türk Birliği desek dünya, devletleri buna tepki gösterecekler, zaten bunu gerçekleştirmek için elde imkân yok, o halde evvelâ Türkiye’yi kurtaralım, ve dış Türkler, diğer Müslüman milletler kendi başlarının çarelerine baksınlar.”
Biz bunlara karşı Türkiye’nin yücelmesini, güçlü olmasını sağlayacak fikri ortaya attık: Dokuz Işık. Bu fikri bir siyasî partide aksiyon yaptık. Bu, Türk milletini sevmek, Türk’e bağlanmak, Türk gibi düşünmek, Türk milletini yüceltmek, Türkiye’ye zarar vermemek kaydı şartıyla dış Türklerle ilgilenmek, onların bağımsızlığını kazanıp, kalkınmasına yardımcı olmaktır. Asla silâha sarılıp etrafa saldırmak değildir. Bu şartı tekrar ediyorum: Türk Milleti’nin son bağımsız kalesi olan Türkiye’mize zarar vermemek kaydü şartıyla onlarla ilgileneceğiz.”
9 Işık’ın Milliyetçilik kuralının bir ayağını da Türk yurtlarında yaşayan insanlarımızla ilişkili duyarlılık teşkil eder:
“Milliyetçiliğimizin diğer bir icabı da şudur: Dünyanın neresinde bir Türk varsa, bizim ilgimizin şumûlü içine girer, onunla ilgileniriz. Bugün yeryüzünde tarihin hiçbir devrinde devlet kuramamış, medeniyetin gelişmesine hizmet edememiş insanların bile insan hak ve hürriyetlerinden yararlanmak yolunda gayret gösterdikleri, istiklâllerini kazandıkları, Birleşmiş Milletler Anayasası’nda ve insan Hakları Beyannamesi’nde gösterilen haklara sahip oldukları gözler önünde dururken, insanlığa ve medeniyetin inkişâfına en büyük hizmetleri yapmış bulunan, tarihin gördüğü en büyük millet olan Türk Milleti’nin yabancı esareti altında yaşayan kısımlarıyla ilgilenmek, onların da insanlık şeref ve haklarına sahip olmalarını istemek millî ve insanî bir vazifemizdir.”(…)
Azerbaycan, Kırım, Batı ve Doğusu ile Türkistan, Kerkük, Kıbrıs, Batı Trakya ve daha bir çok yerlerdeki Türkleri daima gönlümüzde yaşatmak ve oralardan Türkiye’ye gelenlere karşı kucağımızı açık bulundurarak onlarla her yönden sımsıkı bağlar kurmak lâzımdır.
Türkeş Ata, Türk Birliği anlamında kullandığı Turan ve Turancılık kavramlarını tarihî arkaplanlarına işaret açıklar ve Turancılık fikrini açık yüreklilikle savunarak bu fikre karşı çıkanların ‘Türk düşmanı’ olduklarını vurgular:
Osmanlı’nın çöküş devrinde Türkiye’de baş göstermiş olan gayrı-Türk unsurlar arasındaki ayrılık arzuları, Türkiye’de Osmanlı sınırları dışında kalmış olan diğer Türklerle birleşmek ve onlarla Türk Birliği şeklinde bir varlık meydana getirmek fikirlerini ortaya çıkarmıştır. Bu fikirler yalnız Türkiye sınırları içerisinde bulunan Türkler arasında değil, Türkiye sınırları dışında bulunan Türkler arasında da doğup yayılmış ve bunlar karşılıklı birbirlerini bulmuşlardır. Kırım’da İsmail Gaspıralı, Kazan’da başkaları, Başkurt memleketinde daha başka Türkler, Azerbaycan’da başkaları, Türkistan’da başkaları… Yer yer orada bulunan Türk toplumları da kendilerini yabancı boyunduruğundan kurtarmak ve birbirlerinin aynı olan, başka başka parçalar halinde bulunan toplumlar birebirleriyle kültür bağları kurmuşlardır. Bunun neticesi olarak da o günlerde memleketimizde bir Pantürkizm siyasî fikir cereyanı yayılmış ve devlet adamlarına kadar bu fikir ulaşmıştır. Turancılık fikri ise, daha geniş bir saha bulmuştur. Macarlar, Finler, Polonya’da yaşayan Mişerler yani Turan asıllı olan birçok milletler bu fikri evvelâ ortaya atmışlardır. Macarların böyle bir fikir ortaya atmalarında güttükleri gaye; bilhassa o gün için kendileri Slav baskısıyla Germen baskısı arasında sıkışmış kalmışlardır. Kendi asıllarının Turan aslından, Turan kavminden olduğunu düşünerek böyle bir fikir ortaya atmışlardır. Bütün Turan asıllı olan milletlerin, kavimlerin bir birlik kurması fikri, ki bu fikir Türkiye’de çok taraftar bulmuş değildir, nihayet ilim kitaplarında yer almış bir fikirdir. İlmî anlamındaki Turancılıkla bu milletler kendilerini Slav ve Cermen boyunduruğundan kurtarmak istediler.”
“Türkiye’de Turancılık görüşleri hakkında yalan yanlış iddialar ortaya atılmış ve Turancılık düşüncesi, Turancılık fikri kötü, zararlı bir düşünce olarak Türk Milletine tanıtılma yoluna gidilmiştir. Ruslar için Panislavizm neyse, Almanlar için Pancermenizm neyse, Araplar için Arap Birliği neyse, Türkler için de Turancılık odur. Ruslar için suç ve kusur olmayan, Almanlar için suç ve kusur olmayan, Araplar için suç ve kusur kabul edilmeyen, daha birçok milletler için suç ve kusur kabul edilmeyen kendi milletinden olan insanların kölelikten kurtulması ve yakın kültür birliği içinde, yakın işbirliği içinde bir varlık haline gelmeleri düşüncesi, ülküsü Türkler için neden kötü gösteriliyor? Neden bir suçmuş gibi Türk kamu oyuna takdim ediliyor? Hiç şüphesiz bunu yapanların bir kısmı kendi hasis siyasî menfaatleri için Türk Milletinin bu büyük ülküsünü istismar etmişler, kötülemişlerdir. Diğerleri de Türk düşmanlarıdır. Yabancı kölelik rejimlerinin içimize sokulmuş kölelik tellâllarıdır ki, bunlar Turancılık düşüncesinin baş düşmanlarıdır. Her yerde bu fikri gülünç göstermeye, bu fikrin Türkiye için tehlikeli olduğunu göstermeye çalışarak Türk Milletinin gücünü meydana getiren millî düşünceyi tahrip etmek çabasını göstermişlerdir.”
Gençliğinde milliyetçi edebî dergilerde şiir ve yazıları yayınlanan Alparslan Türkeş, “Irkçılık-Turancılık” dâvası diye adlandırılan dâva sebebiyle Mayıs 1944’te tevkif edilmiş, muhakeme neticesinde, Nisan 1945’te beraat ederek tahliye edilmiştir. Ata, “Irkçılık-Turancılık” davâsında yargılanırken kendi Turancılık anlayışını tanımlar:
“Turan bütün Türklerin birliğidir; Türk birliğinin unsurları, yalnız Asyadakiler değil, bütün Türklerdir. Ruh birliği, gelenek birliği, kültür birliği ve iman birliği… Benim anlayışıma göre Turan, Azerbaycan, Türkistan, Kırım, Kafkasya, Yunanistan, Bulgaristan ve diğer yerlerdeki bütün Türkleri de kapsayan bir mefhumdur.”
1969 yılında MHP adını alan siyasi partinin lideri olarak Türk Birliği, Turancılık fikrini siyaset meydanlarına taşıyıp halkın öz evlâdı olan ülkücü gençliğe -ve giderek halka- mal etmeye başlayınca ‘bazı’ çevrelerin “ırkçı”-“kafatasçı” suçlamalarına maruz kalan Türkeş Ata, “Türkiye’nin Meseleleri” kitabının sayfalarından dünyaya haykırır:
“Duymayanlar duysun: Irkçı değiliz. Fakat biz dünyanın değil, kâinatın neresinde bir Türk varsa onunla ilgilenmeyi, ona sevgi beslemeyi bir görev sayıyoruz. Milyonlarca esir Türkün bulunduğu dünyanın bu haliyle huzura kavuşacağına inanmıyoruz. Bunun için bütün Türklerle ilgileniyoruz.”
Günümüzden nerdeyse 50 yıl önce, 1974 yılında yayınlanan “Temel Görüşler” kitabının “Dış Türkler Meselesi” başlıklı kısmında ise şu satırlar kayıtlıdır:
“Bugünkü Türkiye sınırı dışındaki Türkleri ne yapacağız? Bu zamana kadar milleti idare eden kişilerimiz dış Türklerle ilgilenmeyi hep zararlı bulmuşlardır. Bu yanlış bir görüştür. Dünyanın neresinde Türk varsa, Türk milliyetçilerinin ilgileri içindedir. Dış Türkler için elden ne gelirse yapmayı Türk milliyetçilerinin boynuna borç sayarız. (…) Dış Türkleri kurtarmak istemek bazılarının savunduğu gibi emperyalizm değildir. Emperyalizm, yabancı devletleri işgal etmektir. Dış Türklerin kurtuluşunu, hür olmalarını istemek bizim meşru hakkımızdır. Ve bu hak, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı tarafından korunmaktadır.
Çağımızda, milletlerarası münasebetlerde, kültür yayılması ve dostlukla sokulma hareketleri geniş uygulama görmektedir. Her devlet kendi kültürünü kabil olduğu kadar geniş sahalara yaymak için gayret harcamaktadır. Bu sayede büyük iktisadî, stratejik ve siyasî menfaatler sağlanması kolay olmaktadır. Biz de imkânlarımız ölçüsünde bu konu üzerinde durmalıyız. Bunun ilk safhası Türk kültürüne bağlı toplulukları desteklemek, kuvvetlendirmek ve onlarla sıkı münasebetler içinde bulunmaktır. Buna karşılık da, yabancı kültürlerin yurdumuzda yayılmasına karşı dikkatli ve plânlı olmalıyız.”
Sözlerini “Dış Türklere ilgisizlik devam etmektedir” ara başlığı ile sürdüren Türkeş Ata, Türk yurtları tarihini özetleyerek Balkanlardaki Türklerin durumuna değinir:
“Türk Milleti tarihin en eski çağlarından bu yana, hattâ doğduğundan beri esaret hayatını kabul etmemiş, hiç bir düşmana boyun eğmemiş, şan ve şerefiyle yaşamış bir millettir.
Birinci Cihan Savaşı sonunda milletdaşlarımızın büyük bir kısmı, çeşitli andlaşmalarla eskiden bizim topraklarımız olan şimdiki Bulgaristan, Yunanistan ve Rusya’da kalmışlardır. İlk sulh zamanlarından bu yana; esir olmayan ve esir sayılmayan bu Türk-Müslüman kardeşlerimize yapılan işkence ve eziyetler gün geçtikçe artmaktadır. Bilhassa Rodop Türklerine yapılmakta olan insanlık dışı zulümler artarak sürmektedir. Daha bundan 50-60 sene önce Batı Trakya’daki nüfus nisbetimiz % 85 olduğu halde bugün bu oran % 15’in çok altına düşmüş bulunmaktadır. Yunan idaresi altında, bulunan vatandaşlarımıza benliklerini unutturma siyaseti güdülmektedir. Bu amaçla da günlerce su içinde bekletme, namuslarına tecavüz, dil ve burunlarını kesme ve daha nice akıl almayacak işkenceler yapılmaktadır. İsmini değiştirmeyenlere diploma verilmemekte, Türk çocukları gerekli kültürün bir zerresini dahi alamamaktadırlar. Bizden yardım, destek ve güven istiyorlar. Durum defalarca ilgili makamlara iletilmiştir. Hükümetlerimizin hâlâ bu konuda ne düşündüğünü açıklaması ve Yunan hükümetine “dur” emrini vermemesi veyahut da az da olsa misilleme yapmaması bizleri son derece şaşırtan ve o nisbette de üzen bir durumdur.
Oysa ki Lozan andlaşmasıyla Yunanlılar; buralara Yunan nüfusunu yerleştirmek yoluna gitmeyecekler, nüfus nisbeti değişmeyecek, Türklere baskı yapılmayacak, onların yaşayışına müdahale edilmeyecek, Türkçe serbestçe konuşulacak, Türk okulları açılabilecek, okullarda Türk kültürünün verilmesi engellenmeyecekti. Şu durumda Lozan andlaşmalarının bütün maddeleri ihlâl edilmiş bulunmaktadır. Meseleye eğilecek milliyetçi hükümetlere ihtiyaç vardır.”
Bir diğer eserinde ise Türkiye dışındaki Türklerle ilgilenmenin Türkiye yöneticileri için bir görev olduğunu vurgular:
“İster Türkiye içinde, ister dışında, ister evrende nerede olursa olsun Türk milliyetçisi, oralardaki Türklere karşı ilgi ile, saygı ile doludur. Madem ki bizim milletimizdendir, onlarla bizden başka kim ilgilenecek? Onlarla ilgilenmeliyiz.”
“Türkiye dışındaki Türkler ile ilgilenmek milliyetçilik anlayışımızın bir prensibidir. Yalnız bu prensibin işlemesi bir şarta bağlıdır: Onlarla ilgileneceğiz ama onlara sevgi göstermek hiç bir şekilde Türk Devletine ve milletine zarar vermemelidir. Bu şarta bağlı olmak kaydıyla onlarla ilgileneceğiz. Eğer zarar doğacaksa derhal bu münasebetlerden vazgeçeceğiz. Neden? Çünkü, Türkiye yeryüzündeki Türklerin tek bağımsız devletidir. Onu hiç bir tehlikeye sokmamak, büyük Türklük fikrine en büyük hizmettir.”
“Bugünkü Türkiye sınırı dışındaki Türkleri ne yapacağız? Bu zamana kadar milleti idâre eden kişilerimiz dış Türklerle ilgilenmeyi hep zararlı bulmuşlardır. Bu yanlış bir görüştür. Dünyanın neresinde Türk varsa; Türk milliyetçilerinin ilgileri içindedir. Dış Türkler için elden ne gelirse yapmayı Türk milliyetçilerinin boynuna borç sayarız. Fakat bunun için şartlarımız vardır. Baş şart Türkiye’nin tehlikeye sokulmamasıdır. Çünkü bütün dış Türklerin kurtuluşu Türkiye’nin varlığına bağlıdır.
Dış Türkleri kurtarmak istemek bazılarının savunduğu gibi emperyalizm değildir. Emperyalizm, yabancı. devletleri işgal etmektir. Dış Türklerin kurtuluşunu, hür olmalarını istemek bizim meşru hakkımızdır. Ve bu hak, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı tarafından korunmaktadır.
Çağımızda, milletlerarası münasebetlerde, kültür yayılması ve dostlukla sokulma hareketleri geniş uygulama görmektedir. Her devlet kendi kültürünü, kabil olduğu kadar geniş sahalara yaymak için gayret harcamaktadır. Bu sayede büyük ekonomik, stratejik ve politik menfaatler sağlanması kolay olmaktadır. Biz de imkânlarımız ölçüsünde bu konu üzerinde durmalıyız. Bunun ilk safhası Türk Kültürüne bağlı toplulukları desteklemek, kuvvetlendirmek ve onlarla sıkı münasebetler içinde bulunmaktır. Buna karşılık da, yabancı kültürlerin yurdumuzda yayılmasına karşı dikkatli ve plânlı olmalıyız.
Bu cümleden olmak üzere, TRT’nin daha kuvvetli ve yeni tesislere kavuşturulmasının önemini belirtmek isteriz. Bugünkü durumu ile, yurdumuzun birçok bölgelerinde TRT yayınları güçlükle dinlenmekte ve bizim yayınlarımızın yerini, yabancı kötü maksatlı yayınlar almaktadır. Yayın programlarımızın da daha etraflı düzenlenmesi gereklidir. Sınırlarımız dışında bulunan Türk kültürüne bağlı topluluklar için özel ve devamlı yayınlar yapılmasına önem verilmelidir.”
Türkiye dışındaki Türkler, Türkeş Ata’ya göre ülkemizi de güçlendirecektir:
“Dış Türkler hazır Türk kültürünün temsilcileridir. Türkiye onlardan ne isteyecek olursa, onlar bunu kanları pahasına yaparlar. Yabancılar neo-koloniyalizm yolu ile başka ülkelerde kendilerini seven insan yetiştirirken, biz çeşitli ülkelerde tutsak bulunan ve bizimle irtibat kurmak için çırpınan dış Türklerden faydalanmıyoruz!.. Dış Türklerle ilgilenmek menfaatimiz icabıdır.”
Türkeş Ata’nın “Gönül Seferberliğine” adı ile yayınlanan kitabında Türk Birliği yolunda yapılması gerekenler bir bir sıralanır. Önce kültür alanında birlik hedeflenecek ve dünya şartları kollanarak bu kültür birliğinin siyasî Türk Birliği’ne dönüşmesi için zaman ve zeminin uygun olması beklenecektir:
“Türk Birliği sistemli çalışmak, fırsat kollamak ve her şeyden önce Türkiye’yi korumak ve yükseltmeğe çalışmak suretiyle bir gün elbet hakikat olacaktır.
Zaman zaman, hasis ve sinsi emellerin esiri bulunan bazı kimseler, bunu Türkiye’yi hemen Rusya’ya ve Türklerin yaşamakta oldukları diğer memleketlere taarruza ve harbe sürükleyecek bir mâcera fikri olarak göstermeğe yeltendiler. Türk birliği fikrini güdenleri, Türkiye’yi kudreti dışında işlere sokarak felâkete yuvarlamak ve “memleketi yıkmak için bire bir çare”yi bulmuş olmakla itham ederek haklarında her çeşit iftira, hakaret ve işkenceyi reva gördüler. Halbuki Türk birliği ülküsünü taşıyan, îman sahibi insanlar, Türk milletinin sahip olduğu kudret ve imkânları, gayet iyi hesaplayabilen kimselerdi, Sahip oldukları millî şuur, fikir ve ilim kabiliyetleri, Türk milletini her türlü maceralardan korumak gerektiğini bilmelerine imkân sağlayacak durumda idi. Bunların hiç birisi memleketin harbe sürüklenmesini ve bugünkü sınırlar dışında mevsimsiz olarak gayretler sarf edilmesini istemek şöyle dursun, hatırından bile geçirmiyordu.
Türk birliği fikrini güdenlerin ülküsü:
- Önce her türlü insanlık haklarından mahrum edilmiş bulunan ve işkence ile imhasına çalışılan esir Türklerin neşriyat ve propaganda yolu ile haklarını korumak.
- Diplomasi yolları ile bunlara her çeşit yardımı sağlamağa çalışmak.
- Arada, imkân nisbetinde kültür birliği kurmağa çalışmak ve bunu kuvvetlendirmek.
- Esir bulunan Türk yurtlarının ayrı ayrı istiklâl kazanarak, hür milletler topluluğu içinde lâyık oldukları yerleri almalarını sağlamağa çalışmak.
- Esir bulundukları ülkelerden, mülteci ve muhacir olarak gelenleri sıcak bir ilgi ile karşılayıp her çeşit yardımda bulunmak gibi günün realitesi ile telifi kabil olan yakın hedeflere ulaşmağa çalışmaktan ibaretti. Bundan başka uzak bir hedef olarak da bağımsızlıklarını alacak Türk ülkelerinin ilerde aralarında sağlam bir kültür birliği kurduktan sonra beraberce verecekleri bir kararla, büyük bir Türk Birliği meydana getirmeleri dileği gelmekte idi.
Şimdi bu düşüncelerde, Türk Milleti için acaba ne gibi zarar bulunabilir?”
***
Türkeş Ata Farkı
Alparslan Türkeş’in bu Türk Birliği, Turancılık söylemlerini dile getirdiği dönemde Sovyetler Birliği’nin dünyanın iki süpergücünden birisi olduğunu ve Sovyet Rus İmparatorluğu ile Çin esaretindeki Türkler ile bırakın siyasî ilişkileri insanî iletişim kanallarının dahi, sımsıkı kapalı olduğunu, sistem içerindeki Türk soylu insanların büyük kısmının “Demirperde“ ardında tutsak olduğunu hatırlamalıyız. Bunları hatırladığımızda, o yıllarda Özbekistan’da sürgünde bulunan Kırım Türklerinin anavatanlarına dönüş mücadelesini verirken yargılanıp Sibirya’ya sürülen ve tutsak tutulduğu hücresinden Türkeş Ata ismini işiten Kırımoğlu’nun; Türkçü eğilimleri nedeniyle üniversitede izole edilmiş bir bilim adamı olan Ebulfez Elçibey’in Türklük yolunda mücadele azminin beslendiği kaynakları da anlayabiliriz. Azad Bek için yapılabilecek bir yardımın ne kadar önemli olduğunu o günün ikidar sahipleri keşke Türkeş Ata’nın binde biri kadar anlayabilmiş olaydılar…
3 Mayıs 1992 günü Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de Azadlık Meydanını “Başbuğ Türkeş” diye inleten Türk oğulları-kızları bugün Karabağ’ın azadlığı için savaşanların en ön saflarındadır. Hoca Ahmed Yesevî türbesinde Türk yurtlarının esenliği için ellerini açarak dua edip bu ziyareti kendisine nasib eden Rabbine şükreden Türkeş Ata, doğduğu toprakların Rum eline geçmesi tehlikesini bertaraf edenlere de dua etmişti. Bu vesile ile bu yazıda isimleri geçen -ve şimdi âlem-i ervahta yaşayan- Türklüğün yiğit oğulları, Tanrı’nın has kullarına rahmet diler, Yesevî Ata himmeti ile Hak Teala’nın rahmetine gark olduklarını ümid ederim.
Ruhları şad olsun.
NOT: Yazımdaki Alparslan Türkeş’in 1992 yılında Yesevi türbesini ziyaret resmini ileten Prof. Dr. Vahit Türk’e teşekkür ederim.
_____________________________________________
KAYNAK:
ALPARSLAN İMZALI TÜM KİTAPLAR
Online okuyabilir ve bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
https://ulkucubellek.com/category/ekitap/basbug-ekitap/
* Türkeş Ata 3 Mayıs 1992 Azadlık Meydanı’nda:
https://www.youtube.com/watch?v=8dY5DvQDDGo