# Etiket
##GENEL

Prof. Dr. Namık Açıkgöz: ESKİ SEVGİLİYE MEKTUP (2009)

ESKİ SEVGİLİYE MEKTUP

Prof. Dr. Nâmık Açıkgöz

11 Eylül 2009

Sevgilim,

Dünyayı algılamaya başladığım yılların heyecanıydın. 16-17 yaşımın, delikanlılığımın çılgın, hesapsız ve karşılıksız aşkıydın. Gündüzlerim, akşamlarım, gecelerim seninle dop doluydu. İliklerime kadar sendin. Tüm okuduklarımda seni aradım satır satır. Seni anlatmayan, sana olan aşkımı söylemeyen hiçbir şeyi okumazdım. En samimi, en içli ve en heyecanlı duygularımı hep seninle paylaşırdım. O zamanlar, ikimizin arasında sadece tertemiz bir aşk vardı.

Senin için dağ dağ dolaşır, dağlara yamaçlara, köylere köylülere, tüm insanlara seni anlatırdım. Şehirde sokaklara adını yazardım; sana olan sevgimi yazardım. Her sokakta adını görmekten çok büyük mutluluklar duyardım.

İlk aşkımdın…

Vaz geçilmezimdin…

Seni sevmekten dönersem vursunlardı beni!…

Şarkılarımda sen vardın, türkülerimde sen, şiirlerimde sen…

*

Yıllar ilerledi… Ben büyüdüm… Sen de büyüdün…

Adına dergiler* çıkardım… Adına dergilerde yazılar yazdım; adını mahfîce yazdım… Tüm kelimelerim, sözlük sayfasını yırtıp seni anlatıyordu… Satır satır seni anlattım… Kelime kelime, nakış nakış, çizgi çizgi aşkımızı işledim…

Aşkımızın en coşkulu olduğu bir anda, aşkımızın meyveleneceği bir anda, vuslata ramak kala, Eylül fırtınasına düçar olduk… Bir güz fırtınası ayırdı bizi… Hazanlar hüzne döndü… Dört bir yana savrulduk.  Kimimiz Yusufiyeleri mesken tuttuk, kimimiz dar ağacında dar-ı dünyadan bekâya sefer eyledik. Doya doya ağlayamadık bile…

Biliyor musun sevgilim, Selçuk** vardı hani; hatırlarsın… Bize gelirdi… Sandalyeye otururdu… Ayakları yere ulaşmazdı… Daha ufacıktı… O da, ufacıklığına rağmen büyük aşklar yaşıyordu… Selçuk da dar ağacında, Mansurlayın Hakk’a selam durdu. İşte o Selçuk… Hani… Çocuktu daha… Hatırlamadın mı?… Ha… Demek unuttun…
O zaman sen Receb’i, Erol’u, Zeki’yi, Ali’yi, Aziz’i, Nurettin’i… Hastaneden ölüsü çıkan Yozgatlı İsmail’i***… Hani Eğitim Fakültesi’nde okuyordu… Saymayayım mı?…  Tamam… Saymayayım…

Sevgilim,

Yıllar var ya yıllar!… Bu yıllar çok vefasız. Seni benden, beni senden ayırdılar…

Dünyadaki tüm aşklar herc ü merc olmaya başlamıştı.

Mahşer kalabalığında birbirimizi kaybettik.

Daha da büyümüştük… Aşkımız, kuru heyecan sınırlarını aşmıştı. Derin bilinçler peşindeydik. İşte o yıllarda, birbirimizden ayrı düştüğümüz yıllarda, ben aşkımızı anlatan nice kitaplar okudum… Okudukça dünyam genişlemeye başladı. Dünyam genişlemeye başladıkça aramıza yıllardan başka, aşk yoğunluğu farkı da girmeye başladı.

Yıllar sonra tekrar buluştuk. Artık ikimiz de daha olgunduk fakat ikimizde de hüzün vardı… Birbirimizin dilini anlayamaz olmuştuk. İlerlemiş yaşlarımıza rağmen, eski günlerimizi, eski heyecanlarımızı, eski çılgınlıklarımızı büyük bir özlemle anlattık birbirimize. Tuhaftı; aradan geçen bunca yıla rağmen, sen hâlâ yıllar öncesinin dilini, o kekre dili, gönüllerde ateş yakamayan dili kullanıyordun. Benim dilim daha da genişlemişti ama aslında ikimiz de aynı şeyi söylüyorduk. Farklı diller konuşmamız, ne yazık ki “özde birliktelik”imizi zenginleştirmeye ve sürdürmeye yetmedi.

Bu defa, Eylül fırtınası ve güz hüznü ayırmadı bizi; konuştuğumuz farklı dil ayırdı.

Yarım asırlık sevdamız, acısıyla tatlısıyla hatıra olmak üzereyken 20. yüzyılın sonunda, yani geçen asrın sonunda tekrar depreşir gibi oldu. İlk günkü gibi heyecanlandım ben. Neredeyse yarım asırlık rüyamız gerçekleşiyor, vuslat vâki oluyordu. Ama sen tuttun, mahallenin en yaramazıyla yâr oldun. Aramıza uçurumlar girdi… Tüm hayatını, onurlu aşkımıza saldırmakla geçirenlerle beraber oldun.  Bu beraberlik sana, kontrolsüz bir güven verdi. Yağıp gürlemeye, “Tekir Yaylasını ben yarattım.” demeye başladın. Fakat sevgilim, 21. yüzyılı okuyamadın; okuyamadığın için de 21. başında tökezledin, sendeledin, neredeyse hâk ile yeksan olacaktın. Bir ara oldun da… (Ne yalan söyleyeyim, medenî bir davranış değil ama hâk ile yeksan olmana sevinmedim değil. Ne yaparsın!… Anadolu erkeği işte… Yavuklusu başkasına  yâr olunca, hazmedemez; ilkel bir duygu olan intikam elbisesine bürünür.)

Sevgilim,

Hatırlarsın (Gerçi sen Selçuk’u da hatırlamamıştın ama… Belki o çok eskilerde kaldığı için hatırlamamışsındır.) 2007 Nisan’ında, Eylül fırtınası ve Şubat soğuğunun adamları, gene kara bulutlarla gelmişlerdi üstümüze… En çok seni düşünmüştüm o gece. Ertesi gün seni aradım hemen… Telefonla konuştuk… Baktım… Dinledim… Senin dilin tamamen değişmişti. Ve artık o gün senden ve küllenmiş aşkımızdan ümidimi kestim…

Sevgilim, Eski Sevgilim,

Bu sana son mektubum.

Son günlerde gene her yerde haberlerin dolaşıyor. Medyatik olmuşsun. Biraz da hırçınlaşmışsın. (Bu arada söyleyeyim, hırçınlık sana yakışmıyor.) Seni hiç hatırlamayan medyada boy boy ve rengârenk azr-ı endâm ediyorsun. Bu medyaya güvenme sevgilim. Senin için de tuttukları onlarca dosya vardır ve seni de toslatacakları günü bekliyorlardır.

Bakıyorum, bu defa dilin, öteki mahallenin yaramazlarıyla aynı olmuş ve bizim mahallenin abisine saldırır olmuşsun. Pınar suyu ile lağım suyunu karıştırmışsın. Aşkımızı, insanlığın ortak derdi olan aşkımızı yâd ellere kurban etmişsin. Aşkımızın temeli olan “kardeşlik”, yerini düşmanlığa bırakmış.

Hani seninle 85 yıldır aşkımızı horlayanlarla mücadelede kavilleşmiştik?..
Hani seninle aşk iktidarımızı kurana kadar mücadele etmeye söz verişmiştik?… Hani seninle yıllarca,

 “Kimler çizmiş bu hududu gönlüme

Dar geliyor dar geliyor kardaşım”

şiirini okumuştuk ve bu hududu çizenleri hep eleştirmiştik… Hani seninle…

Neyse sevgilim…

Bu mektubumda sana bir türlü “Canım Sevgilim” diyemedim.

Çünkü bende aşk heyecanı bırakmadın…

Çünkü çok hoyrat, bir o kadar da hırçın bir dil geliştirmişsin…

Çünkü aramıza sadece yıllar girmemiş, görüş dağları, üslup yaylaları da girmiş…

Çünkü sevgili Bekir’in**** de dediği gibi “Sende naz, bende aşk kalmadı”…

Bu aşk olmadı sevgilim ve bundan sonra da bende hiçbir aşk olmayacak.
Sen ilk ve son aşkım olarak kalacaksın. Seninle geçen yıllarımı, çocuğuma bir destan gibi anlatıyorum; inşallah torunlarıma da anlatacağım ama sadece o eski yılları, Eylül fırtınasından önceki yılları.

Sevgilim,

Seninle çoook şiirler okumuştuk; gene o günlerin hatırasına bir beyitle son veriyorum mektubuma; Ali İhsan Kolcu’nun bir beyti:

“Öylesine gideceğim âhım kalacak

Seni sevmek gibi bir günâhım kalacak”

Seni, her şeyin içine bir hikmet kıvılcımı koyan Allah’a emanet ediyorum.

________________________________
(*) Ülkü Pınarı, Divan
(***) Selçuk Duracık: 12 Eylül 1980 darbesi mahkemelerinde hakkında idam hükmü verilip 5 Haziran 1983 sabahında infaz edilen ülkücü şehidlerden.
(***) İsmail Şimşek: MHP Ülkücü Kuruluşlar Davası sanıklarından birisi olarak bulunduğu Mamak Cezaevinde yakalandığı Hepatit hastalığı ile hayatını kaybeden ülkücü genç.
(****) Bekir İşlek / Ülkü Pınarı