# Etiket
##GENEL #GÜNDEM #Ülkücü Hareket

Prof. Dr. Recai COŞKUN: Ümmetçilik “Dinsel Milliyetçilik”tir…

 İslamcıların Milliyetçilikle Sorunu mu Var? -II-

 Ümmetçilik “Dinsel Milliyetçiliktir”

 Prof. Dr. Recai COŞKUN

“Ümmetçilik” nedir? “Müslümanları sevmek, Onların birliğini ve dirliğini istemektir…”

Milliyetçilik nedir? Milletini sevmek, Onların birliğini ve dirliğini istemektir…”

Yani, “Ümmetçilik aslında Dinsel milliyetçiliktir.” Veya tersi: “Dinsel milliyetçilik aslında Ümmetçiliktir!”

Peki, nasıl oluyor da Türkiye’de birisi çıkıyor ve “Dinsel milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım” diyebiliyor?

***

Aslında yazımın konusu bu değildi? Hatırlayınız lütfen. Bir önceki yazıda İslamcıların Türk Milliyetçiliğini değerlendirmelerindeki kimi hata ve eksikliklerden söz etmiştim. Bu konuda söylenecek başka şeyler de var. Derken…

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Tayyip Erdoğan birbiri ardına iki cümle etti:

“Milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum”;

“Dinsel milliyetçiliği de ayaklarımın altına alıyorum”…

***

Erdoğan’ın milliyetçiliğe dair ifadesini “donuk bir tebessümle” geçiştirmek mümkün idi. Neticede milliyetçiliği “duble yol yapmak” basitliğine indirgeyen birisinden bu cümleyi duymak şaşırtmıyor. Lakin hala ve ısrarla AKP içerisinde “milliyetçilik” arayanların tepkisini merak ettim. Görüldü ki bugün AKP’de siyaset yapan “milliyetçi kanat” çökmüştür: zihnen, ahlaken, vicdanen… Geçmişte ne yaptıkları, nerede oldukları beni hiç ilgilendirmiyor. Bunlar Erdoğan’a tavır koyma cesaretini gösteremediler. Aksine, Onun bu sözlerini “tevil” için çabaladılar. “Postmodernist” ecnebilerden mülhem cümlelerle görüntüyü kurtarmaya çalıştılar. Allah müstahaklarını versin!

***

“Milliyetçilik” söz konusu olduğunda ne denli ölçüsüz ve tutarsız cümleler kurabildiğini bildiğimiz Tayyip Erdoğan meğer esas ifadesini sonraya saklamıştı. Buyurdu ki: “Dinsel milliyetçiliği de ayaklarımın altına aldım!” Bu defa tebessümüm değil, kanım dondu. Halkın vereceği tepkiyi fazla merak etmedim doğrusu. Ama “İslamcı aydınların” bırakın “entelektüel vicdana” “ortalama bir vicdan ve ahlaka” sahip olup olmadıklarını görme fırsatımız oldu. Gördük ki ortada derin bir sessizlik, boyun eğiş, ram oluş var… Rahmetli Nurettin Topçu’ya “İslamiyet, Müslüman toplumlarda artık ölü bir dindir” dedirten bir haldir bu. Vicdanın ve ahlakın “güç” karşısında bu denli etkisizleştiği ve yokluğa mahkûm olduğu başka bir zamanı yaşamış mıdır İslam toplulukları sahi?

Türk-İslam coğrafyası için “dinsel milliyetçilik” iki şekilde ortaya çıkar. Birincisi Boşnaklar ve Pakistanlılar örneğinde olduğu gibi “dini kimliklerin baskın olduğu” bir “milletleşme süreci” söz konusudur. Boşnakların dili, tarihsel kökenleri Slavik kavimlerden çok uzak değildir. Ancak o Slav kavimler Boşnakları katlediyor. Niçin? Milli kimliklerini “dinleri” yani İslamiyet üzerinden inşa ettikleri için. Boşnaklar “dinsel milliyetçi” oldukları için öldürülüyorlar ey İslamcı kardeşler! Aynı şeyi Pakistanlılar için de söylemek mümkün. Pakistanlıların milli kimlikleri de “Müslümanlık” üzerine inşa edilmiştir. Yoksa millet olarak kimi Hint kavimleriyle aynı kökene sahiptirler. Pakistanlılar da “dinsel milliyetçilik” yaparlar yani…

“Dinsel milliyetçilik” ikinci olarak “Dindaşlarını sevmek, onların derleriyle dertlenmek, dini değerlerini geleceğe taşımak azmi ve mücadelesi” şeklinde ortaya çıkar. Buna kısaca “Ümmetçilik” denir işte. Z. Gökalp bu konuda güzel yazılar yazmıştır ve vardığı noktayı “İslam ümmetinden, Türk milletinden” şeklinde özetler.

Bir adım daha ileriye gideyim şimdi. Irkçılık “başka ırklardan üstün olduğunuz” iddiasını taşır. Milliyetçilik ise “başka milletlerden farklı geçmişiniz, ülküleriniz ve değerleriniz” olduğu iddiasındadır. Dolayısıyla Türk milliyetçileri “üstün ırk” teorisine inanmadıkları için ırkçı değil, milliyetçidirler sadece. Ama “din” söz konusu olduğunda Müslüman olarak “üstünlüğe” inanırız doğrusu. Zira “Allah indinde din İslam’dır!” İslam bozulmamış yegâne dindir. İslam son dindir. Peygamberimiz “Resuller Resulüdür”.

İslam toplumunda insanların hukukları “dinlerine göre” belirlenir. Müslüman’ın vereceği vergi ile gayr-i Müslim’in vergisi farklıdır mesela… Alabilecekleri görevler farklıdır. Kutsal topraklara Müslüman olmayan gidemez mesela… Osmanlı örneğinde olduğu gibi kimi zaman giysileri bile farklılık gösterir. Yaşadıkları yerler, mahaller ayrılır. Silah taşıma hakları farklıdır… Yani “Müslüman”, “Ehl-i Kitap” ve “Putperest” ayrımı sadece “öteki dünyaya” dair değil; “bu dünya için” de öngörülen bir kategorileştirmedir. Siz “ötekileştirme” deyiverin isterseniz.

Yukarıdaki açıklamalardan görülüyor ki: “Dinsel milliyetçilik” Müslümanlar için “Ümmetçilik” anlamına gelmektedir. Bu konuda keşke birileri çıksa da “hayır böyle değil!” diyebilse. Birileri bize “dinsel milliyetçiliği” anlatabilse keşke… Ümmet-i Muhammed suskun, “İslamcı aydınlar” suskun… Her fırsatta Ülkücüleri, milliyetçileri “ehl-i küfürden” göstermek için bahane arayan “sivri kalemler” ve “tavizsiz –tevilsiz İslamcılar” bön bön havaya bakıyorlar; gündem değiştirerek vicdanlarını susturmaya çalışıyorlar… Vicdan mı dedim sahi? Hala “ahlak” mı arıyorum ben? Uslanmam!

***

Aslında bu yazımda İslamcı tasavvur tıpkı diğer “beynelmilelci” akımlar gibi Türk Milliyetçiliğini “tahakküm edici” olarak algılamasındaki çarpıklıktan söz edecektim… Bunun Türk milliyetçiliği için geçerli olmadığını; sadece “nizam-i âlem; ilay-i kelimetullah” terminolojisi ile bile açıklamak mümkündür diyecektirm. Türk milliyetçiliği “büyümek” ister ama bunu  “asimilasyon” ile değil “bütünleştirme” ile yapar diyecektim.

Örnekler verecektim. Rus imparatorluğunda Ruslar; Alman İmparatorluğunda Almanlar; İngiliz İmparatorluğunda İngilizler hâkim ve merkezi etno olarak “ayrıcalıklı” bir konumda iken; Osmanlı imparatorluğunda hâkim unsur olan Türkler bırakın imtiyazlı konumda olmayı birçok açıdan dezavantajlı konumdaydılar, diye açıklamalar yapacaktım.

Şu hep tekrarlanan “Üstünlük takvadadır” meselesine girecektim… Buna karşı çıkmak hiçbir Türk milliyetçisinin aklından geçmez diyecektim. Biz milliyetçiliği o milletin bireylerinin kusurlarını, eksiklerini, hatalarını aklamak için bir örtü olarak görmeyiz, diye anlatacaktım.

Hatta İslamcılara bir noktada hak verecektim. Onların milliyetçiliğe değilse bile devlete mesafeli durmalarının bir sebebinin kimi aşırı uygulamalar; “Kemalist” kesimin “seçkinci” “kibirli” “horlayıcı” tavrı olduğunu dile getirecektim.

Lakin bunların “Dinsel milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum” denildiğinde dahi bir tek itiraz ifadesinin duyulmadığı bir kesime anlatmanın ne manası var ki? Tefekkürün çıkarlar ve beklentiler karşısında dumura uğradığı; vicdanların sustuğu; ahlakın Kafdağı’nın ardına göçtüğü bir iklimde neyi konuşuyoruz sahi?