Hilmi Özden: AHISKA’DA VATAN
AHISKA’DA VATAN
Prof. Dr. Hilmi Özden
“Ahıska şehri,Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan ilimizle sınır teşkil eden, Gürcistan toprakları içinde yer alan, çok eski bir Türklük yurdunun merkezidir. Abastuban, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi kasabaları ve bu kasabalara bağlı 200 kadar köyü vardır.”(1) Asırlarca Türk vatanının illeri olan Ahıska ve Batum 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması ile yüreğimizden sökülüp alındı. Ahıska ve Acara Türklerinin acı ve keder dolu günleri bu ayrılışla kalmadı. Rusya, daha önceleri de her fırsatta Osmanlı devleti ile savaşmalarının bedelini çoğu kez sınırlara yakın silahsız ve masum Türklere ödetirdi.
Türkiye’de ve dünya’da Ahıska Türklerinin çektiği çileleri tanıtan bu konuda uluslararası ortamlarda Ahıska Türklerinin haklarını savunan değerli ağabeyim Gazi Üniversitesi Türk Dili Bölümü’nden YUNUS ZEYREKbey’in kendi imkanları ile çıkardığı eserleri ve süreli yayını Bizim AHISKA* dergisinin müdavimi olmadan Ahıska ve Ahıskalıları yeterince tanıyamayız. Bu satırların yazarı O dev insanı anlatmaktan acizdir. Fakat millî bir vazife ve hakkı teslim açısından örnek şahsiyet ağabeyimin Ahıska ve Ahıska Türkleri araştırmalarından aldığım bilgileri sizlerle paylaşacağım. Toplumları diri ve ayakta tutan onlara yön veren; o toplumun ülkücü, fedakar, yorulma bilmez, fena-ı millet olmuş (milletinde yok olmuş, O’nun için çalışan) derviş tabiatlı, akıl, irade, gönül, vefa ve nice melekelerini milletine vakfetmiş insanlarıdır. Yunus ağabeyim ve şahsım birbirimizden habersiz yıllarca Rahmetli M. FAHRETTİN KIRZIOĞLU hocamızın hususî sohbetlerini dinlemişiz. Yıllar sonra aynı ruhî kaynaklardan beslendiğimizi öğrenmenin ötesinde; O’nun karakterini ve hayatında inşa ettiği; bizler için büyük, kendisi için mütevâzı destanları duydukça nasıl bir mefkure insanı ile tanışmış olmanın saadetine erişmişimdir. Bu satırlarda, sadece tarihî hakikate vakıf bir bilim insanından değil, aynı zamanda tarifinde yetersiz kaldığım niteliklere sahip bir dava insanından AHISKA TÜRKLERİ’nin trajedisini okuyacağız.
Bildiğimiz gibi, 15.Kasım.1944 günü Türk Tarihin’de Ahıska Türklerinin acı, Sovyet tarihinin, yöneticilerinin utanç dolu sayfalarından biridir. Yunus Zeyrek hocamız bu utanç gününü şöyle tanımlar: “bu tarih, bir kış gecesi 200’den fazla köy ve kasabada yaşayan binlerce insan, birkaç saat içinde ocağından sökülerek yük ve hayvan vagonlarında, Sibirya, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a sürülmüşlerdir. Sürgün edilenlerin birçoğu yollarda öldü. Sağ kalanlar da, ata vatanından ebedî ayrılığa mahkûm edildiler.”(2) Yıllarca dünya kamuoyundan sürgünün belgeleri gizlendi. Fakat bugün gerçek biliniyor. Bu sürgünün kararı 31 Temmuz 1944 tarihinde; milyonlarca insanı katleden; zalim Stalin tarafından imzalamıştır:
“Ahıska, Adigen, Aspinza, Ahılkelek ve Bogdanovka rayonlarıyla Acaristan Özerk SSC’den Türk, Kürt, Hemşin olmak üzere toplam 86.000 kişiden meydana gelen 16.700 hanelik nüfustan, 40.000’i KazakistanSSC’ye, 30.000’i Özbekistan SSC’ye ve 16.000’i de Kırgızistan’a tahliye edilsin.” emriyle başlıyordu. Tahliyenin, SSCB Halk İç İşleri Komiseri Beriya tarafından 1944 yılı Kasım ayında gerçekleştirmesi isteniyordu.
Ahıska Türklerinin malı mülkü de buralara getirilerek iskân edilecek Gürcü ve Ermenilere peşkeş çekiliyordu. Bu hususta şu emirler veriliyordu: “Bölgeye iskân edilen çiftçilere sınır bölgesi için uygun görülmüş miktarlarda arsalar dağıtmak; buradan tahliye edilmiş nüfustan kalan kamu ve hususî bahçe ve bağları yedi yıl vadeli kredi şeklinde yeni gelenlere devretmek; bu bölgeye iskân edilen nüfusu 1945 yılında her türlü vergilerden muaf tutmak; iskân edilenlere Gürcistan Hükûmeti imkân ve fonları çerçevesinde ev hayvanları vermek; boşaltılan bölgeye yeni iskân edilecekleri parasız nakletmek. Taşınma masrafları Gürcistan Hükûmeti’ne özel olarak ayrılmış paralarla karşılanacaktır.”
Bu karar gereğince, 14 Kasım’ı 15’ine bağlayan gece, Türk köyleri askerler tarafından kuşatıldı. Kapılar dövüldü. Birkaç saat içinde, küfür, tüfek ve dipçiklerle köy meydanlarına toplanan halk, kamyonlarla demiryolu boylarına getirilerek hayvan vagonlarına dolduruldu. İnsanlar, haftalar sürecek bir ölüm yolculuğuna çıkarıldılar. Gittikleri yerlerde yıllar sürecek zorbalıklara ve acılara maruz kaldılar. Sürgünü gerçekleştiren L. Beriya, 28 Kasım 1944 tarihli yazıyla, icraatını Stalin’e rapor ediyordu: “Türklerin, Kürtlerin ve Hemşenlilerin Gürcistan SSC sınır bölgesinden tahliye işlemleri tamamlanmıştır. Türkiye’nin sınıra yakın kısmındaki nüfusla akrabalık bağları bulunan söz konusu halkın önemli bir çoğunluğu kaçakçılık yapmakta olup muhaceret eğilimi gösteriyor ve Türkiye istihbarat makamları için casus angaje etme ve çete grupları oluşturma kaynağı teşkil ediyordu. Tahliye işlemlerine hazırlık tedbirleri bu yılın 20 Eylül gününden 15 Kasım gününe kadar alınmıştır. Nitekim tahliyeye tâbi tutulan kişilerin sınırı geçmesini önlemek için Türkiye ile devlet sınırımızın korunma ve gözetimi azami şekilde takviye edilerek kuvvetlendirilmiştir. Adigen, Aspinza, Ahıska, Ahılkelek ve Bogdanovka rayonlarında tahliye işlemleri 15–18 Kasım; Acaristan Özerk Cumhuriyeti’nde ise 25–26 Kasım günlerinde gerçekleştirilmiştir. Toplam 91.095 kişi tahliye edilmiştir. Tahliye edilenleri taşıyan katarlar hareket hâlinde olup Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’daki yeni iskân yerlerine doğru yol almaktadırlar. Tahliye işlemleri düzenli ve olaysız bir şekilde tamamlanmıştır. Adı geçen sınır rayonlarına Gürcistan’ın toprak sıkıntısı çekilen bölgelerinden 7.000 köylü hanesi iskân edilecektir.”
1944 sürgününün tahminî rakamları şöyledir:
Ahıska: 64 köy, 30.000; Adigön: 72 köy, 40.000; Aspinza: 59 köy, 35.000; Ahılkelek: 11 köy, 5.000; Bogdanovka: 2 köy, 5.000 olmak üzere 208 köyle birlikte toplam 115.000 kişi sürgüne gönderilmiştir. Beriya’nın sürgün raporunda tahliye edilen nüfus için verilen 91.000 rakamı doğru değildir. Ciddî kaynaklar, 1926 tarihli resmî rakamı 137.921 olarak vermektedir. Sürgüne gönderilen insan sayısı, bu rakamın üzerinde olmalıdır. Sürgün sırasında cephede bulunan 40.000 kişiyi de bu rakama eklemek gerekir. Böylece sürgün insan sayısı, bir Alman dergisinin verdiği gibi 180.000 kişi olmalıdır.
Ahıska Türklerinin sürgünü yıllarca gizli tutuldu. Batılı gözlemciler, ilk bilgi kaynağının MWD kaçağı Binbaşı Burlizky olduğunu; onun Balkarlar hariç bütün sürgünlerde aktif görev aldığını yazıyorlar. Yirmi beş yıla yakın bir zaman boyunca saklanan bu sürgün, haritacıları da yanıltmış olmalı ki, savaş sonrası haritalarında bile buralar, hâlâ Türklerle meskûn bölgeler olarak gösteriliyordu! Stalin bu sürgünü, Kars ve Ardahan’ı Gürcistan’a ilhak etmek için bir hazırlık mahiyetinde gerçekleştirmiştir. Batılı gözlemciler de bu kanaattedir: “Onların sürgün sebebi, Sovyetlerin, Türkiye üzerine yapmayı düşündüğü bir saldırıda, stratejik önemi olan bu bölgeyi Türk unsurundan temizleme maksadıydı.”
Ahıska Türklerinin sürgününde, Ermeni faktörünü de unutmamalıyız. Zira, Türk-Rus savaşlarında Türke ihanet ettikten sonra, artık bu topraklarda kalamayacaklarını düşünen Ermeniler, Rus ordularının arkasına takılarak Anadolu’yu terk etmiş, Ruslar tarafından bu bölgelere iskân edilmişlerdi. Günümüzde de bu bölgede önemli bir varlığa sahip olan Ermeni unsuru, önce özerklik, sonra da Ermenistan’a ilhak düşüncesiyle faaliyet yapmaktadır.
Ahıska Türklüğü, çok büyük acılar yaşadı. Sürgün yerlerinde, NKVD’nin sıkı kontrol rejimi altında yaşa maya başladılar. Bu ağır şartlarda, açlıktan ve soğuktan, 50.000 kişi öldü.
Cephelerden çok uzaklarda olan Ahıska, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, bu savaştan en kötü hisseyi aldı. Rus-Alman savaşına yaklaşık 40.000 asker gönderen Ahıska’da ziraî işlerde çalışacak erkek kalmamıştı.Sovyetler Birliği uğruna savaşan Ahıska Türklerinin 25.000 kadarı savaşta öldü. Savaştan dönen gaziler ve madalyalı kahramanlar, köylerine döndüklerinde ailelerini bulamadılar. Boş evlerde, kimsesiz sokaklarda akrabalarını aradılar! Onların sürgüne gönderildiklerini öğrenince, Orta Asya yollarına düştüler. Bu çile de yıllarca sürdü. Birçoğu aradıkları yakınlarına hiç kavuşamadılar.
1956 yılına kadar hiçbir Ahıskalı oturduğu köyü terk edemez, akrabasını görmek için komşu köye bile gidemezdi! 31 Ekim 1956’da Yüksek Sovyet, gizli polis teşkilâtının kontrolünde devam eden sıkı rejim şartlarını kaldırdı. Fakat yurda dönüş izni vermedi. Ellerinden alınan malları da iade edilmedi. Ahıska Türklerinin temsilcileri, 1957’de Moskova’ya gelerek vatana dönmek için ilk müracaatlarını yaptılar. Kendilerine, “Siz Azerîsiniz! O hâlde Azerbaycan’a dönebilirsiniz…” diye cevap verildi. 1958’de, bazı aileler bunu kabul ederek, kendi vatanlarına yakın gördükleri Azerbaycan’a geldiler. Buradan Ahıska’ya geçmek kolay olur diye düşünüyorlardı. 1964 Şubatı’nda Taşkent’te yapılan Halk Kongresi’ne diğer sürgün bölgelerinden de gelen 600 civarında delege katıldı. Burada “Millî Hakların Müdafaası İçin Türk Birliği” kuruldu. Başkanlığına da Enver Odabaşev seçildi. 1968 Nisanı’nda Taşkent yakınlarındaki Yengiyol’da yapılan gösteri yüzünden yüzlerce kişi tutuklandı.
Ahıska Türklerinin sürgünü konusunda -açıkça olmasa da- yapılan ilk açıklama, SSCB Yüksek Prezidyumu’nun 30 Mayıs 1968 tarihli kararnamesidir. Böylece Stalin’in cinayetlerinden biri daha su yüzüne çıkmış oluyordu. Bu garip belgede, devletin kusurundan bahsedilmemekte, Sovyetlerin böyle bir meselesi yokmuş gibi bir üslûp kullanılmaktadır!
1968 Kasımı’nda Sovyet KP Merkez Komitesi Sözcüsü B. P. Lakovlev, kendisine gelen Türk temsilci heyetine, vatanları olan Ahıska yöresine dönüşlerine müsaade edileceğini vaad etti. Bu vaade sevinerek Ahıska’ya hareket eden yüzlerce Türk ailesi, mahallî yöneticilerin engellemeleriyle karşılaştılar. Çalışma belgeleri verilmedi, askerlik problemi çıkarıldı ve taşınmak için vasıta verilmedi. Azerbaycan’dan gelenler de Gürcistan hududunda durduruldular. Eşyalarını bırakarak girenler de Gürcü idareciler tarafından sınır dışı edildiler.
Ahıska Türkleri vatana dönüş hareketinin lideri Enver Odabaşev, arkadaşları Muhlis Niyazov, İslâm Kerimov, T. İlyasov’la birlikte Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği’ne müracaat ettiler. 2 Mayıs 1970’te “Biz Türküz!” diye başlayan bir beyannameyi açıkladılar. Bu beyannamede şu görüşlere yer veriliyordu: SSCB yetkili adli makamları ve Bakanlar Kurulu bir tahkikat yapmalı ve biz Türkleri sürgüne gönderenleri cezalandırmalıdır. Yüksek Sovyet Prezidyumu, Türklerin kendi yurtlarına iskân ve milletlerin mevcut determinant haklarını vererek, başkenti Ahıska olmak üzere bir Türk Muhtar Cumhuriyeti veya Özerk Vilâyeti kurulmasını kabul etmelidir. Sürgünden dolayı uğranılan zarar ziyan tazmin edilmelidir. Eğer bu talepler yerine getirilmeyecekse Türkiye’ye göç etmemize müsaade edilmelidir. Bu tebliğin yayımlanması çok önemlidir. Zira o güne kadar Batı âlemine ulaşan en aydınlatıcı belge budur. Ayrıca millî kimliklerini en açık şekilde dile getirmeleri de mühimdir. Şu var ki, Sovyet makamları bu tebliğe cevap vermemiştir.
Yine 1970 yılı içinde vatana dönme teşebbüsleri, Gürcistan yetkililerince şiddetle engellenmiştir. O zamanın İçişleri Bakanı olan Eduard Şevardnadze yönetimi, Ahıska’ya dönmek üzere Tiflis’e gelen binlerce Ahıska Türkünü cop, basınçlı su vs. ile geri çevirmiştir.
1972 yılında hareketin yeni önderi Reşit Seyfatov, Sovyet KP Sekreteri Brejnev, BM Genel Sekreteri Waldheim ve Türkiye Başbakanı Ferit Melen’e müracaat etti. Bu müracaatlardan da yazık ki, sonuç alınamadı.
Fergana Olayları ve Yeni Bir Sürgün: 1989 Nisanı’nda Özbekistan’ın Kuvazay kasabasında başlayan bir pazar kavgası, günden güne büyüyerek Ahıska Türklerinin yeni bir felâketine sebep oldu. Özbek Türkleri ile Ahıska Türkleri arasında cereyan eden kardeş kavgasında maalesef kan döküldü. Yüzlerce ölü ve yaralıdan sonra Ahıska Türkleri, yeniden vatana dönme yahut yeni vatan arama yoluna koyuldular. ( Burada kabilecilik duygusunun nelere mâl olabildiğini anlamamız açısından Fergane olayları, Oş olayları ve diğer Türk Toplulukları arasındaki; ister Rus kışkırtması ile ister cehaletin körüklediği kabilecilikle olsun, sonuç; kan, kin, kopuş, ayrışma ve göz yaşıdır. Aziz göz bebeğimiz Türkiye’de yapılmak istenen de Türkleri dilim dilim ayırmak değil midir? Osmanlı son asırları ve Türkiye Cumhuriyetinin yüz yıla yakın kazanımları ile elde edilmiş “Ne mutlu Türküm diyene” anlayışı maalesef berhava edilmek istenmektedir. Bu anlayış, Türkiye’yi, Türkistan ve Kafkasya’nın kabile veya halklar handikabına sürüklemek demektir. Diğer Türk Yurtlarındaki aynı dili konuşan, aynı soydan gelen, aynı kültürü paylaşan öz be öz Türk kardeşlerimizin arasında meydana gelen acı olayları duydukça siyasilerin idarecilerin bunlardan ibret almaması son derece hayret vericidir. Türk adının aziz ve mukaddes olduğunu Türk adını kaybedince mi anlayacağız? Allah korusun! Kardeşin kardeşden korunması için; Rus, ABD, AB, BM askerlerine sığınacağımız günleri mi beklemekteyiz? –Hilmi Özden-)
Ahıska Türkleri, ana yurtları olan eski Türk topraklarını, kurbanlar vererek terk etmek zorunda kaldılar. Kendi dil, din, soy ve kan kardeşlerinden ayrılıp Rus askerlerinin himayesine sığındılar. Savaş uçaklarıyla Rusya’nın iç kesimlerine, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’a taşındılar. 45 yıl öncesinin dehşetini yeniden yaşadılar. Üçüncü, hatta dördüncü defa vatan değiştirmek, yurt edinmek, yuva kurmak zorunda kaldılar.
Bugün: Bugün yarım milyon civarındaki Ahıska Türkü, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Ukrayna, Sibirya ve Kuzey Kafkas ülkelerinde darmadağınık bir hâlde hayat mücadelesi vermektedirler. 1990’lardan itibaren Sovyetler Birliği çözüldü. Bugün, bağımsız bir devlet olan Gürcistan, sudan sebeplerle Ahıska Türklerinin vatana dönüşüne müsaade etmemektedir. Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti tarafından çıkarılan Ahıska Türklerinin Kabul ve İskânına Dair Kanun gereğince bir grup insan getirilerek Iğdır’a yerleştirilmiştir. Bu küçük teveccüh, ıstırap çeken Ahıska Türklüğünün tarihî yarasını sarmağa yetmeyecektir. Kendi imkânlarıyla Türkiye’ye gelip, şurada burada perişan vaziyette hayat mücadelesi veren birçok göçmen aile vardır. Bunların, ikamet, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik problemleri günden güne artmaktadır. Vatandaşlık işlemleri çok yavaş yürümektedir.
Türk ve dünya kamuoyu, bu toplumu artık görmelidir. Ahıska kapılarının açılması için gereken diplomatik çabalar ısrarla sürdürülmelidir. Öncelikle Türk devlet adamları, Ahıska bölgesinin tarihî ve jeopolitik durumunu öğrenmelidirler. Sonra da, Ahıska Türklerini ziyaret için dahi ülkeye bırakmayan Gürcistan’la ciddî görüşmeler yapılmalıdırlar. Devlet erkânımızın bu mesele hakkında yeterli bilgiye sahip olmaması meselenin çözümünü geciktiriyor. Ukrayna hükûmeti, Kırım Türklerinin dönüşüne engel olmamaktadır. Gürcistan hükûmeti de aynı insânî davranışı gösterebilmelidir.
Ahıska Meselesi ve Gürcistan:
Stalin’den sonra gelen Sovyet yöneticileri, Stalin mağduru halkları vatanına iade ederken, Gürcistan, Ahıska sürgünlerini kabul etmemekte ısrar etmiştir. O zamanlar komünist idareciler nasıl hareket ediyorlardıysa, bugünkü Gürcistan yönetimi ve aydınları da aynı, hatta daha seviyesiz iddia ve gerekçelerle bu mazlum insanlara vatan kapılarını kapalı tutmaktadır.
Avrupa Konseyi tarafından Gürcistan’a, Ahıska Türkleri konusunun halledilmesi için belirli bir süre tanınmıştır. Gürcistan ise, onların Türk olmadığı, Mesh halkından olduğu, bu Meshlerin de aslında Gürcü etnik gruplarından biri olduğu iddiasıyla, Ahıska Türklerini vatana kabul etmek için Gürcü adı almalarını şart koşmaktadır. Bilim ve akıl dışı iddialarla ülke yönetimine yön veren N. Lomouri, M. Beridze, Ş. Lomsadze, N. Şengelia, G. Mamulia, E. Batiaşvili gibi şovenist aydınlar, bu düzme tezleri bıkıp usanmadan her vesileyle tekrar etmektedirler.
Gürcü tezinin özeti şudur: XII. yüzyılda Gürcistan’a gelen yüz binlerce Kıpçak Türkü, Hıristiyanlaşmış, Gürcüleşmiş ve Kartvel/Gürcü toplumu içinde eriyip gitmiştir. Bölgede Türk varlığından söz edilemez. Türk denilen insanlar, Osmanlı fethiyle asimile edilmiş Gürcü unsurlarıdır. Dolayısıyla Ahıska Türkleri de Gürcü kökenlidir. Bunlar sürgünden önce Gürcüce konuşuyorlardı, sürgünde ana dillerini unuttular! Onlar, Gürcistan’a Türk olarak giremezler! Gürcü kimliğini kabul etmelidirler!
Gürcü aydınlarının ve devlet adamlarının gözden ırak tutmamaları gereken hususlar şunlardır: Ahıska Türkleri, sürgünden önce de Türkçe konuşuyordu, bugün de… Gürcü Türkologu S. Cikia da onların dili için, “Anadolu Türkçesinin Ahıska ağzı” ifadesini kullanmıştır. Diğer taraftan sosyal, siyasî ve ekonomik meseleleri bulunan Gürcistan, bunlara yenilerini eklememelidir. Ahıska Türkleri, Gürcistan’dan bir şey istemiyor; şimdi boş ve harap durumdaki ata ocağına dönmek için izin istiyorlar. Ahıska ve Ahılkelek’te kümelenen Ermeniunsuru, dün olduğu gibi, bugün de Gürcistan’ın baş belâsıdır. Ermeniler Gürcü parası kullanmamakta, Ermenistan’la ilişkilerini geliştirmektedirler. Bu topluluk, başkaları tarafından kolayca provoke edilebilmektedir. Bugün Ermenilerin Cavak Hareketi, bölgeyi Ermenistan’a bağlama çabası içindedir. Bölgedeki Rus-Ermeni ittifakının Gürcistan’a faydası değil, zararı olacaktır. Türkiye-Gürcistan dostluğu, Ahıska Türklerinin dönüşüyle daha da pekişeceğine kimsenin şüphesi olmamalıdır.” (3)
- (2) (3):Yunus Zeyrek. (2006)Türkiye Ahıska ve Ahıska Türkleri. Ahıska Araştırmaları. ss.9-35. Yunus Zeyrek. (2002) Türkiye Ahıska ve Ahıska Türkleri. Türkler Ansiklopedisi. 25. Cilt. ss. 520-531.
*Bizim AHISKA (Kültür Dergisi). Haberleşme Adresi: P.K.24. Maltepe/ANKARA www.ahiska.org.tr, bizimahiska@ahiska.org.tr
Hilmi Özden