Prof. Dr. İbrahim Maraş: CEDİTÇİ MİRAS
Günümüzde
Rusya Federasyonu’nda
Din Algısı:
Akılcılık-Nakilcilik Tartışması
ve Ceditçi Miras
Prof. Dr. İbrahim Maraş
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
ÖZET
Rusya Müslümanları tarihte acı tecrübeler geçirmiş bir halktır.
1552’de Korkunç İvan’ın Kazan Hanlığını ele geçirmesiyle başlayan süreçte uzun yıllar varolma mücadelesi yaşayan Rusya Müslümanları, özellikle de İdil Ural bölgesi, 18. Asrın sonlarından başlayarak ekonomik, kültürel ve dini bir diriliş hamlesine girişmişlerdir. Bunun sonucu olarak da kısa bir zamanda İslâm dünyasındaki önemli yenileşme hareketlerinden birine imza atmışlardır. Abdurrahim Otuz İmeni ve Abdünnasir Kursavi ile başlayan süreç dini düşüncede yenileşme anlayışının bütün Rusya Müslümanları, Türkistan ve Doğu Türkistan’da da yeşermesine yol açmıştır. Hatta etkileri ülkemizde de görülmüştür. Bu süreçte Şehabüddin Mercani, Hüseyin Feyizhani, Rızaeddin Fahreddin, Musa Carullah, Abdullah Bubi, Alimcan Barudi, Abdürreşid İbrahim, Muhammed Necip Tünteri gibi pek çok alim yetişmiştir. Akılcı karakteriyle öne çıkan bu hareket “ceditçilik” ismiyle şöhret bulurken bu düşünce hareketinin karşısına ister istemez bir “kadimci” grup dikilmiştir. Fakat tabii ki mesele bu kadar açık ve sade değildir.
Esasında akılcı din anlayışının Maturidi-Hanefi geleneğe sıkı sıkıya bağlı İdil boyunda hakim olması sıradan bir durumdur. Daha çok nakilciliğin öne çıktığı Selefî karakterdeki düşüncenin İdil boyunda kısmen etkili olması ise meşhur Osmanlı alimi ve Tarikat-ı Muhammediye yazarı Birgivî ve onun şârihi Ebu Said Hâdimî ile bağlantılıdır. Birgivî geleneğini en çok gündeme getiren isim ilginçtir ki bir ceditçi olan A. Otuz İmeni’dir. Birgivî’nin kitapları Kazan matbaalarında da basılmış ve Hadimî’nin yaptığı şerhlerle birlikte Tatar medreselerinde okunmuştur.
Hatta Rızaeddin Fahreddin’in verdiği bilgilere göre; İdil boyundan, Ebu Said Hâdimî’den bizzat ders almaya giden öğrenciler olmuştur. Şunu da ifade etmek gerekir ki Osmanlı düşüncesinde Kadızadeliler hareketi gibi selefi karakterde bir hareket ortaya çıkmışsa da Rusya Müslümanları arasında böylesi bir hareket çıkmamış, sadece selefi yönleri hissedilmekle beraber esas karakteri ceditçi olan Abdurrahim Otuz İmeni ve kısmen de Abdunnasır Kursavî gibi düşünürler görünmüştür.
Rusya Federasyonu’nun bugünkü sınırları içinde yaşayan Müslümanlar arasında bir taraftan geçmişin ceditçilik-kadimcilik tartışmasının bir uzantısı mahiyetinde bir tartışma yaşanırken diğer taraftan bu tartışmadan çok daha farklı ve giderek de tehlikeli bir mahiyet arz eden geleneksel İslâm-Vahhabi veya selefi (radikal) İslâm tartışmaları gündeme gelmektedir. Rus yöneticileri ve Müslüman dini idarelerinin başında bulunanlar mevcut tartışmayı çözmek için değil adeta bunu kızıştırırcasına hareket etmekte ve her geçen gün problem içinden çıkılmaz bir hal almaktadır.
Gerçekte Rusya’daki Müslümanların tarihine bakıldığında apaçık görülen en önemli hususlardan birisi Rus idaresinin Müslümanlara yönelik politikalarındaki tutarsızlık ve belirsizliktir. Bu problem halen aşılamamıştır.
Rusya’nın İslâm Konferansı Teşkilatı’na gözlemci olarak dâhil olma isteği ve bunun kabulüyle ortaya çıkan durum, yeni olumlu gelişmeler olabileceği yönünde bazı işaretler vermiş ve başta din eğitiminin okullarda verilmeye başlanması olmak üzere, bazı müspet adımlar atılmışsa da genel olarak çok büyük değişiklikler olmamıştır.
Günümüzde Rusya Federasyonu’nda İslâm’ın gerçek anlamda bölgenin inanç dokusuna uygun olarak gelişmesi yolunda birtakım faaliyetler yürütülmektedir. Rusya’da yaşayan Müslümanlar hemen hemen bütün şehirlerde teşkilatlanmalarına ve dini faaliyetler yürütmelerine rağmen bu konuda yeterince mesafe alamamışlardır. Bunda Müslümanların kendi eksikliklerinin önemli payı olduğu şüphesizse de Rus yöneticilerin yönlendirme çabalarının payı şüphesiz daha büyüktür. Özellikle dinin Tatarca, Başkurtça veya diğer yerli diller temelli olarak gelişmesi de akılcı bir din anlayışının yerleşmesi açısından önemliyken, maalesef Rus yöneticileri yerli dilleri her geçen gün kademe kademe yasaklamaktadır. Bu duruma dikkat çekmemizin temel sebebi, Rus dilli bir dini eğitimin Müslümanları yukarıda bahsettiğimiz akılcılıktan uzak tepkisel, nakilci bir din anlayışına itmesinin ve üstelik sadece bu eğitimi alanlar için değil buna karşı çıkanlar için de aynı durumun söz konusu olmasının kaçınılmazlığıdır.
Son zamanlarda Rusya coğrafyasında Vahhabilik tartışmaları giderek şiddetlenmektedir. Bu aslında genel dünya konjonktürüne uygun bir tarzda, oluşturulmak istenen “yeni düşman İslâm” imajının iyice hafızalara yerleştirilmeye çalışılmasından başka bir şey değildir. Günümüz Rusya müftülüğü ve Rusya’daki diğer müftülükler, her geçen gün, hem selefi hareketlere hem de dinden uzak entelektüel aydınların “Avrupa İslâm’ı” diye adlandırdıkları yeni cedidçi harekete tamamen karşı bir konuma geçmektedirler. Hatta Rusya’nın onlara pompalamaya çalıştığı “Rus İslâm’ı” anlayışına da şiddetle itiraz etmektedirler. Ancak şu da bir gerçek ki geleneksel değerlere ve geleneksel Hanefi anlayışa dönmenin, ya da daha doğru bir tanımla “Haneficilik” yapılmasının, bizatihi kendisi de günümüzde akılcılık karşıtı bir anlayışın egemen olmasına zemin hazırlamaktadır. Nitekim geçtiğimiz günlerde öldürülen Tataristan Dini İdaresi Başkan Yardımcısı Veliyullah Yakup ve benzeri dini idarecilerin yüzyılın başındaki ceditçi ulemayı Batıya yönelmekle suçlaması ve genel halk kesiminde ceditçiliğin bu şekilde algılanması selefi bir nakilciliğe fırsat vermektedir.
Öte yandan selefi ve nakilci anlayışın en önemli destekçilerinden veya kolaylaştırıcılarından birisinin de bizatihi Rusya’nın kendi din politikası olduğu unutulmamalıdır. Bu açıdan bu kısa yazı, Rusya Müslümanlarının giderek karmaşık bir hal alan durumunu belirli noktalarda tespite çalışmaktadır. Bilhassa Rus İslâm’ı veya geleneksel İslâm terimlerinin içeriğinin ne olduğuyla ilgili ciddi tartışmalar yapılması ve söz konusu içeriğin mutlaka doldurulması gerektiğinin vurgulanması da bu yazının hedefleri arasındadır.
Rusya Federasyonu’nun bugünkü sınırları içinde yaşayan Müslümanlar arasında geçmişin ceditçilik-kadimcilik tartışmasının bir uzantısı mahiyetinde bir tartışma yaşanmaktadır. Her ne kadar bugünkü tartışmanın ilmi seviyesi geçmişle asla kıyaslanamasa da bölgedeki Müslümanların geleceği açısından oldukça önemli bir dönem yaşanmakta ve yüksek dini eğitimle ilgili hatırı sayılır gelişmeler yaşanmaktadır. Bu kısa yazıdaki amacımız, Rusya’nın İslâm politikasını ve geçmişteki ceditçi-kadimci geleneği de göz önünde bulundurarak, Rusya’da halihazırdaki dini yönelimleri ortaya koymaya çalışmaktır.
Rusya Müslümanları tarihte acı tecrübeler geçirmiş bir halktır. 1552’de Korkunç İvan’ın Kazan Hanlığını ele geçirmesiyle başlayan süreçte uzun yıllar var olma mücadelesi yaşayan Rusya Müslümanları, özellikle de İdil Ural bölgesi, 18. Asrın sonlarından başlayarak ekonomik, kültürel ve dini bir diriliş hamlesine girişmişlerdir. Bunun sonucu olarak da kısa bir zamanda İslâm dünyasındaki önemli yenileşme hareketlerinden birine imza atmışlardır. 19. Asır başlarında Abdurrahim Otuz İmeni ve Abdünnasir Kursavi ile başlayan süreç aynı asrın ikinci yarısından itibaren giderek genişlemiş ve nihayette dini düşüncede yenileşme anlayışının bütün Rusya Müslümanları, Türkistan ve Doğu Türkistan’da da yeşermesine yol açmıştır. Hatta etkileri ülkemizde de görülmüştür. Bu süreçte Şehabüddin Mercani, Hüseyin Feyizhani, Rızaeddin Fahreddin, Musa Carullah, Abdullah Bubi, Alimcan Barudi, Abdürreşid İbrahim, Muhammed Necip Tünteri gibi pek çok alim yetişmiştir. Akılcı karakteriyle öne çıkan bu hareket “ceditçilik” ismiyle şöhret bulurken bu düşünce hareketinin karşısına ister istemez bir “kadimci” grup dikilmiştir. Fakat tabii ki mesele bu kadar açık ve sade değildir.
Her şeyden önce akılcı diye adlandırdığımız ceditçilerin temel özellikleri nedir ki onlara akılcı diyoruz? Bunun tersi aynı şekilde geçerlidir, yani nakilci diye nitelendirilen kadimcilerin temel özellikleri nelerdir?
1. Ceditçi Akılcılık
Esasında akılcı din anlayışının Maturidi-Hanefi geleneğe sıkı sıkıya bağlı İdil boyunda hâkim olması sıradan bir durumdur. Daha çok nakilciliğin öne çıktığı kısmen selefî karakterdeki düşüncenin İdil boyunda kısmen etkili olması ise meşhur Osmanlı alimi ve Tarikat-ı Muhammediye yazarı Birgivî ve onun şârihi Ebu Said Hâdimî ile bağlantılıdır. Birgivî geleneğini en çok gündeme getiren
isim ilginçtir ki bir ceditçi olan A. Otuz İmeni’dir. Birgivî’nin kitapları Kazan matbaalarında da basılmış ve Hadimî’nin yaptığı şerhlerle birlikte Tatar medreselerinde okunmuştur. Hatta Rızaeddin Fahreddin’in verdiği bilgilere göre; İdil boyundan, Ebu Said Hâdimî’den bizzat ders almaya giden öğrenciler olmuştur.
Şunu da ifade etmek gerekir ki Osmanlı düşüncesinde Kadızadeliler hareketi gibi selefi karakterde bir hareket ortaya çıkmışsa da Rusya Müslümanları arasında böylesi bir hareket çıkmamış, sadece selefi yönleri hissedilmekle beraber esas karakteri ceditçi olan Abdurrahim Otuz İmeni (ö. 1834) ve kısmen de Abdunnasır Kursavî (ö. 1812) gibi düşünürler çeşitli fikirler ileri sürmüşlerdir. Abdurrahim Otuz İmeni’nin bir taraftan selefî bir çizgide gözükürken diğer taraftan tasavvufla da ilgilenmesi, Gazalî ve Mevlânâ’yı okuyup bunlarla ilgili eserler yazması onun tamamen selefî olmasını engellemiştir. Ancak gerek o, gerekse Kursavî ve Ahmedcan b. Emirhan (ö. 1813) gibi düşünürlerin bidat kavramı üzerinde ısrarla durmaları onların selefî yönünün biraz daha öne çıktığı izlenimi vermektedir. Diğer taraftan başta Rızaeddin Fahreddin (ö. 1936) ve Alimcan Barudi (ö. 1921) gibi âlimler İbn Teymiye’yi eleştirmekle birlikte onun bazı görüşlerini beğendiklerini söylemişlerdir. Rızaeddin Fahreddin bu konuda bir de kitap yazmıştır. Barudî ve Fahreddin’in verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre 20. Asır başlarında Tatar gençlerinden bir kısmının İbn Teymiye ekolüne, yani selefi anlayışa bağlandığı anlaşılmaktadır. Her iki yazar da bu anlayışa mensup gençlerin dört mezhebi dışladıkları halde İbn Teymiye’ye körükörüne bağlanmalarını eleştirmektedir1.
Hüseyin Feyizhânî ve Şehabüddin Mercânî (ö. 1889) ile birlikte Türk Tatar düşüncesinde yepyeni açılımlar belirmiştir. Bu iki düşünürle birlikte Türk Tatar tarihinin yazımı gündeme gelmiştir. Bununla da kalmamış tasavvufî selefî çizgi yerini tasavvufî felsefî çizgiye bırakmıştır. Bunda elbette diğer bazı sebeplerin yanında bu iki şahsın ve XX. asır başı Tatar düşünürlerinin klasik İslâm kültürünü çok yönlü okumalarının etkisi büyükse de, İbn Haldun’un eserlerinin de önemli payı vardır.
Şehabüddin Mercânî’nin üzerinde durduğu bir başka önemli konu ise Gazali ile iyice vurgulanan tasavvufî felsefî bir çizgidir. Mercânî, bir taraftan İbn Sina’yı ve Gazali’yi okurken diğer taraftan Muhyiddin ibn Arabî’yi okumuş ve bu alimlerin çizgisini takip etmiştir2. Gazali’nin ve bazı kelamcıların şiddetle eleştirdiği İslâm filozoflarının haklılığını öne çıkarmıştır. Hanefî Maturidî düşünce geleneğini kendi döneminde yeniden yorumlamaya çalışan Mercânî, üstadı saydığı Kursavî gibi sadece Maturîdiliği öne çıkarmakla kalmamış geçmişte yaşayan bazı büyük alimleri de hiç çekinmeden eleştirmiştir. Esasında o, tasavvufî bir felsefeyi ön plana çıkarmakla Farabi’den itibaren var olan bir geleneği yeniden diriltmiştir. Mercânî ile birlikte Türk Tatar düşüncesinde akıl ve vahyin, yani felsefe ve dinin aynı amaca ulaşan yollar olduğu genel kabul görmeye başlamıştır. Hatta Alimcan Barudi, “Din Felsefesi”nin yüksek medreselerde okutulmasının zorunlu olduğunu savunmuştur3.
O halde bölgede ceditçi akılcılığın genel karakteri; dinin akılla temellendirilmesi, tevil (dini metinlerin yorumlanması, tasavvufun kabulü (bir bakıma müteahhirun dönemi kelam, felsefe ve tasavvufun bir arada değerlendirilmesi), içtihad kapısının açık oluşu, taklitten kaçınma, dine mezhepler üstü yaklaşım ve çok yönlü okuma gibi hususlardır.
2. Kadimci Akılcılık
İdil Ural bölgesindeki bu yeni açılımların yanında kendisini geleneklere sıkı sıkıya bağlı gören ve gelenekten ayrılmanın bidat olduğunu ileri süren kadimci bir ekol de vardır. Bu ekol ilk bakışta selefî ve nakilci gibi görünse de gerçekte selefî değildir. Sadece geleneği korumayı düşündükleri, klasik ulemayı ön plana çıkardıkları ve her yeni olanı bidat kabul ettikleri için öyle düşünülebilirler, ancak onlardaki düşünce çizgisi de yukarıda bahsettiğimiz tasavvufî felsefî çizgidir. Fakat kadimciler yeni anlayışları ve geçmiş ulemanın eleştirilmesini kabul etmedikleri için Kursavî ve Mercânî ile başlayan yenilikçi çizgiyi reddetmişlerdir. Bunun en çarpıcı örneği Buhara’da yenilikçi görüşlerini ortaya atan Kursavi’nin, bir taraftan Nakşîler tarafından desteklenirken, diğer taraftan “nakli aklın önüne geçirmek” ve “Taftazani başta olmak üzere büyük ulemaya dil uzatmak” ile suçlanmasıdır. Yani bir bakıma ceditçiler de kadimciler tarafından nakilcilikle suçlanmıştır4.
Kadimci akılcılığın genel özelliği, tıpkı ceditçilerde olduğu gibi, dinin akılla temellendirilmesi olmakla birlikte burada akıl selefin aklıyla sınırlandırılmış ve dar bir alana hapsedilmiştir. Aynı şekilde tasavvuf, kelam ve felsefeye yer verilmekle birlikte burada da belirli bakış açılarının dışına çıkılmamaya özen gösterilmiştir. Bu açıdan bakıldığında ceditçi akılcılıkta dışlanan taklid kadimcilerde dini anlamada öne çıkarılan bir husus olmaktadır. Burada belirli kişilerin aşılmaz otorite kabul edilmesi ve bir nevi mezhebi dinin üzerinde görme anlayışı hâkim unsur olmaktadır. Bu açılardan kadimci akılcılığı tipik bir gelenekçilik olarak düşünebiliriz.
3. Nakilcilik
Öte yandan Rusya’nın sınırları içerisinde yer alan ve yukarıda bahsettiğimiz gibi, bilhassa iç Rusya’da, İbn Teymiye’den ve Birgivi’den etkilenen selefi nakilci çizgiye yakın durumda bulunan Rusya Müslümanları da olmuştur. Bunlar çok önemsenecek boyutta olmasa da küçük gruplar halinde zaman zaman bazı ceditçi ve kadimciler arasında görülmüştür. Bunlar dışında özellikle Kafkasya bölgesinde ortaya çıkan hareketler iç Rusya’dakinden bazı farklılıklar arz etmektedir. Mesela, öne çıkan isimlerden Nuh el-Mertuki el-Çerkesi el-Kafkasi’nin Muhammed Abduh’a reddiye sadedinde yazdığı Risale fi’r-Reddi ala Muhammed Abduh fi İnkari Cevazi’t-Taklid adlı eser bir bakıma nakilci anlayışın Kafkasya’daki ağırlığını göstermesi açısından önemlidir. Aslında Kafkasya’daki düşünce ekollerini dahi, tasavvufî hareketlerin bölgedeki yoğunluğundan dolayı, tam anlamıyla nakilci kabul etmemek mümkün görülmekle birlikte bölgedeki nakilciliğin genel özellikleri; dinin selefin din anlayışından ibaret olması, aklın mümkün olduğu kadar dışlanması, tevilden kaçınılması ve mümkün mertebe nassın zahirine değer verilmesi gibi hususlardır.
Cedidciler olsun kadimciler olsun her iki grup da kendilerini selefe, yani geleneğe dayandırmakta ve “selef yoluna dönme veya selefin yolunu takip etme”yi temel ilke edindiklerini iddia etmektedirler. Meselâ cedidci yayın organı Vakıt gazetesi, ceditçilerin selef yoluna dönmeyi isteyen insanlar olduklarını kadimcilerin de buna karşı çıktıklarını söylerken5, kadimci yayın organı Din ve Maişet dergisi selefi kendilerinin temsil ettiklerini ve selefin ehlisünnet yoluna uymak anlamına geldiğinden bahisle ceditçilerin bunun dışında bir yol takip ettiklerini ifade etmektedirler6. Burada her iki grubun da selef diye adlandırdığı kesim, genel anlamıyla geçmiş ulemayı içine almaktadır.
4. Günümüzdeki Durum
Perestroyka sonrasında uygulanan din politikaları sayesinde Rusya Federasyonu’nda din-devlet ilişkilerinde iki önemli değişim ortaya çıkmıştır. Birincisi; din-devlet ilişkilerinde komünist dönemdeki çatışmacı ilişki biçimi, yeni dönemde işbirliğine dönüşmüş ve Rusya Federasyonu akılcı bir manevrayla adeta yüz yıl önce İsmail Gaspıralı’nın Çarlık Rusya’sına kabul ettirmeye çalıştığı “Rusya İslâm’ı” modeline dönmüştür. Hatta Rusya Federasyonu, İslâm Konferansı Teşkilatı’na, kendi içindeki Müslüman Tatarların ve Türkiye’nin de yardımıyla, gözlemci sıfatıyla girmeyi başarmıştır. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki yüz yıl önce Gaspıralı’nın teklif ettiği Rusya İslâm’ı modelinde Çarlık Rusyası içindeki Müslümanların kendi dilleri ve akılcı gelenekleri temel alınırken bugün Rusya Federasyonu yöneticilerinin çabası Rusça merkezli dini eğitim, dini düşünce ve dini ıstılahlardır. Böylece bütün Rusya Federasyonu’nda din, artık savaşılması gereken bir düşman olmaktan çıkmış gözükse de artık tüm dünyada geçerli olan yeni bir düşman vardır: Sözde geleneksel olmayan radikal ve akılcılıktan uzak bir din anlayışı. Burada “sözde” tabirini kullanmamızın sebebi aslında bunun, İslâm’ı dönüştürme çabalarının küresel boyutunun Rusya versiyonundan başka bir şey olmadığını belirtmek içindir. Yani bir taraftan geleneksel olan, toplumsal dokunun tarihi süreçteki inanç yapısına uygun olduğuna inanılan İslâm anlayışı sözde desteklenirken, radikal, akılcılıktan uzak, daha çok nakilci ve saldırgan olduğuna inanılan İslâm anlayışı “vahhabilik” suçlamasıyla reddedilmekte ve tehlike olarak görülmektedir. Bu sayede aslında akılcılık desteklenmemekte veyahut da akılcılığın gelişmesi sağlanmamakta, tam aksine zahiren karşı çıkılan ve genelde İslâm dünyasında tarihi süreçte pek kabul de görmeyen şekilci, nakilci anlayış gerçekte meşrulaştırılmaktadır. Daha da vahim olanı bu süreç sadece Rusya Federasyonu sınırları içinde değil bütün dünyada başarılı bir şekilde uygulanmaktadır.
Rusya Federasyonu’ndaki ikinci değişim ise din politikalarının oluşturulma sürecinde ortaya çıkmıştır. Ancak bu da gerçek bir değişim olamamış ve Rusya’da din-devlet ilişkilerinde işbirliği modeli denildiğinde, hep Rus devleti ile Rus Ortodoks Kilisesi arasındaki işbirliği gündeme gelmiştir. Hâlbuki Ortodoksluk dışında kalan İslâm, Katoliklik ve Protestanlık gibi federatif yapıda bulunan diğer dinler ve mezhepler yeni yasal liberal düzenlemelerden Rus Ortodoks Kilisesi kadar yararlanamamışlar, hatta dışlanmışlardır. Bunun en açık örneği, 1991 yılında “din ve vicdan özgürlüğü” ile ilgili olarak kabul edilen kanundan, 1997 yılında geçirilen yeni bir kanunla geri adım atılmasıdır. Bu durumun en önemli nedeni ise, 1991 yılında oluşturulan liberal ortama, başta Rus Ortodoks Kilisesi olmak üzere, Rus muhafazakârların gösterdiği reaksiyondur. Rus Ortodoks Kilisesi’ni “Rusya’nın tarihi ve kültürel mirasının ayrılmaz bir parçası” olarak tanımlayan yeni düzenlemenin İslâm, Budizm, Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi diğer geleneksel dinleri hukuki olarak tanıması bile, yeni düzenlemeyi insan hakları savunucularının eleştirilerinden kurtaramamıştır. Zira 1997 düzenlemesi, 1991’de kabul edilen kanunla karşılaştırıldığında dini özgürlükler açısından pek çok kısıtlayıcı hüküm taşımaktadır. Üstelik “geleneksel” tabiri oldukça kapalı bir ifade olduğundan içinin nasıl doldurulacağı açıklanmamıştır. Yukarıda bahsettiğimiz ceditçi akılcılık, kadimci akılcılık ve nakilcilikten hangisi “geleneksel İslâm” olarak algılanmak istenmektedir? Görünen o ki, Rusya “geleneksel” terimi ile 19. asrın sonlarında ceditçi akılcılığa karşı çıkan kadimci akılcılığı tercih etmektedir. Ama gerçek hiç de böyle değildir. Rusya böyle gözükmesine rağmen esasta nakilci, radikal selefî eğilime, yani vahhabiliğe
destek vermektedir. Özellikle yerli Müslüman dini idarelerinin “geleneksel İslâm” modeline sığınarak katı mezhepçiliğe yönelmeleri ve hatta ceditçi akılcılığı reddetmeleri selefî eğilimleri artırmaktadır. Bütün bunlara rağmen günümüzde Rusya Federasyonu’nda İslâm’ın gerçek anlamda bölgenin inanç dokusuna uygun olarak gelişmesi yolunda birtakım faaliyetler de yürütülmektedir.
Ancak Rusya’da yaşayan Müslümanlar hemen hemen bütün şehirlerde teşkilatlanmalarına ve dini faaliyetler yürütmelerine rağmen bu konuda yeterince mesafe alamamışlardır. Bunda Müslümanların kendi eksikliklerinin önemli payı olduğu şüphesizse de Rus yöneticilerin yönlendirme çabalarının payının daha büyük olduğu kesindir. Özellikle dinin Tatarca, Başkurtça veya diğer yerli diller temelli olarak gelişmesi de akılcı bir din anlayışının yerleşmesi açısından önemliyken, maalesef Rus yöneticileri yerli dilleri her geçen gün kademe kademe yasaklamaktadır. Bu duruma dikkat çekmemizin temel sebebi, Rus dilli bir dini
eğitimin Müslümanları yukarıda bahsettiğimiz akılcılıktan uzak tepkisel, nakilci bir din anlayışına itmesinin ve üstelik sadece bu eğitimi alanlar için değil buna karşı çıkanlar için de aynı durumun söz konusu olmasının kaçınılmazlığıdır.
Günümüzde bazı Rusya uzmanlarının bir kısmı da bu konu üzerinde önemle durmaktadırlar. Onlar için de Rus dili temelli bir din anlayışında vahhabi ve selefi çizgi daha çabuk yerleşecektir7.
Dil meselesinin dışında Rusya’da akılcı din anlayışının önünde başka engeller de vardır. Meşhur Rus İslâm uzmanı Malaşenko bunlardan bazılarını şu şekilde sıralamaktadır:
1. İslâmi mezhepçiliğin öne çıkışı. Burada mezhepçilikten kasıt mezhebi dinin üstünde gören bir anlayıştır.
2. Arap dünyasından gelen çeşitli kavramların genç Müslüman nesildeki etkisi.
3. Kuzey Kafkasya’daki yerli İslâmcı hareketler.
4. Mevcut adaletsizlik ve yozlaşmalardan kurtulmanın yolu olarak İslâm’ın görülmesi.
5. Dışarıdan gelen maddi yardımlar8
Malaşenko’nun bu tespitleri görünüş itibarıyla doğru olmakla birlikte bazı hususları açıklamak gereklidir. Bunlardan ilki, ikinci ve beşinci maddelerdeki hususlardır. Burada Malaşenko hem Arap dünyasına hem de Türkiye’ye atıfta bulunmaktadır. Çünkü o da Rus politikasına uygun olarak “geleneksel İslâm”ı, yani federasyon içindeki Müslümanların kendi tarihi anlayışlarını öne sürerken aslında buradaki Müslümanları tecride çalışmaktadır. Çünkü buradaki Müslümanlar kendi başlarına kaldıklarında ve diğer Müslüman ülkelerden özellikle kendi dokusuna uygun olan Türkiye’den yardım almadıklarında içinde bulundukları manevi boşluktan kurtulamayacaklar ve hatta yanlış anlayışlara sürükleneceklerdir. Nitekim Malaşenko’nun birinci maddede belirttiği husus şu anda bölgede, Rusya’nın da yardımıyla, güçlenmektedir. Yani geleneksel olan mezhepler sanki öne çıkarılırken gerçekte bu mezhepler akılcı oldukları halde bu mezheplerin dışındaki diğer mezhepler adeta tamamen reddedilmekte ve adeta
bir nevi katı mezhep tutuculuğu öne çıkarılmaktadır. Tabii olarak bu katı mezhep tutuculuğuna yönelik tepkiler selefi ve vahhabi hareketleri körüklemektedir.
Rusya’daki Müslümanların dini problemlerini giderme konusunda, yukarıda belirttiğimiz kendi geleneksel yapısıyla pek de uygunluk göstermeyen ve dinî anlayış açısından farklılık arz eden yerlere öğrenci göndermeleri meseleyi çözmeyecektir. Bunun en çarpıcı örneği Tataristan’da yaşanmıştır. Arap ülkelerinde eğitim gören bazı imamlar Selefî-Vahhabi eğilimleri ile dikkat çekmişlerdir. Şu anda Rusya içerisinde açılmış olan İslâm üniversiteleri ise henüz yüksek din eğitimi veren kurumlar olmaktan uzak, orta düzey birmedrese ayarındadır. Bugün Kafkasya da dahil Rusya Federasyonu’nda sayısız dinî eğitim kurumu vardır. Bunların hiç birisinde yeterli eğitime sahip yönetici veya öğretmenler yoktur. Bu kurumlarda gelişi güzel programlar uygulanmakta ve alan uzmanları tarafından hazırlanmamış kitaplar okutulmaktadır. Hala Rusya’nın çeşitli bölgelerinde İslâm Üniversitesi adıyla kurulmuş bütün yüksek eğitim kurumlarında neredeyse doktoralı öğretici sayısı bile yok denecek kadar azdır. Rus yönetimi tarafından ise bu tarz kurumlarda dini eğitimin Rusça olması istenmekte ve her geçen gün de bu sağlanmaktadır.
Malaşenko’nun işaret ettiği diğer önemli bir husus da Kuzey Kafkasya’daki yerli İslâmcı hareketler meselesidir. Burada kastedilen şey bölgedeki katı nakilciliğin ve bunu besleyen yine aynı karakterdeki Kadiriliğin durumudur. Rusya Bilimler Akademisi Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsü uzmanlarınca Kuzey Kafkasya’da yapılan bir araştırmada, Hanefî-Maturidî temelli akılcı anlayışın hakim
olduğu ve daha çok şehirli hayatının yaşandığı Kuzey-Batı Kafkasya Müslümanlarının milli kültür ve gelenekleriyle kaynaşmış “dünyevî bir İslâm”a yönelik sakin bir yaşamlarının olduğu belirtilmiştir. Araştırmacılar, “farklı zihniyetlere tahammül ve İslâm dışı geleneklerle barış içinde yaşayabilme olgusu”nun Sünnîliğin Hanefî mezhebine özgü olduğunu ifade etmektedirler. Hatta, aynı araştırmacılar, bu bölgede yaşayan Hanefî kültürün “değişen etno-kültürel ortama ve yeni gelişmelere başarılı bir şekilde uyum sağlayan” esnek yapısına işaret etmektedirler9.
Rus antropologların bu tespiti kayda değerdir ve aynı durum Müslümanların ve Ortodoksların barış içinde beraber yaşadığı İdil boyu için de geçerlidir.
Rus yöneticilerinin dil üzerindeki ısrarının kontrol etme anlayışından kaynaklandığı düşünülüyorsa bunu engellemek için çeşitli komisyonlar kurulabilir.
Ancak federal standartta teolojik eğitimin sadece Rusça yapılmasını savunmak mümkün değildir. Elbette entelektüeller Rusça konuşmaktadır, Müslümanlar Rusça kitap, dergi ve gazete yayımı yapmaktadır ve düşüncelerini çoğunlukla Rusça ifade etmektedir ve birçok klasik kaynaklarını Rusça’ya tercüme etmektedirler. Ancak bütün bunlar dini eğitimin tamamen Rusça yapılmasını asla gerektirecek mahiyette değildir.
Günümüzde Rusya Federasyonu’nda nakilci anlayışın hakim olmaya çalışmasında en önemli hususlardan birisi de sufi-Vahhabi çatışmasının söz konusu olmasıdır10. Bu, esasında gelenekçi ve Arap İslâmı veya Vahhabi çatışması şeklinde cereyan etmektedir ve bu çatışma yakın tarihteki ceditçi kadimci çatışmasından daha farklıdır. Aslında dünya genelinde İslâm ülkelerinde canlandırılmaya çalışılan radikal hareketler sadece Rusya’nın değil bütün Batı dünyasının temel politikasıdır. Geçmişteki ceditçi kadimci tartışmasında her iki taraf da tasavvufi geleneğe ağırlık verirken günümüzde bu fikirler gözden düşürülmüştür. Özellikle ceditçi ulema tamamen unutturulmaya çalışılmaktadır. Ceditçi ulemanın görüşlerini savunanlar dini çevrelerden ziyade bu çevrelerden uzak olan çoğu üniversitede bulunan entelektüel aydınlardır. Söz konusu aydınların görüşleri, dini çevrelere yakın olmadıklarından, itibara alınmamaktadır. Hatta dinin teşkilatlanmış kesimlerinde, Rusya’daki Müslümanların bugünkü kötü durumlarından tarihteki ceditçi ulemanın sorumlu tutulması gibi bir kanaat ortak olarak paylaşılmaktadır. Meselâ Tatar Dini İdaresi, hem selefi hareketlere hem de dinden uzak entelektüel aydınların “Avrupa İslâm’ı” diye adlandırdıkları yeni cedidçi harekete tamamen karşıdırlar. Hatta Rusya’nın onlara pompalamaya çalıştığı “Rus İslâm’ı” anlayışına da şiddetle itiraz etmektedirler11. Ancak şu da bir gerçek ki geleneksel değerlere ve geleneksel Hanefi anlayışa dönmenin, ya da daha doğru bir tanımla “Haneficilik” yapılmasının, bizatihi kendisi de günümüzde akılcılık karşıtı bir anlayışın egemen olmasına zemin hazırlamaktadır. Nitekim geçtiğimiz günlerde öldürülen Tataristan Dini İdaresi Başkan Yardımcısı Veliyullah Yakup12 ve benzeri dini idarecilerin yüzyılın başındaki ceditçi ulemayı Batıya yönelmekle suçlaması13 ve genel halk kesiminde ceditçiliğin bu şekilde algılanması selefi bir nakilciliğe fırsat vermektedir. Öte yandan selefi ve nakilci anlayışın en önemli destekçilerinden veya kolaylaştırıcılarından14 birisinin de bizatihi Rusya’nın kendi din politikası olduğu unutulmamalıdır.
DİPNOTLAR
1 Rızaeddin b. Fahreddin, İbn Teymiye, Orenburg 1911, s. 98-102.
2 Şeher Şeref, “Mercânî’nin Tercüme-i Hâli”, Mercânî mecmuası içinde, Kazan 1915, s. 362, 365, 390.
3 Alimcan Barudi, “Şakirtlernin Tilegen Derslerinden Biri, Felsefe-i Diniyye”, ed-Din ve’l-Edeb, 1906/3, s. 71-74.
4 Fazla bilgi için bkz. İbrahim Maraş, Türk Dünyasında Dini Yenileşme, 1850-1917, İstanbul 2002, Ötüken Yay., s. 5-20.
5 Vakıt, 1914/No.1513, s. 2..
6 Bkz. Müdekkik, “Dikkat İdilsün”, Din ve Maişet, 1914/24, s. 374-375.
7 Bkz. http://www.eurasiareview.com/31082010-as-moscow-weakens-republics-İslâmistradicalism-spreads-into-middle-volga/; http://www.eurasiareview.com/08062011-salafisemploy-flashmob-technique-to-bring-5000-young-daghestanis-into-streets-analysis/; ayrıca bkz. Kristian Krohg-Soerensen, “Walking a Tightrope: Faith and Identity in Tatarstan,
http://www.sptimesrussia.com/index.php?action_id=2&story_id=31938, 13 Temmuz 2010
No. 1591(52). Yayımlanan yazıda her ne kadar Tataristan gibi Rusya’nın zengin bölgelerinden ziyade Dağıstan ve Çeçenistan gibi nispeten yoksul bölgelerde selefi hareketlerin yayılma ihtimalinin yüksekliğinden bahsedilse de bu doğru gözükmemektedir.
8 Alexey Malashenko, “İslâm in Russia 2020”, Readings in European Security, Volume 4 içinde,
ed. Michael Emerson, 2007, s. 65-67; Malaşenko, İslâm’ın geleneksel olmayan radikal yorumunun hem Rusya’da hem de Orta Asya’da yayıldığını belirtmekte ve bu yayılma sırasında hiçbir etnokültürel engel tanımadığını belirtmektedir.
9 V. A. Tişkov-E.İ. Filippova, Sovyet Ülkelerinde Etnik İlişkiler ve Sorunlar (Kuzey Kafkasya), Asam Yay., Ankara 2001,s. 86, 87.
10 Heiko Schrader, Nikolai Skvortsov, Boris Vina, The İslâmic and Turkic Factors in Identity Formation Processes and Discourses on Separatism-Dagestan and Tatarstan Compared, Magdeburg 2003, s. 3-18.
11 D. Makarov and R. Mukhametshin, “Official and Unofficial İslâm”, İslâm in Post-Soviet Russia: Public and Private Faces içinde, Ed. H. Pilkington and G. Yemelianova, London: Routledge, 2003, s. 117-163; A. Malashenko, “İslâm and Politics in Central Asian States”, Political İslâm and Conflict in Russia and Central Asia içinde, (eds.) L. Jonson and M. Esenov
(Swedish Institute of International Affairs, 1999); G. Yemelianova, “İslâm in Russia: An Historical Perspective”, İslâm in Post-Soviet Russia: Public and Private Faces içinde, ed. H. Pilkington and G. Yemelianova, London: Routledge, 2003, s. 15-60.
12 Yakın zamanda Tataristan’da Müftü ve yardımcısına yönelik silahlı ve bombalı saldırıda Müftü yaralı olarak kurtulurken yardımcısı öldürülmüştür. Bu olayın müsebbibi olarak da yine selefi, vahhabi akımlar gösterilmiştir.
13 Yemelianova, a.g.m., s. 80.
14 Bkz. Roland Dannreuther, “İslâmic Radicalisation in Russia: An Assesment”, International Affairs, 86 (1), 2010, s. 109-126.
KAYNAKLAR
BARUDİ, Alimcan, “Şakirtlernin Tilegen Derslerinden Biri, Felsefe-i Diniyye”, ed-Din
ve’l-Edeb, 1906/3, s. 71-74.
DANNREUTHER, Roland, “İslâmic Radicalisation in Russia: An Assesment”, International Affairs, 86 (1), 2010, s. 109-126.
FAHREDDİN, Rızaeddin b., İbn Teymiye, Orenburg 1911.
KROHG-SOERENSEN, Kristian, “Walking a Tightrope: Faith and Identity in Tatarstan,
http://www.sptimesrussia.com/index.php?action_id=2&story_id=31938, 13 Temmuz 2010 No. 1591(52).
MAKAROV D.-Mukhametshin, R., “Official and Unofficial İslâm”, İslâm in PostSoviet Russia: Public and Private Faces içinde, Ed. H. Pilkington and G. Yemelianova, London: Routledge, 2003, s. 117-163.
MALASHENKO, Alexey, “İslâm in Russia 2020”, Readings in European Security,
Volume 4 içinde, ed. Michael Emerson, 2007.
MALASHENKO, A., “İslâm and Politics in Central Asian States”, Political İslâm and
Conflict in Russia and Central Asia içinde, Ed. L. Jonson and M. Esenov, Swedish
Institute of International Affairs, 1999.
MARAŞ, İbrahim, Türk Dünyasında Dini Yenileşme, 1850-1917, İstanbul 2002, Ötü-
ken Yay.
MÜDEKKİK, “Dikkat İdilsün”, Din ve Maişet, 1914/24, s. 374-375.
SCHRADER, Heiko-Skvortsov, Nikolai-Boris Vina, The İslâmic and Turkic Factors in
Identity Formation Processes and Discourses on Separatism-Dagestan and Tatarstan
Compared, Magdeburg 2003.
ŞEREF, Şeher, “Mercânî’nin Tercüme-i Hâli”, Mercânî mecmuası içinde, Kazan 1915.
TİŞKOV, V. A. – Filippova, E.İ., Sovyet Ülkelerinde Etnik İlişkiler ve Sorunlar (Kuzey
Kafkasya), Asam Yay., Ankara 2001.
YEMELİANOVA, G., “İslâm in Russia: An Historical Perspective”, İslâm in PostSoviet Russia: Public and Private Faces içinde, (eds.) H. Pilkington and G. Yemelianova, London: Routledge, 2003, s. 15-60.
http://www.eurasiareview.com/31082010-as-moscow-weakens-republics-İslâmistradicalism-spreads-into-middle-volga/ (8 Haziran 2011).
http://www.eurasiareview.com/08062011-salafis-employ-flashmob-technique-to-bring-
5000-young-daghestanis-into-streets-analysis/ (31 Ağustos 2010).
ALINTI:
ORTA ASYA’DA İSLÂM / T E M S İ L D E N F O B İ Y E
CİLT: III / AYDINLIKTAN AYDINLANMAYA
EDİTÖR: DR. MUHAMMET SAVAŞ KAFKASYALI