Can Mustafa ÇEBİ: KOLEKTİF BİLİNÇ
Milletlerin oluşumunda daha doğrusu millet tariflerinde farklı görüşler mevcuttur. Millet olgusu üzerine kendini konumlandırmış olan milliyetçilik fikrinin de ne şekilde tanımlandırılacağı veya kavramsallaştırılacağı hatta doktrine edileceği milletlere göre farklılık arz eder. O yüzden siyaset biliminde konu milliyetçilik olduğunda genel geçer görüş ; milliyetçiliğin , liberalizm, sosyalizm ya da muhafazakarlık gibi kapsamlı bir insan ,toplum ve siyaset anlayışına dayalı temel ideolojilerden biri olmadığı şeklindedir. Bu görüş doğru olarak kabul edilebilir, çünkü milletler insanlık aleminde ayrı ayrı neşvünema etmiş toplumsal yapılardır. Her birinin coğrafyaları, tarihleri ,kültürel unsurları farklıdır. Dolayısıyla en basit tanımıyla mensup olduğu millete bağlılık ve sevgi olarak tanımlanabilecek olan milliyetçiliğin pratik sevgi ve bağlılık şekilleri de farklı olacaktır. Mesela Roma’dan beri ciddi bir devlet kurumu ortaya çıkaramayıp , Floransa,Venedik,Ceneviz gibi ticari şehir devletçikleri olarak kompartımanlara ayrılmış olan İtalyanlar milliyetçilik açlığını, Faşizm gibi devleti tek kutsal varlık olarak ele alan bir sistemle gidermeye çalışmışlardır. İtalyan milliyetçilik anlayışı olan faşizmin temelleri İtalyan milletinin tarihi serüveninde aranmalıdır. Almanya’da milliyetçilik kan bağı esaslıdır. Hatta Almanya’da 2000 yılında yapılan kanuni değişikliğe kadar soy geçmişi ve kan bağına dayanan bir vatandaşlık görüşü esastır. Fransa’da durum, Fransa devletine siyasi anlamda bağlılık çerçevesinde değerlendirilir. Amerika’nın bağımsızlığı , Atlantik okyanusunun öte yakasından kendilerini ağır vergilerle kontrol etmeye çalışan Kral 3. George’a karşı başlatılan özgürlük savaşı ile özdeşleştiği için Amerika,geniş topraklarının kıtaya sonradan gelen beyaz adamlara sunduğu sosyo-psikolojik imkanlarla özgürlükler ülkesi olmuş ve bu metafor üzerine Amerikan milleti oluşmuştur. İslamiyet’in Araplar üzerindeki birleştirici etkisi, Farsların kendi kadim medeniyetleri üzerine oturttukları ve coğrafi olarak etraflarında bulunan medeniyet havzalarının etkisiyle oluşturdukları mezhepsel duruşları her milletin milliyetçiliklerinde farklı amillerin etkili olduğunu gösteren örneklerdir.
Milliyetçiliğin yapılabilmesi için öncelikle bir millet varlığının ortada olması gerektiğinden milletlerin ortaya çıkışı üzerinden de farklı teoriler geliştirilmiştir. Detaylarına girmemekle beraber milletle, doğal olarakta milliyetçilikle alakalı üç farklı ana görüş bulunmaktadır. İlki ; milleti oluşturan unsurların daimi olduğunu buna mukabil de milletlerin daimi olduğunu ortaya koyan İlkçi (primordialist) yaklaşımdır. İkincisi ; milletin bir modern çağ gerekliliği olduğundan mütevellit,milliyetçiliğinde bir modern dönem mahsulü olduğunu,özetle milliyetçiliklerin milleti yarattığı görüşünü savunan Modernist görüştür. Üçüncüsü de ; bu iki görüşü bir araya getirmeye çalışan Etno-Sembolcü görüştür. Her üç görüşü de ele aldığımızda milliyetçilikleri ortaya çıkaran başat bir olguyla karşılaşırız. Millet ister ilkçi görüşle, ister modernist görüşle, ister eno-sembolcü görüşle ele alınsın milletin ve milliyetçiliğin olmazsa olmazı Durkheim’in kolektif bilinç olarak ifade ettiği kavramdır. İşte Türk milliyetçiliğinin özellikle çağımızdaki uygulanma ve yaşanma şekli, Türk toplumunun kolektif bilincinin bir tezahürüdür. Türk kolektif bilinci de İlber Ortaylı’nın ifadesi ile ; “Doğrudan doğruya kan, ateş ve kavga ile oluşmuştur”.
Bugün yaşayan Türk toplumunun kolektif bilincinde Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş süreci acı ve özlem ile hala yaşamaktadır. Toprakların kaybedilmesiyle beraber Balkan ve Kafkasya coğrafyalarından Anadolu’ya gelenlerin torunlarının zihin haritalarında, artık o topraklarla herhangi bir sosyal ilişkileri kalmamış olsa dahi hala o coğrafyalara aidiyet hissi mevcuttur. Kollektif bilincimizin en yakın hatıratları Osmanlı devrine aittir. Osmanlı İmparatorluğu zihin kodlarımızda sadece azamet ve kudret ile yer almaz. İstanbul’un fetih edilmesi kolektif bilincimizde bir gurur abidesi olarak parıldarken, Balkan savaşları veya Birinci Dünya Savaşı ile birlikte kaybettiğimiz toprakların acısı ve mahcubiyeti de aynı şiddetle kolektif bilincimizde yaşar. Tarih kitaplarında gördüğümüz haritalar önce ruhumuza bir gurur nakşederken, aynı kitabın sayfalarında ilerledikçe haritalardaki hakimiyet sınırımızın daralması biraz önceki gururumuzun ateşini söndürür ve o ateş kolektif bilincimizi benliğimizle birlikte kavuran bir kora dönüşür.
En azından milliyetçiler için durum böyledir. Kendini millete ait hissetmeyen beynelmilel bünyelerde bu tip gurur veya acı hissiyatları tabiî ki olmayacaktır. Veya dünün, bugünün ve geleceğin milletler mücadelesi olduğunu idrak edememiş kozmopolit beyinliler bahsettiğim kolektif bilinçten muaf oldukları için bugün sınırlarımız dışında vuku bulan siyasi gelişmeler konusunda Türk milliyetçilerinin niçin bu kadar hassas olduklarını anlayamayacaklardır.
Kolektif bilinç ile alakalı ve kolektif bilinçte biriken kolektif nefretin ilerde nelere mal olabileceği hususunda , Türkçülüğün önemli isimlerinden Ahmed Ağaoğlu’nun aşağıda ki hatıratı önemlidir. Hadise Ermeniler’in çoğunlukta bulunduğu bir okulda sadece beş Türk çocuğundan biri olan Ahmet Ağaoğlu tarafından şu şekilde anlatılmaktadır : “Bu beş kişinin senelerce devam eden tahsil hayatında Ermeni çocuklarından çektiklerini tarif etmek imkan haricindedir. Teneffüs esnasında biz, beş Türk çocuğu , çabuk davranıp arkamızı bir duvara dayamayı büyük bir muvaffakiyet addediyorduk. Yüzlerce Ermeni çocukları birden üzerimize hücum ediyorlar, birisi başımızdan kalpağı atıyor. Diğerleri tekmelerle dört beş altın kıymetinde olan Buhara derisini topraklar üzerinde yuvarlıyorlardı. Bazıları kıymetli ve ekseriya deve yününden mamul rubalarımızın eteklerine yapışıyorlar, öteye beriye çekiyorlar , parçalıyorlar,sırmalarını söküyorlar ; mukavemete kalkışırsak ,yumruk, tokat ve tekmeler altında bizi eziyorlardı. Bazan ittifak edip üzerimize bir iftira isnad ederler, müttefikin şahid olurlar, bizi haksız yere cezalandırırlardı. Arkadaşlarımdan çoğu dayanamadılar. Mektebi terk ettiler. Son sınıfa kadar Türklerden yalnız ben dayanabildim..” Bahse geçen anı 1884 senesinde vuku bulmuş, aradan 31 sene geçtikten sonra Türklerin kolektif bilincinde oluşan nefret birikimi Ermeni Tehciri’ni tetiklemiştir.
Milletler hafızalarıyla yaşar, milliyetçilikler de milletin tarihi hafızalarından beslenir. Açıkça belirtmek gerekir ki, Türk milliyetçilerinin son yirmi yıllık tarihi hafızalarını kolektif bilinçten ziyade kolektif nefretle dolduranların kim oldukları aşikardır ve bu nefretle dolan kolektif bilincin bir aksiyona dönüşmesi yakındır.