Gültekin ÖZTÜRK: Darbeler ve Anayasa -1
NELER OLDU NELERİ KONUŞUYORUZ
Başbakan, Güney Kore’nin başkentinde Obama ile görüştükten sonra bilindiği gibi Çin, İran, Suudi Arabistan ve son olarak da Katar’a gitti.
ABD’de görüşmelerde bulunduktan sonra Türkiye’ye gelen Barzani, Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile temaslarda bulundu.
Hakkında yakalama kararı olan Irak’ın Sünni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi, görüşmeler sonrasında Barzani ve Türkiye’nin himayesine alındı.
Irak’ın Şii Başbakanı Maliki Türkiye’yi Irak’ın içişlerine karışmakla suçlarken, Irak Milli Meclisi Başkanı Sünni Usame Nuceyfi Türkiye’de birtakım görüşmeler yapıyordu.
Bütün bu temaslar sonunda Tayyip Bey, PKK silah bıraktığı takdirde Türkiye’nin operasyonları durduracağını açıkladı. Barzani de bunu desteklediğini duyurdu.
Peki, kapalı kapıların arkasında ne/neler konuşuldu veya ne gibi anlaşmalar yapıldı bilen/duyan var mı?
Türkiye’nin geleceği üzerine görüşmeler yapıldığı söyleniyor ancak bunların içeriğinin neler olduğunu yazan/konuşan yok!
Konuşulamaz/yazılamaz çünkü Başbakan böyle istiyor. Siz darbeleri ve anayasayı konuşun gerisi benim işimdir diyor ve herkesi de bu iradesine uydurmayı başarıyor.
Aslında bugünkü yazımda Irak ve Suriye’de neler olduğunu/olacağını yazacaktım. Ancak Tayyip Bey gündemi belirlediği için ben de çaresiz bu gündeme uydum.
Daha önce yazdıklarımın ışığında “Darbeler ve Anayasa ” başlığı altında iki bölümden oluşan bir yazı dizisi hazırladım.
DARBELER
27 Mayıs 1960, 28 Haziran 1961, 22 Şubat 1962, 20 Mayıs 1963, 20 Mayıs 1969, 9 Mart 1971, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 darbeleri/muhtıraları ve henüz kanıtlanmamış bir dizi darbe teşebbüsü iddialarına bakarsak ordumuzun bir ihtilal geleneği/alışkanlığı/sabıkası olduğu açıkça anlaşılır.
“Vatan/devlet/millet tehdit ve tehlike altındadır! Kardeş kavgasını önlemek için Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur.”
Darbeciler gerekçelerini genellikle bu şeklinde ifade ederek, Ordu İç Hizmet Kanuna göre Cumhuriyeti koruma görevini yaptıklarını söylemişlerdir.
Darbeciler yasadışı eylemlerini haklı/meşru sebeplere dayandırmak için kendilerince bu makul gerekçeyi göstermiş ve her kesimden de az/çok destek bulmuşlardır.
Ancak hiçbir gerekçe seçimle işbaşına gelmiş iktidarları zor kullanarak devirmeyi meşru/haklı gösteremez.
Bu hukuk dışılığa ilk direnmesi gereken siyaset kurumu ve milletin kendisidir.
Çünkü yasadışı, hukuk dışı gasp edilen milletin egemenliği ve onu emanet ettiği milli iradenin vekillerine ait haklardır.
Ne yazık ki milletin emanetini taşıyanlar/milli iradeyi temsil eden siyasiler ve anayasal kurumlar darbecilere karşı milli/demokratik bir dik duruş göstererek halka önderlik yapıp darbecilere dünyayı zindan edememişlerdir.
Üniformayı gören, postal sesini duyan ya kaçmış/sinmiş ya da bana gün doğdu diye alkış tutmuştur. Karşı koyanlar ise işkence kamplarına, hapishanelere, sürgünlere, idam sehpalarına gönderilmiştir.
Sözde demokrasi havarileri karşı çıkmak yerine darbecileri alkışlamış lacivert takım elbiseler diktirerek askerlerin siyasetten sildiklerinin yerini almak için hazırlık yapmışlardır.
Her darbeden sonra demokrasiye bağlı olduğunu söyleyen/söyletilen askerler, birilerinin vesayetine verilmiş çağdaş/demokratik düzenlerini güya seçim yaparak yönetimi sözde demokrat sivillere devretmişlerdir.
Maalesef bizler de yeni bir darbeye kadar “Milli İradeyi” bu sözde demokrasi kahramanlarına devredip egemenliğimize/demokrasimize tekrar kavuştuk diye düğün bayram yaptık.
Acaba her darbeden/muhtıradan sonra yaptığımız seçimlerle gerçekten demokrasiyi getirip “Milli İradeyi egemen ve milleti etkin” kılabildik mi?
Elbette hayır! Asker/yargı vesayeti altında ABD’ye bağımlı politikalar uygulayan yönetime çağdaş demokrasi denemez.
Buna dense dense ancak güdüm/manda/vesayet demokrasisi denilebilir.
Bugün güya darbecilerden hesap soruluyor. Peş peşe 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan soruşturmaları, 1.2.3….diye bilmem nereye kadar süreceği bilinmeyen operasyon dalgaları yapılıyor.
Bizler de dünün dokunulmazlarına bugün dokunuluyor diye sevinç naraları atıyoruz.
İyi hoş da bu davalar/soruşturmalar yasal mı, evrensel hukuka/insan haklarına uygun mu diye hiç soruyor muyuz?
Diyelim ki bu darbe soruşturmaları ve davaları hukukidir/yasaldır.
Peki, gerçek sorumluların/suçluların yargı önüne çıkarıldıklarını söyleyebilir miyiz?
12 Eylül Darbesinin sadece iki sanığı mı vardır ki iddianame iki kişiyi yargılıyor?
12 Eylül Hükümetleri, yargısı, sıkıyönetim komutanları, valileri, belediye başkanları, emniyet müdürleri özetle bu suça doğrudan veya dolaylı olarak katılanlar nerededir?
Dünya kadar insan, Ülkücü/devrimci darbecilerden hesap sormak umuduyla müdahil olmak istediniz.
Soruyorum kaçınızın talebi kabul edildi?
Çok açık söylüyorum bu darbe yargılamaları oyununda bedava figüran oldundu o kadar….
Çünkü bu darbe iddianamalerine göre yapılan/yapılacak olan yargılamalar sonunda gerçek suçlular değil, birkaç piyon göstermelik ceza alacak ve bu cezalar da evrensel hukuka/adil yargılama ilkesine aykırı bulunarak AHİM’den geri dönecektir.
Dün darbeci askerler insan haklarını ayaklar altına almış, hukuku hiçe saymışlardı ve biz onları lanetledik/lanetliyoruz.
Uygulama ve yargılama yöntemlerine bakarak gelecek nesillerin de bugünü aynı duygularla/lanetle anacağından korkarım.
Hangi hukuk devletinde daha soruşturma aşamasındaki bir davada “İşte darbe organizatörü budur. Bunlar yardımcılarıdır, şunlar da destekçileridir. Boşuna av peşinde koşmayın çünkü başka cadı yok! Bu sınırlar içinde nereye kadar giderseniz gidin” denilebilir?
Ve hangi hukuk sisteminde bu şekilde yargıya sınır tayin edilip zanlılar peşinen suçlu/mahkûm ilan edilebilir?
Dünyada hangi hukuk devletinde ekranlarda/gazete sütunlarında insanlar infaz edilir ve yürüyen soruşturma7kovuşturma/davalar hakkında açık oturum düzenlenir?
Söyler misiniz bana bu uygulamaların yargıladığımız/lanetlediğimiz askeri diktatörlüklerden farklı olan yanı nedir?
İzlediğimiz bütün bu uygulamalar ancak sözde demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletinde olabilir/olmaktadır.
Bir de Türkiye Cumhuriyetin de bunlara rastlayabilirsiniz.
Başka varsa buyurun gösterin. Gösteremezsiniz çünkü dünyada başka örnek yok ya da ben bilmiyorum.
NEDEN/NASIL YENİ BİR ANAYASA
Anayasa/yasa ve insan eskitme becerisinde de bilinmedik/görülmedik yasa/anayasa yapma yöntemi icat etmekte de maşallah tek örneğiz.
Evet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti laik, sosyal, demokratik ve milli bir hukuk devletidir. Bunu sağlamak için de anayasasını 17 kez değiştirmiş ve 121 maddesini yenilemiştir. Çağdaş bir anayasaya için referanduma gitmemizin üstünden daha 2 yıl bile geçmemiştir.
Ancak görüyoruz ki yaptığımız çağdaş anayasa hemen eskimiş/çağdışı kalmıştır. Yoksa bugün “yeni ve çağdaş bir anayasa” diye çağrılar yapar mıydık?
Anayasamız o kadar eskimiş ki küresel ortaklar bugün tekrar koro halinde ”Bu anayasa çağdışıdır ve bize dar gelmektedir. Mutlaka ve hemen değiştirmek zorundayız/kararındayız” diye tutturmuş bulunmaktadırlar.
Değişmemiş 56 maddesi kalan anayasayı beli ki kafanızdakiyle değiştireceksiniz bari “hangi maddelerini çağdışı buldunuz da değiştirmeye kalkıyorsunuz?” diye sorduğumuzda cevap adresi olarak halkı göstermeyiniz.
Hukuku/adaleti özelleştirdiğimiz yetmezmiş gibi şimdi de ihaleye çıkarcasına teklif alarak dünyada eşi benzeri olmayan bir yöntemle anayasa yapmaya kalkışmayınız.
Sorulduğunda Türkiye Büyük Millet Meclisini “Yüce Divan” sananlara “bu anayasanın yerine nasıl bir anayasa öneriyorsunuz/istiyorsunuz? “ diye sorup, STK’lardan, vatandaşlardan öneri/talep toplamaktan vazgeçin ve çıkıp dürüstçe gizlediğiniz kafanızdaki anayasa taslağınızı açıklayınız.
Gerçi siz açıklamasanız da ikinci yazımda Türkiye için düşünülen/düşündüğünüz yeni anayasanın nasıl bir şey olduğunu/olacağını açıklayacağımı bilesiniz…
Güzel günler için kalın sağlıkla