Alvin TOFFLER: Bilgi, Kitap, Eğitim Üzerine (1974)
YAKIT OLARAK BİLGİ
İnsanoğlunun kendisi ve evren üzerine topladığı bilgilerin on bin yıllık gelişim hızı, döne döne yükselen bir yay görünümündeydi. Yazının bulunmasıyla yukarı doğru büyük bir sıçrama yapıldı. Yine de gelişme oldukça yavaştı.
Sonraki büyük sıçrama on beşinci yüzyılda Gütenberg ve diğerlerinin matbaayı bulmasıyla sağlandı. Bin beş yüz yıllarından önce Avrupa’da yayımlanan kitap sayısı en iyimser olasılıkla bin dolaylarındaydı. Başka bir deyişle, yüz bin kitaplık bir kütüphaneyi oluşturmak için yüzyıllık bir süre gerekiyordu. Dört buçuk yüzyıl sonra 1950’lerde bu hız birden arttı; Avrupa artık yılda yüz yirmi bin kitap yayımlamaktaydı. önceleri kurulması yüzyıl alan bir kütüphane şimdi on ayda kurulabiliyordu. On yıl sonra 1960’da, hız konusunda yeni bir sıçrama oldu; yüzyıllık iş artık yedi buçuk ayda tamamlanabiliyordu. 1960’ların ortalarında tüm dünyadaki kitap yayımı günde bin gibi büyük bir sayıya ulaştı.
Her kitabın bilgi ilerlemesi için net bir kazanç sağladığını kimse yadsıyamaz. Kitap yayımını izleyen hızlı eğri, kaba çizgileriyle, insanoğlunun yeni bilgilere ulaşmada sağladığı hıza paraleldir. Örneğin, Gütenberg öncesi yalnızca on bir kimyasal elemanın varlığından haberdardık. On ikincisi olan Antimon, Gütenberg buluşu üzerinde çalışırken ortaya çıktı. On birinci eleman arsenik bulunalı tam iki yüzyıl olmuştu. Eğer buluşların hızı aynı kalsaydı, Gütenberg’ten bu yana tabloya ya bir ya da iki elemanı daha ancak ekleyebilirdik. Oysa dört yüz elli yıl içinde yetmiş eleman daha bulundu. 1900’den bu yana, her üç yılda bir yeni elemanlar ortaya çıkarıldı.
Hızın, hâlâ, belirgin bir biçimde yükseldiğini gösteren belirtiler vardır. Günümüzde ileri ülkelerdeki sanayi üretiminde her on beş yılda bir görülen bir misli artış, yayımlanan bilimsel dergi ve yazıların sayısında da görülmektedir. Biyokimyacı Philip Siekevitz, “Son otuz yıl içinde canlıların yapısı üzerine öğrenilenlerin yanında, geçmişin bilgisi hiç kalmaktadır,” demektedir.
Bugün ABD hükümeti her yıl hazırladığı yüz bin rapora ek olarak dört yüz elli bin yazı, kitap ve araştırma yayımlamaktadır. Tüm yeryüzünü ele alırsak, bilimsel ve teknik literatürün yıllık tutarı altmış milyon sayfaya ulaşır.
Bilgisayarın sahneye çıkışı 1950’lere rastlar. Çözümlemede, yaymada, çeşitli verileri toplamada gösterdiği hız ve güç,
son zamanlardaki bilgi yığılımındaki artışın en büyük nedeni olarak bilgisayarı karşımıza çıkarmaktadır. Çevremizdeki görünmeyen evreni gözlemlemede kullanılan, güçlü gereçlerin de katkısıyla bilgisayar, bilgi birikiminin hızını akıl almaz düzeylere eriştirmiştir.
Francis Bacon’un, “Bilgi … kuvvettir,” sözünü unutmamak gerek. Bu sözcükleri çağımıza uyması için, “Bilgi değişimdir.”
biçimine çevirebiliriz. Bilgi birikiminin yoğunlaşması, görkemli teknoloji makinesinin yakıtla beslenmesi, değişimin hızlandığı anlamına gelir.
Alvin TOFFLER, ŞOK (1974), s.34-35.
***
EN ÇOK SATAN KİTAPLARIN (BESTSELLERS) PARILTISI
Bu geçicilik, toplumda değişik biçimlerde yansımaktadır. Bu duruma yygun dramatik bir örnek geleneksel bir bilgi ta, şıyıcı olan kitaba, bilgi patlamasının yaptığı etkidir. Bilgi daha bollaşıp daha az kalıcı olmaya başlayınca, eski deri ciltlerin yerini önce bez ciltler, sonra da karton kapaklar aldı. Kitap da taşıdığı bilgiler gibi geçici bir görünüm kazandı. İletişim sistem çizimcisi olan ve kütüphane teknolojisi üzerine köklü öneriler geliştiren Sol Cornberg, on yıl kadar önce okumanın, en önemli bilgi edinme yöntemi olarak özelliğini yitireceğini ileri sürmüştü. “Okuma ve yazma kullanılmayan yeteneklere dönüşecekler,» diyordu. ( İşin ilginç yanı Bay Cornberg’in eşi romancıdır.) Cornberg’in dediği doğru da olsa, yanlış da olsa ortada, açık bir gerçek vardır: Bilginin hızla genişlemesi sonucu her kitap, (ne yazık ki bu kitap da) ortaya konan bilginin gittikçe daha küçük bir bölümünü iletir duruma düşmektedir. Bilgi patlaması, kitabın uzun süreli bilgisel geçerliğini azaltırken, ucuz baskıları her yere ulaştıran cep kitabı devrimi nedeniyle kitabın kıt olması sonucu oluşan değeri azalmıştır. ABD’de bir cep kitabı aynı anda yüz bin gazete bayiinde boy gösterir. Bir ay sonra yerini, başka yayınlar dalgasına bırakmıştır bile. Kitap, aylık dergilerin geçiciliğine ulaşmaktadır. Gerçekte birçok kitap kalın dergilerden başka bir şey değildir.
Aynı zamanda. halkın bir kitaba -çok yaygın bir kitap bile olsa -gösterdiği ilginin süresi daralmaktadır. Sözgelişi, The New York Times gazetesinin yayınladığı listede en çok satan kitapların yaşam süreleri hızla kısalmaktadır. Elimizdeki verilere göre, 1953-56 arasındaki ilk dört yılda on yıl sonraki 1963-66 arasındaki dört yılı karşılaştırdığımızda, ilk dört yıl içinde bir kitabın listede kalma süresinin 18,8 hafta olduğunu görüyoruz.
On yıl sonra bu süre 15,7 haftaya inmektedir. On yıllık süre içinde ortalama bir bestseller’in yaşam süresi, yaklaşık olarak altıda bir kısalmıştır.
Temeldeki gerçekleri kavrayabildiğimiz sürece, bu gibi eğilimleri anlayabiliriz. İnsan aklını değiştirecek tarihsel bir sürece tanık olmaktayız. Çünkü, kozmetikten kozmolojiye, Twiggy benzeri saçmalıklardan teknolojiye varıncaya kadar gerçeklere dayalı iç görüntülerimiz, dışımızdaki değişim ivmesine tepki göstererek, daha kısa ömürlü ve geçici olmaktadır.
Düşünceleri ve görüntüleri artan bir hızla yaratıyor ve kullanıp atıyoruz. Bilgi de, insanlar, yerler, nesneler ve örgüt biçimleri gibi elden çıkarabilmektedir.
Alvin TOFFLER, ŞOK (1974), s.140-141.
***
Basılan değişik kitapların sayısı her yıl büyük bir hızla kabarmaktadır. (Bu sayı Amerika’da otuz bindir.) Kent dışında oturan bir bayan bu konuda şöyle yakınıyor: «Sizinle aynı kitabı okumuş bir kişi bulmak oldukça zor. Okumayla ilgili bir konuşmayı nasıl yürütebilirsiniz?» Yakınan bayan belki olayı abartıyor. ama kitap kulüplerinin aylık seçmelerini yapabilmeleri, okurların çeşitliliği yüzünden gittikçe zorlaşıyor.
Ortam farklılaşmasıyla ilgili süreç, yalnızca ticari yayınları ilgilendirmiyor. Ticari amaçlar gütmeyen edebiyat dergileri de hızla çoğalıyor. The New York Times Book Review adlı dergi, «Amerikan tarihinde bu kadar çok dergi yayınlandığı görülmemiştir,» diyor. «Yeraltı gazeteleri» Amerika ve Avrupa’da yerden biter gibi düzinelerle çıkıyor. ABD’de en az iki yüz. tane böyle gazete var. Büyük plak şirketlerinin reklamlarıyla
besleniyorlar. Genellikle hipiler, üniversitedeki radikallere ve
rock dinleyicisine yönelen bu gazeteler, gençler arasında görüşlerin _oluşturulması bakımından elle tutulur bir güç duru-·
mundadırlar. Londra’da çıkan iT adlı gazeteden, New York’ta çıkan East Village Other, Jackson’da çıkan Kudzu’ya dek
hepsi bol resimli, sık sık da renkli basılmaaktadır. Buluşma hizmetleri bile sunmaktadır bu gazeteler. Yeraltı gazetelerinin:
liselerde bile basıldığını görebilirsiniz. Bu yayınların nasıl genişlediğini görüp de hâlâ «kitle kültüründen ya da standartlaşmadan söz etmek, kişinin gerçeklere karşı kör olması demektir.
Ortam türlendirmesine doğru oluşan bu dürtünün temelinde yatan, yalnızca zenginlik değil, yeni teknolojidir. O teknoloji ki, makineleriyle bizim farklılıklarımızı kırıp parçalayacağı ve bizi tekdüzeliğe tutsak edeceği varsayımına dayandırılmaktadır. Ofset baskı ve kserografideki ilerlemeler kısa süreli baskı masraflarını düşürmüş, liselerde bile öğrencilerin cep harçlıklarıyla kendi gazetelerini çıkarmaları olanağını yaratmıştır.
Büro fotokopi makinelerinin bazıları şimdi otuz dolara satılmaktadır. Mclulıan’ın dediği gibi, artık herkes, kendi kendisinin
yayıncısı olabilir. Masalara yığılan yayınların çokluğu ve çeşitliliği basımın kolaylaştığını gösteren bir kanıttır.
Alvin TOFFLER, ŞOK (1974), s.234
***
BiLGİSAYARLAR VE OKUL SINIFLARI
Bütün bunlar bir önem taşır mı? Bazı kişiler maddesel çevredeki türlendirmenin, kültürel ve ruhsal bütünlüğe gidilmesi
nedeniyle önem taşımayacağını ileri sürmektedirler. «Önemli olan içeriktir,» diyor bu görüşü ileriye sürenler.
Söz konusu görüşü ileri sürenler, malların, insanlardaki kişisel farklılıkları bel irleyen bir simge olduğunu gözden kaçırıyorlar. Ayrıca iç ve dış çevreler arasındaki bağlantı da, akılsızca, gözden ırak tutuluyor. insanoğlunun standartlaşmasından korkanların, 1″(1alların standartlaşmaması yönündeki bu eğilime arka çıkmaları gerekir. Çünkü insana sunulan mallardaki türlendirmeyle, kişilerin. yaşam biçimlerindeki farklılaşma olasılıgını da arttırmış olacağız.
Ayrıca, kültürel bütünlüğe doğru yol aldığımız görüşünün de, iyice bakıldığında doğru olmadığı ortaya çıkar. Belki bu görüşe karşı çıkmak tutarlı bir davranış sayılmayacaktır. ama sanatta, öğrenimde ve kitle kültüründe de bölünmeler, türlendirilmeler görülmektedir.
Edebiyat kesiminde, kültürel türlendirmeyi deneyden geçirmek için bir milyon kişi başına yayınlanan çeşitli kitap sayısına bakabiliriz. Halkın zevkleri daha standartlaşmışsa, bir milyon kişi başına daha az kitap düşecektir. Zevklerde değişiklikler fazlaysa kitap yayını da o ölçüde artacaktır. Bu artma ve azalma zaman içinde incelediğinde, kültürel değişimin ne yönde olduğu konusunda bazı ipuçları ele geçirilebilecektir.
UNESCO’nun, dünyadaki yayın eğilimleriyle ilgili çalışmasının nedeni budur. Bordeaux Üniversitesi Edebiyat Sosyoloj isi Merkezi müdürü Robert Escarpit tarafından yönetilen bu çalışma, kültürel standortlaşmama yönündeki uluslararası hareketle ilgili olarak önemli ipuçları sağlamaktadır.
1952 ile 1962 yılları arasında kitap yayınında başta gelen yirmi dokuz ülkeden yirmi birinde, türlendirmenin arttığı görülmektedir. Edebi türlendirmenin yüzde el liye vardığı ” ülkeler Kanada. ABD ve lsveç’tir. lngi ltere, Fransa, Japonya ve Hollanda yüzde yirmiyle yirmi beş arasında değişen bir hızla o yöne doğru ilerlemektedir. Sekiz ülkeyse aksi yönde -edebi ürünlerin standartlaşması . yönünde- ilerleme göstermektedir. Bunlar Hindistan, Meksika, Arjantin, ltalya, Yugoslavya, Belçika ve Avusturya’dır. Kısacası ileri teknoloj iye sahip ülkeler bu konuda da türlendirmeye doğru yol almaktadırlar.
Resim sanatında da çoğulculuğa doğru bir eğilim vardır.
Represantasyonalizm, dışavurumculuk (ekspresyonizm) gerçeküstücülük (sürrealizm). soyut dışavurumculuk, pop, kinetik vb. yüzlerce yaklaşım birimi, aynı anda topluma pompalanmaktadır. .Biri ya da bir diğeri geçici olarak resim galerilerinde baş köşeyi alabilir. Ancak evrensel standartlar ya da sti ller söz konusu değildir. Ortada çoğulcu bir pazar vardır.
Sanat kabile içi, dinsel bir eylemken, ressam, tüm topluluk için resim yapardı. Sonraları küçük bir seçkinler kesimi için çalışmaya başladı. Sonunda yine, seyirciler birbirinden ayrılamayan (ya da farklı olmayan) kişilerden oluşmuş tek bir kitle görünümü kazandılar. Günümüzde bu kitle alt topluluklara bölünmüştür. John McHale bu konudaki görüşlerini şöyle açıklıyor: «Tekdüzeliği en yoğun olan kültürel yapılar, ilkel olanlardır. Çağdaş ‘kitle’ kültürümüzün en çarpıcı yanı, türlendirmeye konu olması ve çeşitli kültürel seçimler yapma olanağının bulunmasıdır. .. ‘Kitle’ en basit bir incelemede bile değişik ‘seyirci’ topluluklarına dönüşebilmektedir.»
Gerçekte sanatçılar da artık evrensel bir toplum için çalışmamaktadırlar. Böyle çalıştıklarını sandıkları anlarda bile, toplum içindeki bir ya da diğer alt topluluğun isteklerini yerine getirmektedirler. Otomobil, şurup vb. üreticileri gibi sanatçı da «küçük pazarlar» için çalışmaktadır. Pazarlar çoğalmakta ve türlenme artmaktadır.
Türlendirmeye doğru bu gidiş, öğrenimde önemli çatışmalara yol açmaktadır. Sanayileşmeden bu yana Batı’da, özellikle ABD’de öğrenim, temel olarak standartıdştırılmış öğrenim biçimlerinin kitle halinde üreti lmesi amacıyla düzenlenmişti. Yeni teknolojinin de buna yatkın olduğu bir dönemde, alıcının daha çok türlendirme istekleriyle ortaya çıkıp üniversitelerin başkaldırması, olay çıkarması basit bir rastlantı değildir. Her ne
kadar il inti çok ender kuruluyorsa da, tüketici pazarıyla üniversiteler arasında özel bir ilişki vardır.
Öğrencilerin sızlanmasının temel nedeni birey olarak değil de, birbirinin benzeri kişilerden oluşmuş bir kitle olarak değerlendirilmeleridir. Onlara kişiliği olan bir varlık gözüyle bakılmamakta ve standartlaşmış bir öğrenim biçimi, ayırım yapmadan sunulmaktadır. Mustang alıcısı gibi öğrenci de, alacağı eğitime kendisi biçim vermek eğilimindedir. önemli ayrılık burada çıkmaktadır. Sanayi, tüketici isteklerini sürekli izleyip gözönüne alırken, Öğrenim sistemi öğrenci isteklerine kayıtsız kalmaktadır. (Bir yandan «Müşteri daima haklıdır,» derken, öte yandan da, «Öğrenci daima haklıdır,» diyebilmeliyiz. Böylece: öğrenci – müşteri, türlendirme isteklerini öğrenim sanayii gözönüne alsın diye savaşmak zorunda kalmamalıdır.)
Yüksek okul ve üniversitelerin çoğu, verdikleri derslerin çeşidini artırmalarına karşın, lisans ve lisansüstü derecelerden
oluşmuş standart sisteme sıkı s ıkıya bağlıdırlar. Bu sistemler, öğrencilerin ilerlerken uymalarını gerekli kılan temel çizgilerdir. Eğitimciler, öğrencilerin izlemesi gerekli yolların sayısını arttırma çabası içindedirler. Ancak bu türlendirme, öğrenci için yeterli hıza ulaşamamaktadır. Genç insanların, verdiği dersler gerilla taktikleri ve borsa tekniklerinden, Zen Budizm ve «yeraltı tiyatrosuna» dek değişen yarı üniversiteler, deneysel yüksek okullar ve özgür üniversiteler kurmalarının nedeni budur.
2000- yılına ulaşmadan, derecelerden, notlardan oluşan, çağdışı üniversite yapısı yıkılacak, aynı eğitim çizgisinde yer alan iki kişi bulmak bile zorlaşacaktır. Çünkü standartlaşmayı bıraktırmak amacıyla öğrencilerin yüksek öğrenime yaptıkları baskı başarıya ulaşacak, eğitim üstün sanayinin getirdiği türlendirmeye uyacaktır.
Sözgelişi. Fransa’daki öğrenci boykotları. üniversite sisteminin merkeziyetcilikten ayrılmasıyla sonuçlanmıştır. Merkeziyetçilikten ayrılma, bölgesel olarak türlendirmeyi sağlama, ders sistemini, öğrenci yönetmeliğini ve yönetim biçimini değiştirme olanağını .o okuldaki yetkiliye vermektedir
Paralel bir gelişme de orta öğretimde oluşmaktadır. Bu gelişme, şimdiden şiddete dönüşmüştür. Berkeley’deki karışıklıkların tüm dünyada öğrenci ayaklanmalarına dönüşmesi gibi, söz konusu gelişme de başka bir bölgesel karışıklık görünümündedir.
Dokuz yüz devlet okulunu. eğitim yapısı içinde bulunduran ve Amerika’da okuyan her kırk çocuktan birinin sorumluluğunu taşıyan New York kentinde, tarihin en önemli öğretmen boykotu gerçekleşti. Konu, merkeziyetçilikle ilgiliydi. Öğretmenler gösteri yürüyüşleri yaptılar. ana babalar okulları boykot etti, bu davranışlar okulların günlük yaşamına girdi. Okulların ırk ayrımı yapılan yerler olduğundan yakınan zenci ana babalar, toplumun bazı .kesimlerinden .de destek alarak, okul sisteminin, topluluklar tarafından yöneltilen küçük sistemlere bölünmesini istediler.
Gerçekte, ırksal bütünleşme ve nitelikli eğitim sağlanamayan zenci nüfusu, kendi okul sistemlerini kurmak istiyorlardı.
Zenci tarihiyle ilgili dersler verilmesinden yanaydılar. Ana babaların şimdiki büyük bürokratik sistemde kazanamadıkları etkinliği, yeni sistemde kazanmalarını savunuyorlardı. Kısacası başka, farklı olmak isteğindeydiler.
Bir yerde, değişim zorunluluğu, ırk ayrımını da aşıyordu.
Şimdiye dek ABD kentlerindeki okul sistemi tekdüzeliği destekleyici bir etkinlik içindeydi. Aynı eğitim yöntemlerini ölçüleri. ders kitapların’ı ve programlarını kent çapında uygulatan bu sistem. okullarda tekdüzeliği güçlü bir biçimde uyguluyordu.
Merkeziyetçi sistemden ayrılmayı sağlayan baskı, günümüzde Detroit, Washington, Milwaukee ve diğer büyük kentlerde (bazı biçim değişiklikleriyle Avrupa’da da) etkisini göstermektedir. Değişim, yalnızca zencilerin eğitim olanaklarını iyileştirmekle kalmıyor. kent çapında uygulanan merkeziyetçi,
eğitim politikası düşüncesini de yok ediyor. Okulların denetiminin bölge yetkililerine veri lmesi, eğitimde yerel değişiklikleri, çeşitlilikleri arttırıcı bir öğedir. Bir bakıma, XX. yüzyılda eğitimi türlendirme savaşının bir bölümünü oluşturmaktadır. Söz konusu çabaların saldırgan bir sendikaca New York’ta engellenmiş olması, tarihsel gel işimi arkasına almış. merkeziyetçiliğe karşı güçlerin başarısızlığa uğrayacağı anlamına gelmez.
Eğitimi sistem içinde türlendirme çabalarının başarısızlığa uğraması, sistem dışında birtakım seçeneklerin doğmasına yol
açacaktır. içlerinde Kenneth B. Clark ve Christopher Jencks’in de bulunduğu ünlü eğitimciler, sosyologlar, devlet okul ları sisteminin dışında yeni bir okul sisteminin yaratı lmasını önermektedirler. Clark bölgesel güçlerin, eyaletlerin, yüksek okulların. sendikaların, şirketlerin hatta askeri birliklerin okullar açmasından yanadır. Onca bu okullar, büyük gerek duyulan eğitimde türlendirmeyi sağlayacaklardır. öte yandan, şimdiki okul siste- .
mini çok tekdüze bulan hipi komünleri ve diğer topluluklar, bir çeşit «yarı okullar» kurmaktadırlar.
Görüldüğü gibi. toplumdaki en büyük kültürel güç -eğitim- ekonomi benzeri ürünlerini türlendirmeye zorlanmaktadır. Burada da yeni teknoloji, bizi standartlaşmadan çok, üstün sanayinin türlendirme eğilimine doğru götürmektedir.
Sözgelişi bilgisayarlar, büyük bir okulun daha esnek bir biçimde işlemesini sağlayabilirler. Okulun bağımsız çalışmalara, türlendirilmiş ders verme olanaklarına ve ders programı dışı eylemlerine ayak uydurabilmesini kolaylaştırırlar. Daha önemlisi, bilgisayar yardımıyla yürütülen eğitim, programlanmış dersler ve diğer benzeri teknikler, yaygın kanının tersine sınıftaki türlendirme ortamını arttırıcı girişimlerdir. Böylesine
girişimler, her öğrencinin kendi kişisel hızıyla gelişmesine, ilerlemesine yardımcı olur. Geleneksel sanayi dönemi sınıfının katı
çizgisini aşarak, öğrencinin kişisel açıdan bilgiye giden en kısa yolu bulmasını da sağlar.
Geleceğin eğitim dünyasında, kitle üretiminin kutsallığı, çalışma düzeninin merkeziyetçiliği önemini kaybedecektir. Nasıl ekonomik kitle üretimi, çok sayıda işçiye gerek duyuyorsa, eğitimsel kitle üretimi de çok sayıda öğrenciye gerek duymaktadır. Tekdüze bir disiplin, düzenli saatler, giriş-çıkış denetimi gibi uygulamalarla standartlaştırıcı bir güç oluşturmaktadır.
Gelecekte ileri teknoloji, bunların çoğunu gereksiz kılacaktır.
Eğitimin önemli bir bölümü; öğrencinin evindeki ya da yatakhanesindeki kendi odasında ve istediği saatlerde sağlanacaktır.
Bilgisayar aracılığıyla öğrenciye ulaşan geniş kitaplıklar, öğrencinin elinin altındaki bantlar, video birimleri, dil laboratuvarları ve çalışması için yardımcı diğer elektronik gereçler, öğrenciyi sınırlayıcı, sevimsiz sınıflardan kurtaracaktır.
Yeni özgürlüklere temel olacak teknoloji, hiç kuşkusuz önümüzdeki yıllarda IBM, RCA ve Xerox gibi büyük şirketlerin aracılığıyla okullara yayılacaktır. Otuz yıl içinde ABD’de ve birçok Batı Avrupa ülkesinde, geçmişin, kitle üretimi pedagojisini temel alan eğiim sistemi yıkılc:cak, yerini yeni makinelerin özgürlük getiren gücüne dayalı, eğitimsel türlendirmeyi amaçlayan yeni sistem alacaktır.
Böylece malların üretiminde olduğu gibi, eğitimde de toplum standartlaşmamaya doğru yol almaktadır. Konu yalnızca otomobil, deterjan ve sigara üretimindeki çeşitlenme değildir.
Türlendirmeye doğru oluşan dürtü ve kişisel seçme olanaklarının artması, maddesel çevremizi olduğu kadar kafa yapımızı da etkilemektedir.
Alvin TOFFLER, ŞOK (1974), s.226-231.