Erol GÜNGÖR: İNANMIŞ AYDININ PROBLEMLERİ
İNANMIŞ AYDININ PROBLEMLERİ
Erol GÜNGÖR
HAMLE Dergisi / 21 Mart 1983
- “İslâm’ın Mukaddes Kitabı Kur’ân’dır. Kuran değişmemiştir ve değişmez. Buna karşılık Kur’ân’ın verdiği ilham her devirde aynı olmaz. İnsanın tabii ve sosyal çevreleri devamlı değişme halinde olduğu için problemleri de değişmektedir. Buna örnek olmak üzere İslâm’ın yayılma devirlerindeki hukuki gelişmeyi gösterebiliriz.”
- “Gazali’den sonra İslâm Dünyasına tembellik ve yobazlık hakim olmuş değildir. Yine âlimler ve mütefekkirler yetişmiş ve bunlar kendi sahalarında alabildiğine derinleşmişlerdir. Fakat düşünce yenilikle gelişir; zihne meydan okuyan yeni problemler çıktıkça onlarla uğraşmak mecburiyeti insana o güne kadar fark etmediği veya kullanmadığı yeni boyutlar gösterir.”
- “İman öyle bir konudur ki ana hatlarıyla herkesi birbirine bağlamakla birlikte tartışmaya sokulduğu zaman ufak ayrıntılar bile insanların birbirlerini en ağır şekilde suçlamalarına yol açabilir. Bu yüzden iman konusu olan şeyleri ya red ya da kabul edersiniz yani tartışmazsınız.”
- “Tefekkür ile iktisadi gelişme arasında muhakkak ki sıkı bir bağlantı vardır, ama bu bağlantıyı tek taraflı düşünmek doğru olmaz. Bizim iktisadi gelişmemiz düşünce hayatının zenginleşmesine yardım ettiği gibi, düşüncemizdeki gelişmeler de maddi gücümüzü arttıracaktır.”
Prof. Dr. Erol GÜNGÖR
1 — Bu sorunun cevabı yüz yıldan beri Doğuda ve Batı’da pek çok kimseyi düşündürmektedir. Kısa zamanda ve kesin bir cevabın bulunabileceğini zannetmiyorum. İslâm Dünyasının çeşitli yerlerinde ve değişik ilim-sanat sahalarında birbirlerinden farklı tarihlerde gerilemeler olduğunu biliyoruz; bu yüzden tefekkürün durması veya gerilemesi için belirli bir tarih vermek de doğru değildir.
Benim bu konuda en çok üzerinde durduğum nokta, düşüncedeki gelişme için yeteri kadar motivasyon bulunmamasıdır. Gazali’den sonra İslâm Dünyasına tembellik veya yobazlık hakim olmuş değildir. Yine âlimler ve mütefekkirler yetişmiş ve bunlar kendi sahalarında alabildiğine derinleşmişlerdir. Fakat düşünce yenilikle gelişir; zihne meydan okuyan yeni problemler çıktıkça onlarla uğraşmak mecburiyeti insana o güne kadar fark etmediği veya kullanmadığı yeni boyutlar gösterir. Gazali’ye kadar İslâm Dünyasında büyük fikir inkişafı gösteren yerlerde İslâm düşünürleri farklı medeniyetlerin devamlı tesirine maruz bulunuyorlar ve karşı çıktıkları sistemlerden bile birşeyler alıyorlardı. Kısaca ifade edersek, tefekkürü geliştirecek her türlü farklılık ve çeşitlilik vardı. Sonraki tarihlerde İslâm’ın doktrin bakımından oturmuş olması ve bu doktrinlerin siyasi iktidarlar nezdinde resmiyet kazanması cemiyette kuvvetli bir istikrar sağlamış, belli-başlı otoritelerin görüşleri dışında birşeyler aramanın bir manası -görünüşte- kalmamıştır. Siyasi ve sosyal istikrarın zirveye ulaştığı Osmanlı hâkimiyeti zamanında bunun tipik örneğini görüyoruz. Otoritelere karşı çıkmak için herhangi bir sebep yoktur; o kadar ki orijinal fikirler bile eskilerin bir şerhi veya izahı şeklinde sunulmuştur.
2,3 — Müslümanlar fikir meselelerini iman meselesi halinde görmekten vazgeçmeli ve düşüncenin doğruluğuna kriter olarak imanı almamalıdırlar. Bu onların imanlarını terk etmeleri manasına gelmez, fakat fikre iman ölçüsü hâkim olduğu zaman kimin haklı kimin haksız olduğunu anlamaya hemen hemen imkân yoktur. İman öyle bir konudur ki, ana hatlarıyla herkesi birbirine bağlamakla birlikle tartışmaya döküldüğü zaman ufak ayrıntılar bile insanların birbirlerini en ağır şekilde suçlamalarına yol açabilir. Bu yüzden iman konusu olan şeyleri ya red ya kabul edersiniz, yani tartışamazsınız. Fikir böyle değildir, onun gelişmesi hep veya hiç esasına dayanmaz.
Şu iki şeyi ayırmakta fayda vardır kanaatindeyim: Biz İslâm düşüncesi denince İslâm dini etrafında gelişen bir çeşit dinî tefekkür anlıyoruz. Bu tefekkür sahası İslâm düşüncesinin ancak bir kısmını teşkil eder. Bence İslâm düşüncesini İslâm dünyasındaki düşünce veya Müslümanların düşüncesi şeklinde anlamak doğru olur. Müslümanların tefekkürü elbette -ister istemez- İslâm’ın genel çizgisi üzerinde olacaktır, ama bunun mutlaka dini mahiyette olması şart değildir.
Onbirinci yüzyıldan bu yana olan gelişmelere kendimizi inkâr etmeden nasıl ayak uyduracağız? Benim kanaatimce Müslümanları bugün en çok düşündürmesi gereken şey onbirinci yüzyıla bağlanmak değil bugüne ayak uydurmaktır. Her nedense Müslümanlar geçmiş yüzyılların otoritelerine bir çeşit kudsiyet izafe etmekle ve İslâm düşüncesi denince hemen onlara müracaat etmektedirler. Bizim bugüne ayak uydurmamız için eskileri inkâr etmemiz, gerekmez, ama onların bıraktığı yerde durmak veya oradan başlamak zorunda da değiliz.
4 — İslâm’ın mukaddes kitabı Kur’ân’dır; Kur’ân değişmemiştir ve değişmez. Buna karşılık Kur’ân’ın verdiği ilham her devirde aynı olmaz. İnsanların tabii ve sosyal çevreleri devamlı değişme halinde olduğu için problemleri de değişmektedir. Bu yüzden kaynaktan bekledikleri ve alacakları ilhamın (şiir ilhamı manasına değil) her devirde farklı olması gerekir. Buna örnek olmak üzere İslâm’ın yayılma devirlerindeki hukukî gelişmeyi gösterebiliriz. O zamanlar her yeni ülke ve her yeni halk yeni bir problemler manzumesi yaratıyordu. İslâm hukukçuları bu problemlerle uğraşırken işin kolayına kaçıp kendilerinden önce tedvin edilmiş kanunları aynen uygulayacak yerde, hayatın akışını ve değişmesini daima gözeten bir esneklikle hareket etmişlerdi.
İslâm ülkelerinin kalkınmasında ve güçlenmesinde İslâm düşüncesinin itici bir güç olarak rol oynaması pekâlâ mümkündür. Fakat ben tefekkürü iktisadi gelişmenin manivelalarından biri olmaktan ziyade kendi başına bir güç olarak düşünüyorum. Yani İslâm ülkelerinde kuvvetli bir düşünce hareketinin başlaması ve gelişmesi zaten onların dış-yabancı baskılardan kurtulması manasına gelir. Tefekkür ile iktisadi gelişme arasında muhakkak ki sıkı bir bağlantı vardır, ama bu bağlantıyı tek taraflı düşünmek doğru olmaz. Bizim iktisadi gelişmemiz düşünce hayatının zenginleşmesine yardım ettiği gibi, düşüncemizdeki gelişmeler de maddi gücümüzü artıracaktır. Bence İslâm düşüncesinin gelişmesi herşeyden önce İslâm dünyasına kaybolan benliğini kazandırmak ve dünyayı başkalarının gözlüğüyle görmekten kurtarmak suretiyle bundan sonraki gelişmeler için de sağlam bir zemin hazırlamış olacaktır.
HAMLE