LİDERLİK VE LİBERAL-DEMOKRASİ İLİŞKİSİ-CAN MUSTAFA ÇEBİ
Liderlik de diğer bir çok kavram gibi farklı farklı tanımlarla ifade edilmeye çalışılmış bir olgu. En makul tanım şu gibi duruyor : Liderlik ,belirli durum ve koşullar altında amaca ulaşmak için başkalarının davranış ve eylemlerini etkileme sanatıdır. Yani liderlik bir sanattır. Liderlik ile yöneticilik farklı şeylerdir. Liberal-demokrasinin hüküm sürdüğü bu zamanlarda yönetici çıkabilir fakat lider çıkmaz. Çünkü liberalizmin doğası buna müsaade etmez. Liberalizm , demokrasi ile birleştiğinde ki bu birleşim rastlantısal değil gayet mantıksaldır, ortaya liderliğin meşruiyeti durumunu ortaya çıkarır ve liderler bir çoğunluk ve avam sistemi olan demokrasilerden çıkmaz. Demokrasinin siyasi yönetime yansımasını sağlayan siyasi seçimlerde çoğunluğun desteğini alan idareyi ele alır. Bu durumda da başka bir soru ile karşılaşırız ; çoğunluk her zaman doğru karar verebilir mi? Konformist isek bu soruya evet yanıtını vermemiz gerekir. Fakat tarihe adını lider olarak taşıyan insanların hiçte demokratik yöntemlerle başa gelmediğini unutmamak gerekir.
Liberalizmin içinde de farklı farklı akımlar var. Bunlar klasik liberalizm, sosyal liberalizm ve liberteryenlik olarak üç grupta ele alınır. Hepsini ayrı ayrı tahlil etmeyip , liberalizmin özü olan bireycilik esası üzerinden lider kavramı ile olan ilintisini ve liberalizmin kendinin bizzat liderlik olgusuna ket vurduğuna değinmek gerek.
Liberalizmin dört sütunu vardır ; bireycilik,özgürlük,çoğulculuk ve hoşgörü. Son ikisi toplumsal bir duruma gönderme yapıyor gibi görünse de onlarda liberalizmin özü olan bireyciliğin uzantısal formlarıdır. Özgürlük, çoğulculuk ve hoşgörü kavramları riyakar kavramlardır. Birey, özgürlük derken aslında kendi özgürlüğüne başkaları tarafından müdahale edilmemesini arzular. Çoğulculuk yine bireyin kendi farklılığının kabulü istencinin kamufle edilmesidir. Hoşgörü de bireyin kendine duyulmasını istediği hoşgörüye atıfla , bireyin başka bireylerle yaptığı adı konulmamış bir alışveriştir. Felsefi anlamda liberalizm, altruizmin yani bireyin kendi mutluluğunun azalması pahasına diğer bireylerin mutluluğunu arttırma hissiyatının karşısında konumlanır. Liberal birey ne kadar inkar etse de sadece kendi bireyselliğini önemsediği için onu büyük ülkülere taşıyacak herhangi bir liderlik durumunu kabullenmez.
Liderlik bir çok şekilde tahlile tabi tutulabilir. Fakat liderlik dönüşümsel liderliği ortaya koyabildiği müddetçe liderliktir. Dönüşümsel liderlikten kastedilen , liderin toplumlarda ve gruplarda köklü değişiklikler yapabilmesidir. Her dönüşüm , dönüşüme tabi tuttuğu toplumu olumlu bir istikamete seyrettiremeyebilir. Fakat bahsimiz liderin başarısı veya başarısızlığı bahsi değildir, lider olup olamama bahsidir. Lider tek başına olmaz. Liderin bir toplumsal gruba hitap etmesi gerekir. Zaten baştaki tanımdan hareketle “başkalarının davranış ve eylemlerini” etkileyebilirseniz lider oluyorsunuz. Aksi durumda muhtemelen sizi tarih kitapları değil, psikoloji kliniklerinin hasta kayıt defterleri yazar. Liberal düzende, liderin davranış ve eylemlerini etkilemesi gereken bütün “başkaları” ayrı ayrı birey olduğu için yani kendi kendilerine liderlik yapma iştiyakı ağır basan bencil organizmalar olduğundan liberal toplumlar içlerinden lider çıkaramaz. Liberal düzenlerde ancak başkalarının iradesi ile meşruluğunu kazanmış ve yetkiyi başkalarından alan yöneticiler çıkar.
Toplumlar çağlar boyunca farklı yönetim modelleri denedi. En nihayetinde monarşist yönetimler tıkandı. İmparatorlukların dağılmasıyla ortaya çıkan ulus-devlet fikri, liberalizmin katalizör etkisiyle ulusu oluşturan her bir bireyi demokrasi sağanağı altında bencil bireyler haline getirdi. Böylece bu bireyler arasından çıkıp, artık liberalleşmiş olan birey sürüsüne lider olabilecek bireylerin geri kalan başkalarını etkileme ihtimali de ortadan kalktı. Liderlik, küresel çapta son büyük hamlesini İkinci Dünya Savaşı’nda Adolf Hitler ile yaptı. Fakat büyük oranda bir propaganda laboratuarında üretilmiş olan “Führer” lik, liberal-demokratik güçlerin Normandiya’ya yaptığı çıkarmaya kadar sürdü. Sonrası malum, Berlin ile beraber Führer’de düştü.
Liderler hitap ettikleri kitlenin eylemlerini ve davranışlarını dönüştürmek isterler. Yöneticiler ise idare-i maslahatçıdır. Yani durumu idare ederler. Yöneticilerin büyük idealleri yoktur, liderler ise idealisttir ve kitlelerinden idealleri uğruna fedakarlık beklerler. Zamanımızın bireyci insanları kendi rahatları dışında hiçbir durum için fedakarlık yapmamak üzere tasarlanmışlardır. Dolayısıyla günümüz toplumlarında lider çıksa da bu liderin dönüşüme tabi tutabileceği kitleler bulunmamaktadır.
Liderlerin ortaya çıkışı ile olaylar da paralellik arz eder. Olayların mı liderleri ortaya çıkardığı yoksa liderlerin mi olayları yarattığı sorusu tavuk-yumurta paradoksunda kendini bulur. Demokrasinin vaaz ettiği ve belirli süre aralıkları ile üzerine mühür basılan kağıt parçalarının atıldığı şeffaf sandıklardan lider çıkmaz. Yönetici, siyasetçi, cumhurbaşkanı, diktatör hatta muhtar çıkabilir fakat lider çıkmaz.
Liberalizm 1789’da Fransa’da ete kemiğe büründü. Fakat tarih 1799’da askeri bir darbe ile yönetimi ele alan ve 1804’te kendini İmparator ilan eden Napolyon Bonapart’ı lider olarak kaydetti. Yine Fransa’da olağan üstü şartlarda göreve gelen General De Gaulle bugün hala hafızalarımızda olmakla beraber , Avrupa tarihinin geçtiğimiz yüzyıllarda çıkardığı nadir etkili siyasi yöneticilerden biri olan Mitterand’ı Fransa halkı bile hatırlamakta zorlanmaktadır. Hatta Macron’dan önceki Fransa devlet başkanını bugün hatırlayanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Öyle dünya siyasetine veya tarih sayfalarına da bakmaya lüzum yok. Etrafınıza bir göz gezdirin. Arkadaş ortamınıza, mahallenize, iş yaşantınıza bakın. Kaç tane sizin davranışlarınızı ve eylemlerinizi etkileme ve dönüştürme kabiliyetine sahip insan gösterebilirsiniz? Ya da gerçekten böyle bir değişim talebiniz var mı? Muhtemelen yok, çünkü liberal-demokrat düzen içerisindesiniz ve bu düzen size bir birey olarak kendi varlığınızdan başka hiçbir şeyi önemsememenizi dayatıyor. Bu sebeple de ne siz başkalarını dönüştürme ihtiyacı hisseden bir lider olabiliyor ne de bir lider adayı sizin bu bencillik duvarınızı aşıp liderliğini ortaya koyabiliyor.