Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: TENGRİCİLİK
TENGRİCİLİK DİN DEĞİL, KÜLTÜRDÜR.
Prof. Dr. Nurullah Çetin
*Din ve Kültür Kavramları
Öncelikle şunu belirtelim. Din, Allah tarafından peygamberler aracılığıyla insanlara hayat kılavuzu olarak gönderilen düşünüş, duyuş ve yaşayış sistemidir. İlk insan Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar pek çok peygamber geldi. Din, insan katkısı olmayan, tamamen Allah kaynaklı kutsal bir mesajdır.
Kültür ise insanlar tarafından üretilen somut ve soyut, maddi ve manevi değerler, kurumlar, ürünler, düşünceler, duygular, yaşantılar, nesneler toplamıdır. Yani kültür insan kaynaklıdır.
Ancak İslam öncesi dinler, ilk geldikleri gibi saf, gerçek haliyle kalmamıştır. Allah’tan gelen saf din, zamanla insanlar tarafından bozulmuş, eklemeler çıkarmalar yapılmış ve insan üretimi bir kültüre dönüşmüştür. İslam ise geldiği gibi duran, bozulmayan, insan müdahalesi olmayan yani kültüre dönüştürülemeyen tek Hak dindir.
*Tengricilik Nedir?
Kur’an’da “Andolsun ki biz her ümmete, ‘Allah’a ibadet edin ve putlara tapmaktan sakının’ diye bir peygamber gönderdik.”(Nahl, 36) ayetiyle belirtildiği gibi tarih boyunca her millete peygamber geldi. Buna göre elbette vaktiyle Türk milletine de bir din ve peygamber gelmiştir. Muhtemelen Tengricilik denilen din de biz Türklere vaktiyle gelen sahih, gerçek bir dindi. Bu dinin peygamberi, kitabı vs var idi.
Ama zamanla bozuldu, değişti, başkalaştı, peygamberi ve kitabı kayboldu ve geriye bugün bazı ilkeler, düşünceler, motifler halinde kalmıştır. Aslında onda din olarak pek bir şey de yoktur. Artık bugün Tengricilik dini, bilinen anlamıyla ilahî bir din olmaktan çıkmış, insan tarafından başkalaştırılarak beşerî bir kültüre dönüşmüştür.
Tengricilik, peygamberi, kitabı, mabedi, kuralları, kurumları olmayan, salt bir inanıştan ibaret ve bazı ahlaki ilkeleri olan bir inanca ve kültüre dönüştü. Yani bugün itibariyle Tengricilik, Türklerin dini değil, kültürüdür.
*Türklere Tengriciliği Din Olarak Dayatma
Son dönemlerde hem Orta Asya Türkleri, hem Anadolu Türkleri arasında Türk görünen, ama aslında karanlık odak mensupları, çok sinsi bir proje başlattılar. O da Türkçü ve milliyetçi Türk gençlerini İslam’dan soğutmak ve onları ya ateist, ya deist yapmak ya da Tengricilik dini dedikleri bir kültüre yöneltmek ve bu kültürü onlara din diye sunmak. Bu çerçevede Tengricilik’i bir Türk deizmi olarak inşa ve ihya etmeye çalışıyorlar.
Böyle bir proje sonucu bugün Tengricilik, Türkçü gençlik arasında, bazı cemaat, tarikat ve siyasi İslamcıların gerçek İslam’a uymayan, İslam dışı sapma olarak değerlendirebileceğimiz düşünce ve uygulamalarına tepki olarak, bir karşı çıkış argümanı olarak ileri sürülüyor. Yani gizli ve sinsi bazı odaklar, İslam düşmanlığını, çarpık İslamcılar üzerinden ortaya koyuyorlar.
İslam düşmanlığını İslam’ın asıl kaynakları olan Kur’an ve Hz.Muhammed üzerinden yapamıyorlar, onun yerine İslam’ı yanlış temsil eden uyduruk İslamcılar üzerinden sergiliyorlar. Bu düşmanlığı da ya deizme, ya ateizme, ya da Tengriciliğe kanalize ediyorlar.
Yani Türkçü gençliğe diyorlar ki: “Cemaatlere, tarikatlara, İslamcı siyasetçilere bakın, buradan hareketle İslam’ın nasıl kötü bir din olduğunu görün ve İslam’ı bırakın. Onu yerine ya ateist, ya deist olun ya da Tengricilik dinine girin.”
Amaçları Türkçü ve milliyetçi gençleri Türk-İslam sentezinden uzaklaştırmak, İslamsız bir Türkçülük üretmek, seküler bir Türk milliyetçiliğini yaymak.
Ayrıca bu karanlık odaklar, Tengricilik’i Şamanizmle karıştırıp bulamaç ederek buradan bir din üretmeye çalışıyorlar. Şamanizm aslında bir din değil, bir gelenektir, kültürdür, folklordür, sadece Türklere has değil, başka milletlerde de, dünyanın pek çok yerinde ilkel kabilelerde görülen bir nevi büyücülüktür. Bu, Türklere özgü olmamakla birlikte, Türkler arasında da yayılmış ve Tengricilik dini bozulup beşerî bir kültüre dönüşünce Şamanizmle de karışmıştır.
Tengriciliği bir din olarak lanse edip yaymaya çalışanlar, tepkisel bir zemin ürettiler. Buna göre İslam’ı Arapların dini olarak sunmaya çalışıyorlar. Bunlara göre İslam, Arap dinidir, Türklerin dini değildir, Türklerin dini Tengricilik dinidir. O halde Türkler, Arap dini olan İslam’ı bırakmalı, Türk dini olan Tengricilik’e girmelidir. Yani dinleri evrensel değil, millî hatta kavmî, ırkî, etnik birer olgu olarak göstermeye çalışıyorlar.
Halbuki İslam, sadece Arap ırkına değil, bütün âlemlere, bütün insanlara gelmiş evrensel bir dindir. İslam Arap dini değil, Rab dinidir. Elbette bir topluluğa ve o topluluğun dili ile gelecekti. Başka türlüsü de olamaz. İnsanlar anlasınlar diye dillerden biriyle inecekti. Son din İslam da Araplara Arapça olarak indi ama sadece Araplarla sınırlı bir din olmayıp bütün insanlara hitap eden bir din olduğunu, bu dinin peygamberinin sadece Araplara değil, bütün insanlara gönderildiğini zaten Kur’an belirtiyor. Ayet öyle: ”Resûlüm! Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107)
Şimdi Türkçü gençlere bir din olarak sunulan ve İslam karşısında bir seçenek olarak önerilen Tengricilik dinine bakalım.
*Tengricilik Dininin (Kültürünün) Kaynakları
M.Ö. 5.yüzyıla kadar varlığı tespit edilebilen Kök Tengri, Gök Tanrı ya da Tengricilik dininin başlıca yazılı kaynakları, Orhun Abideleri, 6.asra ait olduğu tahmin edilen Yenisey yazıtları ve bazı eski Çin yıllıklarıdır.
Tengricilik Dininin (Kültürünün) İlke ve Özellikleri
Bugün Tengricilik kültürünün din diye ileri sürülen bazı özelliklerini inceleyelim. Bu ilkeleri verirken aynı zamanda akla ve İslam’a göre eleştirel bir tutum takınacağız.
*Tek Tanrı İnancı Meselesi:
Tengricilik gündeme geldiğinde genellikle eski Türk dininin tek tanrılı olduğu ve bu yüzden bizim tek tanrılı İslam’a kolayca girdiğimiz söylenir ki bu yanlıştır. Eski Türk dini çok tanrılıdır. Ancak bütün tanrıların üstünde tek bir Kök Tanrı’ya inanırlar. Nitekim Abdülkadir İnan şöyle der:
“Eski Türk panteonunda birçok tengriler bulunmuştur. İlk büyük Türk İmparatorluğu devrinden sonra bu panteondaki tanrıların en büyüğü Gök Tanrı olduğuna inanılmıştır. Bu büyük Tanrı Türk hakanlığına giren bütün muhtelif uluslar için müşterek kült olmuştur. Orta Asya’da devlet kuran sülalelerin hepsinde Gök Tanrı kültünün bulunduğunu Çin kaynakları tespit etmişlerdir. M.Ö.2. asırda büyük İmparatorluk kuran Hun Türklerinin Gök Tanrıya inandıklarına dair Çin kaynaklarında haberler vardır.”
Tengricilik dininin ana kaynağı olan Orhun Abidelerinde şöyle bir ifade var: “Üze tengri, asra yer yarlıkkadug üçün” yani “Yukarıda Tanrı, aşağıda yer irade ettiği, bahşettiği için”
Burada gökyüzünde ayrı, yeryüzünde ayrı irade sahibi iki farklı Tanrının varlığından söz edilir.
Ayrıca şu ifadelere bakalım: “Geleni cesur değildi, duymadı. Tanrı, Umay ilahe, mukaddes yer, su üzerine çöküverdi her halde.”
Yani Tanrı, Umay ve Mukaddes Yer-Su ruhlarının Türklere yardım ettiklerinden söz eder. Umay, koruyucu dişi Tanrıçadır. Yer-su ise Türklerin koruyucu ruhları, tabiatı koruyan ruhlardır. Mukaddes Yer-Su ruhları Gök Türklerin mukadderatını idare ediyorlardı.
Tengriciliğe göre Kök Tengri, aynı zamanda Tengri tarafından yaratılmış olan maddî göktür.
Gökyüzünü Tanrılaştıranlardan biri de azılı Türk düşmanı Firdevsi. Şöyle diyor:
“Göğ Allah’tır!
“Şu hızla dönen göğe iyice bak. Dert de ondan gelir derman da. Zaman onu yıpratamaz; ne zahmetten üzülür ne rahatlıktan ferahlar. Ne böyle dönmekte geri kalır, ne de bizim gibi sonunda yok okur. Artıklığı da eksikliği de ondan bil. İyi olsun, kötü olsun, onca gizli hiçbir şey yoktur.”
Tengricilik dininde çelişkiler vardır. Bu doğaldır. Zira Kök Tanrı dini ilk geldiği zamanlarda elbette muhtemelen sahih, gerçek bir dindi ama zamanla bozuldu, asıl kimliğini, özelliğini, ilkelerini kaybetti, unutuldu, değişti ve bugün bir kültüre dönüştü. Artık o bir din değil; beşerî bir kültürdür. Mesela çok tanrılı bir anlayışı ifade eden, tabiatın değişik unsurlarına dağıtılmış koruyucu Tanrısal ruhlara inanılır.
Hatta her çadırın bir tanrısı vardı. Ocak tanrısı, dağ, ağaç, kaya, güneş, ay Tanrıları vardı.
Ayrıca Kök Tanrı dininde yer ve suların Tanrısal ruhları vardır. Bu ruhlar Türkleri korur. Bu ilke akla, mantığa ve İslam’a uymaz. Zira yerlerin, göklerin, suların, denizlerin, dağların vs. ayrı ayrı Tanrısı olmaz. Tanrı tektir, o da Allah’tır. Tek olan Tanrı, yere de, suya da, her şeye hâkimdir. Yerlerin, suların vs ayrı ayrı tanrısı olsa, bu akla uygun değildir. Zira anlaşamazlar, çatışırlar. Bir yerde idareci tek olur; iki, üç olursa idarede anlaşmazlık çıkar. Birinin şöyle olacak dediğine öteki, hayır böyle olacak der, düzen kurulamaz. Nitekim Eski Yunan mitolojisinde birçok tanrı vardır ama anlaşamazlar ve hepsi birbiriyle kavgalıdır. Eski Yunan mitolojisi bu kavgaların, anlaşmazlıkların, çatışmaların hikâyeleridir. Mesela birisi insanlara kutsal ateşi verelim derken, öteki hayır vermeyelim der.
Ancak gerçek tabiatta, dünyada, evrende bir çatışma, zıtlaşma, farklı farklı işleyişlerin çatışmasını görmüyoruz. Evrenin kuruluşunda ve işleyişinde tam bir ahenk ve uyum görüyoruz. O halde evrenin idaresi tek bir Tanrının idaresindedir. O da Allah’tır.
*Gökte Doğma, Gökyüzünün Mitoloji İlham Etmesi:
Tengricilik dininin ana kaynaklarından biri olan Orhun Abideleri’nde şöyle bir ifade var: “Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum” . Yani “Ben Gök’te doğdum” diyor. Bu doğru değildir. Böyle bir şey olmaz. Bütün insanlar yerde doğdu, biz Türkler de, Bilge Kağan da yerde doğduk.
Ayrıca Tanrı gökte olmaz, gökte oturmaz. Tanrı her yerdedir. Daha doğrusu Tanrı, yarattığı bir mekânda durmaz, oraya hapsolmaz, somut bir mekânla sınırlı değildir. Gerçek Tanrı, mekândan münezzehtir yani mekânlar üstünde ve ötesindedir. Zira mekânı yaratan da odur. Tanrı, yarattığı bir nesneye bağlı kalamaz.
Eski Türklerde insan ölünce, öldü yerine uçtu derlerdi. Yani ruhu gökyüzüne uçtu manasında. Bundan dolayı cennete uçmak denir. Cennet de gökyüzü ile sınırlandırılamaz.
Tengricilik kültüründe gökyüzü, insanlara mitoloji ilham eder. Gökyüzüne bakıp bakıp hayal kurarlar ve hayallerini sanata, simgelere, öykülere dönüştürürler. Bunlara büyü, ritüel, mitoloji gibi adlar verilir ve bunlardan bazen de din üretilir. Kişi, gökyüzüne bakarak evreni anlamaya çalışır. Ancak gerçekliğe dayalı, bilimsel bilgiden yoksun olduğu için anlamayı ve anlamlandırmayı efsanelerle, hayalî kurgularla, uydurma sebeplere bağlayarak yorumlamaya çalışır.
Evreni anlama çabası, onu bir yaratıcıya, Tanrıya götürür. Bu Tanrıya bir isim verir. Evrenin olağanüstü yapısında, tam olarak anlaşılamayan sırlarında Tanrısal enerjiyi sezer. Bunlar doğru değildir ya da insanı hakikate götürmez. İslam ise akıl ve bilim dinidir. Gökyüzünü, yeryüzünü ve içindekileri akılla, bilimle anlamayı ve anlamlandırmayı öğütler. Şu alttaki ayete bakalım:
“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz.”(Rahman, 33).
Bu iş bilim ve teknoloji ile olacaktır.
*Tabiat Unsurlarına Tanrılar Uydurma:
Eski Türkler, eski Yunanlılar gibi Güneş, Ay, yıldız, deniz, ateş, yanardağ, fırtına gibi tabiatın değişik unsurlarında gizli güçler olduğuna inanmışlar, bunlara ya aşırı derecede saygı duymuşlar ya da aşırı derecede korkmuşlar, onları, saygı ve korku duygularını uydurdukları sanal tanrı figürleriyle sembolleştirmişlerdir.
Bu durum, aslında Eski Yunan Mitolojisiyle benzerlik gösteriyor. Eski Yunalılar da anlayamadıkları, açıklayamadıkları tabiatın değişik unsur, olgu, durum ve olayları için ayrı ayrı Tanrılar uydurmuşlardı.
Eski Türkler de tabiatın değişik unsurlarında kutsal ruhlar olduğuna inanmışlar, ama bunları eski Yunanlılar gibi insan şeklinde ya da başka şekillerde putlarla sembolleştirmemişlerdir. Sadece soyut anlamda ruh olarak inanmakla yetinmişler.
Tengricilik dininde tabiatı sevmek ve korumak ibadettir. Bu ilke doğrudur, iyidir, güzeldir. Gök Tanrı dininin ilk indiği ve bozulmadığı zamanlardan kalma bir ilkedir. Bugün ise tabiatı sevmek ve saymak çevrecilik ve doğaseverlik kültüründen ibarettir. Yani tabiat sevgisi ve saygısı evrensel bir kültür ögesidir. Bundan bir din çıkmaz.
Ama bu husus, İslam’da daha açıklayıcı ve gelişmiş haliyle zaten vardır: Ayetler şöyle: “Allah’ın buyruklarını umursamayan şu insanların yaptığı hatalar yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı, nizam bozuldu. Doğru yola ve isabetli tutuma dönsünler diye Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır.” (Rûm, 41)
“Göğü Allah yükseltti ve mizanı O koydu, sakın dengeyi bozmayınız!” buyurur. (Rahmân, 7-8)
Tengricilikte tabiata saygı motifi, bir bakıma panteizm (tüm tanrıcılık) anlayışına da benziyor. Yani somut nesnelerde, varlıklarda Tanrısal ruhun gizlendiği, dolayısıyla onların tanrılaştığı söylemi. Nitekim 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud, ta o zaman bile yakından tanıdığı, iç içe yaşadığı Tengricileri kâfir olarak nitelendirmiş ve şöyle yazmış: ”Yere batası kâfirler göğe, Tengri derler. Yine bu adamlar, büyük bir dağ, büyük bir ağaç gibi gözlerine ulu görünen her şeye, Tengri derler. Bu yüzden, bu gibi şeylere yükünürler (secde ederler). Yine bunlar, bilgin kimseye, Tenrigen derler. Bunların sapıklıklarından Tanrıya sığınırız.” (Divanü Lügati’t-Türk, C.III, çev. Besim Atalay, TDK Yayınları, Ankara, 1922,s.377)
Yani dağ, büyük ağaç gibi tabiatın iri unsurlarında tanrısal bir ruhun sinmiş olduğunu zannediyor, dolayısıyla onlara Tengri diyorlardı. Böyle bir düşünüş sahih bir din değil, ancak beşerî bir inançtır, Pantezimdir, paganizmdir, politeizmdir. Onun için Türk gençlerine dayatılan tengricilik dini din değildir. Bunu dayatanların kendileri de bilir bunu, ama amaçları Türk gençliğini İslam’dan uzaklaştırmak olduğu için bu işleri pazarlamada ustadırlar.
*Ata Ruhlarına Saygı Motifi:
Tengricilikte ölmüş ata ruhlarına saygı duyulur, onlar için kurbanlar kesilir, onlardan medet umulur, ata ruhları kutsallaştırılır. Çünkü ataların, öldükten sonra da ruhları kanalıyla aile üyelerini korumaya devam ettiğine inanılır.
Ataların kutlu ruhlarından aracılık etmeleri istenir. Bu yüzden atalar da bir bakıma kutsallaştırılır ve saygı duyulur. Bu iş, ata türbelerine tapınmaya, türbelerden dilekte bulunmaya kadar gitti.
Bu ilke, akla mantığa uygun değildir. Ölü ata ruhlarından medet ummak, yardım beklemek ya da onların koruduklarına inanmak, akla mantığa uygun değildir. Zira ölü insanın artık kendisine bile faydası kalmamıştır. Ölüler dirileri koruyamaz. Kur’an’da bu mesele şöyle açıklanır:
“Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve bir günden korkun ki, baba çocuğuna hiçbir fayda veremez. Çocuk da babasına hiçbir şeyle fayda sağlayacak değildir.” (Lokman, 33)
Ayrıca atalara kayıtsız şartsız saygı duyulmaz. Ataların iyiliklerine, güzelliklerine, olumlu, faydalı değerlerine saygı duyulur. Atalar yanlış, kötü, çirkin, zararlı işler yaptıysa, kötü bir miras bıraktıysa o olumsuz değerlere de mi saygı duyacağız? Bunun akılla mantıkla bağdaşır bir yanı yok. Mutlak anlamda atalar kültü, bilimsel akla aykırıdır.
İslam bu meseleyi en güzel şekilde şöyle ortaya koymuş: “Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine tabi olun!’ dendiği zaman: ‘Hayır, biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa, onun ardınca gideriz.’ diyorlar. Ya şeytan onları cehennem azabına çağırıyor idiyse de mi onlara uyacaklar?” (Lokman, 21)
Ayrıca eski Türkler, ölen kişilerin dünyadaki kıymetli eşyalarını, silahlarını, altın ve gümüş eşyalarını da hatta atlarını da öte dünyada kullanırlar diye birlikte gömüyorlardı. Bunu da akla mantığa uygun bir tarafı yok. İslam da zaten bunu reddediyor. Nitekim Kur’an’da bu mesele şöyle belirtilmiş:
“İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır.” (Al-i İmran, 14)
*İnsanı Tanrılaştırma:
Tengricilikte insanlar Tengri’nin çocuklarıdır. Hakana ‘gök oğlu’ denir. Yani ‘Tengri teg, Tengri yaratmış’ ifadelerine göre Tengri’ye benzerdir. Orhun Abidelerinde şöyle bir ifade yer alır: “Tanrı gibi Tanrı yaratmış Türk Bilge Kağanı” İnsanı Tanrılaştırma ya da benzetme anlayışı bugünkü bozuk Hristiyanlıkta da var. İsa’yı Tanrının oğlu olarak nitelendirirler. Halbuki Tanrı ayrıdır, insan ayrıdır. Tanrı yaratıcı, insan ise yaratılmıştır. İnsan hiçbir zaman Tanrı olamaz, Tanrıya benzeyemez. Bu akla mantığa aykırıdır. İslam’da Allah doğmamış ve doğurmamıştır. Nitekim ayet şöyle: “Allah, doğurmamış ve doğmamıştır.” (İhlas, 3)
*Tanrıyı Millîleştirme:
Tanrı evrenseldir yani bir ırka, bir millete, bir topluluğa ait değil; bütün insanlığa, bütün varlığa aittir. Yani Tanrı, herkesin, her varlığın, her zamanın, her mekânın tanrısıdır. Türk tanrısı, Arap tanrısı, İngiliz Tanrısı olmaz. Yani Türkleri bir Tanrı, Arapları, İngilizleri başka bir Tanrı yaratmış değildir. Yahudiler Yahudiliği, İngilizler Anglikanizmi millî din haline getirdiler. Millî din icat eden başka topluluklar da var.
Tengricilikte de Tanrı millîleştirilmiştir ve doğru değildir. Nitekim Orhun Abideleri’nde şöyle bir ifade var: ”Yukarıda Türk Tanrısı, Türk mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş.”
Orhun Abidelerine göre Hakan, Türklere Tanrı tarafından verilmiştir. Tanrı Türklerle özel olarak ilgilenmekte, Tanrının atadığı Hakana uyulmadığı zaman ceza olarak Tanrı tarafından perişanlığa sürüklenmektedir. Gök Türk hakanları Bumin ve İstemi, Tanrı tarafından tahta çıkarılmıştır. Tanrı Türklere savaşlarda zafer verir, Tanrı hakana kut yani iktidar bağışlar. Yani Türklere özgü özel bir Tanrı tasavvuru var.
Tengriciler oraya buraya “Tengri biz menen” (Tanrı bizimle) cümlesini yazıyorlar. Burada kastedilen Tengricilik dininin Tanrısı, Türkleri Türk oldukları için kayırmakta, korumaktadır. Bugün de yaygın olarak kullanılan “Tanrı Türk’ü korusun” sözü bu anlayıştan gelir ve doğru değildir.
*Tanrıyı Mekanla İlişkilendirme:
Tengricilikte Tengri, sonsuz gökleri kapsayan bir varlıktır. Yani gökte olduğu tasavvur edilir, Tanrının bir mekânda bulunduğu kabul edilir.
Gök çadırı içinde olan güneş, ay ve yıldızlar yeryüzünü aydınlatırlar ve kötülüklerin anası olan karanlığı kovarlar. Bu yüzden kutsal olarak kabul edilirler. Gök Tanrı ‘Göğün Tanrısı, yukarıda bulunan, yeri, göğü ve insanı yaratan Tengri’ demektir. Eski Türklere göre Tengri yukarıda, göğün en üstündedir.
Halbuki Tanrı, kendi yarattığı mekanda olursa o zaman Tanrı olmaz. Tanrı olmanın özelliklerinden biri de görünen, bilinen, fiziksel mekânda oturduğu varsayımının imkânsızlığıdır. Zira mekân, yaratılmış bir şeydir, başlangıcı ve sonu vardır. Halbuki Tanrının başlangıcı ve sonu yok. Başlangıcı olmayan bir Tanrının bir zaman sonra yaratılan bir mekâna ait düşünülmesinin akla mantığa uyar tarafı yok.
Gökyüzü denilen mekânın yaratıldığı bir tarih, bir başlangıç zamanı var. O halde gökyüzü yaratılmadan önce Tanrı nerede duruyordu? Buna cevap verilemez. Yani Tanrı mekânla ilişkilendirilemez. Nitekim bu meselede en geçekçi inanç İslam inancıdır. Zira İslam’da Allah mekândan münezzehtir, bir mekâna bağlı değildir. Nitekim ayetler şöyle:
“Allah her şeyi kuşatmıştır.” (Nisa, 126)
“Allah Arşa istiva edendir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” (Hadid, 4)
“Doğu da Batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.” (Bakara, 115)
*Puta Tapıcılık:
Tengricilikte putçuluğun olmadığı da söylenir ki bu da doğru değildir. Nitekim M.Ö. 121. yılda yapılan bir savaşta Çinliler bir Hun prensini yenerek karargâhını ele geçirmişler. Aldıkları ganimetler arasında bir altın put da vardır. Çin vak’anüvisinin verdiği bilgiye göre Hun prensi bu putun karşısında Gök-Tanrıya kurban sunardı.
Çin kaynaklarına göre Gök Türkler “Tanrılarının suretlerini, keçeden yaparlar ve deri torba içinde muhafaza ederlerdi. Bu suretleri iç yağıyla yağlarlar ve sırıklar üzerine dikerlerdi. Yılın dört mevsiminde bu tanrılara kurban keserlerdi.”
Ayrıca Hunlar zamanında Hakan her sabah çadırından çıkarak Güneşe ve geceleri Aya tapardı.
*Ahlaksızlığa Tepki:
Gök Tanrı dininde bütün ahlakî sapıklıklardan uzak durma ilkesi esastır. Bu ilke de doğrudur ve gerçek Gök Tanrı dininden kalmadır. Ama bu mesele de ayrıntılı, açıklayıcı ve gelişmiş haliyle yine İslam’da zaten vardır.
Ayetlere bakalım:
“Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse, hemen Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”(Araf, 200)
“Şüphesiz Allah adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 90)
“Ey Muhammed! De ki: “Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. Zina ve benzeri çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça Allah’ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin. İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız.”(Enam, 151)
* Dürüstlük:
Gök Tanrı dininde iyi kalpli, dürüst olma ilkesi ahlaki bir kuraldır. Bu ilke de yine İslam’da daha güzel haliyle vardır. Ayetlere bakalım:
“De ki: “Allah, daima dürüst olmuştur, doğru söylemiştir. Öyle ise hakka yönelen İbrahim’in dinine uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” (Al-i İmran, 95)
“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Maide, 8)
*Şehitlerin Ölmemesi Motifi:
Gök Tanrı dinine göre Göktürkler, savaşta ölen askerlerin, hayat suyu anlamında bir içki içerek sonsuza dek Tanrı katında kalacaklarına inanırlardı. Bu anlayış doğrudur. Muhtemelen bu, Gök Tanrı dininin ilk geldiği zamanlara ait bozulmamış, öylece kalmış bir ilkesidir. Ancak İslam’da bu düşüncenin daha gelişmiş hali vardır. Şu ayete bakalım: “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz hissedemezsiniz.” (Bakara 154)
*Ahiret İnancı:
Tengricilere göre iyiler öldükten sonra Tengri katına yani uçmak’a giderler, kötüler ise tamu’ya yani yedi kat yerin dibine giderler. İslam’da da aynı şekilde cennet ve cehennem inancı vardır. Ancak İslam’ın cennet ve cehenneme gitme şartları daha açık, net ve belirgindir. Tengricilikte ise belirsiz ve soyut anlamda iyililik ve kötülük değerleri vardır. Yani iyiler uçmağa, kötüler tamuya giderler deniliyor, ama bu iyilik ve kötülük nelerdir, bir iki husus dışında çok da belirgin değildir.
*Ağaç Kültü:
Tengricilikte, Gök Tanrı dininde ağaçlar, ‘Dünyanın Merkezi’dir ve Tanrıya ulaşan kapılardır. Gökyüzüne yani Tanrıya ağaçlar kanalıyla yolculuk yapılır. Ağaçlara bez, çaput bağlanması, dilek ve isteklerin Tanrıya iletilmesi içindir. Şamanın doğumunda veya şaman olarak seçiminde, onun için bir ağaç dikilir. Şamanla ağacı birlikte büyürler. Çünkü şaman, Gök Tanrı’ya ağacı kanalıyla yolculuk yapacaktır. Şaman ölünce ağacı da ölür. Tabutu ağaçtan yapılarak onunla birlikte sonsuzluğa gider.”
Bu ilke de gerçek din denilen olguya uymaz. Bu anlayış tamamen putperestliktir, paganizmdir. Putperestlik de vaktiyle böyle ortaya çıktı. İnsanlar yaptıkları putlara taparken, “biz bu putlara bizi gerçek Tanrıya ulaştırsınlar, aracı olsunlar diye tapıyoruz” dediler. Ama zamanla araç, amaç oldu, gerçek Tanrı unutuldu ve yaptıkları putları Tanrı edinmeye başladılar. O yüzden gerçek dinde Tanrıya ulaşmak için aracı olmaz. Kişi doğrudan doğruya kalp yoluyla, düşünceyle, ibadetle Allah’a aracısız ulaşır. Hristiyanlık da böyle bozulmuştu. Ruhbanlık yani papazlar, rahipler aracılığı ile Tanrıya ulaşma fikri ve uygulaması ortaya çıktı ve Hristiyanlık, gerçek din olmaktan çıktı. İslam’da ise ruhbanlık yoktur. Bazı tarikat ve cemaatlerdeki rabıta olayı ya da şeyh ve şeflerini Tanrıya aracı kılmalarının İslam’la alakası yoktur. Bu tür tarikat ve cemaatler İslam dışı sapmalardır. Müslüman, Allah’a doğrudan doğruya kendisi aracısız olarak ulaşır.
*Ruhlarla Temas:
Şamanlar ruhlarla görüşür, onlarla temas kurar ve onların yardımını isterler ve aldıklarına inanırlar. Kötücül varlıklardan ve ruhlardan korunma motifi vardır. Yer altı Tanrısı Erlik’tir.
İslam’da ise yardım ruhlardan, ölmüş kişilerin ruhlarından istenmez, doğrudan doğruya Allah’tan istenir. İslam’da şeytandan korunma ve Allah’a sığınma motifi vardır. Ayet şöyle: “Ve de ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım, Rabbim!” (Mü’minun, 97-98)
*Kurban Motifi:
Hunlar zamanında yılın beşinci ayında atalarına, Gök tanrıya, yer-su ruhlarına kurban sunarlardı.
Gök Tanrı dininde kurban edilen atların ve koçların ölen kahramana öteki dünyada hizmet edeceği, onları Tanrının makamına ve cennete götüreceği düşüncesi vardı.
İslam’da da kurban motifi vardır. Ayet şöyle: ”Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık…” (Hac, 34)
*Peygambere Vahiy Gelmesi Motifi:
Baykal Gölü yakınındaki Ulan Ude şehrinde, Hun ve Göktürkler’e ait Türk Runik harflerinin önceli olabilecek bir yazıt bulunmuş. Bu taşta şu ifade yer alıyor:
“Cennetin Babası Yeryüzünde bir Mağaraya İndi”. Bu durum İslam’da da benzer şekilde vardır. Hz.Muhammed’in Hira mağarasında kendisine vahiy gelmesi, peygamber olması motifiyle aşağı yukarı aynıdır. Demek ki Göktürklere gelen peygamber de aynı benzer süreci yaşamış.
*Tengricilik-Deizm Benzerliği
Tengricilik biraz deizme benzer. Zira Tengriciliğe göre, Tengri başta kâinatı yarattı, sonra kâinatın işleyişine karışmadı.
Deizmde olduğu gibi Tengricilikte de, peygamber, kitap, mabet, ibadet kurumları yoktur.
Sonuç
Orhun Abideleri bir din kitabı değil, kültür, dil ve tarih kitabıdır. Kültür insan ürünüdür ve her kültür kitabında olduğu gibi Orhun Abidelerinde de doğrular da vardır, yanlışlar da. Orhun Abideleri, biz Türkler için çok önemli bir kültür kaynağıdır. Biz oradan tarihimizi öğreniriz, Türklük bilincimizi takviye ederiz, millî bilinç kazandıracak değerlerimizi alırız; ama oradan Tengricilik dini öğrenecek ve İslam’ı bırakıp da Tengricilik dinine girecek değiliz. Zira Tengricilik, artık Allah’ın saf haliyle gönderdiği katışıksız, bozulmamış bir din olmaktan çıkmış, insan elinde bir kültüre dönüşmüştür.
Türk gençlerinin cemaat, tarikat ve siyasi İslamcılara bakıp İslam’a düşman olmaları gerekmiyor. Tam tersine İslam’ın asıl kaynakları olan Kur’an’a, Hz. Muhammed’e ve İmam Maturidi’nin anlattığı ve Ahmet Yesevi’nin yaşadığı İslam’a bakarak daha sağlam Müslüman olmaları gerekiyor. Eğer Türk dini arayacaklarsa, bu Tengricilik değil, Türk Maturidi ve Türk Yesevi’nin anlattıkları İslam olacaktır.
Diğer yandan Turancılık da İslam düşmanı, Tengrici ya da deist olmak değildir. Zira Turancılığın babası Ziya Gökalp Müslümandı, Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak (1918) kitabını yayınlayıp “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim“ diyordu.
Ayrıca İslam’a karşı Tengricilik dinini dayatanların da eğer dikkatle araştırılırsa Türk olmadıkları, Tengricilik dini ile hiç alakaları olmadığı, tamamen karanlık odakların görevli elemanları oldukları görülecektir.
Türkler Türk’ü korusun.
______________________________________________
Yararlanılan Kaynaklar
İbrahim Kafesoğlu, Eski Türk Dini, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1980
Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1976
Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1987.
Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1988.