# Etiket
#M. Ziya GÖKALP #MİLLİYETÇİLİK #ZİYA GÖKALP

Halide Edip: GÖKALP ZİYA

Gökalp Ziya!

Halide Edip

Sezar’ın cenazesinde dostu Mark Antuan (1): “Ölülerin iyiliği kemikleriyle gömülür, hataları arkalarından kalır.” diyor. Ben bir Müslüman ve Ziya Bey’i seven, takdir eden bir insan sıfatıyla bugün onu hep fikir ve kalp güzelliği içinde, büyük dimağının çok yavaş ve güçlükle biriken Türk fikir hazinesine bıraktığı mirasın minnetiyle yâd ediyorum.

Artık aramızda olmayan Gökalp Ziya’nın hatırasını burada canlandırırken, romantik heyecanlara, şair ne terkiplere düşmeden hususî intibalarımdan bahsetmek istiyorum. Kendisi tumturağı, mübalağayı sevmezdi, mütevazı ve sâkit bir vakarı vardı.
Kendisini çok sık gördüğüm ve sevdiğim zamanlarda da, uzakta ve yabancı olduğum devirlerde de en çok bu Anadolu Türkü’ne has olan sessiz ve güzel vakarın cazibesini
hissettim.

Ziya Bey’i evvela Altın Destan’ında tanıdım. Bana bu kadar lisan ve vezinle tesir yapmış az şiir vardır. Ahenginde iptidai bir zenginlik, manasında sıcak ve heyecanlı bir çocuğun zihnî mesâil karşısındaki cezb çarpınması vardı. Altın Destan’ın “nerede”leri kafamı o kadar işgal etti ki adeta Yeni Turan’ı yazmaya sevk eden manevi
işaretlerden biri oldu.

Ziya Bey’i çok geçmeden Yusuf Akçura Bey vasıtasıyla tanıdım. Zannedersem 1910 senesinde olacak. O zaman hiç siyasiyâtla münasebeti yoktu ve Yusuf Bey’le
Fazlıpaşa’daki evime sık sık gelirdi. Vâzıh, tatlı ve hususî bir konuşuşu vardı. Elleri dizlerinin üstünde, gözleri bir resimde yahut halının bir çiçeğinde kendi düşüncesine
dalmış hiç ifade ve evz ında tesir yapmak kaydıyla mukayyed olmadan konuşurdu.

İttihat ruesâsı arasında azamî sâdegî ve samimiyetle konuşan merhum Talat Paşa ile Ziya Bey’i gördüm. İkisi de muhataplarının kafasına “ben, ben” diyen benliklerini
mütemadiyen çarpmazlardı. Gayet garip olarak ttihatçılar arasında biri ilim biri siyaset sahasından meşhur olan bu iki simayı Ziya Bey’in ölüm haberini alır almaz, derhal aynı zamanda hatırladım ve gayr-ı ihtiyarî tevazu ve sevimlikleriyle birbirlerine benzeyen bu iki büyük ölüyü ne zihnimde mukayese ettim. Talat Paşa’ya daha zeki ve müstehzî Ziya daha durgun ve akıllı demek ikisini de birbirlerine nispeten ifade eder zannındayım.

Ziya Bey’in Yusuf Bey’le münakaşalarında gösterdiği sabır, sükûn ve ekserî Yusuf Bey’e galebe çalan mantık ve ilmî delillerini bugün tekrar ediyormuş gibi görüyorum. Ziya Bey’in o zamanlara tesadüf eden çocuk edebiyatı faaliyeti ilmî âsârından fazla şahsım üzerine tesir yapmıştı. Türk’ün ilk sevimli çocuk edebiyatını Ziya Bey yazdı. O zaman “Çocuk Dünyası” diye neşrettiği lâyemût büyük nine masallarını en cazip bir ahenk ve sâdegî ile şiire tahvîli Türkler arasında onun isminin ebedî olmasına yardım edecek başlıca âmillerden biridir.

Bu samimi ve gayr-ı siyasi dostluk devri maalesef çok devam etmedi. Ziya Bey’le kat‘-ı münasebeti zannedersem, tevhid-i tedris t meselesi sebep olmuştu.
Maarifimize müspet ve kuvvetli hizmetlerde bulunduğuna kâni olduğum ve o zaman maarif nazırı olan Şükrü Bey’le fikir ve esas ihtilafımız Ziya Bey’i öbür tarafa sürükledi
ve esasen daha faal siyasete geçtiği için kendisini senelerce hiç görmedim. Bu münasebetle o zamanki tevhid-i tedrisât için birkaç kelime söylemek isterim:

Ziya Bey’in fiilî büyük hizmetleri arasında Hukuk-ı Aile Kararnamesi, mahâkimin tevhidi, tedrisâtın tevhidi vardır.

Birincisi 1908’den beri yapılan medeni ve içtimai işlerin belki en büyüğü idi.
İkincisi mütehassıslar çok tenkit ettiler, belki acele yapıldı ve o kadar esaslı değildi.
Bilemiyorum. Üçüncüsüne yani tedris tın yalnız maarif nezaretinden çıkmasına esas itibariyle aleyhtarım. İptidai, orta ve yüksek tahsilin umumî hutûtunda muayyen âmî bir
veçheyi zarurî görürüm fakat bütün mekteplerin idaresi sıkı bir merkeziyetle bir nezarete bağlanmasına taraftar değilim. Makul bir teftiş altında ihtisas mektepleri hatta
umumî tahsil halkın teşkilâtıyla (belediyeler evkâf vesaire) yahut hususî teşkilâtla idare edilmesinde bir mahzur görmüyorum. Bu tedrisâtı tevhit esası o zamanki iptidai
mektepleri arasında merhum Hayri Efendi’nin himmetiyle hemen hemen en iyilerinden addedilen evkâf mekteplerinde evvela tatbik edildi. Ve bundan sonra Ziya Bey’i senelerce görmedim.

Nihayet 1918’de memleketimiz başımıza yıkılmış gibi mazi enkazı altında, ecnebi istilası altında inlediğimiz günlerdeydi. Ziya Bey İngilizlere alet olan bir hükûmetin zindanındaydı. Her devir dönümünde olduğu gibi düşmanlara indirilen darbelerin büyük bir kısmı zavallı Ziya’ya müteveccihti.

Bir gün tramvaydaydım, her adımda felaketimizin delillerini gösteren sokaklara insanlara dalgın dalgın bakarken zihnimdeki o umumî uzak yeis rü’yeti ortasında bir
araba belirdi. Karşısında iki süngülü ile Ziya Bey bir arabada gidiyordu. Yine elleri her vakitki gibi dizlerinin üstünde, yine başı bir tarafa eğilmiş fakat donuk olan gözleri
canlıydı. Birbirimizi bir an gördük, tanıdık, tramvay süratle geçti fakat ben gözümde toplanan yaşları içime yedirmek için hayli zaman sarf ettim. Senelerden beri birbirinin
fikir hatta hatıra sahasından uzaklaşmış iki eski arkadaş o an tekrar senelerin uçurumunu atladık ve dost olduk, zannettim.

Umumiyetle insanlarda hususiyetle,  Osmanlı Türkü’nde mazlumlara, düşmanlara karşı ırkî bir incizâb ve muhabbet vardır. Kendim bunu bütün ânâtıyla bildiğim için maazallah bir gün bana farz-ı muhâl olarak “başına nasıl bir taç istersin” deseler derhal: “dikenden taç isterim” derdim.

Bu tesadüf anından sonra Ziya Bey Malta’ya; ben, hakikat dikenden taç giyen, alnı, eli kanlar içinde sürüklenen mazlum Anadolu’ya düştük ve seneler geçti. Nihayet
hal s günleri gelirken Ziya Bey de Anadolu’ya geldi.

Ankara’daki küçük loş odama gelen Ziya Bey kurşunî kostümü içinde yeni bir hayat keşfetmiş gibi canlı ve şefkatli idi. Uzun konuştu. Evvela hiçbir ilim ve sanat adamının siyasiyâta sürüklenmemesi lazım geldiğini söylüyordu. Tabii bundan maksadı faal siyasetti. Çünkü biraz mütekemmil bir adamın mutlak diğer kanaatleri arasında siyasi kanaatleri de vardır. Sâniyen yeni Türkiye’nin Garp’a teveccüh etmesi lüzumunu söyledi ve bizlere biraz darıldı. Avrupa’dan yediğimiz darbeler bizi gayr-ı ihtiyârî şarka hatta Asya’ya doğru atmış, kendi kendimizden, şarkın eski ananâtından mülhem olarak yeni Türkiye’ye istikamet vermek arzusu hâsıl olmuştu. Buna karşı cesaretle, vuzuhla fikir mücadelesi yaptı. Ruhunun bu ikinci temâyülü ona zannedersem kanaat ve imanını bir cümle içine koyan kuvvetli tarifi buldurdu.
Müslüman ümmetinden, Türk milletinden, Garp medeniyetinden olduğunu ifade etti.

Ankara’da o günlerde mütevazı, sessiz kitapları ve dostları arasında yaşadıktan sonra bir gün bir kağnı içinde çocuklarıyla beraber Diyarbakır’a gitti.

Diyarbakır’da çıkardığı küçük mecmua onun orada hararetli ve samimi bir fikir merkezi yaptığını hissettiriyordu. O fena tab edilmiş, beş altı yaprak mecmuacığının
birçok süslü mecmualardan fazla kudreti ve güzelliği vardı.

İstanbul’da bir gün mebus olduğunu haber aldım. Büyük kararından birini değiştirmeye mecbur olduğunu anladım. Sonra İstanbul’da gördüğüm zaman çok yorgun, susmuş ve içinden bir şey sönmüş gibi duruyordu.

Dün uzun bir hastalıktan sonra öldüğünü haber aldım.

Uzun düşünen adamların, başlarıyla yaşayan adamların ne kadar yorgun ve bîtap olduklarını bilirim. Onun için gözlerini boşluğa kaparken, ebedî sükûn ruhunu sararken yavaşça, “nihayet!” demiştir! Ben de meşakkatli ve dikenli bir yoldan sonra dinlenmeye giden eski bir arkadaşın elini sıkar gibi içimden “Allah rahatlık versin Ziya Bey”, dedim.

Ziya Bey’i insan olarak tahlil ederken en bariz hususiyetlerini şunlarda buluyorum:

Ziya Bey, evvela idealistti. İdeallerini hakikat sahasında görmek için çalışırken yapmaya mecbur olduğu fedakârlıklar onda ifade etmediği derûnî bir acılık ve ıstırap yapmıştı. Ziya Bey samimi surette dindardı. Bir zaman hatta Türkiye’nin, Türklerin tekâmülünü yalnız dinî bir teceddüd ve inkılapta görürdü. İslam mecmuası faaliyeti bunun tezahürâtı idi. Sonuna kadar dinin ruhani ve temiz kısmına sadık kalmış bir Müslüman’dı. Bunu “Müslüman ümmetindenim” çok açık ifade etmiştir. Ziya Bey’de “Carlyle”ın (2) dediği kahramana taabbüd (Hero vorship) (3) çok kuvvetliydi. Hatta ferdiyetçi (induidualist)leri (4) hücum ettiği, “fert yok cemaat var” dediği zamanlarda bile bazı büyük adamlara kasideler yazmıştır. Ziya Bey’in iki büyük kahramanı Enver Paşa ve Gazi Paşa’dır.

Ziya Bey’in hayat-ı hususiyesi iyi, mütevazı ve temiz bir insanın en cazip bir numunesini gösterir. Bu o kadar kendini tanıyanlara ve en çok bundan dolayı sevenlere tesir yapmıştır ki bana cenazesindeki kalabalıktan ruhu muazzeb oluyormuş gibi bir his gelmiştir. Ziya Bey kendini ve resmini umumî yerlerden o kadar saklamıştır ki eğer cenaze tertibâtını kendisi alsa beş on samimi arkadaştan müteşekkil bir cemaatle en tenha bir sokaktan herkesin yattığı umumî bir mezarlığa tabutunu naklettirirdi. İnsan olarak Ziya Bey’in zihnimdeki izleri budur. Çok karışık bir devirde gelmiş, ilmiyle siyasi umdelere tesir yapmış bir âlim sıfatıyla ayrıca ve pek ciddi tetkik yapılmak lazımdır.

Allah gani gani rahmet etsin!
________________

DİPNOTLAR:
1 Marcus Antonius

2 Thomas Carlyle

3 Doğrusu Hero Worship
Hero: kahraman; Worship: ibadet, tapınma

4 Doğrusu individualist: ferdiyetçi, bireyci

KAYNAK: “Gökalp Ziya”, Vakit, nr. 2454, 28 Rebiülevvel 1343/27 Teşrinievvel 1340/1924, s. 4.