# Etiket
#Emine IŞINSU #Kitabiyat #Kültür/Sanat #VEFA DEFTERİ

Metin Kayahan ÖZGÜL: “SANCI” ÜSTÜNE NOTLAR

“SANCI” ÜSTÜNE NOTLAR

Metin Kayahan ÖZGÜL

TÖRE- 139, Aralık 1982

Bir zamanlar, kısa ve takat, şirin bir hikâye okumuştum. Adı, «Şâir Kız Ve Kelebek» (*) ti. Hiçbir şey iddiâ ve isbât etmez gibi görünüyor idiyse de bu hikâye; bir rûhun o zamana kadar akadurduğu telâkkiler mecrâından saptığını, bir fikrî binayı dinamitle­yip yeni bir şekil ve üslûp ile tekrar inşâya başladığını göstermesi bakı­mından çok mühimdir.

Hikâyede; kırmızı bir çember (fildişi kule) içinde şâirliğini yaşa­yan, çirkinlikleri kapayıp yaldızlar­la, pembe tozlarla «kamufle» eden bir şâir kız ve onun süslü bir kelebe­ği (muse) vardı. Hikâyeye üçüncü şahıs olarak karışan yazar ise; bu gös­terişli renklerden, sun”î ve tantanalı dünyâdan kaçıp uzaklaşıyordu.

İlgimi çeken nokta; hikâyenin konusunda aktarılan san’at görüşü yanında, bu görüşün hikâyenin yazarı ile olan münâsebetiydi. Eserin mu­harriri Emine IŞINSU’ydu ve hikâye­si de edebiyat hayâtının ilk manifes­tosunu oluşturuyordu. 1956’da hem «şâir kız», hem de «şiiriyyetten kaçan yazar» olan Işınsu. bu devreyi mütea­kiben; bir kozadan sıyrılış, bir içtimai­leşme. fertten millete yöneliş ve hattâ siyâsîleşme yönünde san’at dünyâsını değiştirdi. Bu ekstraversiyon hâdisesi­nin merhalelerini, Emine Işınsu’nun her eserini bir kilometre taşı farz ede­rek sıralayabiliriz: Dramdan romana geçişte ferdiyetçilik; ilk romanlarda fertte doğan ictimâî mes’eleler ve Ak Topraklar’dan sonraki devrede ise, ictimâî mes’elelerden doğan fert ön plândadır. Sancı, Işınsu için, işte böy­le yeni bir gelişmenin romanıdır.

Eser, 1970’in 18 Mart’ında baş­lar. Devir; anarşinin, terörün, komü­nizmin dal-budak saldığı, «her tezin bir de anti-tezi doğar» umdesi mûcibince, «devrimci» gürûhuna karşı bir de «ülkücü» gençliğin teşkilâtlanma­ğa başladığı devirdir. Emine Işınsu ise, aynı sıralarda Devlet Mecmûası’nda çalışmaktadır. Sancı romanında adı geçen bâzı kişilerle doğrudan bir dostluğu, bir fikir ve iş münâsebeti vardır.

Devri ve devir içinde Işınsu’nun etkilendikleri; tepkileri; çatışmala­rı; hâlet-i rûhiyyesi; müsbet ve men­fî tanıdıkları; doğru ve yanlış, iyi ve kötü bildikleri —gayet tabiî bir tecel­lî olarak— Sancı’ya da akseder. Ya­zarı müteessir kılan bu âmiller, ese­rin menşei, teşekkül merhaleleri, mazrufu (vak’a-fikir-his), san’atı (dil-uslûb) ve okuyucu nezdindeki tâlihi itibâriyle de olumlu ve olum­suz yönlerden kendini gösterir. Emi­ne Işınsu;

  • Siyâsî fikirlerin, gazete ve dergilerin sözcülüğünü de roman san’atına yükleyerek. eseri «edebî» çizgiden biraz uzaklaştırır. Aynı şe­kilde, küfürlerin ve âmiyâne tâbir­lerin fazlalığı da yazarın san’atkâr mizacına uymaz; daha doğrusu uya­mayacağına inanıyoruz.
  • Işınsu, romandan kendini tamâmen koparamaz. Eserden bir kahraman olarak, hislerine olan hâ­kimiyetini kaybettiği; bakış açısını da irâdî ve gayr-ı irâdî olarak daral­tıp genişlettiği vâkidir. Yazar da yaz­dığı bir mektubunda aynı şeyden şikâ­yet eder:

«Olayları bizzat yaşadığım için çok daha başarılı olmayı bekliyor­dum. Rahle-i tedrise lüzum kalma­dan propagandayı, olayların ve ka­rakterlerin özellikleri içinde eritebile­ceğimi sanıyordum. Büyük bir kitap olsun istiyordum. Dilim edip edip söylemiyor ama yüreğimden geçen bir «Harp Ve Sulh» vardı, yani bü­yük bir kitaptı istediğim, olmadı… Şöyle tam anlamıyla kafamla, yüre­ğimle, ellerimle sarılamadım, hâ­kim olamadım kitaba. Oysa malze­me mükemmeldi. Ve Sancı, sancı ol­makta devam ediyor.»

  • Işınsu’nun romanlarının he­men hepsinde gözlem, inceleme, as­len var olan bir mesnede dayanma ihtiyâcı duyulur. Bu cins uygulama­lar ise, romancımızın eserdeki rolü­nü ve payını, muharrirlik gücünü çok sınırlandırır. Ak Topraklar, Azap Toprakları, Çiçekler Büyür ve bilhas­sa Sancı, bu cins araştırmalar netice­si oluşmuş; ortaya âdetâ röportaj nev’inden bir eser çıkmıştır.
  • Romanın yazılmasına 1973 ya da 1974’te başlandığı düşünülür­se, olaylar zincirinin geçtiği tarihle eserin basımı arasındaki mesâfenin fazla olmadığı görülür. Ayrıca, ro­mandaki olayların benzerlerinin hâlâ yaşanmakta oluşu ve bu kısa mesâfe içinde aynı iklîm ve şartların devam edişi de dikkate alınırsa; o şartlar or­tadan kalkmadan —gelip geçen olay­lar târih olmadan— vak’a üzerinde bî-taraf olarak düşünebilecek kadar bir müddet geçmeden, sıcağı sıcağı­na vak’anın romanlaştırılması bir hayli tehlikeli değil midir?
  • Olaylar, zamanın akışı içinde birer vetîre olarak alınırlar. Halbu­ki; Önkuzu’nun merkez-i siklet ol­duğu bir nehir roman, teknik olarak eseri yönlendirirdi.
  • Taşıdığı tezi bu kadar kaim ve bâriz hatlarla ortaya koyan bir roman tarzını kabullenememekle berâber, eğer mutlaka bir tezli roman yazılacaksa; eserin müsbet kahraman­larının —bilhassa baş kahramânın— daha kuvvetli, tutarlı —zayıflıkları da olan bir karakterden çok— idealize edilen olumlu insan tipine uygun olması gerekirdi. Önkuzu’nun kişili­ği realistçe aksettirilirken, devrimci taifesinin militan kişilikleri bu kadar güçlü verilmemeli; Önkuzu’nun şah­siyetine muharrirce bâzı eklemeler yapılmalıydı.

Bu kısa notları yazmaktan murâdımız; ne Işınsu’nun edebî şahsiye­tini küçümsemek, ne de üstâdâne bir lisân ile nasihatler vermektir. Sâde­ce, Sâdi’nin;

“Çü âheng-1 berbâd bûd müstakim

Key ez dest-i mutrib hord gûş-mâl”(**)

beyti mûcibince fikrimizi söylemek diledik.

Pek tabiî olarak, madalyonun nikbince incelenecek bir de arka yü­zü vardır:

  • Hoş olmayan bâzı ifâdelere rağmen, eserin bütününde Işınsu’nun şâir yönünü ve şiir dilini gör­mek mümkündür.
  • Sancı’nın 1975’ten 1980’e kadar geçen beş yıl içinde 10 baskı yapması, eserin siyâsî mâhiyeti bakı­mından hitâp ettiği okuyucu kitlesi­ne olduğu kadar; yazarın vak’ayı nakledişinde uslûbunun mükemme­le yaklaşmasına da bağlıdır.
  • Penfield’ın «temporal lo­bun fonksiyonları» olarak ileri sür­düğü; hâtıraların tekrar canlanmak üzere zihne kaydedilmesi ve yaşayan hâdiseler karşısındaki tefsiri hassalarını, Işınsu da romanına yükler.

Şahısların zihninden geçen hâ­tıralar yoluyla eski yıllara «mâzî ko­ridorları» açmak ve her koridoru, ro­manın kombinezonunda bir ilmikle birleştirmek, Işınsu’nun güçlü yan­larından bir başkasıdır.

  • Kahramanların sâdece belli yönleri çizilmekle kalmayıp ayrıca, o yönün doğuşundaki determinizm de verilir. Ferdî psikolojisinin «conflict (rûhî çatışma)» ve instinktleriyle esere aksi ve kişilerin şahsiyet­lerindeki iki yönlülük, yazarın kale­minin kuvvetli bir cephesidir.
  • Esere bağlı olarak, Işınsu’nun ortaya çıkan en büyük husûsiyetlerinden biri de; Sancı hakkındaki görüşlerini objektif olarak itirâf ede­bilmesidir. Sancı’nın hâlâ sancı ol­makta devâm ettiğini söylemesi, bir yerde eserindeki eksiklikleri kabul ettiğini de gösterir. Nitekim, Sancı gibi bir tez taşımasına rağmen, “Çi­çekler Büyür”de, bu roman için işâret ettiğimiz menfî noktalardan pek çoğu ortadan kalkmıştır. Roman kırk ya­şın meyvesidir, diyenler, yoksa haklı mıdır?

Araplarda meşhur bir söz vardır. Derler ki; «Ve ke kim âibin kavlen sahîha ve âfetühü mine’l-fehmi’l-sakîmi» (***) Bizim de maksadımız yanlış anlaşılmaya! Biz dost bağın­dan, daha lezzetli üzümler yemek is­tiyoruz. Bahçıvanı dövmek değil!…

 

(*) Dost Dergisi, C: 5 S: 26 Kasım 1976

(**) “Rübâbın sesi düzgün olunca, çalgıcı onun kulağını burar mı?”

(***) “Doğru sözü nice ayıplayanlar vardır ki; onların hatâsı yanlış anlayıştan ileri gelir.”