Ülküsü Ülkesi Olan Bir Dava Adamı: Alparslan Türkeş
Abdullah KILAVUZ
Kâh tabutluklarda ölüme terk edilen mahkum, kâh bin dokuz yüz altmış askeri darbesini radyodan ilan eden kudretli albay, kâh askeri mahkemelerde idamı istenen bir siyasetçi, kâh evlatlarım dediği gençlerin binlercesini kendi elleriyle toprağa veren acılı baba, kâh kabe duvarına sırt vermiş bir mümin, kâh Çankaya yokuşunda zulme direnen bir mücadele adamı, kâh mücadeleye baş koyduğu kardeşlerin cenaze namazlarında gözü yaşlı yiğit, kâh Meclis çatısını tireten hatip, kâh ideolojik fikriyata şerh düşen bir kâtip, kâh kefeni boynunda mücahit, kâh milleti yolunda akıncı beyi…
Seksen senelik çileli bir ömür…
Sergüzeşti tersten okuyalım bir de: Yüz elli üç sene önce dedelerin kavgaya tutuşmasaydı toprak meselesi yüzünden bir başka aileyle Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinde Başbuğum…
Sultan Abdulaziz ferman buyurmasaydı Kıbrıs’a sürgününüze; Lefkoşa’da doğmasaydın bir yirmi beş kasım gündüzünde; Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük gurur ve faziletiyle yoğrulmuş hocaların tedrisatından geçmeseydin; Osman Zeki Bey sana “Alparslan’a layık bir Türk ol” diyerek Ali Arslan olan ismini değiştirmeseydi; Kıbrıs’ın mevcut durumuna bakarak içinde fırtınalar kopmasaydı ne olurdu diye düşünüyorum bazen ister istemez. Sonra iki cihan güneşinin sözü geliyor aklıma: “ Bu Allah’ın takdiridir, O neyi isterse onu yapar..”
Sebepler dairesini genişleterek, bizleri seninle aynı fikrin idrak sınırları çerçevesinde olsa dâhi buluşturana bin şükür…
Bizler bir tek kelamından nasiplenemesek bile dünya gözüyle, sana olan sevgisini mukaddes örtülerle bezeyerek en mahrem sadakat sandukalarında çeyizlemiş, iman ettiği gibi ölümden münezzeh olarak dirilip, sana sonsuzlukta kavuşacağı günleri beklemekte olan evlatlarınız.
Bizler omzundaki tek bir yükü bile hafifletemedik şu dâr-ı dünyada… Lâkin Bahçelievlerde başları önünde, dilinde dualarla yanı başına gelen yokuşa her tırmanışında Çankaya rüzigârına saçlarını teslim eden ve her kabrinin önünde diz çöküşünde ana karnındaki ikizini kaybetmiş garipler gibi hüzünlere gark olan kardeşleriniz.
Bizler, senin hatıran vardır diyerek dolanırken Ankara’nın dört bir köşesinde, her çakıl taşına belki ayağın değmiştir diyerek, elimizle kaldırarak bir kenara koyan arkadaşlarınız.
Bizler, seni görmeden sevip, sana seni duymadan inanmış, seni görmese bile söylediklerine amentüye iman edercesine bağlanmış, ismini öğrendiğimiz günden bu yanadır ki, senin emrinde olmakla gururlanmış askerleriniz.
Bizler, senin yolunda sabit, senin sözünde sadık, senin imanında kabil, senin istikametin üstüne dosdoğru ve senin emanetinin sahipçisi ülküdaşlarınız.
“Aşk, ulu orta söylenmeyen / Ve dava, dönülmeyen şey demekti.” der şair..
Bizler aşkımızı aşikar ettik, affet. Lakin and olsun ki dönmedik davamızdan.
Sağ elimize güneşi, sol elimize ayı verseler, yine de dönmeyeceğiz. Söz verdiğimiz gibi…
Rahat uyu Başbuğum.
Kabrin nur olsun.