Halim KAYA: “Yılların İzi” / Mahir İz Hatıratı
“MAHİR” BİR MUALLİMİN “İZ”LERİ
Halim KAYA
08.02.2022
Mahir İz ismini ilk okuduğumuz kitaplarda kendisine yapılan atıflarla tanıdım. Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine geçişte kültür ve medeniyet taşıyıcı önemli kişilerden birisidir. Daha sonra “Din ve Cemiyet” isimli kitabını okumuş, biraz daha aşina olmuştuk. Ancak Ahmet Güner Sayar’ın yazdığı “Çekiç İle Örs Arasında Mehmet Akif Ersoy”, “Ahmet Süheyl Ünver Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri” ile “Ahmet Süheyl Ünver’le Sohbetler” kitaplarını okurken kendisine yapılan atıflar, çok önceden aldığım halde bir türlü okuma sırası gelmeyen “Mahir İz – Yılların İzi” kitabını okumamızı öne çekti.
Kitap, Kitabevi yayınlarından 7. Baskı olarak İstanbul’da 2019 yılında 556 sayfa olarak 2000 adet basılmıştır. Önsöz, Niçin yazdım?, Şahsım ve Ailem, babamın Midilli Kadılığı, Balıkesir, Medine Yolculuğu, İstanbul’a Dönüş, Babamın Ankara Kadılığı, Ankara Sultanisi, Hocalık hayatım, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinin Açılışı, Mirliva Mustafa Kemal Paşa, Trabzon mebusu Ali Şükrü, Dikkati Çeken Simalar, Şair Mehmet Akif Bey’le Tanışma, Mustafa Sagir, Ankara’nın Hükümet Merkezi Olması, Şair Mehmet Akif Bey’le Hatıralar, Ömer Ferid Kam, Yüksek Tahsil, İstanbul’daki Hocalıklarım, Ferid Bey’in Kıtaları, Şair Muhyiddin Raif Bey’le Tanışma, Tahirü’l Mevlevi, Fuad Şemsi Bey, Maarif Mekteplerine Dönüş, Edremit Orta Mektebi, İstanbul’a Tayin, hafız Yusuf Cemil Ararat, Şiir ve Edebiyatla Alakadar Mektep Müdürleri İle Toplantılar, Hocalığa Dönüş, Celal Bayar bey, İstanbul İmam Hatip Okulu Müdürlüğü, Yüksek İslam Enstitüsü’nde Vazifelerim, Özel Okul İdareleri, sönmez Neşriyat ve Matbaacılık A.Ş.,Bulunduğum Cemiyetlerdeki İlmi Hadiseler, yakın Dostlar ve Vefalı Talebeler, İndeks, hatıratla Alakalı Resimler başlıkları altında farklı alt başlıklara ayrılmış bölümlerinden oluşmaktadır.
Yılların İzi
28 Ocak 1895 yılında İstanbul’da doğan Mahir İz’in Babası Seyyid İsmail Abdulhalim Efendi, dedesi de Seyyid Mehmet Servet Efendidir. Babası Seyyid İsmail Abdulhalim Efendinin üçü küçükken ölen dokuz çocuğu olur. Amcası Nasuhî Bey’in kayınpederi Yahya Reşid Bey Mısır kadılığından İstanbul’a dönerken halk ‘Yaşasın! Mısırın kadılar kadısı’ diyerek alkışlamış hatta hakkında İngiltere fevkalade Komiseri Lord Krammer Mısır hakkında yazdığı eserinde fezailine dair on bir sayfa yer vermiş ve “Cübbesinin eteğini kirletmiş olsaydı, İstanbul’a beraberinde milyonlar götürebilirdi” (S:7) diyerek övgüyle bahsetmiştir. Aynı Reşid Bey baktığı davanın tarafı Mısırlı Prenses Zeynep Kamil vakfına ait dava için kendisine rüşvet zarfı bırakan bir haremağasının başına zarfı fırlatıp attıktan sonra birde tekme savurmuştur. Kardeşi Fahir İz Mehmet Fuat Köprülü’nün asistanı olur ve asistanlık müddeti nihayetinde doçentliğe kabul edilir.
Enteresan olan şecerelerinde kadılar ve âlimler olan muhafazakâr bir sülalenin çocukları yıkılan bir imparatorlukta çeşitli faaliyetler yaparak bu yıkılışı hızlandırıp destekleyen yabancı mekteplerde tahsil görmekten hiç imtina etmemişlerdir. Mahir iz’in kardeşleri de bu yabancı okullarda okumuştur.
Mahir İz’in ailesiyle birlikte İstanbul’dan Medine’ye gelerek kendisine ders veren hocası Mahmud Necî Efendi “Bir gün sen bu merak ve çalışmayla devam edersen on sekiz yaşına geldiğin zaman Fatih Hocaları arasında ‘müşar’ün –bi’l-menan – Parmakla gösterilirsin’ olursun.” (S:24) der. Mahir İz hocasının kırk yıllık birikimi olan bilgisini on dokuz ayda sorduğu sorularla kendisinde toplamıştır.
İttihat Ve Terakki Karşıtlığı
Mahir İz, İttihat ve Terakki tarafından öldürüldüğünü iddia ettiği iki gazetecinin mahkemelerinin seyri sırasında yazılan her şeyi okuduğunu ve Dersim milletvekili Lütfi Fikri Bey kendisine işkence yapılması hususunda meclis kürsüsünden söyledikleri ve Tevfik Fikret’in yazdıkları dolayısıyla İttihat ve Terakki Fırkasına karşı olduğunu, kendisinin sevip saydığı Şeyhülİslâm Mustafa Sabri, Elmalılı Küçük Hamdi, Adanalı Hayrettin efendiler, Dersiamlardan tanınmış kişilerin, Mehmet Akif [Ersoy] Bey, Babanzade Naim Bey gibi insanların bidayette İttihat ve Terakki’ye katıldıkları ancak sonradan muhalif olduklarını, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, Said Halim Paşa, Hüseyin Hilmi Paşa dibi devlet ricalinin ise görev aldıklarını ifade ederek kendi muhalefetine gerekçe oluşturur gibi bir çaba içindedir. Başkalarının muhalif olduklarını ifade ederek muhalefet etmiştir. Kendisinin babası, dayısı ve amcaları İttihat ve Terakkinin verdiği görevleri kabul etmişler ancak sonradan bu görevlerden ayrılmışlardır, doğru bir karar verebilmek için ayrılış gerekçeleri karşılıklı değerlendirilmesi gerekir. Ayrılışın sebebi doğrudan İttihat ve Terakkinin ortaya koyduğu yönetim felsefesine muhalefet mi, yoksa birlikte çalışmakta anlaşamamak mıdır tespit edilmesi gerekir. Şeyhülİslâm Mustafa Sabri Türkiye Cumhuriyetini kuran kadroların yürüttüğü milli mücadeleye de karşı çıkmış İngiliz işgali altındaki Damat Ferit hükümetinde de görev almıştır. Şimdi bugünden geriye doğru bakarsak işgale göz yummak mı doğrudur? Yoksa istiklal istemek mi doğrudur? Varın cevabını siz verin. Yani görev alanların çalışma esnasındaki uyuşmazlıkları asıl felsefeye karşı çıkmaktan farklıdır. Mesele biraz şahsileşmiş olmaktadır. Kaldı ki İttihat ve Terakki tarafından verilen görevlerden vazgeçmeyen ifa eden bir çoğunluk da vardır.
Karşı Olmaya da karşı olmak gerekir.
Ankara Sultanisinde okurken Fransızca dersine giren Sakallı Celal adlı hocasının kendisine Muallim Naci’nin şiirini sınıf tahtasına yazıp (S:43) arkadaşlarına okumasından ve babasının Ankara kadısı olmasından dolayı dindarlığı nedeniyle sevmediğini, kafayı takıp sınıfta bırakmak istediğini, sosyal demokrat ve komünist olan Sakallı Celalin rejim düşmanı olduğu aktaran Mahir İz, hocası Sakallı Celal’e “Sizi hala huzura kavuşmuş görmüyorum. Siz ne istiyorsanız, ne düşünüyorsanız, hatta şimdiye kadar düşünmediklerinizin hepsini, Mustafa Kemal yaptı. Neden hala memnun değilsiniz?” (S:44) diye sorması üzerine o “Sen hiç tiyatroya gitmedin mi?” diyerek kendisine sorduğunu ve tiyatrodaki rol gibi “İşte bizim Cumhuriyetimiz de ‘Yaşasın Cumhuriyet’ rolünden ibarettir” (S:45) diyerek cevaplamış olduğunu söyler. Bu konuşmadan Mahir İz’in Atatürk’ün yaptıklarından memnun olmadığını, yaptıklarını komünistlerin ve sosyalistlerin, din karşıtlarının istedikleri olduğunu zımni olarak söylediğini ifade edebiliriz.
Sivas Kongresi ve Heyeti Temsiliye kararları doğrultusunda Ankara Sultanisine “Âmâl-i Milliye dâiresinde hareket edeceğime dair ahd ü peyman eylerim” (S:68) yazılı bir taahhütname gönderilir ve bütün memurların imzalaması istenir. İmzalayanlar kongre kararlarına biat edeceğini beyan etmiş olacaktır. Ancak Ankara Sultanisi hocalarının çoğu “Bize dikte ettirilmez, biz ne yapacağımızı biliriz” diyerek bu taahhütnameyi imzalamaz. Heyeti Temsiliyenin Ankara Sultanisine gelişinde Mustafa Kemal Paşanın “Maarifin memleket sathında süratle yayılabilmesi için ne gibi tedbirler alınması geldiği”ni (S:71) sorduğunda İkinci Müdür Ayaşlı ali Rıza bey Arnavutların yaptığı gibi Latin harflerinin kabul edilmesi gerektiğini söyler, ancak Heyeti Temsiliyeden Washington sefiri Ahmet Rüstem Bey şiddetle karşı çıkar ve daha sonra da İtalya ve İsviçre’de neşriyatta bulunmak memlekete daha faydalı olacak gerekçesiyle milletvekilliğinden istifa ederek Ankara’dan ayrılır.
Ankara Sultanisinin matematik hocası süvari Yüzbaşılığından emekli Mustafa Safa Bey Mahir İz’e “Azizim, bu Paşayı görüyor musunuz? Bu, yakında Padişah olacaktır” (S:73) dediğinde cevaben “padişahlık sülaleden gelir” diye yanıtladığını ve akabinde Mustafa Safa Bey’in Şam’da Mustafa kemal ile birlikte görev yaptıklarını ve orada kendisine “haydi seninle çöle açılalım ve bir hükümet kuralım” dediğini ve bu düşüncesinin 20 yıl geçmeden tahakkuk ettiğini anlatır. Mahir İz, o zaman halkın “Cumhuriyet” rejiminden haberi olmadığı için Mustafa Safa Bey’in “Reisicumhur olur” demediğini, “padişah olur” dediğini de ayrıca ifade etmektedir.
“Biz de Meclis’in açıldığı günden itibaren, dört sene Zabıt Kaleminde zabıt kâtipliği, grup şefliği ve zabıt mümeyyizliği ile vazife görmüş olduğumuzdan” (S:89) diyerek Mecliste görev aldığını ifade eden Mahir İz Atatürk aleyhinde mi lehinde mi olduğunu ifade etmeden hakkında da “Mustafa Kemal Paşa’nın azmi, keskin kararı, milleti tanıması, istikbali görüşü dost-düşman bütün tarihçilerin kabul ve tasdik ettiği başlıca vasıflardır. Tabii, siyaseten yahut şahsen veya fikren kendine muhalif olanlar aleyhinde yazmışlar ve yazmaya devam edeceklerdir” (S:89) tespitini yapar. Mahir İz devam ile Atatürk’ün hayatı boyunca üç mühim hüviyet ile tarih önüne çıktığını; bunlardan birinci hüviyetinin meclis tarafından altı ayda bir yenilenmek üzere “Milli Mücadelenin İstiklal Muharebeleri Başkumandanı” seçildiği zaman ki “Başkomutan” Atatürk, ikinci hüviyetinin Osmanlı devletinin tarihi hayatını ikmal etmiş olduğuna kani olduğu ve Türkiye Cumhuriyetini kurup Saltanat ve Hilafeti kaldıran, Teşkilatı Esasiye kanununu kabul eden “İhtilalci” Atatürk, üçüncü hüviyeti de Cumhuriyetin temelleşmesi için zafer kazanmış olan ordunun Başkumandanlık vasfına dayanarak mazi ile alakayı kesen, “Şapka İnkılâbı” ve “Medeni Kanun”, Harf İnkılâbı”nı gerçekleştiren “İnkılâpçı” Atatürk hüviyetleridir (S:89-90).
Yine Mahir İz’e göre Atatürk’ün yapmış olduğu Osmanlı Devletinin ömrünün bitip Türkiye Cumhuriyetinin Kurulmasına, Saltanat ve Halifeliğin kaldırılması kararlarına hoşgörüyle bakan münevverler olduğu gibi büyük bir ekseriyetle münevverlerin şaşkınlık yaşadığı, Şapka Kanununa karşı çıktıkları bastırılan bir isyana teşebbüs ettikleri, Din adamı olmayan, dini hisleri meşkûk bulunan septik münevverler bile şapka inkılabını hoş karşıladığı, ancak harf inkılabına okuyup yazmadan mahrum oldukları için halk tarafından muhalefet gösterilmemiştir.
Mahir İz, harf inkılâbına karşı çıkan Tahir Nadi Bey’in karşı çıkış gerekçesi “Yeni harfler on beş günde öğretilen bir çocuk oyuncağıdır, eski harfler ve imlası on beş senede öğrenilen bir ilimdir.” (S:92) ifadesi olduğunu aktardıktan sonra 31 sayılı dip notta Tahir Nadi Bey hakkında tanıtıcı bilgi verir ve Mustafa Kemal Paşa’nın bütün yaptıklarını anlatan eleştiren uzun bir şiir yazdığını ifade eder ve “İşte bütün yaşlıların, muhafazakârların, istisnasız bütün dindarların kabul ve hazmedemedikleri ancak bu inkılâplardı.” (S:93) diyerek dip notu bitirir. Mahir İz’in anlatımlarında bizim müşahede ettiğimiz şu ki kendisi fikrini beyan etmeden başkalarının Atatürk ve inkılâplar hakkındaki muhalif görüş ve düşüncelerini aktararak bir muhalefet ortaya koymaya çalışmaktadır.
Mahir İz, CHP içindeki vekillerden “inkılâp meclislerinde bulunanlar, tarih önünde hakiki mesul idiler” (S:93) diyerek doğrudan doğruya eleştirilere maruz kalmamak için her yaptığını meclisten kanun olarak çıkararak yaptığını söylediği Atatürk için bunu sorgulayacakların meclise yöneleceğini belirterek Atatürk’ün yaptıklarına onay verenler hakkında kendi kanaati olabilecek ilk cümleyi burada yazıyor. “Kendileri gibi, inanıp da istemedikleri kanunun çıkmasına yardım ederek rey verenler, inkılâpçıların yerine vicdan ve tarih önünde mes’ul olan kimselerdi. Hem bunların içinde hoca efendiler ve hacı efendiler de vardı; sözde bunlar ilim ve iman mümessilleri idiler.” (S:94) diyerek ilim ve imanları konusunda küçülten bir ifade de kullanır.
İttihatçı Karşıtlığı
İttihatçılara o kadar düşmandı ki Celal Bayar ve Eyüb Sabri Bey haricindekileri hep yermiş ve Atatürk düşmanı olarak göstermiş, İttihat ve Terakkili on yıllık süre için “milli felaket ve bozuk düzenli” demiş ve “İttihatçılar birbirine o kadar bağlıydı ki, bir sarıklı dindar ile bir mason ittihatçı birbirleriyle pek çabuk birleşebilirlerdi.” (S:104) ittihatçıların hepsini bir kategoride küçümsemiştir. İzmir suikastından sonra da bütün ittihatçıların “köküne kibrit suyu döküldü” (S:111, Dip Not:40) diyerek sevincini dile getirmiştir.
Mahir İz İttihatçıların (Yenibahçeli Şükrü Bey, Çerkes Ethem’in kardeşi Hüsrev bey, Canbolat Bay, Maarif Nazırı Şükrü Bey, Eyüb Sabri bey) gibi ileri gelenlerin Mustafa Kemal Paşaya tedricen cephe almaya başladığını, aslında kendilerine Anadolu’nun göbeğinde sığınmalarına müsaade eden, Malta’da ki sürgünleri kurtaran, İstanbul Mebusan Meclisindeki arkadaşlarının kendilerine iltihaklarını sağlayan Milli Mücadelenin başındaki Mustafa Kemal’i devirip bir an önce yerine geçmek istediklerini, bu şerefin kendilerine tahsis edilmesini istediklerini ifadeden sonra yukarıda söylediklerine muhalefetle “Fakat o zaman hemen hemen bütün milletin baş eğdiği bir başkumandan vardı” (S:112) diyerek Mustafa Kemal’i az bir münevver kişinin desteklediği çoğunluğun şaşkın bir vaziyette sessizce beklediği, muhalefet ettiği fikriyle çelişmektedir.
“Saltanat ve Hilafet taraftarları, bu mühim inkılabı Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığını sanırlar … ittihatçıların zamanında görünüşte her ne kadar Padişah yerli yerinde oturuyor, selamlık resmi yapılıyor, her şey irade-i seniyyeye iktiran ediyor idiyse de, hakikat-i halde saray ve teşkilatı bir kukla haline gelmişti” (S:113) diyerek de Mustafa Kemal’e zımni bir destek verip ittihatçıları suçlamaktadır. Ayrıca “İttihat ve terakki teşkilatı Milli Mücadele sırasında çok işe yaradı ve milli kurtuluşa büyük hizmeti oldu. Milliyetçiliğin ‘vatan’ mefhumuyla birleştiği noktalarda İttihatçılar büyük milliyetçi idiler. Milli kalkınma ve sanayide öncülük etmişler, fakat milli kültürde Turancılığa kaçmışlardır.” (S:115) Diyerek de Mustafa Kemal’e zımni bir muhalefet sergileyerek başarıdan İttihatçılara pay vermektedir. Bazen Mustafa Kemal’in yaptıklarına bazen de İttihatçıların yaptıklarına ama anlayışının dışındaki her şeye muhalefet etmektedir. Hiç düşünmemektedir ki Osmanlıcılık, İslamcılık taraftarlarının başarısız olması dolayısıyla milliyetçi İttihatçılar, daha sonra da Mustafa Kemal iş başına gelmiştir ve Osmanlıcılar ile İslamcıların da engel olmadığı yıkılan yıkıma giden durumu durdurulamayan Osmanlı devletimizden Türkiye Cumhuriyet devletini kurmuşlardır.
Mahir İz’in müzmin İttihat ve Terakki muhalifliği onu Mustafa kemal’i tercihe zorlamış ve İttihat ve Terakki’yi Atatürk’e karşı gizli bir düşmanlık yapmakla suçlamış ikili yüzlü davranmakla itham etmiştir. Bunu da “Söylenmesi lazım gelen fikirleri ve yapılması lazım gelen işleri, yâni şahsına ve mensup olduğu teşkilata söz getirecek herhangi bir hadiseyi başkasına yaptırıp, kendisi karşıdan zevkyâb olacak ve hiçbir suretle kimse tarafından tenkide uğramayacaktı.” (S:127) diyerek ifade etmiştir.
Din sadece İbadetten mülhem değildir
Mahir İz, “Din kültürünün mücerret ibadetten ibaret olduğu fikri, din bilginlerinin, kütle halinde, kemâline mani olmuştur.” (S:145) diyerek bu genellemenin dışında kalan, kendini yetiştirmiş olan âlimleri de Hızır Bey, İbn-i Kemal, Ebusuûd olarak sıralar ve her devrin yetişmiş âlimleri olabilir dedikten sonra da Cevdet Paşanın hakkında “Asrımızın İmâm-ı Azamı’dır” dediği Kârin-abâdlı Ömer Hilmi Efendi, Meşrûtiyette “ulemâ-yı sitte” olarak adlandırılan Manastırlı İsmail Hakkı Efendi, Tikveşli Yusuf Efendi, Tokadî Şâkir Efendi, Ders vekili Halis Efendi, Mecelle Şârihi Atıf Efendi, Ders vekili Muğlalı Ali Rıza Efendi, Erzûrmî Çelebizâde Hüseyin Hüsnü Efendi, Mecelle Şârihi Haydar Efendi, Mısır Kadısı Yahya Reşit Efendi ve Fetvâ Emîni Nur Efendi’lerin de İstanbul’un medarı iftiharı olduğunu beyan eder. Beyanu-l Hak, Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad dergilerinde yazan Adanalı Hayrettin Efendi, Şeyhülİslâm Mustafa Sabri (Damat Ferit hükümetinde bulunduğu için Mısıra kaçmıştır) Elmalılı Küçük Hamdi Efendi, Babanzade Naim Bey, İzmirli İsmail Hakkı Bey, Bereketzade İsmail Hakkı Bey, Erzurumlu Şeyhülİslâm Musa Kazım Efendi gibi içlerinde bazılarının daha sonra İslamcıların fikir babalarından sayıldığı âlimleri de kalem ve eserleriyle meşhur olmuş benâm ulemadan olarak saymıştır.
Mehmet Akif’in Dostluğu
Mahir İz dostu Mehmet Akif Ersoy’un Mısıra gidişini “Arap Birliği Sekreteri Abdurrahman Azzam Paşa ki o tarihte daha “Paşa” olmamıştı, “Bey”di, İstanbul’a gelip Âkif Bey ile görüşerek, ona El Câmiat’ül-Mısriyye’de (Mısır Üniversitesi’nde) Türk Dili ve Edebiyatı derslerini okutmasını teklif etti.” (S:167) olarak açıklar ve bunu da barınacak evi, tekaüd maaşının olmamasına bağlar. Mısırda Mısır Prenslerinden Abbas Halim Paşa Hilvan’daki konağını Mehmet Akif Ersoy’a tahsis eder.
1931-32 yıllarında Devlet Arşivlerindeki eski evraklar Bulgarlara okka ile satılmış, Sultanahmed’den geçen bu evrakları taşıyan kamyonlardan düşen çuvallardan birini Muallim Naci Bey bulur ve önemli evrak olduğunu görünce “…keyfiyeti derhal Maarif Vekâletine, Başvekalet ve Meclis Riyasetine ayrı ayrı telgraflarla bildirmiş, bunun üzerine hadise üzerinde durulmuş o vakte kadar ne kadar gittiği bilinmeyen evrakın geri kalanı kurtulmuştu.” (S:195)
Mahir İz Edebiyat hocası olması ve zamanın ünlü şair ve yazarlarından oluşan edebiyatçılarla arkadaşlık yapmış olması dolayısıyla “Yılların İzi” hatırat kitabı da bir nevi edebiyat hatıraları olmuş, bazen kimsenin bilmediği, bazen yazarının bile unuttuğu şiirlerden örnekler vermiştir.
Mahir İz, Halıcıoğlu Askeri Lisesinde öğretmen olarak görev yaparken Harf İnkılâbı ile ilgili kanunun çıkarılması için mecliste görüşüldüğü duyulunca zamandan kazanmak için talebeye Latin alfabesini öğretmeye başlamıştır. “Biz Fransızca okuduğumuz için Latin harflerinin Fransızcadaki karşılığının Türkçe telaffuzunu gösteriyordum.” (S:222) tam bu esnada sınıfa Müfettiş Kadri bey girip tahtadaki Latin harflerini görünce “Bize henüz böyle bir emir yoktur” gitmiştir. Bit hafta sonra kanun yasalaşınca iki kurs düzenlenir ve hocalar Latin Alfabesini 15 günde öğretmekle Mahir İz görevlendirilir.
İçtihat, Müçtehit ve Mehmet Akif
Mahri İz’in Mehmet Akif Ersoy’dan “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alarak ilhâmı, /Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslam’ı.” (S:240) Beytini aktarması üzerine 1986 yılında Üniversitede öğrencilik yıllarımda yaşamış olduğum bir hatıramı buraya aktarmam uygun olacaktır. 1986 yılında İstanbul’dan bu gün mütefekkir diye de tanınan daha sonra Mısır El-Ezher Üniversitesinde Arapça okumuş ülkücülükten dönme bir yazarın da olduğu bir grup ile Bursa’da ki ülkücülerden en az 70 kişinin hem abone olarak hem de yeri geldiğinde yazı yazacak diye anlaşarak “Yazı” adlı bir dergi çıkarmıştık. Birinci sayısında İstanbul’daki ekipten birinin yazdığı yazıda milliyetçilik küfürdür diye savunulması dolayısıyla biz dergiden ayrıldık. O dergiyle irtibatını kesmeyen bir arkadaş kantinde “Mehmet Akif sapık, “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alarak ilhâmı, /Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslam’ı.” Diyerek İslam’da reform yapalım, zamanı ihtiyaç ve gelişmelerine göre dini değiştirelim diyor.” Dedi. Ben de hemen bu yanlış bir düşünce Mehmet Akif İçtihat kapısının kapanmadığını yenin bilgiler ışığında zamanın problemlerine müçtehitlerin içtihat yapabileceğini söylüyor. Eğer biz Müçtehit yetiştirirsek onlar içtihat yapabilirler, ya da günümüzde mevcut ilahiyat ve pozitif bilim alanlarından her bilgi sahasında uzman kişilerin katılacağı bir komisyon bu konuda içtihat yapabilir dedim. Kişi bana kızdı ve masadan kalkıp gitti. Bir ay sonra bu kişi elinde “Yazı” dergisi tekrar yanıma geldi ve bana, bak konuştuğumu konuda senin dediğin gibi aynı şeyi dergide yazmışlar. Sen bu konuyu nereden biliyordun dedi. Mehmet Akif lisede Edebiyat hocamızdan çok iyi öğrenmiştik dedim. Mahir İz’in “Etraflıca düşünemeyenlerin bazıları bu beyti okuyunca herkesin kendi başına Kur’an’dan ahkâm çıkarıp içtihat edebileceğini zannederler; beyte bu manayı verirler. Bu; dini, dinin asli hükümlerini, şer’i olanın nelerden ibaret olduğunu onlardan nasıl hüküm çıkarılacağını bilmeyen ve “Usûl-i Fıkh” diye köklü bir ilmin vücudundan haberdar olmayanların verdiği karakuşî hükümdür. Bunlar, Akif Bey’in ilmi hüviyetinden haberdar olmayanlardır.” (S:240) sözünü görenler bizim söylediklerimizin de onun söylediklerine yakın bir ifade olduğunu görülecektir. Ayrıca Mahir İz, Kur’an-ı Kerim ayetlerinin pozitif bilimlerin gelişmesiyle daha anlaşılır olduğundan dolayı yorumlarında bilimin gelişmesiyle değiştiğini ifade eder. Galile ve Newton’dan sonra Kur’an’ın Semaviye ayetlerinin (Yasin Suresi 38. Ayet gibi) yorumunun değiştiğini çünkü bunlardan önce Dünya sabit, gezegen ve yıldızlar onun etrafında dönüyor diye bilinirken bu bilim adamlarından sonra Dünya’nın hem kendi etrafında hem de güneşin etrafında döndüğü isbat edilmiş olduğundan ayetler de bu bilgiler ışığında yorumlanmıştır der.
Mahir İz Bey Öğretmeni, yazıcı memuru olamayan Edremit ortaokuluna atanmıştır. Boş geçen derslerin bir kısmını üzerine almış, öğrencilerin derslerinin boş geçmesine gönlü razı gelmemiştir. Yazıcı Memur işini de Hikmet Oytaş (S:293) isimli bir halkalı Ziraat Mektebi mezunu gence verecek ama kadro olmadığı için maaş veremeyecektir. Bu kişiyi okulda çalıştırır ancak “Paramı kâtibe verdim. Mektebe lazım olan çocuklar da derssiz kalmadılar.” (S:293) diyerek hallettiğini bildirmiştir. Bu gün kendi aldığı para ile öğrenciye faydalı olacak diye başka birine verecek bir Allah’ın kulu çıkar mı acaba? Mahir İz Bey altyapısı tamam olamadan açılan mektepler hususunda da “Memleketi gerçek cehaletin istilası her vilayet mebusunun kendi mıntıkasında orta veya lise açılması için hükümeti sıkıştırmasından ileri geliyordu. Hocayı temin etmeden mektep açmak maarifte bir yara açmak demektir. Maatteessüf bu hal Halk Partisi zamanında başlayarak, her parti hükümetinde devam etti. Rey için halkı memnun etmek, devletin manevi bünyesini baltalıyordu.” (S:293-294) günümüzde de devam eden müzmin bir hastalığa dikkat çekmiştir. Bu günde hocası olmayan, öğrenci barınacak imkânı bulunmayan yerlere Üniversite ve ücra kasabalara Yüksek okul açılmakta, bulunan mesleki yönden kifayetsiz adamlar derslere girmektedir. Mesela açılan hukuk fakültelerinde eğitim ve pedagoji gibi konularla hiçbir bağı olmayan avukatlar, tıp fakültelerinde eczacılar, uzman doktorlar derslere girmektedir.
Mahir İz vatansever ve milliyetperver bir kişilik sahibiydi, bir seferinde Muallimler Cemiyeti faaliyetleri kapsamında Bandırma gezisindeyken Ticaret Odasının vermiş olduğu yemekte gelen bir telgraf üzerine Balıkesir Valisi Salim Bey ayağa kalkarak “Muhterem arkadaşlar! Size bir müjdem var. Lozan ahidnâmesi mucibince bu güne kadar uzatılan kabotajın müddeti sona ermiş ve devlet artık tamamıyla istiklaline kavuşmuştur.” (S:295) diyerek müjdelemesi üzerine Mahir İz Bey yerinden kalkarak Vali Bey’in yanına kadar gelip devletin istiklalini tamamlamış olması dolayısıyla bu şerefe istiklal marşını okumak istiyorum diyerek İstiklal marşının tamamını okuyacak kadar Kabotajın kaldırılması gibi memleket uğrunda yapılan müspet şeyler için heyecan duan birisidir.
Önemsiz gibi görünen iki kelime “Beynamaz Yasakçısı” aslında bize çok şey anlatıyor. Yine Mahir İz’in dipnot bilgisi ile Beynamaz yasakçısı eskiden Cuma namazına gitmeyen esnafları dolaşıp namaz gitmeye zorlayan kişi imiş. Zannedersem Peygamber efendimizin bu konudaki bir hadisi şerifi dolayısıyla uygulanmıştır. Osmanlı Devletinde kişileri namaz teşvik için alınmış bir karar ve uygulama, zorlayıcı bir tedbirdir. Ancak bu gün böyle bir uygulama kimseyi namaza teşvik etmeyeceği gibi sanırım isyana da sebep olur. Mazide kalmış hoş bir uygulama olarak anmak hatırlamak gerek.
Mahir İz Bey Edremit’ten Beykoz’a tayin olduktan sonra fakültede tezini verip mezun olmuştu. Ancak hocası olan Mehmet Fuad Köprülü kendisine hiç yardımcı olmamıştır. 25 yıl fakültedeki hakimiyeti boyunca elinden gelip geçen kıymetlerin elinden tutmadığından yakınır hocasının ve sadece Caferoğlu Ahmet Bey Rusça bildiği için, Nihal Atsız Bey’i de tarih meraklısı olduğu için himaye ettiğini ancak Nihal Atsız Bey’in çelik karakterinin o muhitte yaşamasına izin vermediğini ifadeden de geri durmamıştır. Hocası Fuad Bey hakkındaki düşüncelerini “[Sadettin Nüzhet Ergun Bey, Rıfkı Melûl Meriç Bey ve Mahir İz Beyler] Dışarıda vazifelerimiz olduğumuz için Köprülü hocamızın istediği mesaiyi yapamıyorduk. O da talebenin değerinden çok, istediklerinin yapılmasını arzu ediyordu. Kitabı ile 119 makalesinden başka kütüphanelerden istediği fişler çıkartılacaktı. Talebenin ancak o yolda yetişebileceğine kaniydi.” (S:307) şeklinde ifade ediyordu.
Davasının Adamları
Namık Kemal’in vatan haini diye konuşulduğu bir zamanda Nihad Sami Banarlı vermiş olduğu konferans ile “Namık Kemal’i bütün kıymeti ve meziyetleriyle eski tahtına oturttu.” (S:345) diyen Mahir İz, onun içinde “Nihad Sami Bey tarihi hakikatlere sadık kalarak, onların imhasına çalışanlar karşısında, yılmadan mücadele etmiştir.” ifadesini kullanmaktan hiç sarf-ı nazar etmemiştir. Ayrıca Nihal Atsız Bey ile Nurettin Topçu Beylerin de haklarını teslim etmiş ve “kanaatleri ve fikirleri uğrunda büyük çapta gayretler sarf etmişlerdir. Nihal atsız Bey, tarihi hakikatlerin inkâr edilmemesi; Nureddin Bey ise içtimai bünyenin milliyete dokunmadan Avrupalılaşması fikrini müdafaa etmekteydiler. Nihal atsız Bey tarihçiliği, koyu ve kuvvetli Türkçülüğü ile; Nureddin bey, sosyolojinin milli bünyeye içtihadi bir tarzda tatbikiyle şöhret kazanmışlardır.” (S:348) diyerek yâd-ı cemil ile anmıştır. Ancak bu önemli ve meşhurların arasına daha genç olan gelecek vaat eden Erol Güngör’den “… Töre mecmuasının bir nüshasında, yaşına göre çok olgun sosyolojik bir tahlile girişen Doç. Dr. Erol Güngör Bey’den bu mevzuda çok şeyler beklemekteyiz.” (S:348) gelecekte büyük beklentileri olduğunu da ilave etmiştir.
Kraldan fazla Kralcılar
Gümüşhane Mebusu Zeki Kadirbeyoğlu, hatıratında anlattığına göre kendi tabiriyle “doğana beşik ölene tabut” olduğu ve kurtuluş savaşı sırasında halka yardımcı olmaktan dolayı çok sevilen birsi olması, amcası ve amcaoğlu da Gümüşhane’de üst düzey memuriyetlerde bulunduğu halde, hükümetin istediği adamlara oy vereceksiniz diyen bürokratların engellemesine halkın da onların istediklerine oy vermek istememesi üzerine yaşanılan olaylar sonucunda halk Zeki Beye oy veriyorsunuz diye ikna edilerek ama oylarda başka birinin adını yazarak seçimi yaparlar. Zeki Bey İstanbul’a döner uzun süre takip edilir, muhabbet ettiği kişiler ikaz edilerek konuşmaktan sakınır hale getirilirler, kapısının önüne iki sivil memur dikilir, sokakta ve gittiği yerlerde takip edilir, ticaret yapamaz hale getirilir satış yapamaz elindeki ticari tereyağları bozulur denize döker. Emniyet müdürü tevkif etmekle tehdit eder, Başvekil İsmet Paşa’ya bu durumu arz eden mektup yazar, Kazım Karabekir Paşanın şahitliğine rağmen durum değişmez, en sonunda Gazi Mustafa Kemal Paşaya durum Dolmabahçe sarayında iletilir ve Gazi kızarak “Zeki ne casus, ne de komitecidir; Şarkın harekâtını hazırlayan bir vatanseverdir. Nedir bu, bu kadar tazyik de rezalettir.” (S:407) Devre lazım gelen yerlere gerekli talimatları verir ve takip birkaç yıl sonra kaldırılır. Kraldan fazla kralcılar Başvekil İsmet İnönü’nün, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın bir talimatı olmadan canından bezdiricesine, ticaretinin bitmesine sebep olurcasına Zeki Beyi takip edip çevresini ve ailesini rahatsız etmişlerdir.
Medrese Zihniyeti
Mahir Hoca, Medrese zihniyet ile Medrese kültürünü (S:429) halkın karıştırdığı gibi münevver ve okuryazar kesiminin de karıştırdığını; medrese kültürünün, dini tedrisat alanların sağlam bir dini kültür almaları olduğunu bunun da ancak mesleğin her konusunda yazılmış eserleri okumasa bile en azından fihrist bilgisini edinmesi ile olacağını, Medrese Kültür adının verilmesinin sebebini de öğrencilerin daha önceleri Medreselerde (Mebâdî) alet ilimleri ve (temel) din bilimleri okudukları için mektepler açıldıktan sonra buna “medrese kültür” dendiğini söyleyerek açıklamıştır.
Medrese Zihniyetini ise medreselerde kalite düşmeye başlayınca kitaplar okunarak icazet alınması, ilim talebelerinin aynı kitapları okuyup halka da ancak okudukları kitaptaki bilgileri vermekle yetinmeleri neticesinde dini malumatın donduğunu, kalıplaştığını bu yüzden de herhangi bir ilmi meselenin derinliğine inilmediğini, sadece klasik eserlerin verdiği bilgilerle yetinilmesinin sebep olduğu fikri donukluk ve dar görüşlülüğe sonradan veril isim Medrese zihniyetinin olmuştur, demektedir.
Daha önceden Mektab-i Kuzat ve Nüvvab’da eğitim almış olanlar İmam Hatip Mektepleri dedikleri “İlahiyat Liseleri” açıldıktan sonra burada okuyanlara dil uzatıp tarizle “İmam Hatap” yani “Odun İmam” veya “Odun yetiştiren imam mektebi” diyerek ad takıp karşı çıkmaları da bu Medrese Zihniyetinin” bir örneğidir, der mahir İz. Gerçi daha sonra bizim de gözlemlediğimiz başka bir cemaat bu karalamaya devam etmiş kendisi buralara uzun yıllar boyunca öğrenci göndermemiş, buradan mezun olanların arkasında Kur’an okumayı bilmiyorlar diye namaz kılmamışlardır. Ta ki devlet sadece bu okullardan mezun olanları resmi imam ve hatip olarak almaya başlayıp ve milletinde kadrosu olmayan yerlere İmam hatip mezunlarını ücretini ödeyerek hoca olarak tutmaları nedeniyle kendi mezun ettiklerinin iş bulamaması dolayısıyla kendi kursları boşalmaya başlayınca bu uygulamalardan vazgeçmeye başlamışlardır. Ancak bu meslek erbabına vurdukları kara leke yıllarca din eğitimine karşı olanlar tarafından kendi mezunları için de kullanılan bir karalama olarak devam etti. Mahir İz bu durumda izlenecek yol için şu genel kaideyi izhar eder. “Bir şeyin hepsi elde edilemezse, hepsi birden terk edilmez” (S:430) Yani ne kadarı elde ediliyorsa, ne kadarından istifade imkânı mevcutsa onu ihmal etmeden faydalanmak gerekir. İyi niyet örneği sergileyip buralardan yetişenlerin eksiklerini tamamlamaya çalışmak büyük bir hizmet olur, hem de bütün İmam hatip camiasının itibarsızlaştırılmasına meslek mensupları olarak kendi elleri ile sebep olmazdılar.
İmam Nikâh ve Şapka Kanunu
Mahir İz hoca İmam nikâhı konusunda fıkıh kitaplarında yazan dua ile beraber “mazi sigasıyla söylenen aldım ve vardım” (S:432)sözleri ile kıyılan İmam Nikâhı ya da Dini nikâhın dışındaki resmi Belediye nikâhına müspet bakmayan anlayışı eleştirdiği gibi nikâhın aslının sadece bu sözler olamadığını, Usûl-i Din ana hükümlerine göre “nass”ın bütün işlerin niyete bağlı olduğunu söylediği ve Mecelle’ye de konulan “ Bir işte maksat ne ise, hüküm ona göredir.” ve “Ukudda itibar elfâz ve mebaniye değil, mekasıt ve meaniye göredir.” (S:433) Yani Kaide, ‘akitlerde, mukavelelerde itibar edilecek husus, kullanılan kelimeler değil, o kelimelerle anlatılmak istenilen mamadır.’ Aslında fukuhanın kitaplarına yazdığı dini nikâhtaki “mazi sigasıyla söylenen aldım ve vardım” sözü Mahir iz hocaya göre “… avâmı akdin ciddiyetine iyice inandırmak için bir tedbir idi, başkaca bir delili yoktu” .(S:433)
Bir mevzunun hakkında yazılması ya lehindedir ya da aleyhindedir. Aleyhinde söylenmiş yönleri dile getirmek, eksiğini yanlışını velev ki başkalarının yazdıklarından aktarmak da yapılan eleştirilere iştirak anlamı taşır. “Mademki fikir hürriyetini kanun yasaklamıştır, ona göre kalem kullanmak gerekir.” (S:465) başkasına veren, herkesin de bu şekilde davranması doğal bir savunma saiki olduğu gibi Mahir Hoca da bir suç veya değerinden azaltacak bir davranış olmamakla birlikte hep bu temkinle hareket etmiştir.
Hoca için başlarda varmış olduğum “kendi muhalifliğini başkalarının sözlerini aktararak gizliyor ama muhalefet ediyor” düşüncemden bu yüzden vazgeçmiş değilim ancak burada Şapka ile ilgili yumuşatıcı bir hüküm olarak görüşlerini ortaya koyuyor. Şapkaya karşı çıkanların hataya düştüğünü ve Başa giyilen fötr melon gibi kenarlı şapkalar fıkıh kitaplarında geçen “Kalensüve-i Nasârâ” değildir, diyor. Kalensüve-i Nasârâ’nın yalnız papazların giydiği siyah, yuvarlak başlık olup teslis alameti olmak üzere üç dilim e bölünmüş olduğu ve Hıristiyanlık alameti kabul edilmiş olmasıdır. Sonra herkesin bunu isteyerek giymiş olamadığını, orta yerde bir kanunun olduğunu, dolayısıyla Din âlimlerinin bilmesi gerek ıstılahat-ı fıkhıyede bir “İkrah-ı mülcî” olduğu ve “zerc ve ta’zib” şer’an yasak edilmiş şeyler karşısında bir ruhsat-ı şer’iyye idi. “Binaenaleyh, ceza kanunun müeyyideyi havi olduğu için, “İkrah-ı mülcî” sayılırdı. Bundan dolayı kan dökülmesini intâc edecek olan isyan haram olurdu. ” (S:434) Sözlükte “İkrah-ı mülcî” karşısında; Ölüm veya uzvunu yok etmek, şiddetli vurma ve hapsetme gibi tehditlerle bir kimseyi istemediği şeyi yapmaya zorlama, yazıyor.
Mahir İz hoca Dar’ul Harp (S:433) konusunda da geleneksel fıkhı görüşün karşısında bir görüşileri sürmüştür. Ulemanın Dar’ul İslam olmak için ileri sürdüğü Şeriat Hükümlerini uygulanması mesela hırsızın elinin kesilmesi gibi ileri sürdüğü şart için Osmanlı İmparatorluğunu dar’ul İslam olduğunu ancak hüküm sürdüğü yüzyıllarda kaç hırsızın eli kesildiği sualine cevap veremedikleri için bu izlenen yolun verilen Dar’ul Hap kararı için doğru olmadığını ifade etmiştir.
Mehmet Şevket Eygi’nin günlük yazılarında Müslümanları selâtin camilerinde sabah namazına çağırması Mahir İz hoca tarafından eleştirilmiş ve “Maalesef halk camiasında Müslümanlık camide ve Arafat’ta tecelli etmekte idi; yani camie ve hacca giden halis Müslüman sayılırdı. Hâlbuki cami ve Arafat’taki Müslüman, birçok vecibelerden yalnız ikisini yapan Müslüman’dır.” (S:464) sözlerini söylemiştir. Mahir hocaya göre cami ve hac ibadetlerinden başka Müslüman’ın işlerini yaparken ki tutumuna ve gönüllü olarak zekâtını verip vermediğine ihtiyaç sahibi birilerinin elinden tutup tutmadığına da bakılması gerekiyordu.
SONUÇ
“Yılların İz’i sadece Mahir İz’in hatıratı olmaktan daha ileri bir mana ifade etmektedir. O artık muhtasar bir Türk Edebiyatı Tarihidir. Hatıratta bahsettiği kişilerin hakkında verdiği biyografik bilgiler yanında onların yazdıkları şiirlerden de beklide hiç kimsenin varlığından haberdar olmadığı örnekler verip bazen onları da tahlil ederek nasıl anlaşılması gerektiğini de günümüze aktarmıştır.
Mahir İz Bey ve nesli her ne kadar çalışarak geçimlerini temin etmiş olsa da Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine geçerken son nesil Osmanlı kültür taşıyıcılarıyla temas ederek bu kültürün Cumhuriyete aktarılmasında insanüstü çaba sarf ederek geçmişimizle bağ kurmamıza vesile oldular. Ayrıca savaştan yeni çıkmış ve ihmal edilmiş Türk insanının olmayan kadrosunun açıklarını kapatmak için de gayret göstermişlerdir.
O bağnazlıktan çok uzaktı. Meslek olarak ilahiyatçı, din adamı olmasa da almış olduğu özel din eğitimi ile zamanın din adamları arasında sayılacak bir ömür sürmüş, karşılaşılan problemlere ilim ışığında doğru ve çözümleyici öneriler sunmuş aydın ilmi pencereden ileri görüşü ve bilimin sustuğu zamanlarda basireti açık bir edebiyatçıdır. Günümüz Müslümanlarına da dini ilimlere vakıf ve mütedeyyin modern bir Müslüman örneği olarak karşımızda durmaktadır.
İsmiyle müsemma bir muallim olan Mahir İz, söz ehli olduğunun nişanesi şairane ruh yapısıyla dostları ve öğrencileri üzerinden daima hatırlanacak izler bırakmıştır.