Ahmet KABAKLI: Dündar Taşer
Dündar Taşer
Ahmet KABAKLI
12 Haziran çıkışlı son DEVLET dergisinde daima zevkli, nükteli, yürekli ve muhtevalı olan yazılarından sonuncusunu okuyordum ki radyo:
“-Milliyetçi Hareket Partisi Genelbaşkan Yardımcısı Dündür Taşer öldü…” haberini verdi. Donakaldım, bir süre durgunlaştım, inanmadım. Sonra telefonlar gelmeye başladı; başsağ-lığı diliyorlardı, hepsi üzgün ve şaşkın.
Ne de garip! Bu ölüm, bir gönül kahramanına hiç uymadı! «Trafik kazası» bile değil, manevra yapan bir kamyonetin vuruşiyle başı kaldırıma çarpılıp ezilen ve kaldırıldığı hastanede ruhunu teslim eden bir Dündar Taşer. Azgın boğanın, mücevher dolu sırçayı boynuzlaması gibi pis ve şuursuz birşey bu.
Vay Dündar Taşer! Onun karakteri, dostluğu nüktesi! Meclisleri kırıp geçiren, ama öylesine derin, öylesine muhkem buluşları. İhtilâlci kimliğini çok geride bırakan dostluk, şefkat, vefa hisleri! Derinlemesine kültür, ordu, vatan sevgisi. Çok iyi bildiği tarih ve askerlik fenniyle hâdiseleri iki çizgide tasnif ve tahlil gücü.
Milli Birlikçilerden süzüle süzüle birkaç millî hüviyet kalmıştı. Tanıdıkça, okudukça, arkadaş, dost ve talih çilesini çektikçe milletini daha çok seviyordu, ihtiraslardan, daha ilk aylarda yanıp yakınan, ülkemizin Moskof kucağına atılmasını önlemek için didinen, bu sebeple «milli münafık»ın adamı olan sözde dâva arkadaşları tarafından derdest edilip sevgili vatana bile hasret bırakılan fazilet kanadındandı.
Ne ticaret bildi, ne «Temellilik» çalımı ile devlet yıkma sevdalarına tenezzül etti. Geçim sıkıntısına rağmen Millî Hareket dâvasını, sayın Türkeş’le birlikte omuzuna aldı. Daima ve her taraftan haksızlığa saldırıya uğrayan, öldürülen ve horlanan milliyetçi gençlerin dertleri ile kahırlandı, gururu ve şerefi seçimsiz senatörlüğe tercih etti. Cephe cephe düşmanlar, diş bilediler ona, birşey yapamadılar da, en sonun da da bir kamyonetin şuursuz tenekesi onu yıktı. Görebilseydik eğer, kaderin bu azizliğine de filozofça güldüğü muhakkaktı.
Halbuki Temmuz yaklaşıyordu, açık renk pantolon, boz gömleği ile İstanbul’a gelecekti. Adada, bir akrabasında kalıyordu sanırım. Sık sık vapurdan inecek, gazeteye gelecek, nükte tufanı arasında:
— Yahu diyecekti, siz de İstanbul’da oturduğunuzu mu zannediyorsunuz!. Baksana biz ve onlar (Adalar’daki her cinsten zenginler) havanın, denizin tadını nasıl çıkarıyoruz…
Yazıları güzeldi, nükteleri daha da güzeldi. Yazık, çoğu sohbetlerde kaldı. Bir teyp ile tespit edilmiş olmasını isterdim. Yetişmelerinde çok himmeti olan milliyetçi gençler, onun adına bir kitap çıkarmalı, eş dost ve yakınları da akıl da kalan nükte ve tahlillerini kitapta toplamaya çalışmalıdırlar.
Dündar, şimdi büyük rahmetin kanatlan altında fakat onu mukaddes millî dâvası ile yaşatmak gençliğin gayretleri ölçüsündedir. Ailesine, ülküdaşlarına, dostlarına başsağlığı dilemek ne kadar acı da olsa Tann’nın bitimsiz rahmetine güvenmek, biricik teselli kaynağımızdır.
KAYNAK: Devlet Dergisi Sayı:148, 26 Haziran 1972, s.13.
***
İnternetten Devlet Dergisi’nin 148. Sayısını Okumak İçin: http://ulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_148_yeni_3651.pdf