# Etiket
#Tarih

Fatih BAYRAM: ARNOLD J. TOYNBEE

“CHATHAM HOUSE”DA TARİH YAZMAK:

SAVAŞ, ÖLÜM VE AŞK GİRDABINDA ARNOLD J. TOYNBEE

Fatih BAYRAM

Özet:

Yirminci asır, dünya tarihinin en trajik dönemlerinden birini teşkil etmektedir, iki büyük dünya savaşının canlı tanıklarından olan Arnold J. Toynbee’nin A Study of History adlı 12 ciltlik eseri, bir dünya tarihi olmanın yanı sıra yirminci asır tarihine de ışık tutmaktadır. “Chatham House for Internationa! Affairs” adına Survey of International Affairs’i kaleme alan Toynbee, geri kalan zamanlarında da dünya tarihini yazmakla meşguldü. Çin seyahati ona yeni bir aşk iksiri kazandırırken; tarih ve uluslararası siyasetin yoğun gündemi altında ezilen bir aile reisinin eşi ve çocuğu olmaksa katlanılmazdı. Büyük savaşın kıskacında kalan Toynbee, tarihin derinliklerinde ve manastırlarda teselli aramakta ve “yargıladığı medeniyet’in ızdırabını en derinden hissetmekteydi.

Anahtar kelimeler: Arnold Toynbee, Chatham House, Eileen Power, Mesnevi, Moğollar

MEDENİYET ARAŞTIRMALARI DERGİSİ  (Mayıs 2014), s.77-83

2014 İstanbul Medeniyet Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları Merkezi

Yirminci yüzyıl, dünya tarihinin en trajik dönemlerinden birisi olarak anılmaktadır, iki dünya savaşına şahit olan yirminci asır insanı, ölümle birlikte yaşama ızdırabına katlanmak durumundaydı. Birinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı yıllarda Batı nın Çöküşü eserini yazan Spengler’in şu cümlesi kendi içinde bir teselliyi barındırmakta idi: “Hayat ancak ölümle kemale erer.” Spengler, bu cümleyi eserinin önsözünde sarf etmişti. Asırlar önce Moğol istilasının dehşetini yaşayan Mevlana da Mesnevinin son sayfalarında şöyle demekteydi: “Hayat, ölümde ve mihnettedir. Âb-ı hayat, karanlıklar içindedir.’’[1]

Asırlar değişse de insan değişmiyor. Felaketlere ve tüm zorluklara rağmen hayatın anlamını arama çabası devam ediyor. Spengler gibi dünya medeniyetleri anlama çabasına girişen Arnold J. Toynbee’nin serüveni de hayat ve ölümle iç içe idi. Bu serüvenin içine bir de ölümsüzlük arayışını ifade eden bir sevgi hikayesi de eklenmişti.

Yirminci asrın önde gelen tarihçileri arasında yer alan Albert Hourani, A History of the Arab Peoples (“Arap Halkları Tarihi’’) adlı kitabına XIV. asır tarihçisi ibn Haldun’un hayat hikayesini anlatarak başlamaktadır/Abdurrahman ibn Haldun (1332-1406), genç yaştayken anne ve babasını Kara Veba salgınında kaybetmiş: çocuklarını ise deniz yolculuğunda yitirmişti, ibn Haldun’un hazin hikayesini hatırlatarak eserine başlayan Hourani, insanoğlunun kader karşısında ne denli aciz olduğunu belirtmekte ve Tanrı inancının “feleğin germ ü serd”ine karşı insanı ayakta tutan güç olduğunu îFade etmektedir. Felaketlerle dolu bir asırda yazılan ibn Haldun’un Mukaddime’si, asırlardır tarihçilerin ilham kaynaklarından biri olmuştur.

Mukaddime’den ilham alan eserlerden birisi de Arnold Toynbee’nin A Study of History adlı eseridir, ibn Haldun’un yaşadığı asır, Kara Veba’mn ocakları söndürdüğü bir yüzyıldı. Toynbee’nin yaşadığı çağ ise daha karanlıktı, iki dünya savaşını birden görmüştü Toynbee’nin nesli.

Bahtsız Bir Nesil:

  1. Dünya Savaşı sonrasında dünya savaşlarının artık son bulduğu şeklindeki iyimserliğin aksine, Fransız düşünürü Paul Valery 15 Kasım 1922’de Zürich’te yaptığı bir konuşmada trajedinin henüz son bulmadığını belirtmiş ve şu ifadeyi kullanmıştı: “Biz çok bahtsız bir nesiliz.”[2] Bahtsız neslin insanlarına hitap eden ilk ciddi eşer, Alman tarih felsefecisi Oswald Spengler tarafından yazılmıştı. Batı’nm Çöküşü adının taşıyan bu Almanca eserin ilk cildi 1918 yılında yayınlandığında Almanya’da büyük yankı uyandırmıştı.11 Dört yıl boyunca savaş ve ölümle pençeleşen Alman insanının ruhuna hitap ediyordu bu eser. Batı’nm Çöküşü yayınlanınca kendi projesini bir Alman tarihçiye kaptırmış olma telaşına kapılan Toynbee, arkadaşı Lewis Namier’in 1920 yazında kendisine ödünç verdiği nüshayı güçlü Almancasfnın yardımıyla büyük bir iştiyakla okumuş ve şu sonuca varmıştı: “Şüphesiz aynı meselelere bir Almanla bir ingilizin bakış açısı farklı olacaktır.”5 Spengler gibi “bir parlak deha”nın nasıl bu kadar “dogmatik ve deterministik” olabileceğini hayretle müşahede eden Toynbe’e. kendini “Herodot’un halefTolarak görmekten vaz geçmemiş ve hayat projesi olan A Studij ofHistory (“Bir Tarih Araştırması”) kitabını planlamaya devam etmişti.[3]

Birinci Dünya Savaşı, insanlığa şu dersi vermişti: Uluslararası ilişkiler artık tüm dünyanın kaderiyle ilgiliydi. Toynbee’nin Experiences (Tecrübeler) adlı hatıratında belirttiği gibi, artık uluslararası arenada barışın sözcülüğünü yapmak gerekiyordu.[4] Chatham House for International Affa irs adlı yarı resmi bir kuruluşta çalışmasının ardında yatan bir neden de bu idi. Chatham House’un sadece “küresel barışı tesis etme”misyonu yoktu tabii ki. Ancak, yazarımız hatıratında bu kuruluşun daha çok barışçıl yönüne dikkat çekmektedir. Toynbee, 1924 te Chatham House’dan gelen teklif üzerine. Londra Üniversitesi nde Bizans ve Modern Yunan Tarihi ve Edebiyatı profesörlüğünü bıraktı. Böylelikle onun otuz üç yıllık Chatham House macerası başlamış oldu. Maddi nedenleri bir yana bırakırsak onu bu karara iten nedenlerden biri de, üniversite öğrencileri ile iyi bir diyalog kuramamış olmasıdır. Toynbee, öğretim üyeliğini hayat boyu tasarladığı hacimli kitabını yazma önünde bir engel olarak görmekteydi.[5]

Londra’da bulunan Chatham House, uluslararası ilişkiler sahasında yıllıklar yayınlamaktaydı. Toynbee Chatham House adına 1924 ve 1925 yıllarına ait Sun/ey of International Affa irs f’Uluslarası Hadiselere Genel BakışTi yayınladı. VVilliam McNeiIl’in de belirttiği gibi, dünyanın farklı bölgelerinde gelişen olayları anlatan yaklaşık 500’er sayfalık böyle iki eseri on beş ay gibi kısa bir zamanda ancak Toynbee gibi bir tarihçi yazabilirdi.[6] Chatham House’un kendisinden beklediği yıllıkları yazmaya daha sonra da devam eden Toynbee’nin asıl uğraşı ise ailesi içinde “saçma kitap” (“nonsense book”) olarak bilinen A Study of History kitabı idi.

Aile içinde nükte konusu olan “nonsense book” ifadesi aynı zamanda bir tepkiyi de ifade ediyordu. Toynbee, bu “saçma kitap” uğruna ilk eşinden ayrılmak zorunda kalmış ve bir oğlunu kaybetmişti. Toynbee’nin hayatı kaygılarla doluydu. Bir taraftan dünya savaşlarının yıkımı bir taraftan ise babası gibi psikolojik bir yıkıma maruz kalma korkusu. Depresyona girdiği zamanlarda manastırlara çekilen Toynbee’nin aile hayatı da bir bakıma manastırı andırıyordu. O, eşi ve çocuklarının dünyasına nüfuz etme heveslisi değildi. Aksine, zaman tünellerinde ilerleme peşindeydi.[7] Oğlu

Philip, babası Toynbee’yi şöyle anlatmaktaydı; “Babam, çocukların ve gençlerin dünyasına yabancıydı. Onları anlama çabası da göstermezdi. Çocukluğumun babamla ilgili kısmında hatırladıklarım, babamın akşamları odaya çekilmesi ve sık sık odadan çıkarak gürültü yaptığımızı öne sürerek bizi azarlaması; bazan da masraflarımızın çokluğundan yakınması.”” Bu ifadeler, bir çocuğun çok sevdiği babasından beklediği ilgiyi göremeyişinin hayal kırıklığını yansıtmaktadır. Philip’in babası hakkındaki düşünceleri, aynı zamanda Toynbee’nin neden üniversite öğrencileri ile iyi diyalog kuramayışımn nedenlerini anlamamıza da yardımcı olabilir.

Hayatını kitabını yazmaya adayan Toynbee’yi sarsan ilk aile faciası, 15 Mart I939’da yaşanır. Bu tarihte oğlu Tony intihar etmişti. McNeill’e göre Toynbee’yi dini arayışa sevkeden olaylardan birisi bu idi. Diğeri ise on yıl önce 1929’da Japonya’da yaşanmıştı.

Toynbee, 31 Ekim ile 8 Kasım 1929 tarihleri arasında Kyoto’ta Institute of Pacific Relations (Pasifik ilişkileri Enstitüsünün Üçüncü Toplantısı’na katılmıştı. Toplantıya katılanlardan biri de Ortaçağ Avrupa tarihçisi Eileen Power idi. Eileen, bir süredir zaten Uzakdoğu’da araştırma yapmaktaydı. Araştırmasının konusu Moğol idaresindeki Çin’e seyahat eden Avrupalı seyyahlardı. Arnold gibi Eileen de Londra Üniversitesi hocalanndandı. Ama Londra’da tanışamamışlardı. Toplantıda tanışan Arnold ve Eileen birlikte Mançurya ve Kuzey Çin’e seyahat etmişlerdi. Bu sırada Arnold evli. Eileen ise nişanlıydı. Eileen’in araştırma konusu ve giyim tarzı Toynbee’yi büyülemişti. Artık uykuları kaçan Toynbee, aşkın girdabına tutulmuştu, ilk eşi Rosalind’e yazdığı mektupta, Arnold Eileen’e karşı ilgisinden bahsetmiş; eşi Rosalind ise cevabında bu durumdan üzüntü duyduğunu, ancak Toynbee’nin kendisini terk etmeyeceğine tüm kalbiyle inandığını belirtmişti.12 Eşinin tahmini doğru çıkmıştı. Çünkü Eileen nişanlısına sadık kalmıştı. Hayal kırıklığı yaşayan Arnold ise İlâhî bir arayışa sürüklenmişti. 1929’da başlayan bu süreç I939’da oğlunun intihan sonrası daha da karmaşık bir hal almıştı. McNeiIl’in ifadesiyle, daha önce Hellenistik düşünceye gönlünü kaptıran Toynbee zamanla daha dindarlaşmıştı.13 Bu değişimin en belirgin sayfalarını ise,A Study of History nin onuncu cildinin ilk kısmında görmekteyiz. Daha önceki ciltlerde “mitolojinin esareti’nde gibi görülen Toynbee, artık tarihin gizemini kutsal kitaplarda aramaktadır.

Toynbee ve Tarih İlmi

Otuz yılını Â Study of History adlı eserine hasrettiğini belirten Arnold Toynbee, “hayatını bir gâyeye adamış” her insanın duyduğu mutluluk gibi, kendisinin de İlâhî arayış içinde bulunduğundan dolayı mes’ûd*’ olduğunu ifade etmektedir. Arnold Toynbee’nin İngilizce’de “tarih” anlamına gelen “history” kelimesinin ilk harfini küçük harfle değil de büyük harfle “History” olarak yazması manidardır. Toynbee’ye göre tarih. Tanrıyı arama sanatıdır.[8]

Toynbee, A Study of History adlı eserinin çıkış noktasını 1914 yılına dayandırmaktadır: “Bugün bizim yaşadığımız olayların bir benzerî Thucydides’in zamanında da yaşanmıştır. Kronoloji ne derse desin, Thucydides’in dünyasıyla benim dünyam felsefi açıdan çağdaştır, aynı çağı yaşıyor gibidir. Greko-Romen ve Batı medeniyeti için böyle bir ilişki söz konusuysa bildiğimiz diğer medeniyetler için de neden benzer bir ilişki söz konusu olmasın?”[9] Toynbee’de dikkati çeken husus, medeniyetler arasındaki farklardan çok benzerliklerin peşinde oluşudur. Tarihçiliği “zevkli bir uğraş” olarak algılayan Toynbee, hatıratında şu ifadelere yer vermektedir:

Bazen bana niçin ömrümü tarih çalışmaya vakfettiğim sorulduğu zaman, cevabım zevk için’ oluyor. Bana göre bu yeterli ve kesinlikle samimi bir cevap. Soru soran kişi devam ederek, yeniden dünyaya gelsem ömrümü yine aynı şekilde geçirip geçirmeyeceğimi sorarsa da, evet diyor ve bunu inanarak söylüyorum.[10]

A Study of History adlı eserin 1933’te yayınlanan ilk üç cildinde Batı medeniyetini dünyanın tek hükümran medeniyeti şeklinde takdim eden bir yaklaşım göze çarpmaktadır. Toynbee’ye göre diğer medeniyetler can çekişmekteydi. Ancak 1954’te yayınlanan son dört cildin havası ise hiç de yirmi bir yıl Önceki gibi değildir.

Toynbee, 1954’te yayınlanan A Study of History adlı kitabının 9. cildinde Batı medeniyetinin tüm dünyaya şümulünden bahsetmekte ve tüm insanlığın yumurtalarının artık aynı sepette toplandığını ifade etmektedir.[11] Artık sepet sallandığında tüm yumurtalar etkilenecektir. XX. asırda artık medeniyetler diğer medeniyet havzalarındaki gelişmelere bigane kalamıyordu. Toynbee’yi diğer medeniyet tarihçilerinden ayıran husus, kitabında serdettiği can alıcı mukayeselerdir. Toynbee, yirminci asırda yaşanan bir olayın daha iyi anlaşılabilmesi için dört millenyum öncesinden örnekler verebilmektedir. Toynbee’nin bir anlamda Spengler’in Batı’nın Çöküşü’nde yapmaya çalıştığı mukayeseli anlatım metodunu çok daha iyi örneklerle zenginleştirdiği söylenebilir. Şüphesiz bu yaklaşım birçok tepkiyle karşılaşmıştır. Çünkü tüm medeniyetleri doğru anlamak, bir insanın üstesinden gelebileceği bir iş değildi. Ayrıca, Toynbee’nin meftunu olduğu tarih disiplini, seçmeci okumalara karşı mesafeliydi.

“Yirminci asırda Cüm insanlığın yumurtaları aynı sepette toplanmıştır,” iddiasını serdeden Toynbee, kadîm medeniyetlerde bir dereceye kadar karşılıklı bağımlılığın olduğunu ifade etmektedir. Eski medeniyetlerin yayılmacılığının da tüm dünyaya şümulu olmadığını belirtmektedir. Toynbee, buna çeşitli örnekler vermektedir. Toynbee’ye göre Hammurabinin Sümer medeniyeti ile Orta Dönem Mısır medeniyeti çarpışmamıştır.[12] Ancak bu noktada Toynbee’nin neden Mısır Medeniyeti ile Hitit Medeniyeti’nin çarpıştığı sorusunu sorması beklenebilirdi ancak Toynbee bu tür sorulardan kaçınmaktadır. Spengler’i determinizmle itham etmesine rağmen kendisi de benzer hataya düşmektedir.

Toynbee’nin verdiği başka bir örnek ise Roma imparatorluğu ve Han Hanedanı ile ilgilidir. Toynbee’ye göre. Roma imparatoru Marcus Aurelius (M.S. 161-180)’un Çin’e yolladığı elçilik heyeti hariç tutulursa bu iki imparatorluk arasında kayda değer diplomatîk ve askeri ilişki söz konusu değildi.[13] Toynbee, Aurelius’un bu diplomatik misyonunun Han Hanedanlığı (M.Ö. 206-M.S. 220)’nın anallarında yer aldığını ve ticari bir gaye güttüğünün sanıldığını kaydetmektedir,[14] Toynbee’ye göre, Han Hanedanlığı parçalandığında Roma imparatorluğunun sakinleri, bu önemli hadiseden habersiz yaşamaktaydılar. Yine aynı şekilde Roma’nın parçalanmasından da Çinlilerin haberdar olmadığını belirten Toynbee, Roma imparatorluğu ve Han Hanedanlığı zamanında dünyanın yumurtalarının aynı sepette toplanmadığını, bir sepetteki yumurtalar kırılsa da diğer sepetlerdeki yumurtaların sağlam kaldığını ifade etmektedir.[15]

Toynbee’ye göre dünya tarihinde yirminci asra kadar bir kişinin çılgınlığının dünyanın diğer bölgelerine sıçramasına “denizler” ve “tepeler” mâni olurken artık yirminci asırda bir Hitler, tüm insanlık için felâket demekti.[16] Bir İngiliz tarihçisi olan Toynbee, Hitler’i ortaya çıkaran sebepleri tartışmayı ihmal etmiş; ikinci Dünya Savaşı’nın en büyük felaketi olan Atom Bombası faciasını pek dillendirmemeyi yeğlemiştir,

Ondokuzuncu asırda Tanrıya meydan okuyan insan, yirminci asırda bunun bedelini iki dünya savaşıyla ödemişti. “Bahtsız nesil”in bir ferdi olan Toynbee, hayatında birçok çelişki yaşamıştı. Otuz yılına ve birçok mahrumiyete mâl olan ciltler dolusu kitabına rağmen dünyada hala savaşlar devam ediyordu. Barış ve huzur ortamı bir türlü tesis edilemiyordu. A Study of History kitabının onuncu cildi sanki diğerlerinden farklıydı. Bu ciltte tarih İlmîni anlamaya çalışan Toynbee’nin karşısına çıkan metinlerden biri de Mesnevi idi. XX. yüzyılın en büyük tarihçilerinden birisinin uğraştığı ilmin anlamını XIII. asrın Konya’sında yazılan bir metinde araması “hâmuşânların ölümsüz aşkı’nın bir hatırasıydı sanki. Mesnevi’nin ilk beyitlerinden ilham alan Toynbee için tarih artık neyin neyistâna duyduğu hasretin şarkısı idi,[17] Tarihin sırlar dolu dünyasında uçsuz bucaksız seyahati hedefleyen Toynbee’nin bu yolculuğunun menzilgâhının ‘‘Chatham House” oluşu ise, “yargılanan medeniyet’in bir mirasıydı.


Kaynakça:

Gargan, Edward T. The Intent of Toynbee’s History, Chicago: Loyoia UniversiLy Press. 1961.

Hourani, Albert. A History oftheArab Peoples, Cambridge, MassachuseLis: The Belkrıap Press of Harvard University Press, 1991.

McNeill, William H. Arnold Toynbee: A Life Oxford University Press. 1989.

Mevlana, Mesnevi, c. VI, çev. Veled İzbudak. ed. Abdülbaki Göipınarlı, isıanbul: Milli Eğilim Bakanlığı Yayınları, 1995.

Özbek. Meral. Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İstanbul: İletişim Yayınları, 2006.

Thomson, David. Europe Since Napoleon, London: Penguln Books, 1990.

Toynbee, Arnold. A Study of History, c. 9,10, OxFord University Press, 1979.

Toynbee, Arnold J. Experiences, Oxfbrd University Press, 1969.

Toynbee, Arnold ). Hatıralar Tecrübelerim, çev. Şaban Bıyıklı, İstanbul: Klasik Yayınları, 2005.

Dipnotlar için bkz: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/549097

 

 

Leave a comment