Gökalp’in Malta’dan Gönderdiği İki Mektup (1920)

İstanbul’da bıraktıklarının ne sıkıntıda olduğunu biliyordu. Vaktiyle Ziya’nın etrafında pervane gibi dolaşanlar, Ömer Seyfettin hariç tutulursa, artık evinin kapısını çalmıyorlardı. Evdeki eşya birer ikişer satılıyor, böyle geçiniliyordu. Malta’daki Ziya, hürriyetsizlikten fazla, İstanbul’da bıraktığı ailesinin durumundan ıstırap duyardı. Karısına teselli için şu satırları yazdı:
“Zevcem Vecihe Hanım’a
Polverista — 10 Mayıs, 1920
Sevgili Zevcem,
Geçen hafta aldığım mektupların en son tarihlisi 23 Nisan tarihli idi. Bu postada bana mektup çıkmadı. Başkalarına 26 Nisan tarihine kadar mektuplar geldi. Sihhatim çok iyidir. Sizi çok merak ediyorum. Mektup almayınca büsbütün merâkım artıyor. Sizin, benim için merak etmenize hiç lüzum yoktur. Burada rahat vakit geçiriyoruz. Yeni gelenler burasını, oradan çok rahat buluyorlar. Şimdi borç alacak bir dost ta zor bulunur. Sıkıntılara karşı nasıl tehammül edeceksiniz. Geçen sene borç vermek isteyenler vardı. Onlardan benim nâmıma istikraz edilebilir. Benim şimdilik paraya ihtiyâcım yok. Siz zarûrette kalmayasınız diye düşünüyorum. İcâbederse kitaplarımı da satabilirsiniz. Benim yüzümden bu sıkıntıları çektiğinizi düşündükçe muztarip oluyorum. Şimdi Diyâribekir’de bulunsaydmız, sıkıntı çekmezdiniz. İnşa’llâh baba yurdumuza berâber gideriz. Eski münzevîyâne hayatımız daha tatlı değil miydi? Ben, o eski günleri mütehassirâne düşünerek vakit geçiriyorum. İnşa’llâh birgün yine o sükûnetli hayata avdet ederiz. Yeşil bir köyde, bir ırmak kenarında, koyun ve inek sürüleri arasında mes’ud bir köylü hayatı yaşarız. Ara-sıra böyle hulyâlara dalmasam duramam. Bir taraftan ayrılık, diğer taraftan sizin sıkıntıda olduğunuzu düşünmek rahatımı kaçırıyor. Dünyayı unutmak için ya kitaplara, yâhut hulyâlara dalıyorum. Size fâideli olabilirim ümidiyle sihhatime dikkat ediyor, hayatıma kıymet veriyorum. Yoksa artık bende yaşamak zevki kalmamıştır, insan, hayata yalnız bir cihetten dolayı kıymet verebilir. O da, belki başkalarına fâideli olmak.. Benim bu gün emelim, sizin saâdetinize çalışmak olduğu hâlde elimden hiçbir şey gelmiyor. Bâri her hafta mektubunuzu alsam da, ahvâlinize muttali olsam! Evvelce Sefârethâne’ye muntazaman mektup verirdiniz. Her postada mutlaka mektup çıkardı. Şimdi bir gün mektubu geç vermekle, bir hafta mektup gecikiyor. Mektup almayınca da endişelerim artıyor. Çocuklarımız acebâ üzülüyorlar mı? Onlara tesellî veriyor musunuz? Hâlbuki en ziyâde teselliye muhtaç olan sensin. Sana kim tesellî verecek? Hâsılı son derece merak içindeyim. Mektubunuzda ahvâlinizi iyice anlatınız. Ben her hâlimi yazdım, anlattım. Nasıl yaşadığımı pek âlâ biliyorsunuz. Siz de bana tafsilâtlı mektup yazınız. Kardeşime çok selâmlar. Seniha’nın, Hürriyet’in, Türkân’ın, Fatma’nın, Şeref’in, Beyhan’ın gözlerinden öperim. Feyziye ve Hoca Hanımlar’a selâmlar. Nedim Bey’e de selâmlar. Cümlenizi Allah’a ısmarladım, sevgili zevcem! İkbal’e de selâm!
Pazartesi, 10 Mayıs, 1336 (1920) — Polverista
Kocan,
Ziya Gökalp
***
Ders halinde olmayan mektuplarında da kızlarına ümit ve iyimserlik aşılardı. Bir gün kızı Seniha’ya şunları yazmıştır:
“Kızım Seniha Hanım’a
Polverista — 23 Aralık, 1920
Sevgili Kızım,
3 ve 4 Kânunıevvel tarihli mektuplarınızı aldım. 8 Kânunı- evvel’e kadar gazeteleri de aldım. İşte Kânunıevvel ayı da bitiyor. Bu ay bitince yeni seneye gireceğiz. Ramazanlar, bayramlar, yılbaşıları gelip geçiyor. Biz hâlâ ayrı, hâlâ biribirimizden uzak yaşıyoruz. Bilmem, Allâh buna nasıl râzı oluyor. Ahvâlin iyileşmeğe yüz-tutması gösteriyor ki, Allâh bu hâllere râzı değildi. Hiç Âdil-i mutlak, zulme rızâ gösterir mi? Yalnız O imhâl eder; fakat asla ihmâl etmez. Allâh’ın adaletinden, şefkatinden, iyiliğinden hiçbir zaman ümidi kesmemeli. Mazlumların yegâne hâmîsi O’dur. Ümidsizlerin yegâne mededkârı O’dur. Türkân bile başka mededkâr tanımıyor; “Allâh, babamı gönder!” diyor. Çocukluktaki hâlis, saf îmân ne kadar güzeldir. Allâh’ı bihakkın tanıyanlar, bilhassa çocuklardır; çünki onlar hisleriyle görürler. Büyükler, hele bilhassa âlimler akıllarıyle görmeğe çalışırlar.
Güneşin nûru nasıl his ile görülüyor, akıl ile görülmüyorsa, Allah’ın nûru da ancak his ile görülür, akıl ile görülmez. Gözleri kör bir adam, güneşin nurlu birşey olduğunu akliyle bilir; fakat, gözleriyle görmediği için, onu hissetmekten mahrumdur. İşte Allah’ı akıllarıyle bulmak isteyenler, tıbkı o kör adam gibidirler. Allah’ın nûru olduğunu yalnız bilirler, fakat duyamazlar. Çocuk ise, gözlü bir adam güneşin nûrunu duyduğu gibi, Allah’ın nûrunu hisseder. O, dâima Allâh’la berâberdir. Bundan dolayıdır ki, çocukluk hayatı en mes’ud bir zamandır. Bu çağda bütün duygular şiirdir, bütün sesler mûsikîdir, bütün hareketler rakstır, bütün sözler masaldır, romandır, edebiyattır. Hayat, meraklı bir tiyatro sahnesidir. İşte Türkân hayatı böyle görüyor. Hürriyet de kısmen bu görüşe mâliktir. Onlar hayatın acılarını henüz bilmiyorlar. Yalnız baba hasreti, baba iştiyâkı kalblerini yakıyor. Bu ayrılıktan kurtulmak için de, Allâh’a istid’â gönderiyorlar. Rüzgârın kendilerine postacılık yapacağına kâfidirler. Hâsılı çocukluk tatlı bir hayât, ma’sum bir ömürdür. Allâh bu yavrucakların olsun duâsını kabûl etse de, bu ayrılığa bir nihâyet verse! Annene, amucana selâm. Kardeşlerinin gözlerinden öperim sevgili kızım!”
Perşenbe, 23 Kânunıevvel, 1336 (Aralık 1920) — Polverista
Baban,
Ziya Gökalp
***
Malta’dakilerin bütün kulağı Ankara’ya yönelmişti. Aldıkları mektuplarda milli harekete dair yazılmış imalı sözler bile, kurtuluş ümitlerini artırıyordu.
1921 yılında Ankara’nın devletlere sözlerini dinlettirecek hale geldiğine artık şüphe kalmamıştı. Malta mevkuflarının kurtarılması için İngilizlerle müzakereye girişildiği haberi yayıldı; zaten günden güne gevşeyen Polverista disiplini de bunu göstermekteydi. O günlerde yazdığı şiirinin şu parçalarını arkadaşlarına okumuştu:
Bülbül dedi, düşman haset etse de
İstanbul’da şaklayacak Türk sesi.
Çoban dedi: Edirne’den tâ Van’a,
Erzurum’a kadar benim mülklerim.
Bülbül dedi: İzmir, Maraş, Adana,
İskenderun, Kerkük en saf Türklerim
KAYNAK:
1) Fevziye Abdullah Tansel, Limni ve Malta Mektupları.
2) Mehmet Emin Erişirgil, Bir Fikir Adamının Romanı.