Gültekin ÖZTÜRK: ÖLÜME DAİR…
ÖLÜME DAİR…
Gültekin ÖZTÜRK
Ölüm korkusu, canlılardaki bütün korkuların/kaygıların anasıdır ve insan var olduğu günden bugüne kadar bastırdığı bu korkuyla yaşamaktadır.
Mitolojilerimizde, hikâyelerimizde, hayallerimizde, bilimsel çabalarımızda açıkça görürüz ki türümüz, tarihi boyunca hep ölüme çare aramıştır.
Ölüme çare arayışları çerçevesinde insan başta tıp, büyücülük/falcılık faaliyetleri olmak üzere ölümsüzlük için başvurmadık yol/yöntem bırakmamıştır.
İnsan türünün tarihi bu yönüyle “ölümsüzlük iksirini” bularak ölüm korkusundan kurtulmak için çaresizlik içindeki çırpınışlarımızı anlatır.
Ölüme beyhude çare arayışları halen devam etmektedir ve uzunca bir süre de devam edecek gibi görünmektedir.
Bu arada ölüm kervanı sırası gelenle buluşmakta ve sonsuz yürüyüşüne yol arkadaşı edinmeye devam etmektedir.
Geçtiğimiz hafta ölüm kervanı beni de yol arkadaşları arasına katmak için ziyaret etti.
Her ne hikmetse beni henüz bu yürüyüşe uygun bulmadı ve hak/hakikat yolunda dava arkadaşlarımla bu dünyadaki yürüyüşüme devam etmeme karar kıldı.
Allah’ım;
Bilirim ve iman ederim ki kudretine sual olmaz ve her doğan ölecektir.
Dileğim “İhdinessiratel mustakim/hidayet eyle bizi doğru yola ilet”
ÖLÜM NEDİR?
Ölüm, en basit şekliyle bedenin bütün fonksiyonlarının sona ermesi halidir diye tarif edilir.
Başka bir deyişle ölüm, hayati faaliyetlerin geri dönmeyecek bir şekilde kaybedilmesidir ve buna fiziki/biyolojik anlamda ölüm hali denir.
Ölümü bu şekilde tanımlayanlar “hayatı bedenin faal olması, ölümü de bu faaliyetlerin sona ermesi” kabul eden maddeci anlayış sahipleridir.
Bu tür ölüm durumunda nüfustan kaydınızı düşerler ve hukuki anlamda da ölmüş olmanızı/yok sayılmanızı sağlarlar.
Ancak ruhçu anlayış ölüm kavramına “ruh-madde ilişkisi” açısından bakar ve ölümü maddeci görüşten farklı bir şekilde tanımlar.
Bu anlayışta ölüm “Ruhun beden ile her türlü ilişkisini tamamen kesmesi halidir.”
Ben de ölümü “ruhun bedeni kesin olarak terk etmesi karar ve uygulaması” olarak kabul edenlerdenim.
Bu yüzden ben ve benim gibi düşünenlere göre fiziki/biyolojik ölümün dışında bir de “gerçek ölüm” hali vardır.
Bana göre fiziki ve hukuki anlamda yok olmakla gerçek anlamda ölmek farklı şeylerdir.
“Gerçek ölüm” bir kişinin bu dünyada adeta hiç var olmamış gibi izlerinin kaybolması ve artık adının anılmadığı/hatırlanmaz olduğu haldir.
Fiziki ve hukuki ölüm hali mezara konduğunuzda başlar ama adınız/hatıralarınız bir süre daha anlatılır/anılırsınız.
Bu durumda siz henüz gerçek anlamda ölmüş sayılmazsınız.
Mezarlık sonrası hanenizde ağıtlar yakılır, unutanlar hatırlar ya da bir biçimde hatırlatılırsınız, anılarda anlatılırsınız, yasınız tutulur ve yavaş yavaş unutulmaya başlanırsınız ama yine dillerde/gönüllerde yaşamaya devam ediyorsunuzdur.
Bir süre sonra haneniz dışında artık anılmaz olursunuz.
Daha sonra yakınlarınız da unutmaya başlar, sonra çok yakınlarınız, sonra çok çok yakınlarınız ve gün gelir ki artık adınızı anan kalmamıştır.
İşte bu durum ikinci ölüm haldir ve gerçek ölüme bir adım kalmıştır.
O bir adım, sizin öldüğünüzü kabul etmeniz durumunda atacak olduğunuz adımdır.
Gerçek ölümü bekleme salonunda uzunca bir süre “Acaba artık bir kişi bile beni hatırlamayacak mı, adımı anan kimse kalmadı mı ki?” diye umutla beklersiniz.
Eğer bir yerlerde kalıcı bir iz bırakmışsanız korkmayın, siz “ölümsüz” birisiniz ve göreceksiniz ki mutlaka birisi sizden bahsedecektir.
Israrla bekleyişinize devam ediniz zira siz, bıraktığınız o iz/izler/eserler sayesinde muhakkak anılacaksınız ve o sayede yaşayacak/ölümsüz olacaksınız.
Fakat bir ot gibi canlılık fonksiyonları gösterip sadece fiziki olarak bu dünyada var olmuşsanız boşuna beklemeyin zira fiziki ölüm ile siz gerçekten ölmüş olursunuz.
Özetleyecek olursak; Ruh zaten ölümsüzdür. Bütün mesele bu gök kubbenin altında bir hoş seda, silinmez bir iz, unutulmayacak anılar bırakarak cismani varlığımızın da ölümsüz olmasını sağlayabilmektir.
Ben, 8 Temmuz 2013 günü dördüncü kez ölüme yattım.
Allah’ın izni, sevenlerimin duası ve doktorumun marifeti sayesinde şükürler olsun ki geri döndüm.
Döndüm ve arayan/soran/yazan canlarımın ardımdan geri dönmem için ettikleri dualarını, yürek yakan feryatlarını, övgü dolu sözlerini duydum/gördüm.
Gördüm ki aziz dava arkadaşlarım aileme, hayatımı adadığım davamıza yürekten sarılmış “Geri gel sana ihtiyaç var, gidecek zaman mı?” diyor ve Cenab-ı Allah’a sağlığım için dua ediyorlar.
Rabbim bu duaları kabul etti ve döndüm…. Mutluyum, güvendeyim ve sahiplenilmekten dolayı da gururluyum.
Anladım ki fiziki ve hukuki bakımdan ölsem de gerçek anlamda ölmeyeceğim.
Nüfustan düşsem da gönül dostlarım sayesinde bu dünyada epey uzun bir süre daha yaşayacağım.
“Gönül köprüsü kurduğumuz can dostlarımla bu köprüleri güçlendirip ebediyen birbirimize akmayı sağlamak/bağlarımızı güçlendirmek ve silinmeyecek izler, unutulmayacak anılarımızla, eserlerimizle cismani varlığımızı da ölümsüz kılmak” bugünden itibaren hedefim olacaktır.
Hastalığım sebebiyle şahsıma ve aileme destek veren, güç kuvvet veren bütün canlara şükranlarımı sunarım.
Allah, gönül köprülerimiz yıkmasın ve hak/hakikat yolundaki yol arkadaşlığımızı daim kılsın dostlarım.
Güzel günler için esen kalınız.
Gültekin Öztürk/Tarihçi-Yazar