İki Kasım 1943’teki Vatan / Hilmi ÖZDEN
İki Kasım 1943’teki Vatan
Dr. Hilmi ÖZDEN
Halimat Bayramuk’un “İki Kasım Bin Dokuz Yüz Kırk Üç” (1) isimli romanı Kafkas Karaçay Türklerinin trajedisini anlatmaktadır. Türkiye Türkçesine 1995 yılında saygıdeğer ağabeyimiz Dr. Yılmaz Nevruz kazandırmıştı. Bu eser bir roman olmanın ötesinde tarihi gerçekleri yansıtmaktadır. Kıymetli sınıf arkadaşım, dostum Dr. Hayati Bice’nin “Kafkasya’dan Anadoluya Göçler”(2) isimli eseri ise 1991 yılında basıldı. Bu çalışma, Kafkasya göçlerinin tarihini Osmanlı döneminden itibaren inceleyen bir eserdir. Bu araştırmada 1943 yılında zalim Stalin’in özellikle Türk Topluluklarına uyguladığı soykırımdan bir kesit de vermektedir. Karaçay Türklerine uygulanan sürgün ve soykırımı, aziz kardeşimin eserinden sizlere hatırlatmak istiyorum:
“19 Kasım 1942’de Stalingrad cephesinde Ruslar karşısında hezimete uğrayan Almanlar Kafkasya’daki birliklerini çekerek Kafkasya’yı terketmişlerdi. Kafkasya’yı terkeden Alman birliklerinin ardından 1.000 kadar Kuzey Kafkasyalı ve bunlar arasındaki bazı Karaçay-Balkar Türkleri mülteci olarak Batı Avrupa’ya ulaşabilmiştir. Kafkasya’da kalan Karaçay-Balkar halkının eli silâh tutabilenleri Almanların çekilişinden sonraki muhtemel bolşevik istilâsına karşı koymak niyetiyle Uçkulan, Teberdi gibi uygun alanlarda mevzilendiler.”(2)
“Alman ordularının Kafkasya’dan çekilmesinden sonra Terek cephesinden Kızıl ordu’nun üç tümenlik bir bölümü ve partizanlardan oluşan birlikler Karaçay topraklarını işgal etti. Dağlara çekilmiş olan milliyetçi gruplar üzerine top, tank ve uçaklarla saldıran Kızıl ordu birlikleri, bir yandan da partizanların önderliğinde direnişçilerin yakalanan yakınlarını ‘vatan hainliği’ ile suçlayarak ortadan kaldırıyordu. Bölgeyi iyi tanıyan direniş grupları başarılı bir gerilla savaşıyla Kızıl ordu’ya karşı uzun süre dayandı. Bu arada Kuban vadisinin dar geçitlerinde Kızıl ordu’nun piyade ve motorize taburları imha edildi. Bunun üzerine savaş stratejisini değiştiren Ruslar, direnişçi mücahidleri destekleyen ve ikmâllerine yardım eden kasaba ve köylerin yakılmasını ve saldırının bölgenin yalnız kuzey yönünden değil Ullu Hurzuk, Hosaka ve İndiş yönünden doğudan da yapılmasını kararlaştırdılar. Bu kararların uygulanmasıyla bölgeye hâkim olan Kızıl ordu Karaçay’ın tarih boyunca düşman ayağı basmamış ‘Ullu Karaçay Kalesi’ne girdiler. Halkının çoğu bombardımanlarda katledilmiş ve sağ kalabilenleri ormanlara çekilmiş olan Kart-curt, Uçkulan ve Hurzuk gibi yerleşim merkezleri ve Karaçay köyleri hemen hemen birer kül yığını halinde partizanların eline geçti.
Bütün bu katliamlara rağmen Kızıl ordu karşısındaki direniş mevziî olarak, Karaçay halkının tamamının anayurtlarından sürülmesine kadar devam etti.” (2)
“Güvenilmez” olarak belirlenen halklar Rus yöneticiler tarafından daha savaş devam ederken top yekün ihanetle suçlandılar, millî topluluk olma özelliklerinin ellerinden alındığı açıklandı ve tamamen Orta asya ve Sibirya’ya sürüldüler”. ( 3 )
“Stalingrad ve Rostov Rusların eline düştükten sonra MVD (Rus Gizli Servisi) mensubu birlikler, bölgeyi Nazi artıklarından temizlemek ve petrol havzalarını emniyete almak bahanesi ile Kafkasya’nın kuzey bölgelerine girdiler. 2. Dünya Savaşı devam ederken Kafkasya’ya sözde tatbikat yapmağa gelen NKVD (İşleri Halk Komiserliği) askerleri bütün Karaçay ülkesini basarak işgal ettiler. 2 Kasım 1943 gecesi genosid başlatıldı. Süngülerini takarak obalara dalan NKVD birlikleri her aileye en fazla 100 kg. eşya alma hakkı tanıdılar. Sadece 2 saat içinde soğuk bir kış gecesi asırlardan beri Mingi Tav (Tanrı Dağı) eteklerinde yaşamış olan Karaçay-Balkar Türkleri NKVD kontrolünde boşaltıldılar. İstasyonlarda bekletilen hayvan katarlarına doldurularak sürgün edilenlere nereye götürüldükleri bile bildirilmeden gündoğusuna doğru yola çıkarıldılar. Açlıktan, soğuktan veya hastalıktan yol boyunca ölenler vagonlardan bozkıra atılıyorlardı. Bu şekilde önemli kayıplar veren Karaçay-Balkar Türkleri Kazak, Kırgız yaylalarına dağıtıldılar. Sürgün anında Kafkasya’da bulunmayan Karaçay-Balkarlar da NKVD kayıtlarına göre tesbit edilerek soydaşlarının ardından steplere sürgüne gönderildiler. Stalin sadece Karaçay Türklerinin imhasıyla tatmin olmadı. 23 Şubat 1944’de Çeçen-İnguşlar, 8 Mart 1944’de Balkarlar, 30 Mart 1944’de Kalmuklar ve 18 Mayıs 1944’de Kırım Tatarları aynı şekilde sürgüne maruz kaldılar. 1943-1944 katliam ve sürgününde yaptığı hizmetlerden dolayı taltif edilmiş olan ve 1954 yılında kendisi de hainliği seçerek Batı’ya iltica eden NKVD subayı yarbay G. Burlutsky şunları anlatmaktadır:”Belirlenmiş gün ve saatte ellerinde önceden hazırlanmış listeler bulunan NKVD ve NKGB (Devlet Güvenlik Komitesi) memurları Sovyet hükümetinin sürgün hakkındaki kararını bütün aileye ilân ediyorlardı. Gidecekleri yerin neresi olduğu söylenmiyor, sadece uzak yerlere sürülecekleri bildiriliyordu. Toplanmaları için bir saat süre veriliyor; beraberlerinde sadece100 kg. eşya alabilmelerine müsaade ediliyordu. Yalvarmalara ve gözyaşlarına rağmen bir saat sonra toplama merkezlerine nakledilmek için aileler arka arkaya ABD’nin hediye ettiği GMC veya Studebaker kamyonlara bindiriliyorlardı. Toplanma merkezlerinden demiryolu istasyonlarına götürülerek burada tıka-basa hayvan katarlarına dolduruluyorlardı”. (2)
“Çeçen-İnguşlar’ın da 23 Şubat 1944’te bir gece içinde sürgünü Sovyet Rus Devleti’nin Stalin, Molotov ve Mikoyan imzalarını taşıyan katliam kararnamesi önceden planlanan bir tertibi yansıtıyordu. Bu tarihten 2 yıl 4 ay geçtikten sonra ve 2. Dünya Savaşı Ruslar’ın zaferiyle sonuçlanınca Çeçen-İnguş ve Kırım Özerk Cumhuriyetlerinin fesih ve bölge halkının ise başka yerlere tehcir edilmiş olduğuna dâir karar 26 Haziran 1946 tarihli Pravda ve İzvestia gazetelerinde Sovyet hükümeti tarafından yayınlandı. Rusya Federatif Sovyet Cumhuriyeti Yüksek Şurası’nın 26 Haziran günlü toplantısında Bahmurov şunları iddia etmişti: “Büyük Vatan Harbi sıralarında Sovyetler Birliği milletleri Alman faşist çetelerine karşı vatanlarının şeref ve bağımsızlığını kahramanca savunurlarken. Alman ajanlarının propagandasına kapılan birçok Çeçen ve Kırım Tatarı Alman ordusuyla birlikte Kızıl ordu’ya karşı silâhlı mücadeleye katıldılar. Almanların emriyle Sovyet rejimine karşı sabotajlar yaptılar. Çeçen-İnguş ve Kırım Muhtar Cumhuriyetleri halkı da bu vatan hainlerinin faaliyetlerine mani olmadılar. Bu suçları nedeniyle Çeçenlerle Kırım Tatarları, Sovyetler Birliği’nin başka yerlerine nakledilmiş bulunuyorlar.” (2)
“Devletin bu resmi açıklamasında Karaçay-Balkar Türklerinin durumuyla ilgili herhangi bir işaretin olmayışı dikkati çekmektedir. Halbuki Karaçay Türklerinin 2 Kasım 1943’te, Balkar soydaşlarının ise 8 Mart 1944’de aynı gerekçelerle sürgün edildikleri bilinmektedir”.( 4 )
“1943-1944 yıllarındaki korkunç sürgünde en iyimser rakamla 2-3 milyon kişi sürülmüş ve bunların %40 kadarı daha sürgün yerlerine ulaşamadan çeşitli nedenlerle hayatlarını kaybetmişlerdir. Sovyet Rus yönetiminin 2. Dünya Savaşı esnasındaki milliyetler politikası Ermenistan, Gürcistan gibi bölgelerde yumuşatılarak uzlaşma arayışları ortaya konurken Kırım Tatarları, Karaçay-Balkar Türkleri, Kalmuklar, Çeçen-İnguşlar gibi müslüman topluluklarına karşı acımasız bir genoside dönüşmüştür. Bu müslüman-Türk toplumlarının sürgününün alelacele yapılışı ile, sonuç olarak sadece belirli sayıdaki gerçek ve hayali Alman işbirlikçiliği değil, kadın, çocuk ve yaşlıların da sürüldüğü katliamda halkın tümüne uygulanan kollektif ceza dikkat çekicidir.” (2)
“Stalin’in ölümünden sonra S.B.K.P. Lideri Kruşçev’in S.B.K.P. XX. Kongresinin gizli oturumunda yaptığı ve Stalin’i gözden düşürmeyi hedef alan konuşmasında Kruşçev de şunları söylemişti: “Kadınlar, ihtiyarlar, komünistler, komsomollar ve çocuklar da dahil bütün bir halkı ihanetle suçlamanın nasıl mümkün olabileceğini, bu halklara karşı nasıl bir kitle terörü uygulanabileceğini, bazı kişi ve grupların düşmanca hareketleri yüzünden bütün bir milletin nasıl felâkete ve ıstıraba mahkûm edilebileceğini aklı başında hiçbir kimse onaylayamaz.” Ne var ki Kruşçev Stalin yönetiminin bu katliâmını yalnız o zaman iktidar için giriştiği mücadelede siyasi rakiplerine karşı bir silâh olarak kullanmaktan öteye gitmemiştir. 1943-1944 sürgün olayı Kruşçev tarafından 1956 Şubat’ında ‘Stalin döneminin üzerindeki en koyu gölgeler’ olarak teşhir edilmiştir.” (2)
Türk Milleti tarih boyunca nice sürgün yaşamıştır. Bunlardan bir acı hatıra da 2 Kasım 1943 tarihidir. Bu hususta Prof. Dr. Ufuk Tavkul’un ve diğer Kafkasyalı hemşehrilerimizin eserlerine de başvurabiliriz. Geleceğimizi inşa, vatanımızı muhafaza edebilmek için tarihimizin her yönünü tanımak bilmek zorundayız. Kafkasya’dan 1864 zorunlu göç öncesi ve sonrasında yaşanan onlarca sürgün ve göç olaylarını anlatan eserleri, Balkan Faciasını, günümüzde yaşadığımız ve şahit olduğumuz; Kerkük, Doğu Türkistan, Kafkasya ve Balkanlardaki çaresizliklerimizi okumadan, anlamadan “mevcut Türk Yurtları”nda binlerce yıldır yaşasak da kalıcı olamayız.
Kaynaklar:
1-Halimat Bayramuk.: İki Kasım Bin dokuz yüz Kırk üç. (Türkiye Türkçesi: Yılmaz Nevruz) Ötüken Yayınevi. İstanbul. 1995.
2-Hayati Bice.: Kafkasya’dan Anadoluya Göçler. Diyanet Vakfı Yayınları. Ankara 1991. S.83-86.
3-Patrik von zur Mühlen, Gamalı Haç ile Kızılyıldız Arasında, (Çev. Eşref Bengi Özbilen).
Mavi Yay., Ankara, 1984, s. 197. Nakleden: H. Bice., a.g.e.s.85.
4-Ramazan Karca. Şimali Kafkasya’da Tehcir ve Katliam. Dergi, Münih, 1957 s. 35-50. Nakleden: H. Bice., a.g.e.s.86
hilmi özden