35. Yılında TMFS – Teori
İdeolojik hareketler, genellikle bir veya birden çok sayıdaki teori kitapları ile beslenirler. Uygulama, zaman ve mekân şartlarına göre teoriden bağımsız gelişse de özellikle “Ülkücü” hareketlerde hedeften uzaklaşmamak için “teori”yle barışık olmak gerekir.
Başarılı ve mutlu bir ideoloji teorisyeni olmak, özellikle Türkiye gibi hızlı gelişmekte olan ülkelerde son derecede zordur. Biz bu analizde “dış mihraklar” ve “devlet kuşu” konularına hiç girmeyeceğiz. “Atlı göçebeliğe” ve “yazılı edebiyat alanındaki” zaaflarımıza kadar geri gitmeye de gerek yok.
Bir ideolojik teoriyi çabuk eskitme ve ondan küçük adımlarla uzaklaşma konusunda Türk toplumunun, köle ahlaklı toplumlara özgü “lort korkusu” ve ”kilise cehaleti” gibi standart evrensel hastalıklara pek de benzemeyen farklı müzmin rahatsızlıkları vardır:
1- Hızlı ve çarpık kentleşmenin getirdiği “oynak düşünce zemini”
2- Dünya-ukba dengesizliğinden kaynaklanan “önceliklerin değişkenliği”
3- Eğitim sorunlarına bağlı olarak yaşanan “dil ve anlatım bozukluğu”
4- Siyasi iletişim bozukluğundan kaynaklanabilecek “apolitizm ve eyyamcılık”
5- Osmanlı tarihinin kırsal dinamiklerinden gelen “tımar beyi kültürü”
6- Bunların toplamından kaynaklanan “istikrar eksikliği”
Bu maddelerin her birine uzun ve açıklayıcı birer makale yazmak mümkün; ancak bizim bu mütevazı listeyi yapmaktaki amacımız, bin bir dertle boğuşan toplumu sorgulamak değil, kendi genlerimize göre ilaç tercihinde bulunmak için uygun bir girizgâh yapmaktır.
TMFS’nin Yazıldığı Ortam
Ayhan Tuğcugil(*) tarafından 1977’de kaleme alınan “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi- Teori,” önceki ideoloji kitaplarından farklı olarak uygulama sürerken, yani “araç hareket halindeyken” yazılmıştı. Bu araç, Türk Milletini, TMFS’de öngörülen büyük hedeflere götürmek amacıyla bu teori kitabından 8 yıl önce kurulmuş olan “Milliyetçi Hareket Partisi”ydi.
TMFS- Teori, Komünist gençlik hareketlerinin dünyada tavan yaptığı, Türkiye’de de 40 kadar fraksiyonun harıl harıl “Kızıl Devrim” için çalıştığı bir dönemde yazılmıştır.
O günler, kopyala yapıştır yöntemiyle yazılmış el kadar kızıl teori kitaplarının kaldırımları kapladığı günlerdi. Dönemi yaşayanlar bizdeki malum yabancı hayranlığına bindirilmiş kızıl fraksiyon züppeliğinin ateşli silahlara mermi olarak sürüldüğü o karanlık günleri unutmamışlardır.
Bu yüzden kitabın ilk sayfalarında, zihin gücü ve düşünce sistematiği yüksek bir sayısalcının sükûneti sizi rahatlatsa da satır aralarında kızıl kurşunların izini görebilirsiniz. Kitabın o günkü düşmana ayarlı ilk konu başlıkları, dönemin Ülkücü bir entelektüele taşıttığı gönül yükünü okuyucuya hissettirir. Hele de bu okuyucu bir Ülkücüyse, bir zamanlar yürüdüğü taşlı, sopalı, zincirli kurşunlu ve kanlı yolun kalıcı bir teoriyle nasıl aydınlatılmış olduğuna iftiharla şahit olmaktan kendini alamaz.
Buna rağmen kitapta Marksist teorilerin adam yerine konulduğuna ve ince ince çürütülmeye çalışıldığına pek tanık olamazsınız. Yazar, sadece “bilimsel” olanı ve “tarihi realiteyi” ortaya koymuş, bilim metodunu, tarihin somut bir armağanı olan Ülkücü hareketin yanına alarak, ona “beka tacını” giydirmeye çalışmıştır. Yazar, “kuru ideolojik” ve “politik” olanın yakasını toplanmakla yetinmiş, bir bilim adamına yakışır şekilde, devrimci propaganda kitaplarını ise ciddiye bile almamıştır. Ancak, gençliği bu “yazınsal üç kâğıtçılığın” pençesinden kurtarma idealizmini, kitabın her sayfasında hissetmeniz mümkündür.
Milliyetçilik çapraz ateşe alınmışken, Ülkücüler kurşun yağmuru altındayken bu kadar soğukkanlı bir teori kitabı yazmak için adeta çelik gibi sinirlere sahip olmak gerekirdi. Yazar, bu görevi büyük bir vukufla, vakar ve başarıyla yerine getirmiştir.
TMFS’yi Etkileyen Konjonktür
TMFS’nin yazıldığı günlerde Kapitalizm, henüz “Global sermaye” adını almamıştı ve nükleer başlıklı füze yerine “devşirilmiş STK” kullanmaya başlamamıştı. Varşova paktı bizi bile rahatlatan bir denge unsuru olarak 25.000 nükleer füzesi ve her 1 Mayısta kızıl meydanda kazlar gibi süzülen Kızıl Ordusu ile dimdik ayaktaydı. Yani dünyada bir güçler dengesi vardı.
Komünistler Hızlıydı
Kızıllar, Vietnam’da zafer kazanmıştı. Küba ve Kuzey Kore’ye, Kuzey Yemen, Angola, El Salvador gibi Komünistlerin egemen olduğu ülkeler katılmıştı. İsrail’in çevresinde BAAS’çı Sovyet yanlısı rejimler kurulmuştu. Varşova Paktı’nın en çok sınırı olduğu NATO üyesi Türkiye’ydi.
Türkiye’de sokakta devrimci bir silahlı güç vardı ve anayasal statüyü koruması beklenen Cumhuriyetçiler, hızla Marksistleşmiş, ordu, kışla duvarlarının gerisine çekilmiş; NATO talimnamelerine bağlı olarak pusuya yatmıştı. Milliyetçilerin sokakta yürüme, can, mal ve öğrenim hakları yani beşeri ve siyasi güvenlikleri kendi ellerine bırakılmıştı.
Siyasal İslam Yavaştı
“Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi – Teori” kaleme alındığında henüz İran İslam devrimi gerçekleşmemişti. Kentli nüfusun köylü nüfusa oranı % 35’ti. Kentlerde Cumhuriyetin getirdiği değerlere bağlılık konusunda iyi kötü bir bilinç vardı. “Evdeki İslam”la, çok uzakta belirmeye başlayan “Siyasal İslam” arasında elle kapatılacak kadar küçük bir mesafe yoktu.
Türkiye’de İslam’la siyaseti yan yana getirmeye çalışan Milli Selamet Partisi, Türk olmaktan ve milli olandan rahatsız görünmüyordu. Ağır sanayi, yerli malı, milli görüş, taklitçilikten uzak bir kültür hayatı gibi müspet muhafazakârlığı okşayan görüşleriyle “yanında oturulabilir” bir görünüm arz ediyordu. Bu yüzden de “siyasi ümmetçilik” kavramı belki de ilk kez bu kitapta “reel politik”e yabancı, zayıf bir teorik arayış olarak tasvir edildi.
Liberal Kapitalizm Sorunluydu
Kitabın yazıldığı tarihlerde Türkiye’de kamu sektöründe çalışan vasıflı işçi sayısı özel sektörde çalışandan fazlaydı. (**) Hatta kamu sermayesi ile özel sermaye arasındaki denge, öz kaynaklar bakımından kamu sektörü lehineydi. DPT’nin Özal’la aldığı 24 Ocak 1980 kararlarına kadar da rakamlarda fazla değişiklik olmadı. Türkiye’yi dönüştürecek ve bizi Ülkülerimizden uzaklaştıracak bir sermayeden söz edilemezdi. Dünya çapında ise Liberal Kapitalizm, başındaki komünizm belasıyla uğraşıyordu.
Destabilize edilmiş, iç savaşın eşiğindeki bir ülke, sermeye için hiç de güven verici değildi. Yani sermaye, İçinde Milliyetçilik de bulunan 6 ilkeli anayasaya ve milli kültüre kasteden politik hakimiyet saldırıları yapacak güçte değildi. Türkiye’de asker vesayetini de ihtiva eden statüko, sermeyenin lehineydi. Pervasızca yapılabilecek bir liberal dönüştürme hamlesi, kızıl devrimcileri güçlendirmekten başka işe yaramayacaktı. Sermaye, zaten fiilen devrimci sendikalizmin kuşatması altındaydı ve biricik hedefi statükoyu korumaktı.
Sefer Görev Emri
İşte bu şartlarda kaleme alınan ve Ülkücü hareketin diğer fikir sistemlerinden temel farkını, hem İslam’la hem Atatürk’le, hem maziyle, hem de hal ve gelecekle çelişmeyecek şekilde “ilim metoduna bağlılık” olarak “vaz eden” Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi Teorisi, yazarın dikkati sayesinde durağan bir manifesto olmaktan da korunmuştur.
Şimdi yapılması gereken, ilmi kuşanarak; yeni konjonktüre ve değişen güç dengelerine göre TMFS’yi yeniden harekete geçirmektir. Ülkücü entelektüellerin bugünkü vazifesi “Türk Milletinin bekasına” kasteden sıcak tehlikelere dikkat çekerek; milli ülkümüzün yolunu bilimin sönmeyen meşalesiyle yeniden aydınlatmaktır.
Bu çağrı, Ülkücü fikir erlerine Tarihin yüklediği bir “sefer görev emri”dir.
__________________________________
(*): Prof. Dr. İskender Öksüz’ün müstear adıdır. Kitap künyesi: “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi-Teori,” ANKARA, 1977, Töre-Devlet Yayınları, Numara:39
(**): Bu dönemde toplu is sözleşmelerinin kapsadığı isçi sayısı kamu kesiminde 369.324, özel kesimde ise 220.274’dir. (1973 Türkiye İstatistik