Zekeriya KURŞUN: II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN GELİŞMESİNDE ARAP MİLLİYETÇİĞİNİN ROLÜ
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN GELİŞMESİNDE ARAP MİLLİYETÇİĞİNİN ROLÜ
Zekeriya KURŞUN
TÜRK YURDU, MART 1989
Osmanlı devleti, içinde barındırdığı değişik unsurlarla bir milletler mozayiğini oluşturmaktaydı. Devletin her yönüyle güçlü olduğu dönemlerde, bütün bu unsurlar birbirleri ile tam bir tesanüd içinde yaşamışlardı. Her milletin kendi dinî yapısından gelen farklılıklar dışında, hiç bir ayırım yapılmadan, hepsi “Osmanlı Vatandaşı” kimliği ile yaşıyorlardı. Ancak, devletin güç kaybetmeye başladığı ve batılı devletlerin müdahalelerinin arttığı XVIII ve XIX. yüzyıllarda bu unsurlar arasındaki tabii denge bozulmuş, her biri çeşitli imtiyazlar elde etme sevdasına düşmüşlerdi.
Bunun yanısıra Fransız ihtilalinden sonra batıda yayılan milliyetçilik düşüncesi, yavaş yavaş Osmanlı devletinde yaşayan unsurlar üzerinde de tesirini göstermeye başlamıştı. Batılı devletler bunu fırsat bilerek, asırlardır kendilerini tehdit eden Osmanlı devletini yıkmak için, bu farklı unsurları harekete geçirdiler. İngilizler, değişik zamanlarda, Dürzi, Bulgar, Ermeni Araplar arasında; Ruslar, Slav, Ermeni, Yunanlılar arasında faaliyet gösterirken, Fransızlarda Türkler, Suriyeliler ve Cebel-i Lübnan’daki Dürziler arasında faaliyetlerini sürdürürler.
XIX. Yüzyılın ikinci yarısında harekete geçen bu unsurlar, XX. yüzyılın başında teşkilatlanmalarını tamamlayarak, devletten kopmak için çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Osmanlı Devleti bünyesince defalarca yapılan ıslahat, Türk olmayan unsurların işine yaradı ve onların devlet içinde ayrı birer güç olarak ortaya çıkmalarını sağladı. Bunun üzerine, bu milletleri bütünleştirmek ümidiyle “İttihad-i Anasır* fikri geliştirildi. Bundan da beklenen fayda sağlanamayınca, dönemin Osmanlı idarecileri, “İttihad-ı İslam” düşüncesini, siyâsetlerinin bir parçası haline getirdiler. Nitekim bu siyaset Abdülhamid’ln şahsî gayretleri ile beklenen faydayı vermeye başladı. Ancak II. Meşrutiyetin ilan edilmesi, İttihad ve Terakkî Cemiyeti’nin iktidara gelmesiyle, yeni bir dönem başlamış oldu.
II. Meşrutiyetin ilânından sonra, İttihatçıların Türk olmayan unsurlara karşı uyguladıkları siyaseti anlayabilmek için, 1908-1913 yılları arasındaki olayları iyi müşahede etmek gerekir. Buna göre İttihatçıların bu yıllar arasındaki siyâsetlerinin iki dönem altında incelenmesi yerinde olacaktır.
Birinci dönem Balkan Savaşı öncesidir ki, İttihatçıların bu dönemde siyâsetlerini olayların gelişmesine bağlı olarak belirlediklerini görmekteyiz. Başlangıçta, iyi niyetle Fransız ihtilalinden esinlendikleri “hürriyet, müsavat» adalet” prensibleri ile “Osmanlıcılık” fikrini, başka bir deyimli İttihad-ı Anasır” siyâsetini (1) benimsemişlerdir. Bu fikirlerin-deki samimiyet derecelerini anlamak oldukça zordur. Ancak bütün mesailerini bu doğrultuda harcadıkları bir gerçektir. Gerçekten de bu hava bir müddet yaşatılmıştır. Ancak daha sonra, İttihad-ı Anasır fikrinin sadece sloganlarla yürüyemeyeceğini anlayarak fikrin neşrine çalışmışlardır. 1909’da inkılâbın yıl dönümü münasebetiyle, bu siyâsetlerini gerçekleştirme de yardımcı olacak “İttihad-ı Anasır-ı Osmaniye” adı altında bir hayat oluşturmuşlardır. Heyet’in, başta Tükçe ve Arapça olmak üzere on dilde yayınladığı bir beyannamedeki fikirleri dikkat çekicidir:
1- Vatan bir aile ocağıdır. Bilâ tefrik-i cins ve mezhep bütün Osmanlılar o ailenin öz evladıdır.
2- Gaye-i emelimiz, tevhld-I anasır değildir. Mezhep, fırka, kavmiyet, şahsiyet ve cinsiyet gayreti gütmeyerek vatan-ı mukaddesimizin saadeti noktasında umumun maksadını ittihad ettirmektir (2)
Beyannameden de anlaşılacağı üzere, İttihad-ı Anasır fikrinden gaye, unsurların her mânâda tevhidi değil, siyasi mânâda aynı duygulara ve isteklere kavuşturulmalarıydı.
Maalesef 1909 yılı Türk olmayan bütün unsurların ayrılık için harekete geçme yılı oldu. Hatta denilebilir ki, aynı yıl, Osmanlı devletinin kaderini tayin etti. Müslüman olmayan unsurlar yanında, müslüman olan Arnavud, Çerkez ve Arap gibi grublar da, birden ayrı bir lisanı sahip olup, Türkler- den farklı bir millet olduklarını hatırlayıverdiler (3). Onların bu davranışları ittihatçıları bir nevi, Kanun-i Esasiyi rafa kaldırmaya şevketti. İnkılâbın ikinci yıl dönümü münasebetiyle yayınladıkları bir beyannamede, İttihad-ı Anasır düşüncelerini gerçekleştirmek için, baş vurdukları yöntemlerin, başarısızlığa uğradığını itirafla Türk olmayan unsurların “Osmanlıcık” fikrine karşı olduklarını kabul ediyorlardı (4). 28 Ağustos 1910’da Manastırdaki İngiliz konsolosluk temsilcisi (Mr. A. Geary), İstanbul’daki büyükelçi Sir G. Lowther’e gönderdiği bir mektupta, Selanik’te ittihatçıların yaptığı gizli toplantıda Talat Bey’in şöyle konuştuğunu yazıyordu:
“Hepiniz biliyorsunuz ki, anayasaya göre müslüman ile gâvur eşit tutulmaktadır. Fakat siz ve herkes bunun imkânsız bir şey olduğunu hissetmektedir. Şeriat, geçmiş tarihimiz, müslümanların mantığı, onları bu şekilde Osmanlılaştırmaya karşı gelmektedir..” (5) İki yıl içerisinde diğer unsurların da en az Türkler kadar yönetme ihtirasına sahip oldukları anlaşılmıştı.
Bu unsurların vatanperverlik duygularıyla teskin edilmelerinin imkânsızlığını kavrayan ittihatçılar, meşrutiyet idaresinden uzaklaşmaya başladılar(6).
Burada şunu ilâve etmek yerinde olacaktır. Muhtelif unsurların tevhidi için Osmanlıcılık fikrini savunun ittihatçılar, Müslümanlar arasında tesânüdü sağlamak için de “İslamcılık” siyasetini sürdürmekte idiler. 1911 yılına kadar bunu pek belirgin bir şekilde görememekteyiz. Pek çok gayr-i müslim unsurların mevcudiyeti sebebiyle 1908-11 yıllan arasında, mümkün olduğu kadar devlete lâik bir statü kazandırma gayreti güdülüyordu. 1911 yılından sonra İse, İslamcılık siyaseti daha belirgin bir hal al-mıştır. Gerek Balkanlardaki milliyetçilik faaliyetleri, gerekse İtalya’nın Trablusgarb’a saldırması, ittihatçıları güttükleri siyasetlerine yeniden göz atma mecburiyetinde bırakmıştır. Çoğunluğu müslüman olmayan Balkanlar devletin sınırlan içinde iken, İslamcılık siyaseti gütmek zor ve tehlikeli idi(7). Ancak müslüman olmayan unsurlar bu devletin bünyesinden kopunca, artık bu zaruret ortadan kalkmıştı. Dolayısıyla, ittihatçılar, imparatorluğun içindeki müslüman unsurların birliğini sağlamak gayesiyle İslamcılık fikrini benimsemişlerdi. Libya’daki mahalli mücahidleri İtalyanlara karşı teşkilatlandırmak, Sünusî ailesi ile işbirliği yapmak, tamamıyla bu siyasetlerinin bir ürünü idi.
İttihatçıların siyâsetlerinde İslamcılık fikrini benimsemeleri, Osmanlıcılık düşüncesini terk ettikleri anlamına gelmez. Bilakis önceki lâik Osmanlıcılık düşüncesi, daha sonra, İslamcı-Osmanlıcılık fikrine dönüşmüştür diyebiliriz.(8).
Gerek Osmanlıcılık gerekse İslamcılık düşünceleri maalesef Osmanlı devletinin bütünlüğünü koruyamadan önce gayr-i müslimler, sonra da müslüman unsurlardan herbiri, milli gayrete gelerek, bağımsızlık sevdasına düştüler. Bu arada devletin içine düştüğü felaket, Türklerde hamâsi duyguları harekete geçirirken, yöneticilerde de artık yegane kurtuluşun, Türk Milliyetçiliğinde olduğu kanaatını doğurmuştur ki, bu da ittihatçıların siyasetlerinin ikinci dönemini teşkil etmektedir. Modern mânâda Türk milliyetçiliği düşüncesine ulaşmada 1908-1913 yılları arasındaki olayların tesiri büyüktür. Şüphesiz bu olayların en önemlilerinden biri Arap milliyetçiliği faaliyetleridir. Türk milliyetçiliğinin gelişmesinde önemli etkileri olan bu faaliyetleri, bir kaç ana başlıkta toplayabiliriz.
1-Arapların Meclisteki Muhalefetleri
a- 1908 Seçimleri ve Araplar:
II. Meşrutiyet ilân edilir edilmez, Meclisi-i Mebusan’ın teşkil için seçimlere başlanmıştı. İttihatçılar kendi adaylarının seçilebilmesi için büyük gayretler sarf ettiler. Karşılarında belirgin bir muhalefet olmamakla birlikte; seçim bölgelerinin hepsinde teşkilatlanmamış olduklarından ve pek çok yerde, kendilerine şüphe ile bakıldığından endişe içinde idiler. Zira hem şahsi, hem de bazı cemaatler adına harekete geçen pek çok kişi, bu seçimlerden yararlanmak istiyordu. Denilebilir ki, Arapların ittihatçılara karşı ilk ciddi muhalefetleri işte bu seçimlerde ortaya çıkmıştır. Bir tayftan İttihatçılara muhalif bazı kişilerin aday olarak gösterilmesi, diğer taraftan 1861’de imtiyazlar elde etmiş olan, Cebel-i Lübnan’ın imtiyazlarını muhafaza etme gayretleri, ciddi problemler doğurmuştu. Kanûn-i Esâsi’nin ilânı ile, İmparatorluk dahilinde müsâvatın temin edildiğine inanan ittihatçılar, artık geçmişe ait imtiyazların kaldırılması kanaatinde idiler. Cebel-i Lübnan’ın ileri gelenleri ise, eski statülerini muhafaza etmekte ısrar ediyorlardı(9).
Bunun sonucunda bölgede büyük karışıklıklar meydana geldi ve durum yeniden 1860-61 buhranı doğuracak seviyeye ulaştı. Buradaki sert muhalefet, karsısında Dahiliye Nezareti, Cebel-i Lübnan mutasarrıflığına bir telgraf gön-dererek bölgeden arzu edenlerin seçime katılmalarının sağlanmasını istiyordu. Buna karşılık, mutasarrıflığa bağlı belediye ve nahiye müdürlükleri, seçimi protesto ederek katılmayacaklarını açıklamışlardı.(10). Seçim tartışmaları Arap milliyetçilerine ve onların kışkırtıcılarına yeni fırsatlar doğurdu. Genç Türk idaresinin Araplar için bir felaket olacağı ileri sürülüyordu. Buna delil olarak II. Abdülhamid döneminde önemli görevlerde bulunan ve meşrutiyetin ilânı akabinde, görevden uzaklaştırılan (Ebu’l Hûda, İzzet El-Abid, Selim ve Necib Melhame Paşa vs. gibi) şahıslar hakkında yapılan suçlamalar ve basında çıkan sataşmalar gösteriliyordu. Onlara göre bu şahısların karalanmalarının yegane sebebi Arap olmaları idi. Türk ve Arap basınının arasında bu hususta kıyasıya bir mücadele başladı. İstanbul basınına cevap vermek isteyen Suriye ve Mısır’daki Arap basını açıkça, Türk aleyhtarlığı yaparak Arap milliyetçilerini harekete geçirmeye çalışıyorlardı.(11) Seçimlerin sonuçları, bu sert tartışma ortamı içerisinde, alındı. Seçilen 245 mebustan 150’si Türk, 60’ı Arap’tı (12) ki bu sonuç Arapları hiç de memnun etmedi (13).
b- Mecliste Arap fırkası kurulması teşebbüsü ve muhalefet partileri içinde Arap mebusları:
Meclis’in açılmasıyla birlikte Arap liderleri, Osmanlı devletinin siyasî hayatında daha. aktif bir hale geldiler. Arap mebusları -Özellikle İttihatçı muhalifleri- grublarını daha aktif hale getirip meclis- de muhalefet gurubu ve partileri oluşturmaya çalışıyorlardı (14). İttihat ve Terakki yöneticileri ise, Arap-Türk ihtilafına ihtimal vermeyip, bütün, ihtilafların kaynağının, geçmiş yönetimde olduğunu düşünerek, meşrutiyetin her şeyi çözümleyeceğine inanıyorlardı. Bu yüzden Araplar arasında yükselen sesleri duymamazlıktan geldiler. Meclisin açılışından hemen sonra gerek Türk, gerekse Arap basınında yer alan Arap-Türk ihtilafının suni olduğu kanaatini taşıyan ittihatçılar, bu tartışmaların sonuçsuz kalacağını sanıyorlardı (15). Ancak durum bunun aksineydi ve Araplar mecliste bir muhalefet gurubu oluşturmak için, bütün güçlerini seferber etmişlerdi.
Arap unsuruna mensub olan Bağdat, Suriye, Basra, Trablusgarb, Hicaz, Yemen, Musul vilayetleri ile, Bingazi, Zor, Kudüs, Mardin sancakları mebusları; siyasi bir fırka kurmak için, Halep mebusu Nafi Paşa’nın baş-kanlığında, gece-gündüz toplantılar düzenleyerek siyasi bir program hazırlamaya çalışıyorlardı. (16). Bu haberin duyulması üzerine İttihatçılar büyük tepki gösterdiler. Zira ihtimal vermek istemedikleri hakikat gerçekleşme yolunda idi. Bu konuda, ittihatçıların İstanbul mebusu Hüseyin Cahid şöyle diyordu:
“Arap mebuslarının tanzim ettiği siyasi program şayet doğru ise, sırf milli bir fırka ile karşı karşıyayız demektir. Vakıa programın ikinci maddesinde ’Vahdet-i Osmaniye’nin te’yidini müstelzim revatıb-ı esasiyetinin tahkimi”, fıkrasının saraheten görüyorsak da diğer maddelerin hepsi bu birliği bozmağa, ortaya milliyet fikri çıkarmağa hizmet ederken, bu hususun programa ilave edilmesini ancak zahiri bir hareket diye telakki etmekte mazuruz. Öte yandan Arap mebuslarının fikr-i hamiyyet-i vatanperveranelerinden şüphe etmeye hakkımız olmadığı cihetle milliyet fikri esasına dayanan bir fırka tesisinde başkalarına ön ayak olma mes’uliyet-i vicdaniyesini kabul edeceklerine ihtimal vermek istemeyiz…(17)
Daha önce basında yer alan Arap fırkası teşekkülü haberi tekzib edilmediği halde, ittihatçıların bu tepkisi üzerine, Arap mebusları basında çıkmış haberleri tekzib etmek zorunda kalmışlardır. (18).
İttihatçıların şiddetli tepkisi üzerine kabuklarına çekilen Araplar, daha temkinli bir muhalefet gütmeye başladılar. Bu tik fırka teşebbüsünden sonra, Nafi Paşa ve arkadaşlarını 1909 yılında kurulan “Mutedil Hürriyetperverân Fırkası” içinde görmekteyiz. (19). Mecliste oldukça hareketli olan bu fırka mensubları, 1911 yılında kurulan “Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na girmişlerdir. Hatta bu partinin ilk yöneticileri arasında Hama mebusu Abdülhamid Zöhravi ve Şükrü el-Aseli bulunmaktaydı.(20). Meclis-i Mebusan’daki ilk yönetim kurulunda ise, Kudüs mebusu Said El-Hüseyni ile Musul mebusu Davud Yusfanî yer almaktaydı. (21)
2. Arapların Meclis Dışındaki Muhalefetleri
a. 31 Mart Vakıası ve Araplar
Devleti önemli ölçüde sarsıp, Abdülhamid’in tahttan indirilmesine yol açan 31 Mart vak’ası, İstanbul’da başlar başlamaz Hicaz, Mısır ve Suri-ye’de tesirleri görülür. Tıpkı İstanbul’da olduğu gibi, Hicaz’da Tanin matbaası yağmalanır.(22). Medine’de karışıklıklar meydana gelir (23). Musul’da çıkan olayların bastırılması için beş piyade, altı süvari bölüğü ve altı top nakledilmek zorunda kalmıştır.(24). Hama’da olayların çıkmasında rolleri olan Tevfik el-Sibağe, Şeyh Halid el-Zâim ve Şeyh Mustafa Hanhun gibi önemli şahsiyetler tutuklanırlar (25). Yine Mısır’da ittihatçılara sempati duyan Prens Said Halim Paşa’nın konağı basılır.(26). Şam’da da isyancılar bir beyanname yayınlayarak, adliye dairesini tahrip edeceklerini, tıbbiye mektebini yakacaklarını, askeri hürriyet kulübünü yağma edeceklerini . ve ittihatçılara yakınlığı ile bilinen El-Muktebes gazetesinin muharrirlerini öldüreceklerini açıklarlar. Bunun üzerine adliye iki gün kapalı tutulur, mezkûr yerler sıkı koruma altına alınır.(27). Meşhur Arap Tarihçisi Muhammed Ali Kürd’ün bildirdiğine göre Şam’da İttihad-ı Muhammedi cemiyetinin üye sayısı yetmiş bine ulaşmıştır.(28). Bu da gösteriyor ki İttihatçılara karşı oluşturulan muhalefet grubları daima Araplardan taraftar bulmaktaydı.
b- Harran ve Kerek isyanları:
Harran ve hemen arkasından Kerek’te meydana gelen Arap kabilelerinin isyanları 1908-12 yılları arasında, Arap vilayetlerinde ortaya çıkan en önemli hadiselerdendir. Yemendeki imamların isyanlarına alışık olan Osmanlı devletinde beklenmeyen bir zamanda Harran ve Kerek’te de isyanların çıkması, şok tesiri yaratmış ve bunun neticesinde sert tedbirlerin alınmasına sebep olmuştur.(29). Harran’daki olaylarda pek çok yer yağmalanmış ve yağmacılar tarafından bölgedeki askerlerden pek çoğu öldürülmüştü. Bu arada Harran’da yaşayan Dürzilerden 400 kadar da hayatını kaybetmiştir.
c- Yemen ve Asîr meselesi:
Yemen, Osmanlı devletini en çok uğraştıran eyaletlerden biriydi. Bölgede hiç bir zaman doğru dürüst Osmanlı hakimiyeti tesis edilememişti. II. Meşrutiyetin ilânından sonra, buna çözümler bulmak amacıyla, İmam Yahya ile görüşmelere girişildi. Ayrıca bir komisyon teşekkül ettirilerek, bölgede ıslahat programı hazırlıklarına başlandı. Komisyon hazırladığı programı 7 Ağustos 1909’da meclise takdim etti.(32). Program üzerinde görüşmeler henüz tamamlanmamıştı ki Yemen’de isyanlar baş gösterdi, çok sayıda Türk asker ve subayı öldürüldü.(33). Meydana gelen olaylar ıslahat programını uygulanmasını bir tarafa bıraktırdı. Bu arada. Asîr’de imam İdris, imam Yahya ile birleşerek Türk kuvvetlerine ağır kayıplar verdirdiler. Olayların bu dereceye ulaşması İstanbul basınında büyük bir infialin doğmasına yol açtı. Özellikle Tanin ve ikdam gazeteleri olaylara sebep olan Araplara ağır suçlamalarda bulunuyorlardı. Gazetelerin bu yayınları, İstanbul’daki Arapları galeyana getirmiş ve büyük boyutlara varan gösteriler yapmışlardır^). Arap basını ise, her zaman olduğu gibi, meseleye Türk-Arap meselesi olarak bakıyor ve yeni bir anlaşmazlık kapısı açmaya çalışıyordu. Yemen hadiseleri aleyhinde yapılan yayınlar sonunda harekete geçen İstanbul’daki Araplar, hükümete ikdam gazetesini kapattıracak kadar ileri gitmişlerdir.
Taşrada bu hadiseler olurken, merkezdeki Arap mebusları, bu sefer yeni bir arayış içine girmişlerdir. Meclisteki 35 Arap mebusu, 1911 yılında Basra mebusu Seyyid Talib El-Nakîb aracılığı (35) ile Şerif Hüseyin’e bir mektup göndererek, isyan ettiği takdirde kendisini destekleyeceklerini ve halife olarak biât edeceklerini bildirdiler. (36).
d- Eğitimde ve mahkemelerde kullanılacak dil tartışmaları:
Yönetimdeki İttihatçılar, kanun karşısında eşitliği kabul edilen teb’anın, aynı şartlarda eğitilmesinin gerekliliğine inanıyorlardı. Bunun için de her şeyden önce eğitimde uygulanan farklı dil meselesinin halledilmesi gerekiyordu.
Tanin gazetesi, hükümetin dil konusunda güttüğü siyâseti ve eğitimi merkezi sisteme bağlayıp, okulları teftiş etmenin gerekliliğini savunuyordu. (37). Bu yazılar, hükümetin merkeziyetçilik çalışmalarına karşı, Rumların tepkisi üzerine yayımlanmıştı. (38). Ancak, kısa bir zaman sonra, aynı tartışmalar Araplar konusunda da yapılmaya başlandı. Arap basını, Rumları örnek alarak, Suriye ve Irak mahkemelerinde kullanılacak dilin, Arapça olmasını savunuyordu. Adliye Nezareti ise, Arabistan vilayetlerine bir emir göndererek, mahkemelerde yalnız Türkçe kullanılmasını istiyordu. Zira, Kanun-i Esasi’ye göre, devletin resmi dili Türkçe idi ve bütün resmi dairelerin de kullanacakları dil Türkçe olmalıydı.
Dil tartışmaları meclisi aşıp, her tarafta yapılmaya başlanır. Arap milliyetçilerine göre bu karar, Arapları Türkleştirme gayretinin bir neticesidir. Bu konuda, aslen Lübnanlı bir Marunî olan Arap milliyetçisi Şükrü Ganem, Tan gazetesinde yayınladığı yazılarda, Türklerin Hilâfet-i Arabiye’yi elde ettikten sonra diğer ırkları, özellikle Arapları. ihmal ettiğini; bilhassa inkılâptan sonra Arapların daha kötü muameleye tabi tutulduklarını, Genç Türklerin Araplara önem vermediklerini ve şimdi de zorla dillerini değiştirmek istediklerini yazıyor ve Arapları uyanmaya davet ediyordu (39).
e- Trablus-garb’ın işgali ve Arapların tutumu:
Dil tartışmaları henüz bir sonuca ulaştırılmadan, İtalya’nın Trablusgarb’a saldırması, Türk-Arap ihtilafı için, yeni bir kapı açmış oluyordu.- Arap mebusları. Hakkı Paşa kabinesinin Trablusgarb’ı ihmal ettiği kanaatini taşıyorlardı. (40). Aslında bu konuda İttihatçıların dışında herkes, aynı şeyi düşünüyor gibiydi. Bu da İttihatçıların uyguladıkları merkeziyetçilik siyasetine muarız olan bütün muhaliflerin, sisteme, yeniden saldırıya geçmelerine vesile oldu. Araplar, Trablusgarb’ın istilâsını, merkeziyetçilik siyasetinin bir neticesi olarak değerlendiriyorlardı. Onlara göre, şayet hükümet, ademimerkeziyet esasları üzerine, mahalli iktidarın gücünü genişletseydi, mahalli meclis, bölgeyi savunabilir ve işgal engellenmiş olurdu (41).
3. Milliyetçi Arap basını ve 1912 seçimleri:
Milliyetçi Arap basını, yaptığı yayınlarla, İttihatçıları halkın gözünden düşürmeye çalışıyor ve Türklerin, Arapları idareye hakları ve kabiliyetlerinin olmadığını vurgulayarak, Arapların milli duygularını harekete geçirmeye uğraşıyorlardı. Arap vilayetlerinde, meşrutiyetin getirdiği hürriyet havası içinde, Milliyetçi basın gün geçtikçe rağbet kazanıyordu. 1908-1914 yılları arasında sadece Beyrut’ta 60, Bağdat’ta ise 40 tane gazete yayın hayatlarını sürdürmekte ve muhalefetin sözcülüğünü yapmaktaydılar. Muhalefetin büyüklüğü karşısında telâşa düşen İttihatçılar, seçimlerden başarı ile çıkabilmek için her türlü çareye baş vurmuşlardı. (43). Nitekim demokrasi tarihimizde kara bir leke olarak kabul edilen bu seçimlerden İttihatçılar ezici bir çoğunlukla çıkmışlardı.
4- Kamil Paşa kabinesi ve Arap vilayetlerinde ıslahat girişimleri:
29 Eylül 1912’de istifa eden Büyük Kabine’nin yerine. Kamil Paşa’nın kabinesi göreve başlar. Yeni kabinenin İtalyanlarla anlaşması ve İtalya’nın Libya üzerindeki hakimiyetinin kabul edilmesi, Araplar üzerinde menfi tesirler doğurur. Meydana gelen infialleri yatıştırmak ve yeni yaraların açılmasını önlemek için. Büyük Kabine zamanında, Arap Vilayetlerinde yapılması tasar-lanan, ancak yapılamayan ıslahat programının bir an önce yürürlüğe konulması için harekete geçilir. Kamil Paşa, 1864’ten beri yürürlükte olan, Lübnan teşkilat kanununda değişiklik tekliflerini ihtiva eden bir protokol yayınlayarak işe başlar.(44). Ayrıca, Arap Vilayetlerine birer emir göndererek, gerekli ıslahat İçin komisyonlar kurulmasını ister. Ancak kurulan komisyonlar çalışmalarını tamamlamadan Bab-ı âli baskını ile Kamil Paşa kabinesi düşer ve yerine M. Şevket Paşa sadarete geçer.
Arap liderleri, yeri kurulan hükümetle anlaşma yolunu tercih etmeyip, daha önce başlamış olan ademimerkeziyet esasına bağlı isteklerde bulunmaya ve bu fikre Arap kamu oyunu ısındırmaya başlarlar. İttihatçılar gidişatın vehametini anlayarak çözüm yolu aramaya koyulmuşlardır (45). Ancak yapılan bütün yeni düzenlemeler, Arapları tatmin etmemişti. Özellikle Hristiyan Arapların teşviki ile Beyrut, Şam ve Basra’da gayr-i resmi ıslahat cemiyetleri faaliyete geçirilmiştir.(46). Bu cemiyetlerin gayesi, Arap vilayetlerinde adem-i merkezi idâreler tesis etmekti. Zira bunlar böyle idareyi, istiklal için atılmış bir adım olarak görüyorlardı.(47). Arap milliyetçileri daha da İleri giderek, seslerini Avrupa’da duyurmak gayesi ile, Paris’te I. Arap kongresini düzenlediler (Haziran 1913). Bütün bunlar olurken, bir anlaşma zemini bulmak maksadıyla ittihatçılar, Arap liderlerine taltiflerde bulunarak, iyi geçinmeye çalışıyorlardı.(48). Ancak ciddi bir netice alınmıyordu.
Yukarıda ana hatlarıyla anlatmaya çalıştığımız hadiseler gösteriyor ki, Türkçülük faaliyetlerinin gelişmesinde, Arap milliyetçiliğinin önemli rolü olmuştur. 1912-13 yılları içinde kurulan Arap cemiyet ve partilerinin yaptıkları çalışmalar, Türkçü aydınları tedirgin etmiştir. Bunun sonucunda aydınlar ve yöneticiler imparatorluğun aslî unsurunu teşkil eden Türklere ve Türk milliyetçiliğine dönme ihtiyacını hissetmişlerdir.
DİPNOTLAR
1- Ahmet Emin, Turkey in the World War, London 1930, s. 188.
2- İttihad-l Anasır-ı Osmaniyye Beyannamesi, 23 Temmuz 1909.
3- Feroz Ahmed. İttihat ve Terakki 1908-1914. (Çev. Nuran Olken). İstanbul 1971, s. 148.
4- a.g.e., s. 148
5- Zeine Z. Zeine, Arab-Turkish Retations and th Emergency of Arab nationalism. Beyrut 1958.S.218.
6- Emin, a.g.e.. s. 50
7- Ahmed. a.g.e.. s. 223.
8- a.g.e.. s. 226.
9- El-Adl (Arapça nüsha), sayı 13. 2Şubat 1908.
10- Aynı yer.
11- El-Adl. sayı 1-2,9-12 Teşrinisani 1908; Şemsuladale. sayı 10. 16 Teşrinisani 1908.
12- George Antonius. The Arab Awakening. London 1945, s. 104
13- a.g.e.. s. 104-105
14- İkdam.2& Aralık 1908.
15- Hüseyin Cahid, Tanin. 25 Teşrinievvel 1909.
16- İkdam. 28 Aralık 1908.
17- Tanin. 10 Şubat 1909.
18- Tanin. 11 Şubat 1909.
19- Tarik Zafer Tunaya. Türkiye’de Siyasal Partiler. İstanbul 1984, c. 1, s. 211-212.
20- a.g.e.. s. 263-246.
21- Yeni ikdam. 24 Kasım 1911.
22- Tanin. 13 Ağustos 1909.
23- Tanin. 17 Haziran 1909.
24- Tanin. 26 Haziran 1909.
25- Tanin. 29 Mayıs 1909.
26- Tanin. 9 Haziran 1909.
27- Tanin. 4 Mayıs 1909.
28- M. Ali Kurd, Hıtat El-Şam. Dımaşk 1925,c.3,s. 120.
29- Tanin. (Özel Sayı), 18 Mart 1911, Teşrinievvel 1910.
30- Tanin. 11 Teşrinievvel 1910.
31- Süheyla Zeki El- Reyhanî. El-Hayat El-Hizbiyyek fi Suriye (Basılmamış master tezi), Ayn Şems Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi (Kahire) 1968. s. 218219.
32- Celal Yahya. EI-Alem-EI Arabi El-Hadıs. Kahire 1966. s. 455.
33- El Reyhanl. a.g.e.. s. 220.
34- Albert Haurani, Arabic Thought in the Liberal Age. London 1970.S.284.
35- Hüseyin Hadi Islah, Esseyid Ta- lib El-Nakib ve Devruhu fi Tarih’ul Irak El Hadis. Ayn Şems Üniversitesi Edebiyat Fakültesi (Basılmamış Master Tezi) 1966, s. 264-265; Tunaya, a.g.e.. s. 601.
36- Tanin. 13,21 Haziran 1909.
37- Ahmed. a.g.e.. s. 228.
38- Tanin. 8 Nisan 1910 (Tan Gazetesinden iktibasla)
39- Tanin. 12Ey lül 1911.
40- Satı El-Husrî, Muhadarat fi Neşvefil Kavmiyye El-Arabiyye. Kahire 1951, s. 186.
41- Emin Said, Esrar El-Thavra El- Arabiyye El-Kubra. Kahire (tarihsiz) s. 30; El-Reyhânî. a.g.e.. s. 155.
42- Feroz Ahmed-D. Rustovv. ‘II. Meşrutiyet Döneminde . Meclisler. 1908-1914’ Güney Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, sayf 4-5. 1976, s. 257; Hakkı El Azm, Hakaik an intihabat Enniyabe fi Irak ve Filistin ve Suriye. Kahire 1912.S. 12.
43- Ahmed, a.g.e.. s. 224.
44- Tasvir-i Efkar.3 Mayıs 1913.
45- Yusuf El-Bustanî, Tarih Harb’il Balkan, Mısır 1913, s. 251; Tanin 23 Mayıs 1913
46- Tanin. 23 Mayıs, 7 Haziran 1913.
47- Tanin. 16 Ağustos 1913.