Dr. Hayati BİCE: Ahmed Yesevî Bugünün Gençlerine Ne Söyler?
Ahmed Yesevî Bugünün Gençlerine Ne Söyler?
-Yesevi Hikmetlerinde “Emr-i ma’rûf” ve “Nehy-i münker” Kavramları Işığında Toplum Terbiyesi-
Dr. Hayati BİCE
Ahmed Yesevî ile ilgili bir yazı istendiğinde hep şunu düşünürüm: Yazacağım yazı ile okur Yesevî mesajlarından yararlanma anlamında nasıl bir fayda elde edecektir? Bu düşünce ile akademik olmayan yayınlarda Pîr-i Türkistan Yesevî’den bahsederken günümüz insanına hitap eden noktaları vurgulamağa çalışıyorum. Ahmed Yesevî’nin hayatı, menkıbeleri ve arkasında bıraktığı halifeleri hakkındaki bilgiler bugün, internet sayesinde ansiklopedik bilgi olarak dileyen herkesin ulaşabileceği kadar yaygınlaşmıştır. Daha az bilinen Yesevîlik yolu hakkında da son yıllarda yapılan araştırma ve yayınlarla yakın geçmiş ile kıyaslanamayacak derecede önemli verilere ulaşmış bunlar da kısmen yayınlanmıştır. [1]
Bugün için Yesevî ve Yesevîlik konusunda asıl ihtiyaç, Yesevî’nin bugün toplumuna ve tek tek insanlarına verebileceği dersler, yapacağı katkılar konusundadır. İşte bu düşünceler ile bu yazımda da Yesevî’nin toplumun önündeki bir mürşid olarak insanları eğitme misyonunu İslam’ın iyiliği emretme (emr-i bil-maruf) ve kötülüğü yasaklama (nehy-i anil-münker) kavramları ışığında inceleyeceğim. Yazımın son kısmında ise günümüzde Yesevî kültürünün bütün boyutları ile yaşanabileceği bir ortamın gerçekleştirilmesi konusundaki bir hayâlimi, 21. yüzyılda Türklük konulu hayâller kurduklarını çok iyi bildiğim okurlar ile paylaşacağım.
İslam’da İyiliği Emir ve Kötülüğü Yasaklama
İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun.
İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.
[Âl-i İmran 104]
Önce kavramları açıklamak ile başlayalım: Maruf, dinimizin emrettiği işler, Rabbimizin bütün kullarından yapılmasını beklediği salih amellerdir. Münker ise, Allah’ın razı olmadığı işler, dinimizin yasakladığı herşeydir.
Bir fıkıh kuralı olarak iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama, farz-ı kifayedir; bunun anlamı toplum içerisinde bir grup insan bu görevleri yerine getirdiğinde bütün insanların sorumluluktan kurtulacağıdır. Ancak bu görevler bütün insanlar tarafından terk edilirse herkes sorumlu olur ve bu terkin topluma yansıması ilimin yok olması ile cehalet ve sapıklıkların yayılması şeklinde tezahür eder; sonuçta da fitne yaygınlaşır. Günümüz toplumuna bu nazar ile bakıldığında hiç de hoş bir durum arzetmediği söylenebilir.
Emr-i maruf yapmağa kalkan birisi, eski tâbiri ile “ilmi ile âmîl” olmalıdır. Emr-i maruf yapmağa niyetlenen insanların, olumlu sonuç alabilmeleri için de, kınadıkları kötülükleri kendilerinin işlememeleri önemli bir inceliktir. Kur’an-ı Kerim’deki mealen, “İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?” [Bakara: 44] anlamındaki ayet önemli bir uyarıyı içermektedir.
Ancak bu çok önemli bir toplum görevi olan emr-i maruf’u, yapılması imkânsız hale getirmemelidir; her iyiliği yapamayan ve her kötülükten de kaçamayan insanlar da, güçleri yettiğince bu farzı yerine geitrme çabası içerisinde olmalıdır. Fitne çıkma ihtimali kuvvetle muhtemel değilse, haram işleyenleri uyarmağa çalışmaktan kaçınılmamalıdır.
Yesevi Hikmetlerinde “Emr-i ma’rûf” ve “Nehy-i münker”
Tasavvufu toplumdan elini-eteğini çekerek bir köşede yaşamak olarak tanımlamak, Türk tasavvuf geleneğinin toplumu hayra yöneltici bir misyon ile denetleme ve iyiliğe yönlendirme tavrına aykırı düşer. Türk tasavvuf geleneğinin temellerini atan bir mürşid olarak Ahmed Yesevî’de de bu tavrı çok net olarak görmekteyiz. Bunu görmek için Yesevî hikmetleri incelendiğinde [2] Emr-i bil-maruf ve nehy-i anil-münker kavramları üç hikmet kıtasında birlikte yer alırlarken “Emr-i ma’rûf” kavramına bir hikmette daha tek başına yer verildiği görülür:
2
Âkil erseng erenlerge hizmet kılğıl
Emr-i ma’rûf kılğanlarnı izzet kılğıl
Nehy-i münker kılğanlarnı hürmet kılğıl
Ol sebebdin altmış üçde kirdim yerge
Anlamı:
Akıllı isen, erenlere hizmet eyle
Emr-i mâruf kılanları aziz eyle
Nehy-i münker kılanları hürmetli eyle
O sebepten altmış üçte girdim yere.
139
Emr-i ma’rûf, nehy-i münker bilip kılsa
Yatsa kobsa Bir Hüdanı hâzır bilse
Tâ ölgünçe Hâcesiğe hizmet kılsa
Kuvvet berür anı ne dep dütâ kılsun
Anlamı:
Emr-i mâruf, nehy-i münker bilip eylese,
Yatsa, kalksa bir Allah’ı hazır bilse
Ölene kadar Rabbine hizmet eylese
Kuvvet verir, onu ne diye iki büklüm eylesin?
169
Pîr ü mürşid kılsa müdâm emr-i ma’rûf,
Mürüvvetlik, şirin sözlik, yahşi huyluk,
Keçe-kündüz riyâzetni çekse ul hûb,
Andağ pirni hizmetide yürüng, dostlar.
Anlamı:
Pir ve mürşid kılsa her an emr-i maruf,
Mürüvvetli, tatlı sözlü, güzel huylu,
Gece-gündüz riyazeti çekse o hoş,
Öyle pirin hizmetinde yürüyün, dostlar.
201
Kıyametning şiddetini bilmegenlar,
Garib, fakîr körse közge ilmegenlar.
Emr-i ma’rûf, nehy-i münker kılmağanlar,
Has buzurklar seni ne deb dua kılsun?
Anlamı:
Kıyametin şiddetini bilmeyenler,
Garib, fakir görse göze iliştirmeyenler.
Emr-i maruf, nehy-i münker kılmayanlar,
Has ulular sana ne diye dua eylesin?
Bugünün Yesevî’sini Aramak
Hep düşünmüşümdür: “Acaba Hazret Sultan Yesevî bugünkü dünyada yaşıyor olsa idi, mesajlarını topluma iletmek için nasıl bir yöntem izlerdi?” Ya da: “Bugünün Yesevîsi nasıl birisi olurdu?”
Bu soruları yanıtlamak için tarihte yaptıklarından hareket etmekten, Yesi’deki Yesevî dergâhında yaşananları yansıtan menkıbelerden yola çıkmaktan başka bir yöntem yok görünüyor. O halde öyle yapalım…
Ahmed Yesevî’nin irşad yöntemini incelediğimizde içerisinde yaşadığı topluma, o toplumun dilinden ve kolayca anlayabilecekleri kavramlar aracılığı ile hitab ettiği görülür. Sadece neden şiirlerini Türkçe söylediğini izah ettiği hikmetinde; mahşer yerinde mutlu olacak kişilerin Burak’a ata biner gibi binerek, başlarındaki börkleri de gösterişli bir şekilde takacaklarını ifade eden sahneyi hatırlayalım.[3] Yine Dîvân-ı Hikmet’in bir çok yerinde Türkler için gündelik hayatta çok önemli olan atlardan ve insanın tasavvufî eğitime, irşada ihtiyacı belirtilirken atların iyi bir yarış atı olabilmeleri için terbiye edilmeleri gereği vurgulnamaktadır. Bu tür örnekleri çok kolayca çoğlatıp örnekleyebilmem mükündür ama bu yazının kısıtlı çerçevesinde ilgili okurlara işaret etmekle yetiniyorum.
Yesevî bugün yaşasaydı öncelikle Kur’an ve hadis anlamını kavramaları için topluma Kur’an-ı Kerîm ve sünnet mesajlarının ulaşması için en etkili yöntemleri tercih edecektir. Bu yöntem ise günümüz şartları göz önüne alınırsa görsel medya olan TV, sinema ve internet olurdu. Bu araçlar kullanılarak topluma mesaj iletilmesinde kullanılacak dil de günün yaşayan Türkçesi olmak durumunda idi. Ancak mesajın yeryüzünün global bir köy haline geldiği günümüz dünyasının tüm insanlarına ulaşması için yaygın dünya dillerinde de tebliğ imkânlarının zorlanması gerekecekti. [4]
Çağdaş Bir Yesevî Dergâhı Hayâli
16. yüzyılda İstanbul’a gelerek, zamanın Osmanlı Devleti yöneticilerinden âsitânede bir Yesevî dergâhı teşekkülü için destek arayan Yesevî dervişi Sultan Ahmed Hazînî tarafından kaleme alınan risâlelerde tarif edilen -Yesevîyye tarikatının olmazsa olmaz şartları arasında sayılan- “mekân” konusunu hatırlarsak, Yesevîlik şanına layık bir merkez dergâh-âsitânesinin nasıl inşa ve imar edileceğini hayâl edebiliriz: Emir Timur’un büyük bir manevî bağlılık duygusu ile 1400’lerin başında inşa ettirdiği Yesevî türbe külliyesinin mimarî ayrıntıları örnek alınarak çağdaş Yesevî dergâhında da zengin bir kütübhane, iyi organize edilmiş bir arşiv-müze mutlaka bulunacaktır. Halvete girecek dervişler için kırk hücreli bir halvethane, misafirler için banyo ve mutfağı ile dörtbaşı mamur bir konaklama tesisi, fukaraya hizmet verecek bir aşevi ile bir sosyal dayanışma vakfı da külliyenin bölümleri ve organları arasında yer alır.
Bu şekilde çağdaş bir yorum ile ortaya çıkacak maddî yapılanmanın içini dolduracak manevî etkinlikleri sürdürecek dervişler, bilinçli ve genel kültür düzeyi halk ortalamasının çok üzerinde kişiler olarak geleceğin mürşidleri olmaya aday, seçilmiş öncüler olarak görülmelidir. Bu dervişlerin eğitiminde asliyetinden saptırılmadan titizlikle uygulanacak tasavvufî faaliyetler yanında Kur’an-ı Kerîm bilgileri başta olmak üzere İslâm ilimleri, uzmanlık düzeyinde ayrıntılandırılarak gruplar şeklinde çalışılacaktır.
Dergâh faaliyetlerinin esas konularından birisi Yesevî hikmetlerinin analiz ve yorumudur. Yesevî hikmetlerinin yeni bestelerle yorumlanarak zikir meclislerinin ana unsurlarından birisi olarak yaşatılması için tarihteki Yesevî-Han Meclisleri canlandırılacaktır. Yesevîlik coşku ve heyecanının besleyen bu meclislerde uyandırılan gönüllerin bilinçli algılama düzeyine erişmeleri için Yesevî hikmetleri üzerinde şerh çalışmaları yürütülecektir. Böylesi bir ocağın ayrılmaz bir parçası da İslâm sanatlarının teorik ve pratik öğretim/eğitiminin yapıldığı atelyeler olmalıdır.
Tabiî bu hayâlî yapılanmanın kilit taşı, dergâhın başında görev yapacak olan Yesevî-meşreb bir mürşîddir. Eğer Yesevî ufkunu taşıyacak nitelikte çağdaş bir mürşîd zuhur ettiğinde, diğer tüm gereklerin kendiliğinden oluşması ihtimal dâhilindedir. Ancak ortada ‘Yesevî-meşreb bir mürşîd’ yok ise, -isterseniz dünyanın en görkemli dergâhını, en mükemmel tesisini inşâ edin-; sonuç alınması mümkün değildir.
Sultan Ahmed Hazînî tarafından kaydedilen ve Yesevîlik tarikatının esasları arasında sayılan “sultana bağlılık” (rabt-ı sultan) kuralı bugün için yorumlandığında tasavvufî faaliyetlerin kaçak-göçek yerlerde, tâbiri câiz ise, gecekondu kültürü çerçevesinde değil toplumun gözü önünde ve siyasî-ekonomik erk sahiplerinin bilgisi ve maddî desteği ile yürütülmesi gerekir. Ancak tasavvufî özerkliğin korunması için güç sahiplerinin tasavvufî faaliyeti sahiplenmesi değil, tasavvufî faaliyete engel olucu bir olumsuzluktan sakınmaları tercih edilmelidir.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat anlayışının “Ulü’l-emre itaat” kabulünün siyasi erk sahiplerince zaman zaman istismar edildiği bilindiğinden ilk anda boyun eğme anlamında anlaşılabilecek “rabt-ı sultan” kuralının sağlıklı işleyişinde baskın gücün manevî otorite olarak kabulünün önemine dikkat etmek gerekecektir.
Osmanlı Coğrafyası’nda Yesevîlik Kurumlaşması Neden Yok?
Bu soruya doğru yanıtr verebilmek için 16. yüzyılın gayretli Yesevî dervişlerinden Sultan Ahmed Hazînî’nin ‘Menbâü’l-Ebhâr Fi Riyâzi’l-Ebrâr’ kitabında yer alan, İstanbul’da bir Yesevî dergâhı kurma isteğinin zamanın Osmanlı sultanı ve yakın çevresi tarafından kabul görmemesi üzerine dile getirdiği sitemleri hatırlamalıyız. Eğer Hazînî’nin bu hayırlı dileği, Osmanlı İmparatorluğu’nun zevalinin tam da başlangıcında ‘zamanın egemenleri’ tarafından kabul edilip Türkistan ile organik bir bağ teşkil edeceği belli olan böyle bir Yesevî dergâhı İstanbul’da faaliyete geçirilebilse idi acaba Osmanlı’nın âkıbeti ne olurdu? Türk dünyası arasındaki ilişkiler nasıl gelişirdi? diye sormaktan kendimi alamıyorum. İstanbul’un bir tepesini süsleyen bir Yesevî dergâhı için sarf edilecek meblağın 16. yüzyıl sonu Osmanlı maliyesi için ne kadar küçük bir miktarda olacağını düşününce insanın üzüntüsü katmerleniyor. Ve ne yazık ki tarihi yeniden yazmak mümkün değil…
Bugünün gerçeği olan pek çok konunun, değil yüzyıl öncesi daha 10–15 yıl öncesinin hayâli bile olmadığını hatırladığımda, çağın diliyle çağa seslenen gür bir Yesevî sadâsının Türk yurtlarından başlayıp dalga dalga tüm dünyaya yayılabileceği günleri de hayâl etmek istiyorum.
O günlerde dünyanın Türkçe konuşan müslümanları, yepyeni bir ruh ile adetâ yeniden doğacaktır; bir daha asla ölmemecesine…
‘Ölmeden önce ölme’nin sonsuz zevki ile ebediyete doğarak ölümlere meydan okuyan o günün Türkleri önünde durabilecek bir güç olabileceğini düşünemiyorum.
İşte o gün, Hazret Sultan Yesevî, Türkistan ufuklarından yükselecek hikmetler dökülen sesini taşıyan kutlu nefesi ile Orhun’dan Tuna’ya tüm Türk yurtlarını yine -ve yeniden- ısıtacak ve ışıtacaktır.
——————————–
İletişim: http://www.hayatibice.net
[1] Ahmed Yesevî ve Yesevîlik tarikatının esas uygulamalarına ilişkin kitabımı ilgili okurlara tavsiye ederim. Bkz. Hayati Bice, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, İnsan Yayınları, İstanbul-2011.
[2] Burada verilecek hikmet alıntılarında Ahmed Yesevî’nin tarafımdan yayına hazırlanan ve T. Diyanet Vakfı Yayını olarak 6. baskısı yapılan eserdeki sıra numaraalrı esas alınmıştır.
[3] Yesevî’nin bu şiirinde Türk imgelerinden börk kelimesi kullanımı çok dikkat çekicidir:
“Ayet hadis anlamı Türkçe olsa uygundur,
Anlamına yetenler yere koyar börkünü…
(…)
Amel işleyen âlimler dinimizin çırağı,
Burak biner mahşerde eğri koyar börkünü…”
Hikmetin tamamı için bkz. Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet (71. Hikmet), Haz. Dr. Hayati Bice, TDV Yay., Ankara, 2010, s.181.
[4] 2011 yılı Ekim ayından itibaren Türkiye Yazarlar Birliği Genel Merkezi’nin Yunus Emre salonunda başlayan ve halen Cumartesi günleri saat: 13.00-14.30 arasında devam eden Dîvân-ı Hikmet Okumaları programında Yesevî hikmetleri, Yesevî menkıbeleri, Yesevîlik, ve günümüzde tasavvuf konuları yanında güncel tasavvufî konular da işlenmektedir.
(*) Bu yazı Kilit Dergisi’nin 1. sayısında 30-33. sayfalarda yayınlanmıştır.