Gültekin ÖZTÜRK: ANLATABİLDİM Mİ?
AKP, emperyalist güçlerin marifetiyle her türlü gayri milli oluşumun, dini cemaatlerin, İhvan hareketinin, Fethullah Gülen Cemaatinin buluşturulduğu bir koalisyondur.
Bu koalisyonu oluşturan ortaklarının müşterek amaçları ise; Türk’ün milli devletini değiştirip Türkiye Cumhuriyetini bir “İhvan cumhuriyetine” dönüştürmektir.
Bu küresel proje ile projeyi uygulamakla görevli AKP hakkındaki düşüncelerimi 2001 yılından bu yana her ortamda söyledim ve yazdım.
Yalnız ben mi söyledim, sadece ben mi yazdım?
Elbette Hayır….Çok sayıda yazar, akademisyen, sanatçı, kanaat önderleri de yazdı. STK mensupları, sendikacılar her fırsatta söylediler, hatta eylem bile yaptılar.
Peki, söylendi, yazıldı, konferanslar verildi, miting ve eylemler yapıldı da ne oldu?
Ne yazık ki hepsi hava oldu ve söylenenler milletimizin bir kulağından girdi, diğerinden çıkıp gitti.
Tayyip Erdoğan’ın AKP’si, 2002 seçimlerinden başlayarak girdiği bütün seçimleri kazandı ve hem hükümet hem de ”devletin yegâne muktedir gücü” oldu.
Bundan da anlıyorum ki AKP ve Erdoğan aleyhinde yapılanlar, hakkında yazılanlar, söylenenler boşunaymış. Başbakanın tabiriyle “Ana muhalefet, yavru muhalefet” TÜSİAD, sivil toplum örgütleri, sendikalar, hepimiz hava cıvaymışız.
Oysa Gülen Cemaati, Erdoğan ve AKP Hükümetine bir operasyon ile öyle ağır hasar verdi ki usta bir türlü tamir edemiyor.
12 yıldır yazılan yazılar, yapılan mitingler ve demokratik eylemlerle AKP’de yapılan tahribatın yüz katından fazlasını Cemaat, 9 günde yaptı.
Hem de “ayakkabı kutuları/çantalar, bavullar, birkaç kasa ve para sayma makinesi” ile adamları duman etti. Bu yüzden usta, meydanlarda Rabia işareti yapamaz oldu.
Yılmaz Özdil’in ayakkabı kutusu ile gurur duyduğunu yazmış ben de ona katılıyorum ve “Ayakkabı kutusu, Türkiye seninle gurur duyuyor” diye bağırmak istiyorum.
Ne yalan söyleyeyim, içimden gelmese de takdir ettim doğrusu. Aman Gülen Hocam “dik dur eğilme, Gültekin seninle”
Nasıl gurur duymam ki, bizim yıllardır anlatamadığımızı Cemaat “kutu-kasa-bavul-para sayma makinesi” ile bir günde anlatıverdi.
Baksanıza adamlar on günde “Türkiye’nin muktedir adamın” kimyasını bozdular ve dokuz bakanını götürerek hükümette 9 şiddetinde deprem yarattılar.
Ey Cemaat;
Milli ordumuza ve masum insanlarımıza yaptıklarınızı unutmuyorum. Hesap sorma hakkım saklı kalmak kaydıyla size “Helal olsun, helal!” diyorum ve “Bir beddua daha!” diyerek icraatınızı tamamlamanızı bekliyorum.
Değerli okurlarım önceki yazımda Masalcı Ezop’un “tilki ile kirpi” hikâyesinden söz etmiş fakat tamamını anlatmamıştım.
Bu sefer Ezop’ tan başka bir hikâyesinin tamamını dinleyelim;
“Bir inek, bir beygir, bir eşek, etrafa dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve üç yıl sonra buluşmaya karar verip her biri bir yöne gider.
Aradan üç uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir. İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüşlerdir.
Beygir merakla sorar:
Nedir bu halin inek kardeş?
İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır:
Sorma beygir kardeş, bu insanlar çok merhametsiz. Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Süt kesilince yanıma bir inek daha koyarak bizi aç susuz çifte koştular. Canımı zor kurtardım be kardeş.
Beygir de acı içinde başını sallayarak üç yılını şöyle anlatır:
Ahhhh, ahhhhh inek kardeş, sorma… Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler, ses çıkaramadım. Biri indi, öbürü bindi sırtımdan atamadım. Yaşlanıp da hızlı koşamaz olunca da arkama kocaman bir araba bağladılar. Onları güzelce taşırken daha hızlı gitmem için kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım be kardeş.’
İnek ve beygir böyle konuşurken uzaktan eşek görünür. Hayli neşelidir. Islık çala çala, taşlara tekme ata ata, hoplaya zıplaya gelir. Üzerinde lacivert şahane bir şal vardır ve tüyleri pırıl pırıldır. Gözlerinin içi gülen ve çok yemekten olsa gerek şişmanlamış olan eşek çok mutludur.
İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde;
Zevkten dört köşesin, nedir bu halin, neler oldu böyle be eşek kardeş? diye sorarlar.
Eşek keyifli bir şekilde anlatır:
Sizden ayrıldıktan sonra uzak bir memlekete vardım. Birisi yüksek bir yere çıkmış bağırıyor, o bağırdıkça da insanlar onu alkışlıyordu. Ben de daha yüksek bir yere çıkıp başladım bağırmaya. Benim bağırmamı bilirsiniz, yeri göğü inletirim. Sesimi duyan yanıma koştu. Duyan, duymayana haber verdi ve kısa sürede etrafım insanlarla doldu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım. Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten filan bahsettim…Gelenler o kadar çoğaldı ki meydana sığmaz oldular….
Merakla sorar beygir ve inek;
Eee, sonra ne oldu?
Eşek;
Ne olacak beni başkan seçtiler be! diye cevap verir.
Şaşkınlık içindeki Beygir;
Deme yahu.. Ne yani şimdi sen başkaca bir şey yapmadan başkan mı oldun? Diye sorar.
Eşek;
Evet, sadece bağırarak başkan oldum. Bir şey yapmama gerek kalmadı. Ben bağırdıkça onlar ‘Seninle gurur duyuyoruz’ diye alkışladılar. Ben de yedim, bağırdım, yedim, bağırdım….
Kendi talihlerine öfkeli beygir ve inek daha da şaşırmış bir şekilde;
Peki, senin eşek olduğunu anlamadılar mı be kardeş, kör mü bunlar yahu? diye sorarlar eşeğe.
Eşek;
Vallahi ben anlattım. Yarısı anladı ama diğer yarısı……”
Yaklaşık 2700 yıl önce “anlatabildi mi bilemem hikâye bu ya….” demiş ve sonsuzluğa yürüyüp gitmiş Masalcı Ezop…
Problem sende değil bendeymiş be kardeş. Lakin bu sefer çok iyi anlattın, ben de anladım. Hem de beynime kazıyarak. Teşekkürler Ezop…
Güzel günler için kalın sağlıkla.
Gültekin Öztürk/Tarihçi-Yazar