Can Mustafa ÇEBİ: Türkiye’de Kırdan Kente İç Göç
Türkiye’de 1950’lerden Günümüze Kırdan Kente İç Göç
-Belli Başlı Nedenler ve Sonuçlar-
Can Mustafa ÇEBİ
Göç, insanlık tarihi boyunca bütün toplumları ve devletleri doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemiştir. Göç, kültürel, ekonomik, sosyal, kentsel, yapısal ve siyasal anlamda birçok alanda etkisini göstermektedir. Bu nedenle göç olgusuna çok yönlü bir bakış açısı geliştirmek elzemdir. Bütün bu tanımları içerisinde barındıran bir göç tanımı yapmak gerekirse; göç, en basit anlamda, belirli bir hedef doğrultusunda ya da belirli bir hedef olmaksızın herhangi bir yere yönelen coğrafi insan hareketidir. Göçle alakalı muhtelif kuramlar mevcuttur, konumuz Türkiye’de iç göç hareketlerini esas aldığı için hareket kuramını benimsemek yerinde olacaktır. Buna göre İç göç , bir ülke sınırları içerisinde bireylerin ya da toplumsal kümelerin, bir yerden başka bir yere gidip yerleşmeleridir.
İç göç olgusu, genel itibariyle kırsal alanlardan kentsel mekanlara doğru yapılan coğrafi yer değişimini içinde barındırdığı için Türkiye’deki iç göç hareketleri tarımsal alanlardaki teknolojik değişimlerle doğru orantılı seyreder. Bu çerçevede Türkiye’deki iç göç hareketlerinin analizini 1950’li yıllardan itibaren başlatmak yerinde olacaktır. Ayrıca Türkiye’nin dönemsel sosyo-ekonomik ve siyasal gelişmeleri iç göçü etkileyen önemli amillerdendir, bu sebeple iç göçü 1950-60, 1960-70, 1970-80 ve 1980-90 ve 1990’dan günümüze olarak başlıklandırma ihtiyacı hissedilmiştir.
1950-1960:
Türkiye’de iç göç hareketleri 1950ye kadar gözle görülür bir ivme kazanmamıştır. Bunun nedeni Osmanlı İmparatorluğundan miras alınan toplumsal yapının kırsal ağırlıklı oluşu ve kırsal alanlarda yerleşik bulunan kitlelerin tarımda mekanizasyonunu sağlayamamış olmalarıdır. Bu yüzden Türkiye’deki iç göç hareketlerini 1950’den itibaren başlayan tarımda makineleşme süreciyle beraber irdelemek yerinde olacaktır. II. Dünya Savaşı sonrası dünyada değişen siyasi gelişmeler; demokrasi ve refah devleti ilkelerini ön plana çıkarmıştır. Ülkemiz, savaş öncesinde iç pazara hapsolmuş bir ekonomi görüntüsü verirken sonrasında tarımda modernizasyona ivme kazandırılarak dışa açılma süreci nispeten başlatılmıştır. Bu çerçevede daha önceki dönemlerde demiryolu ağırlıklı altyapı stratejileri önemliyken, bu dönemde karayolu ağırlıklı altyapı stratejilerine geçilmiştir.
Türkiye’nin Batı müttefiki olarak Marshall yardımlarından faydalanması, almış olduğu ekonomik ve teknolojik yardımları tarımsal üretime kaydırması tarımda makinalaşmayı sağlamıştır. Tarımda makineleşmeyle birlikte ağırlıklı olarak kırsal alanlarda emeğe dayalı işgücünde çalışan kitleler atıl duruma düşmüş, bu durum da bu kitlelerin geçimlerini temin etmek amacıyla kentlere doğru göç etmesini hızlandırmıştır. Bu hızlanmayla beraber, kentler, Türkiye sosyal yapısında yeni bir olgu olarak karşımıza çıkan gecekondulaşmayla karşı karşıya kalmıştır.
1960-1970:
Bu dönemin iç göç hareketleri Türkiye’nin planlı kalkınma dönemine girmesiyle beraber irdelenmelidir. Türkiye’nin yerli sanayisinin büyümesi ve iç pazarın gelişmesine yönelik uyguladığı ekonomik politikalarla beraber sanayinin emek talebi kentlerde yaşayan kesim tarafından karşılanamamış, ucuz işgücü ihtiyacı artmış, bu artışa paralel olarak da kırsal alanlardan kentlere olan göç bir nebze teşvik edilmiştir. Rakamlar da bu artışı desteklemektedir; 1955te 6.927.243 olan kent nüfusu, 1965 yılına gelindiğinde 10.805.817’ye çıkmıştır. 1950’de 40.000 gecekondu mevcutken 1965’te 435.000 gecekondu bulunmaktadır. Bu soruna çare olarak 1966’da ‘’Gecekondu Kanunu’’ çıkarılmıştır. Böylelikle kırsal alanlardan kentlere göçmüş insanların, kentlerde kalıcılaşmasına zemin hazırlanmıştır. Bu dönemin bir başka özelliği de, kentlere göç edenlerin ilk taşınma maliyetlerine üstlenebilecek görece bir zenginliğe sahip olmalarıdır. Halbuki ilk iç göç dalgası genellikle fazla bir serveti olmayan yoksullardan oluşmuştur.
1970-1980:
Bu dönem, Türkiye’ye siyasi, sosyal ve ekonomik krizlerin damgasını vurduğu bir dönemdir. Küresel çerçevede 1973’te vuku bulan dünya petrol krizinin Türkiye’ye yansıması ve buna bağlı yaşanan ekonomik durgunluk, yine Kıbrıs Barış Harekatında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs Türklüğü’nün haklarını korumak gayesiyle başlatmış olduğu harekat dolayısıyla uygulanan küresel ambargo sanayiyi ve ticareti durgunluğa sevk etmiştir. Bu durumda iç göç, diğer dönemlere nazaran azalmıştır.
Yine de bu dönem; kentlerdeki çekici, kırsal alanlardaki itici nedenlerin varlığı sebebiyle iç göçün devam etmesini durduramamıştır. Göç araştırmalarında önemli bir kavram olan itici neden olgusu göçün uygulayıcıları tarafından yaşam alanlarını terk ediş sebeplerini içerir. Çekici nedenler ise göçün aktörlerinin yeni yaşam alanlarına doğru hareket etmesinin sebeplerini ifade eder. Bu noktada bahsedilen dönemde kırsal alanlardaki altyapı eksiklikleri, sağlık, eğitim, ulaşım gibi imkanların yetersizlikleri göç nedenlerinin itici nedenlerini oluşturur. Çekici nedenler bağlamında kentsel alanlardaki imkanların kırsal alanlara oranla görece daha iyi olması kentlere yönelik göçün devam etmesini sağlamıştır. Örneğin, Yeşilçam sinemasının döneme damga vuran filmlerinin birçoğu kırsal alanlarda yaşayanlar için ‘’buraya gelin, İstanbul’un taşı toprağı altındır.’’ mesajları içermesi göçü tetikleyen sosyo-psikolojik neden olarak iç göçün altyapısını oluşturmuştur.
1980-1990:
Ülkemiz 1980lere 24 Ocak ekonomik kararlarının etkisi ve 1980 Darbesinin siyasi tesirlerinin gölgesinde girmiştir. 24 Ocak Kararları Türkiye’nin ithal ikameci ekonomik anlayıştan özelleştirmeye dayalı neo-liberal anlayışa geçişini simgeler. Türkiye’nin Neo-liberal anlayışının temelinde, dünyadaki gelişen ekonomik hadiseler ve Türkiye’nin yıllardan beri makro ekonomik hayatına olumsuz etkileri bulunan döviz sıkıntısını aşma amacı var. Uygulanan neo-liberal politikalarla beraber ve ulaşım, belediyecilik hizmetlerindeki değişiklikler konut ve enerji alanlarına yapılan yatırımlarla beraber kentler, kırsal alanlarda yaşayanlar için yeniden çekim merkezi haline gelmiştir. Bu dönemde belirtilmesi gereken diğer bir husus da, ülkemizin turizm potansiyelini değerlendirmek üzere başlatmış olduğu çalışmalardır. Bu çalışmalarla daha evvel İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlere yönelen iç göç hareketi turizm açısından potansiyel barındıran kentlere doğru bir ivme kazanarak dönemin iç göç olgusuna farklı bir durum katmıştır. Bununla birlikte ilk kez kentsel nüfus, kırsal nüfusu geçmiştir.
1990-…:
Bu dönemin, iç göç hareketleri, diğer dönemlerden bilhassa şu boyutlardan farklılaşır: Ülkemiz 1990’larda artan etnik terör hareketlerinin yıkıcı tesirlerine maruz kalmıştır. Gerek, terör örgütlerinin hakimiyet kurmak istediği bölgelerde uyguladığı kitlesel terör, gerek güvenlik güçlerimizin bu bölgelerde yaşayan insanları koruma amaçlı uyguladığı iskan politikaları terör nedeniyle oluşan göç hareketlerinin ana şemasını teşkil eder. Bu durum neticesinde terör olaylarının yoğun olarak yaşandığı illerimizden gerek bölgesel büyük kentlere gerek metropolit kentlere bir iç göç hareketi doğmuştur. Hadisenin etnik ve siyasi temelli olması, yeni sosyolojik sıkıntılara sebebiyet vermiştir. Zaten çoğunlukla marjinal sektörlerde istihdam olan göç aktörleri, bu marjinal ekonomik durumlarını siyasi alanlara sirayet ettirerek Türkiye’nin toplumsal yapısına ciddi zararlar vermiştir. Aynı zamanda bu tür göçler kırsal alanlardan, kente değil kentten kente göçün de örneklerindendir.
2000li yıllara gelindiğinde gözle görülür bir değişme yaşanmamakla birlikte şehirlerdeki kentsel dönüşüm girişimleri göç olgusunun Türkiye’deki negatif akislerinden biri olan gecekondulaşma olgusuna karşı başlatılmış düzenleyici çabalardan biri olarak göze çarpmaktadır. Yine bu dönemde mavi yakalı, kol gücüne dayanan işçi ihtiyacının yerini küresel gelişmelerle beraber, beyaz yakalı işgücü ihtiyacı almış, kentlere doğru göç de bu çerçevede şekillenerek hizmet sektörünün nitelikli işgücü ihtiyacı karşılanılmaya çalışılmıştır.
Sonuç olarak 1950’lerden günümüze Türkiye’de iç göç hareketleri sosyal, ekonomik, kültürel, demografik ve siyasal unsurlar çerçevesinde önemli etkileri olan ve üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken bir olgudur. Türkiye’deki iç göç olgusu, tek bir bağlamda değerlendirilmemeli, yerel, ulusal ve küresel değişmelerle beraber irdelenerek farklı analizlere tabii tutulmalıdır. Türkiye, Osmanlı İmparatorluğundan günümüze, Ulus-Devlet sürecinin sancılarını yaşamaktadır. İç göç’ü oluşturan ekonomik, siyasi ve sosyal nedenler Türkiye’nin sosyal yapılaşmasında keskin tabakalaşmalara neden olmakta, bu neden de homojen bir toplum tasavvuru olan Ulus-Devlet modelini tehdit etmektedir. Kırsal alanlar, geleneksel yani cemaat tipi toplum modelini bünyesinde barındırırken, kent yaşamı cemiyet tarzı bir toplum modelini işaret etmektedir. İç göçün, Türkiye’deki tezahürü ulus-devletin önemli bir unsuru olan cemiyetleşme olgusunu zedeler nitelikte bir görüntü arz etmektedir. Yine ulus-devlet formunda bulunan toplumlar, organik dayanışmanın vücut bulduğu toplumlardır. Halbuki kırdan kente göç eden yoksul kitleler uzun süre mekanik dayanışma formlarını terk etmemiş, Türkiye’nin sosyal açıdan uluslaşmasını kesintiye uğratmıştır. Aynı zamanda iç göç hareketlerinde yaşanan diğer büyük sorun da kırdan kente göç edenlerin, sanayi sektörü tarafından emilememesidir. Bunun sonucu olarak kırdan kente göç edenlerin enformel sektörlerde istihdam edilmesi zorunluluğu doğmuş,bu durum da ekonomik ve toplumsal zararlara sebebiyet vermiştir. Ek olarak düzensiz ve kontrolsüz göç, kentsel dokunun estetik olarak zarar görmesine neden olmuş ve dolmuşçuluk, gecekondu gibi kavramlar etrafında alt kültür alanlarının oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu alt-kültür alanları dönem dönem kentli-göçmen gerilimlerine neden olmuş ve bu durumda sosyal tahribatı etkilemiştir.