Dr. Hayati BİCE: Emine Işınsu’nun Tasavvufî Romanları
Emine Işınsu’nun Tasavvufî Romanları
-Hiç Kapanmayacak Amel Defterleri-
Dr. Hayati Bice
Giriş
Hacı Bayram Veli’yi anlattığı ‘Bayram’ vesilesi ile yazdığım bir yazı da “Günümüzün Menkıbecisi” olarak vasıflandırdığım[1] Emine Işınsu’nun tasavvufî romanları üzerine, kurucusu olduğu TÖRE’nin yeniden yayınlanmağa başlaması vesilesi çıkarılacak ‘Emine Işınsu Özel Sayısı’ için bir değerlendirme yazısı yazmam istendiğinde aynı başlığı kullanmamın uygun olacağını düşündümse de tekrara düşmemek için bundan vazgeçtim.
“Sancı” romanı ile gönüllerimizi fethedip yakın tarih romancılığında silinmez bir iz bırakan Yeni Türk Edebiyatı’nın yıldız isimlerinden, çağdaş Türk romancısı Emine Işınsu; Yunus Emre’yi anlattığı “Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri” ve Niyâzî Mısrî’yi ele aldığı “Bukağı” iki roman ile başladığı ‘tasavvufî romanlar serisi’ni, Ankara’nın manevi sahibi Hacı Bayram Veli’yi anlattığı ‘Bayram’ ile sürdürüp 2008 yılında yayınlanan Hacı Bektaş Velî’den söz eden “Hacı Bektaş” adlı son eseri ile noktalamış görünüyor.
Kendisiyle yapılan röportajlardan birisinde “Çocukluğumdan beri, annemden dolayı olsa gerek, tasavvufa meraklıyımdır. Bu merak beni, Yunus Emre’yi yazmaya yönlendirdi ve Yunus’dan sonra tasavvufa karşı daha bir sevdalı oldum. Böylece bir kaç erenimizi daha yazmayı istiyorum, kısmet olursa tabiî.” diyen [2] Emine Işınsu’nun “menkıbe-roman dizisi” okurlardan yoğun bir ilgi gördüğü gibi akademik tez ve makalelere de konu edildi.
Serinin ilk kitabı olan ve Yunus Emre’yi anlatan “Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri” kitabının başında yer alan “Sevgili Hocam Hasan Burkay’a, ellerinden saygı ile öperek.” ithafı bu eserleri yazmağa sevkeden sâiki ele vermektedir. Ayağının ucunu bile sokmanın cesaret istediği zor mânâ okyanuslarına açılmağa cesaret bulmasını ise yine eserin başındaki “Eserleri, sohbetleri ve tenkitleriyle bana rehberlik eden değerli bilim adamı Sayın Dr. Mustafa Tatçı’ya çok şey borçluyum.” cümlesinden anlamak mümkündür.
Tasavvuf büyüklerinin hatırâsına halel getirmemek hassasiyetini asırları kat eden bir samimiyet ile aştığı görülen sanatçının eserinde ele aldığı dönemin tarihî gerçekliklerine mutabık kalmak için ilk üç eserinde ismini andığı Dr. Mustafa Tatçı gibi akademisyen dostlarının bilirkişiliği yanında, Yılmaz Öztuna gibi tarihçilerin de eserlerinden lojistik destek aldığını belirtmiştir. Hacı Bektaş konulu eserinde ise kaynak olarak, Hacı Bektaş Veli’nin kendi eseri olarak kabul edilen ‘Makalât’ ile Abdülbaki Gölpınarlı’nın yayınladığı ‘Velâyetnâme’ ve Yaşar Nuri Öztürk’ün ‘Tarih Boyunca Bektaşilik’ adlı kitabına bağlı kaldığını belirtir.
Bu yazıda “tasavvufî menkıbe romanı” denebilecek dört romanını ele alarak Emine Işınsu kütüphanesinin son aşamasına ışık tutmak istiyorum. Öncelikle bu dört romanın ortak özelliklerini ortaya koyduktan sonra, -bir dergi yazısının sınırları daha fazla zorlanamayacağı için- “Bir Ben Vardır Bende Bende İçeri” eserinde hayatını anlattığı Yunus Emre örneği ele alınarak tasavvufun Işınsu romanlardaki yansımaları belirtilmeğe çalışılacaktır.
Tasavvufî Roman ya da Modern Menkıbeler
Menkıbe, Din ve özellikle tasavvuf ulularının veya tarihe geçmiş ünlü kişiliklerin hayatları, örnek davranışları ve olağanüstü halleri ilgili hikâyeler veya olağanüstü olaylarla ilgili masalsı anlatılardır. Arabçadaki menkabe kelimesinden Türkçe’ye geçmiştir. Çoğulu ‘menâkıb’tır. Önceleri dilden dile anlatılan menkıbeler, zamanla anonim kaynaklardan yazıya geçirilerek “menâkıbnâme” adı verilen edebî türü oluşturacak kadar zengin bir arşiv oluşturmuştur.
Türk destan geleneğinden bazı unsurları da bünyesinde taşıyan menkıbeler bazen elle çoğaltılan risaleler olarak, çoğu zamanda dilden dile ezberine alan ozanların dilinde nakledilen sözlü anlatımlar şeklinde yaşadığımız asra kadar ulaşmıştır.
Tarih içerisinde derinliği bin yıla kadar ulaşan Türk tasavvuf geleneğinde evliya tezkireleri veya özel ismi ile ‘menâkıbnâme’ denilen bir tür vücuda gelmiştir. Genellikle anonim olan bu metinlerin bazıları menkıbeleri derleyen sufilerin ismi ile özdeşleşmiştir. [3]
Kültür mirasımızın özellikle manevî alanda en önemli unsurlarından birisi Türk tasavvuf geleneğidir. Türk edebiyatı içinde halkın ortak duygu ve düşüncelerini, dinî inancın birleştirici ve bütünleştirici rolünü Türkçe olarak dile getiren tasavvufî birikim, Işınsu’nun ele aldığımız eserlerinde günümüz insanının yararlanabileceği bir formda işlenerek sunulur. Işınsu, dönemin tarihini, bir fon olarak kullanıp vermek istediği tasavvufî mesajları özellikle gençlerin anlayabileceği bir anlatım tarzı içerisinde, millî birliğe hizmeti gözeterek önümüze koyar.
Çocukluğunda annesinin kendisine okuduğu tasavvufî şiirler ile başlayan tasavvuf ilgisini hiç kaybetmeyen Işınsu, tasavvufî hayatın pratiği ile karşılaştıktan sonra Yunus hakkında bir roman yazma istekleri ile bu serideki eserlerini yazmağa başlar. İlk roman yayınlandıktan sonra gördüğü ilgi Niyâzî Mısrî, Hacı Bayram ve Hacı Bektaş gibi büyük mutasavvıfların hayatını da yazması yolundaki ısrarlı taleplerle yüzyüze getirir. Bu talep, sadece manevî bir ilginin sonucu olmayıp Anadolu’daki Türk varlığını sağlamlaştırıp yepyeni ve muhteşem bir Türk medeniyetine omuz verenlerin sadece kılıç sallayan, ok atan gaziler değil, Ahmed Yesevî, Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli gibi bütün insanlığı sevgi ile kucaklayan ve Allah’a muhabbet ocaklarında kaynaştırıp birleştiren ulu veliler oluşunun farkındalık anlamına gelen bir tarihî bilincine sahip aydınların ortak arzusu olarak görülmelidir.
Son romanlarında büyük Türk mutasavvıflarının hayat ve öğretilerini işleyen Emine Işınsu’nun bu eserlerini, bir tasavvuf menâkıbnâmesi olarak okumak mümkündür. O bir romancı olarak konu ettiği sufilerin biyografik verilerinden hareketle hayatlarını yeniden kurgularken, bu dört büyük mutasavvıfı hem yaşayan, nefes alıp veren birer insan; hem de engin bir gönül sahibi, ruh mimarı olarak bugünün okuru ile tanıştırmakta başarılı olmuştur. Tarihte seyretme sırası ile Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Hacı Bayram Velî ve Niyâzî Mısrî’nin her biri, mürşid arayışları, tasavvufî eğitimleri sırasında yaşanan halvet, riyâzet ve çileler yönünden benzer hayat seyrini paylaşmış gibi görünseler de her birinin zâhirî hayatlarındaki farklılıklar, dergâh oduncusu/marangoz Yunus, mum imâlatçısı Niyâzî, medrese müderrisi Bayram, rençber Bektaş portreleri ile yeterince yansıtılır.
Emine Işınsu, her dört romanında da, akıcı ve zorlamasız bir Türkçe ile, zarif bir üslûb zarfında, tasavvuf kültürünün –anlaşılması da anlatılması da zor mesajlar içeren- özünü her düzeyden okura sunmayı başarmıştır. Işınsu, incelediğim romanlarına konu olarak seçtiği tasavvuf kahramanlarını tarihî ve kronolojik bilgileri üst üste yığarak kuru bir şekilde sunmak yerine roman diliyle, yaşayan birer insan olarak kurgulamıştır. Romanlarda tarihin kaynak yetersizliği nedeniyle boşlukta bıraktığı kahraman ve olaylar, bütün tarihî romanlarda olduğu gibi kurmaca unsurlarla tamamlanmıştır.
Işınsu’nun bu dört eserinde mekân, olayların meydana geldiği bir sahne olmanın ötesinde, tarihî arkaplanı ve sosyal unsurları ile dörtbaşı mamur bir fon olarak, fotoğrafik bir netlikle yer alır. Zaman ise; dönemin tarihî olaylarının cereyanına uygun olarak mekân ve kahramanlar üzerindeki etkisini romanlarda anlatılan olaylarla -özel bir dikkate gerek bırakmadan- okura fark ettirilmeden anlatılır. Bu yazarın tarihî olayları günümüz okuruna yansıtmakta başarısının açık bir kanıtıdır.
Işınsu’nun tasavvuf romanlarındaki şahıslar üzerinden aktarılan tarihî bilgiler, yazarın tarihî roman yazmak değil, zaman ve mekânın kavranmasını kolaylaştırıp okurda tarih bilinci oluşturmak için aktarılmıştır. Bu bilgilerin sağlam kaynaklardan aktarılmasına özen gösterdiği söylenebilir, zaten yazar kendisi ile yapılan röportajlarda, romanlarını yazarken Yılmaz Öztuna gibi bazı tarihçilerin eserlerinden yararlandığını açıkça söylemektedir. Eseri baskıya göndermeden önce bilgi birikimine ve liyakâtine güvendiği seçilmiş kişilere göndererek “ön okuma” yapmalarını ve düzeltilmesi gereken yerler için ikaz etmelerini rica ederek, gelen önerilere göre metinlerinde düzeltmeler yapar. Bu titizliği nedeniyle Işınsu’nun eserleri, tarih bilinci kazanması istenen genç okurlar için sağlam bir kaynak olarak kabul edilebilir.
Bu eserleri yazmaktaki gayesinin; kültürel değerlerimizden yoksun olarak yetişen bugünün gençlerinin tasavvufî bilgileri anlayıp yorumlamalarını sağlayabilmek olduğunu dile getiren Işınsu, hedef kitlesine ulaşabilmek için sade bir dil ve yalın bir anlatımı seçmiştir. Işınsu, tasavvufî romanlarında Türkiye Türkçesi, Dede Korkut kitabından çıkmış eski Oğuz lehçesi ve klasik Osmanlı Türkçesinden alınmış özel kelimeler yanında vahdet, muhabbet, sohbet, halvet gibi özgün tasavvuf terimlerini de aslî anlamları çerçevesinde uyum içerisinde kullanır. Anlatılan olayın geçtiği mekân ve zamana uygun bir dil akıcı ve canlı bir üslub sergilenir. Yakın tarihlerde ideolojik olarak kısır tartışmalara konu edilmiş olan Tanrı kelimesini, -gerek dualarda gerekse konuşmalarda- çekinmeden kullanır. Cennet anlamında uçmak, cehennem karşılığı olarak tamu Işınsu’nun severek kullandığı kelimeler olarak dikkat çeker.
______________________________
*Bu yazı TÖRE dergisinin Şubat 2012 sayısında yayınlanmıştır.
İletişim: atahayati@gmail.com
[1] Hayati Bice, Günümüzün Menkıbecisi, Yeni Şafak, 21.08.2005
http://yenisafak.com.tr/arsiv/2005/agustos/21/kultur.html
[2] Hale Kaplan Öz, ‘Acılı’ Roman: Bukağı, Yeni Şafak, 28 Nisan 2004,
http://yenisafak.com.tr/arsiv/2004/nisan/28/kultur.html
[3] Bu türün en yaygın bir örneği, Nakşbendi olan Abdurrahman Camî’nin Nefehâtü’l-Üns olarak bilinen derlemesidir. Lamiî Çelebi tarafından Farsça’dan Türkçeye aktarılan bu eserin birçok yeni baskısı da halen yapılmağa ve ilgi ile okunmağa devam etmektedir. Bu klasik türün son bir örneği Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu tarafından “Allah Dostları” adı ile son dönem bazı sufilerinin hayatını derlediği bir seri kitap ile ortaya konulmuştur.
[4] Elif Hürsoy, “Ve Her Yıl Çiçekler Yeniden Büyür!”, Türk Edebiyatı, Sayı: 364, Şubat 2004, s. 6.