Gültekin ÖZTÜRK: İşte Direniş: Buyurun!…
İşte Direniş: Buyurun!…
Gültekin ÖZTÜRK
“Gezi direnişinin ortaya koyduğu en önemli gerçeklik hak ve özgürlük talebiyle, sadece dört yılda bir sandıktan çıkan sonucun demokrasi olmadığıdır.
Halk kendisiyle ve kendi yaşam alanlarıyla ilgili kararları kendisi vermek istemektedir.”
Bu sözlere sanırım hiç kimse itiraz etmez. Zaten son Gezi Parkı olaylarına da meşruiyet ve destek sağlayan temel düşünce bu olmuştur.
Ancak bu sözler bu kadarla bitmiyor. Bakın bu genel doğrular nereye eviriliyor;
“Sayın Öcalan’ın hükümete verdiği plan, halkın yüzde 90’ının taleplerini kapsıyor.
Demokrasi bütün toplum kesimlerinin talebidir.
İstanbul’da Taksim Meydanı’nda da Diyarbakır’da Nevruz Meydanı’ndan da benzer talepler yükselmektedir.
Demokrasi ve kalıcı bir barış isteyen tüm güçlerle birlikte halkımızı şehir şehir, sokak sokak, meydan meydan, park park yürüteceğiz.
30 Haziran Pazar günü Amed, Mersin ve Adana’da ’Hükümet adım at’ yürüyüşleriyle başlatacağımız kampanyamızı;
Barajları, karakol inşaatlarını durdurmak için,
Hasta ve siyasi tutsakları özgürleştirmek için,
Ana dilde eğitim ve seçim barajını düşürmek için,
Roboski’de adalet ve koruculuğu kaldırmak için,
Daha çok demokrasi ve Sayın Öcalan’a özgürlük için yaz boyunca sürdüreceğiz.
İmza….
BDP Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu”
AKP’nin birlikte hareket ettiği BDP, Öcalan’ın 21 Mart tarihinde Diyarbakır’da açıklanan “Artık silah değil siyaset öne çıkacak…Bu bir son değil yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakmak değil daha farklı bir mücadeleyi başlatmaktır.” direktifleri doğrultusunda hareket etmektedir.
Herkes “Gezi/Taksim olaylarında dış komplo var mıydı/yok muydu?” diye tartışıp ileri demokrasiyi kurmaya çalışırken Kuzey Kürdistan Kürt Konferansı ile Diyarbakır’da sessiz sedasız Kuzey Kürdistan’ın kuruluş bildirgesi ilan edilmiştir.
Haziran ayında gerçeklesen 6 ve 7. İmralı görüşmeleri sonrası BDP, Öcalan’ın direktifleri gereği yazımızın giriş bölümünde özetini verdiğim 28 Haziran tarihli bildiriyi yayımlayarak “Kuzey Kürdistan’ı kurmak için yaygın sokak ayaklanmalarının başlatılacağını ilan etmiştir.”
İşte benim ve benim gibi düşünenlerin şiddetli itirazları, ilan edilen bu bildiri ve sonu nereye gideceği belli olmayan eylem kararları sebebiyle başlamaktadır.
Başbakanın ABD gezisinin hemen sonrasında DTK başkanı Ahmet Türk’ün Beyaz Sarayda Obama ve yüksek düzeyde ABD’li yetkililer tarafından ağırlanmasının bir hafta sonrası Gezi/Taksim olaylarının başlayarak yurt geneline yayılması bir tesadüf olmasa gerek.
Günümüzde devlet hayatında ve siyaset sahnesinde tesadüflere yer yoktur ve Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir.
Irak’ın işgali ile başlayan gelişmeler doğru analiz edildiğindeABD’nin, istikrarsızlaştırdığı Ortadoğu’da “İsrail’e yerel ve sağlam bir müttefik olarak Büyük Kürdistan’ı kurdurmakta olduğu” apaçık görülecektir.
Biz “Sokaklar şiddete gebedir. PKK, terör unsuru az bir halk isyanına hazırlanmaktadır. Hedef Ülkücüleri şiddet eylemlerinin içine çekmektir. Ülkücüler, iktidarı sokakların karanlığı yerine meydanların aydınlığında aramalıdır” diyerek en yüksek perdeden kardeşlerimizi uyardığımızdabazıları bizi evhamlı olmakla itham etmişti.
Ancak geldiğimiz noktada ve yaşadıklarımızdantespitlerimizin ne kadar isabetli, uyarılarımızın ne kadar doğru olduğu çok net görülmektedir.
Maalesef “hayat tarzlarına karışılmamasını” isteyen “siber gençlerin” masum, demokratik talepleri bizzat Başbakan Erdoğan tarafından bilinçli olarak tahrik edilmiş ve Gezi Parkı protestolarının “Şiddet yanlısı gurupların” kontrolüne girmesine yol açılmıştır.
“Meşru ve demokratik hak arayışı olarak başlayan Gezi Parkı Protestoları, 1/2 Haziran gününden itibaren bir tür yaygın sokak ayaklanmalarına dönüşmüştür.”
Gezi Parkı Protestolarının “OTPOR taktikleri ile PKK yöntemlerinin ortaklaşa kullanıldığı genel ve yaygın bir halk ayaklanmasının ilk provaları olduğu” artık aklıselim sahipleri tarafından da kabul ve ifade edilmektedir.
Gezi Parkı olaylarının daha ilk gününde, iş makinelerinin önüne dikilip sol yumruğunu havaya kaldıran Sırrı Süreyya’yı gördüğümüz anda çok net bir şekilde “Taksim’de şiddetin başlayacağını, Ülküdaşlarımızın bundan uzak durması gerektiğini ” anlamış ve yazılarımızda da bu tehlikeyi bütün boyutlarıyla dillendirmiştik.
Keza MHP Genel Başkanı da çok isabetli bir kararla protestoların giderek PKK amaçlarına alet edilmekte olduğunu söyleyerek “Ülkücüler, terörize edilen sokakların ve şiddet olaylarının dışında duracaktır” kararı almış ve PKK’nın isteği olan muhtemel bir kardeş kavgasının önüne geçmiştir.
Sayın Bahçeli’nin tespit ve kararları ile bizim yazdıklarımız karşısında çok bildiklerini sanan bizce malum zevat;
MHP böyle bir günde meydanda değil, nerede?
Neden Taksim meydanına çıkıp bu gençleri MHP’ye yönlendirmiyor?
Böyle pasif/korkak yönetim olur mu?” diyerek Ülkücüleri sokağa davet ediyorlardı.
Neymiş efendim “Ülkücüler de demokrasi için, özgürlük için ya da hükümete uyarı/Erdoğan’a çizik atmak için her yer Taksim ve Gezi Direnişlerine katılmalı böylece oy patlaması yapıp iktidara gelmeli imiş…mış da mış…”
Bu iddiaların sahibizevat MHP Genel Başkanını korkaklıkla, kendileri gibi düşünmediğim için beni de pasif duruşu alkışlamakla suçlamışlardı.
Ancak “Perde arkasından PKK çıkacak. Olaylar sivil itaatsizlik ve sağlanan dış desteklerle Kürdistan kurma amacına hizmet edecektir” tespitinin ne kadar doğru olduğu bugün için çok açık bir şekilde anlaşılmıştır.
Şimdi Ülkücüleri sokağa davet eden o zevata soruyorum;
Birlikte gördük “yüründü, gazlanıldı, coplanıldı, tutuklanıldı hatta ölenler de oldu” peki, sonuç ne elde edildi?
Erdoğan’ı düşürdünüz de bilmem hangi yöntemle iktidara mı geldiniz ya da ileri demokrasiyi kurup demokrasi kahramanı mı oldunuz, hangisi acaba?
MHP mitinglerini küçümseyip hatta yok sayıp MHP bayraklı AKP mitinglerine takıldınız da ne kazandınız, başarı sayabilecek hangi sonucu elde ettiniz?
“MHP nerede öyle mi?” başlıklı yazımda da belirttiğim gibi tekraren ne elde ettiğinizi yine ben söyleyeyim;
“Düşüşe geçip %40’lara gerilemiş ve gerilemekte olan AKP oylarındaki düşüşü durdurup bloke ettiniz ve PKK’ya mevziler kazandırdınız o kadar…”
Yazımın başında yer alan BDP bildirisinde açıkça ifade edildiği gibi Öcalan da demokratik hak istiyor ve Gezi Parkı eylemcileri ile aynı söylemlerle sokağa çıkarak sizleri de direnişe çağırıyor.
Haydi, buyurun isterseniz “Demokrasi ve özgürlük için hükümete uyarı” yürüyüşlerine katılın.
Katılın da bir bakın bakalım Mersin, Adana ve Diyarbakır’da yapılacak yürüyüşlerde Taksim/Gezi olayları ile ortak neler göreceksiniz…
Bir göz atın bakalım Taksim’e çıkanlardan kimler, hangi sloganlarla bu yürüyüşlerde boy gösterecekler….
Gidin katılın bakalım bu yürüyüşlere de “Taksim’de, Gezi Parkında Demokratik taleplerde bulunan STK’lar ve Gençlik örgütlerinden hangilerini, hangi kılıkta göreceksiniz..
Gerçi bunlar için de bahaneniz vardır veya elinize verilmiş metinleriniz hazırdır biliyorum.
Daha şimdiden ağız değiştirdiğinizi “Biz CHP/İP/TGB/PKK ve DHKP-C gibilerle değil Gezi veya başka konularda kendimiz ayrıca protesto yapalım dediydik..” diyerek MHP mitinglerini görmezden gelip yandan çark edişinizi görür gibiyim.
Ancak ne derseniz deyin, nasıl kıvırırsanız kıvırın artık sizi çok iyi tanıyoruz ve ne diyeceğinizi biliyoruz.
Biliniz ki bütün çabalarınız boşunadır, bundan böyle Ülkücülerin arasına fitne sokamayacaksınız.
Zira Türk Milliyetçileri “Kullandığınız sahte profilleriniz ile Ülkücüyüm ayaklarına yatarak yazdıklarınıza/söylediklerinize ‘hadi oradan haytalar siz de kimsiniz ki’…” demekte ve artık sizleri dikkate almamaktadır.
İyi niyetle eleştiri getirenlere, yol gösterenlere, MHP yönetime muhalefeti olanlara ve meşru/demokratik hak arayışı için sokağa çıkan ancak şiddete bulaşmayanlara saygımız/sevgimiz sonsuzdur.
Sözümüz, giydiği elbisesi, taşıdığı sıfatı Ülkücü olan ancak aklı ve sözü fitnede, gözü/gönlü yabanda olanlaradır, sakın ola ki başka tarafa saptırılmaya/çarpıtılmaya….
Bu gözü yabanda olanlara söylenecek sözüm çoktur ama faydası olmayacağı için bu yazımda sadece onları tanımlamakla yetiniyorum.
Zira bu mankurtlara ne dersen de, ne gösterirsen göster iflah ve ıslah olmadıkları gibi kıt akılları ile bir de sana hakaret ederek yol göstermeye kalkışırlar.
Bana göre sıfatları ne olursa olsun geçmiş hizmetlerinin diyetini isteyenlere ve gözü elde olan bozuk ağızlı zevata karşı izlenecek en doğru davranış biçimi üstlerini çizerek onları yok saymaktır.
Çünkü “kitap yüklü merkeplerin ya da kişisel ihtiras ve düşmanlıkların kör ettiği bu kişilerin” söylenenleri anlamayacağını, dinlemeyeceğini çok iyi biliyorum.
Ben böylelerine laf yetiştirmek yerine onları yok sayıyorum ve bunu herkese öneriyorum.
Deneyiniz ne kadar rahatladığınızı, sosyal medyayı çok daha verimli kullandığınızı, faydalı şeyler üretmekte olduğunuzu göreceksiniz.
Biz Türk Milliyetçileri/Ülkücüleri olarak;
Neye/kime/neden muhalif olduklarını dahi bilmeyen slogan milliyetçisi klavye kahramanı sanal zavallılara ya da iblis ile yatanlara zaman ve emek harcamak yerine önümüzdeki tehlikelere tedbir düşünmeye bakalım.
Şer odakları koalisyonunun, Türkiye Cumhuriyetini dönüştürme ataklarını görüp Ülkücü tavrımızı/duruşumuzu/tedbirimizi ortaya koyalım.
Enerjimizi, milli devletimizi imha etmek isteyenleri engellemeye, birliğimizi bozmak isteyenlerin hevesini kursaklarında bırakmaya harcayalım.
“Tek Devlet, Tek Millet, Tek Bayrak diyerek bölen/kutuplaştırın tek adam Tayyip Bey” Arap pazarı Gazze’ye gitmeye hazırlanırken biz de “Can Kerkük’e, Karabağ’a, Sincan’a, Meraga’ya, Tebriz’e gitmek için” yönümüzü o taraflara çevirelim.
“Türk’üm!” diyen herkes çok iyi bilmelidir ki “Türk’ün Türk’ten ve Allah’tan başka dostu, sahip çıkanı yoktur!”
“Kıblemizi şaşırmadan, yüzümüzü Tanrı Dağına çevirip Türk’ü görelim, Türk’ü bilelim” ve aşk ile hep birlikte “Türk’üm! Bu ad her unvandan üstündür.” diyelim.
Ülküdaşım unutma;
Türk, Türk’ü korumazsa Tanrı, Türk’ü hiç korumaz!
Ne Mutlu Türk’üm diyene!
____________________________________
Gültekin Öztürk: Tarihçi-Yazar