SEVİNÇ ÇOKUM: Türk Edebiyatı Dergisi Tarihine Notlar
1978 Yılında
Türk Edebiyatı Dergisi
SEVİNÇ ÇOKUM
Türk Edebiyatı Dergisi 1977 yılının başından beri, daha önceki iki yıllık sessizliğini gösterdiği gelişmelerle bir çırpıda aşarak bugüne varmış bulunuyor. Dergi gelişirken şartlar ve meseleler de hızla değişerek çalışmalarımızı kuşattı. Bu sebeple varlığını devam ettirme çabasının ötesine varabildik, mi, yoksa fikir ve sanat hayatımızın aldığı yaraları biraz olsun tedavi edebildik mi sorularına cevap vermemiz gerekiyor. Maddi imkânsızlıkların aşılamadığı bir gerçek. Ama kültür ve sanatı, hür düşünceyi zedeleyen bir zihniyete karşı, güzel ve yapıcı olanı ortaya koyabilmek için gayret gösterildiği gözden kaçamaz. En doğrusu derginin bir yıllık muhtevasına şöyle bir bakmak, bundan sonraki çalışmalara, eksikleri bilerek yön vermek.
1978 yılından bu yana Ahmet Kabaklı’nm yazıları daha çok kültür meselemizle ilgiliydi. Bunun yanısıra günümüz sanatı hakkında düşünceleri, Science Fiction üzerine bir yazısı, çeşitli incelemeleri (Zacharias Topelius, İsmail Dede) yer aldı. Yazarın, bugünkü sanat ve fikir hayatına bakışı bir kültür ihtilâlinin yaptığı tahribat üzerinde toplanıyor. Bilinen odur ki, yüz yıldan beri Türk okumuşları dünyaya yeni bir kaygısızlık bilgisizlik modeli getirmişlerdir. En az 1400 yılın yazılı belgeli ve 3000 yılın sözlü kültür mirasına sahip çıkmak cesaretini göstermemişlerdir. Bu acizlik ve tembelliklerine ise bir takım yaldızlı ambalaj kâğıtları kaplayarak: ilericilik, çağdaşlık, batıcılık demişlerdir.» (Kültür İhtilâli ve Aydınlar – Sayı 53) Kabaklı, bu ihtilâlin dilimizi, zevkimizi, hukukumuzu, töremizi, yazımızı, musiki ve mimarimizi hedef aldığını, kültür yıkımında yukarda bahsedilen sözde aydınların, TRT’nin, basının, akademi ve mekteplerin, özel kuruluşların rol oynadığını ifade eder. Kabaklı’nın edebiyat konusunda görüşleri şöyle özetlenebilir: Sanat, hür düşünce ve duyuşa dayanır. Sanat eseri milli dergilerle, kültür hâzineleriyle beslenmelidir. Kendi kültürümüzden kopukluk, sanatta verimsizliğin doğmasına sebep olmaktadır. Dünya edebiyatına kendi kaynaklarımızla beslenen eserlerimizi duyurmalıyız. Bugünün sanatı, kendi şahsiyetimizi bulmakla yaratılacaktır. «Millî duygu-milll renk, öyle bir adamın hevesi, hatta dehası ile meydana gelmez. Denebilir ki milletle yaşıttır. Asırlar boyunca tıpkı yeraltı ırmakları gibi topluluğun alt şuurunda büyük birikimler olmuştur… İşte toplu şuurdaki o birikim milli sanatın hâzinesidir.» (Konargöçerlik. Sayı: 56)
Mehmet Kaplan, birbirini ilgilendiren yahut zıt kavramların konu edildiği özlü yazılarıyla dergide göründü. Kaplan, bazen divan şiirinden bir örnekle, bugünün meselelerine, insanın iç dünyasına eğildi. Bu yazılarda geçen bazı cümleler birer vecize gibi değerlendirilebilir. Meselâ; «Düşünce kargaşalığı .veya anlaşmazlık, kelimelere yanlış mâna vermekten doğar.» (Muhafazakârlık ve Înkılapçılık-Sayı 54), «Tarihe soyut fikirler değil fertleri ve toplumları harekete geçiren inançlar yön verir.» (Hareket ve Atalet Felsefesi – (sayı 57), «Ağacı besleyen damarlar çok derinlerdedir.» (Düşünce Ağacı – Sayı 55)
Kaplan’ın bugünün sanatı ve edebiyatı konusundaki düşünceleri Kabaklı’nın görüşlerinden farklı sayılmaz. «Bugünkü Türk edebiyatının, duygu ve düşünce hayatının cansız oluşunu iki sebeple izah etmek mümkündür. Derin köklerden özsuyu getiren damarların kuruması, dışa kargı kabuklaşma.» (Düşünce Ağacı – Sayı 55). Kaplan’a göre eskilik yeniliğe mani değildir. «Bugün Kur’an’dan ilham alan bir deha dünyaya yeni bir Mevlana, bir Yunus hediye edebilir.»
Altan Deliorman’ın «Eski Bir Albümden Silik Çehreler» adıyla yayımlanan yazıları dergiye bir başka canlılık kattı. Hikâye üslubuyla Babıâli’den portreler çizen Deliorman’ın, bu seri tamamlandıktan sonra başka konular üzerinde aynı tarzda çalışmalar yapması beklenir.
Erol Güngör, bu yılın dergilerinde üç yazısıyla göründü. Sistemli düşüncenin örneği olan bu yazılardan ilki hatıra türüyle ilgili, diğer ikisi «Pornografi ve Edebiyat» adını taşıyan değerli bir çalışmaydı.
Cemil Meriç’in bir yılda iki makalesi yayımlandı. Ayrıca kıymetli bazı kalemlerin Türk Edebiyatına »zaman darlığı» gibi sebeplerle yazmayışlarını hoş görmek de mümkün olmuyor.
Yalçın İzbul’un dilimizle ilgili yazıları başarılıydı. Böylece dergide sanatla ilmin, yanyana yürüdüğünü söyleyebiliriz. İlmî yazılara Nermin Pekin’in (19. Yüzyıl Halk Edebiyatından birkaç Destan), Kaşgarlı İsmail Cengiz’in (örneklerle Uygur Alfabesi), Erdem Yücel’in (İslamda Resim) çalışmalarını da örnek gösterebiliriz.
Vahap Kabahasanoğlu’nun 1978 yılının dergilerinde şiir tahlilleri, tenkitleri yayımlandı. Kabahasanoğlu’nun tahlilde hayli ilerilere vardığı görüldü. M. Halistin Kukul, hem şiirleri hem de nesirleriyle dergiye zenginlik kattı. Şiirde değişik söyleyişlere ulaşan M. Halistin Kukul’un fikir yazılarından gençlerin öğrenecekleri çok şey var.
Derginin yeni yeni imzalara yer verdiği, böylece zengin bir muhtevaya sahip olduğu da bir gerçek. Dursun Gürlek, yazıları sık sık yayımlanan genç yazarlarımızdan biri. Sırası geldikçe bu yeni imzalardan bahsedeceğim. Bir yılın içinde Orhan Tahsin’in Gölge Oyunu ile ilgili incelemesinin, H. Ahmet Schmiede’ nin «Yunus’un Dili ve Çağdaş Azerbaycan» adlı makalesinin, Gül Celkan’ın tercüme yazılarının ilgi topladığını belirtmeliyim. Tercüme yazıların dergide sık sık görülmeyişi eksiklerimizden biri. Deniz Banoğlu’nun bu yıl ancak bir yazısı yayımlandı. Geçen sayıda imzası görülen Yakup Orhan’ın tercümelere devam edeceğini umuyorum.
Kitap tenkitlerine daha geniş yer verme hususu başından beri düşünülmektedir.
Bu konuda Hızır Dağlı’nın günümüz kitaplarını tanıtıcı kısa yazıları, Ali Akmanlar’m ve Mehdi Nüzhet Çetinbaş’ın çalışmaları var. İnci Enginün’ün «Romanımızda Yabancı Okullar Meselesi» (Sayı 61) adlı yazısı, bugünün meselelerine ışık tutması, derin ve ehemmiyetli bir konuyu mukayeseli bir şekilde ele alması sebebiyle dikkati çekti.
Dergide Sabahattin Ardıçoğlu’nun «Eski (Antik) Şehirlerdi A. Emir Osmanoğlu’nun şiir tahlilleri de değerliydi. Çeşitli yazılariyle dergide yer alan diğer imzalar Rıza Akdemir, Önder Göçgün, M. Kâmil Dürüst, M. Çavuşoğlu, Abdullah Satoğlu, Tahir Kutsi Makal, Nail Tan, Nail Uçar, Hasan Arıkan, Gürbüz Azak, Yavuz Akpınar, Metin Eriş, Levon Panos, Veli Şarıtoprak, İlhan Geçer, Hasan Arıkan…
Mülakat ve haber dalında, Emine Işınsu, Osman Nuri Ekiz, Nail Sümbül, Mehmet Menteşoğlu, Kadir Durgun, Mehmet Bütün, Saadet Gültaş, Zeynep Ülgül, Ekrem Demirol, A. Erdan gibi isimlerin çalışmaları oldu. Mehmet Kaplan’m «Tenkit ve Çeşitlerinde (Sayı 53) örnek gösterdiği Ruşen Eşrefin «Diyorlar ki» adlı kitabında olduğu gibi canlı portrelerin çizildiği, tasvirlere yer veren çalışmaların bundan sonraki sayılarımızda yer alması da isteklerimizden birisidir.
Gün Turan «Edebiyat Takvimi»ni devam ettirirken, bu yılın dergilerinde kaybettiğimiz, tanınmış edebiyatçı ve fikir adamlarımızla ilgili yazılar da yer aldı.
Şiir ve hikâyelere – geçmeden önce, her ay dergilerle ilgili tenkitleri yayımlanan Ebru Cangüzel’i de anmalıyız. Cangüzel’in bu çalışmaları ilgiyle takip edilmektedir.
Hikâye dalında Muhtar Tevfikoğlu, Sevinç Çokum, Mustafa Kutlu, Dilaver Cebeci, Ruşen Öztürk, Recep Seyhan, Mehmet Taşdiken, Ahmet Sönmezer, Günerkan Aydoğmuş gibi imzalar göze çarpıyor. Dergiye gelen hikâye sayısı, geçen yıla göre daha kabarıktı. Ne var ki hikâyelerin bir kısmı henüz aranan olgunlukta değildi. Zamanla bu hikâyelerin sahiplerinin de başarı göstereceklerini umuyorum.
Türk Edebiyatı bu yıl hikâyede Ruşen Öztürk, Recep Seyhan, Ahmet Sönmezer, Günerkan Aydoğmuş gibi yepyeni hikayecilerin adlarını duyurdu. Ruşen Öztürk «Bazlama», «Nene» hikâyelerinde üslup ve muhteva bakımından çok başarılıydı. 18 yaşındaki bu genç kızın başarısı şaşırtıcı oldu. Öztürk’ün «Nene» adlı hikâyesinden bir bölümü buraya alıyorum.
»Yaylaları anlatırdı çoğu zaman. Yayla zamanı nasıl hazırlanır, nasıl çıkılır köyden, nasıl geçilir ormanlarından. Sonra kurulan çadırlar… Bir de misafir çadırı kurardık, gelen giden olurdu.» diyor yaşlı kadın. Göğün mavisi, ağacın yeşili… Renkler daha mı fazla arzu uyandırırdı o zaman, saadet daha mı yakındı insana ne? Köpük köpük berrak sular bir meçhule mi akıp gittiler? Söz dönüp dolaşırken düğünlere gelir sıra. Yaşlı kadının kulağında bir halay havası. Çift örgülü kızlar dizi dizi, elinde mendil en başta sürmeli biri, incili, oyalı, pullu örtüler…» (Nene, sayı 59)
Dilâver Cebeci’nin «Tutsak At»ı Türk milletinin geçirdiği değişmeleri ve bugünü ustalıkla çizen bir hikayesiydi. Günerkan Aydoğmuş’un, ardarda devrik cümlelerle yüklü olmasına rağmen şiirli ifadesiyle dikkati çeken bir hikâyesi yayımlandı. «Şahkulunun Hediyesi» Aydoğmuş, Anadolu motiflerini güzel çiziyor. Kültürün, hikâyeyi nasıl başkalaştırdığını bu örnekte görüyoruz. Mehmet Taşdiken, daha çok tasvirlere dayalı bir hikâye tarzını devam ettirirken, Muhtar Tevfikoğlu, «ölümü, insanların zaaflarını, kendi çevresindeki doktor hasta münasebetlerini işleyen hikâyeler yazdı.
Son yılların hikâyelerine köylü, kasabalı, iyice girmiş bulunuyor. Bu tür hikâyeleri yazan genç arkadaşlarımızın başka çevreleri de tanımaları beklenmekle beraber, bilinenin, yaşananın yazılması daha iyi sonuçlar doğurur. Recep Seyhan da köyü, kasabayı yakından tanıyor. .
«Yıldızlar yıldızlar yıldızlar… Samanyolu, mavi ile siyah arası lâcivert renkte sonsuzluğa uzanan irili ufaklı yıldızlar.. Bir kuş ötüyordu. Sesi acı ve yanık. Bu kuşun köydeki adı «ağustos kuşu» idi. Fakat bu isim umumiyetle Ağustos ayında öttüğü için verilmişti.. Kesik kesik öter, «su su» der gibi ses çıkarırdı. Bundan dolayı «su kuşu» da denirdi. (Recep Seyhan – Söğütlü Dere Sayı 60).
Mustafa Kutlu, adını, gücünü kabul ettirmiş bir hikayeci. Yeni hikayecilerin Kutlu’nun tasvirlerini dikkatle okumalarını tavsiye ederim.
«Yönetim Kurulu diye bir takım adamlar.. Bono daha çok pastel renkli bir kâğıttır. Para buruşuk olmamalı. İlk eline geçen paraları ıızun uzun düzeltir, sıraya koyar, kenarından köşesinden hizalardı. Kravatını aynı titizlikle bağlardı. Karısına,, evine, babasına, kardeşlerine hep aynı ölçü, aynı düzen. Rakamları alt alta dizerken tutulan yol. Elektronik Ömer. Böyle diyorlar, gülüyorlar ama alttan alta özeniyorlar, kıskanıyorlar. Bu görüntüyü yaşıyor. Görüntüsü ile aynileşti. Maskesi suratına yapıştı. Hücrelerine karıştı. (Mustafa Kutlu – Bayramdan Kaçanlar – Sayı 54)
Şiirde serbest şekillerle, geleneğe bağlı fakat bugüne seslenen örnekler bir arada görüldü. Halil Karabulut “âşık şiiri”nin usta örneklerini verdi. Aynı tarzda Aşık Murat Çobanoğlu’nun, Ozan Atalay Altunî’nin, Aşık Osman Feymanî’nin şiirleri de yer aldı. Sırrı Kudret Balpişiren, Yunus üzerine yazdığı şiirle dikkati çekti. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, destan, tarih motifleriyle, ölçülü, kafiyeli Türkçeyi en güzel şekilde değerlendiren örnekler verdi. Bu yazımızda şiirleri tek tek ele alıp değerlendirmek mümkün değil. Bir yılın şiirlerinin aynı kültür mirasiyle beslenerek, değişik şekil ve renklere bürünüp bize, bizim dünyamızı anlattığını söyleyebilirim. Bahtiyar Vahabzâde «Mugamlarıyla, Yetik Ozan, değişik, yepyeni söyleyişleriyle, Ahmet Sıvacı iddiasız fakat hissettiren mısralarıyla, Safa Salih Kaplan «sonsuzluk» duygusunu veren, kendi hayatımızı örüp işleyen şiirleriyle dikkatleri çektiler. Pek çok isim değerli başarılı şiirler sundular. Dilaver Cebeci, Bahattin Karakoç, Beşir Ayvazoğlu, Coşkun Ertepınar, İsmail Gerçeksöz, Nevzat Yalçın, Mustafa Miyasoğlu, M. Halistin Kukul, Osman Nuri Ekiz, Nurettin Özdemir, Faruk Nafiz Gürakar, Sadi Samra, M. Zeki Akdağ, Serhat Kabaklı, Meral Kurul, Ali Akmanlar, Ahmet Kanyılmaz, Haşan Kaya Manioğlu, Nejat Eralp… gibi.
1978 yılının şiirini seçtiğimiz mısralarla da değerlendirebiliriz.
Bahtiyar Vahabzade,
«Düştük kara sazağa
Hem kul olduk hem ağa
Konduk azad kuşu gibi
Biz budaktan budağa» derken, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu şöyle sesleniyor:
«Suyu derin diplerini
Uçan bilmez, yüzen bilir,
Geleceği Ulu Tanrı
Olacağı sezen bilir.»
Yetik Ozan bu söz üstüne,
«Bir çatı üstünde iki güvercin
Biri Deli Dumrul, biri Azrail
Birincinin yemi «sevgi» denen kin,
İkincinin yemi bilinmez nedir?» diyor.
Halil Karabulut’un gönlü dolu, der ki;
«Nice devran dönüp geçti
Nice kavim konup göçtü.
Nice ocak sönüp geçti
Neler gördü gözleriniz.»
Beriden Sefa Salih Kaplan gelip sesleniyor:
«Bir türkünün yamacında dinlenir Orta Asya
Yavrularını emzirir sabah akşam ağıtlarla
Dinecek bu yürek yangınları balam
Avuçlarında büyümeye başladı akşam
Bir mendilin köşesinde sakla gözyaşlarını.»
Dilâver Cebeci de aynı duygu içinde.
“Ta uzakta Sarı Irmak kıyısında
Tesbihimin dokuz renkli püskülü…
Sabır gergefinde bir güzel kız;
Benzi Sarı Irmaktan sarı…»
Ve Bahattin Karakoç:
«Bir evlek gökyüzünde
Bir tutam ışık ne ki
Şafaklar yetmez gayrı.»
Sonra Serhat Kabaklı:
«Nevruzlar göğersin can versin dağa
Arif Ağam kalksın, bel vursun bağa
Yeşil renk yürüsün düşsün yaprağa
Ağam, Göllübağ’ın zamanı gelir.»
Nevzat Yalçın âdeta Serhat Kabaklı’ya der gibidir:
«Susma oğul, kanayan güldür, yalnızca o gül
Onlar güler, gül kan ağlar, bu nasıl yazı oğul?»
Ardında M. Halistin Kukul’un sesi duyulur:
«Hüküm giymişim sevgiye
Ey Türkiye, yar Türkiye..»
Sözü İsmail Gerçeksöz alır:
«Ta ki yeni sabahlar başlar,
Sıcak ekmek kokusu doldurur sokakları
Ezanlar ufuklar, tertemiz eder
Çocuk susar,
Afrodit uyur, deniz boyanır maviye.»
Ve Sadi Samra gelir öteden:
«Alırsınız
Bir başkasını, suyu, rüzgârı
İlki ve sonu alırsınız, gitmez sanılan
Evet, açılır geceler,
Evet solar hem de,
Ama alırsınız
Bu tamamlanmamış düşü bile…»
Yunus Özel, geçmiş zamanı duyar:
«Zamanın geçişini anlarsın yalnız
Bir sızı dalgası geçer üstünden
İpi kopuk bir çıkrıktan gelir
Duyduğun sesler..»
Ahmet Sıvacı’nm da duyduğu bir ses vardır.
»Büyük koyu gölgesi ağacın
Korku tetikte
Otlar arasında rüzgâr
Biri gelmekte..»
Miyasoğlu kaybolan bir şeylerin sesini işitir.
«Sebiller sebil değil, kaçar gider yusufçuk.
Kumruları kovalar haylaz bir umutsuzluk.»
Kaybolan, yıkılan şeyler üstüne Coşkun Ertepınar da şöyle seslenir: «Dağım ırmağım demişim
Yarım yüzyıl bu sevgiyi işlemişim
Haydi biçi biçiverin.»
Sonra A. Metin Şahin:
«Kimmiş çalan bu serhat türküsünü
Sazın bir hoş sözün bir hoş aybalam
Çeker gönlüm hep geçmişin yasını
Niye dertli kemanında yay balam
Bekleyenim, tek ümidim yarında
Güneş mutlu doğsun ufuklarımda
Lâle açsın ülkenin baharında
Sen mutlu ol, ben ölem hay hay balam.»
Son yıllarda milliyetçi gençlerin resimde de başarı sağladıklarını, adlarını duyurduklarını belirtmeliyim.
Sayfalarımızı desenleriyle ve fotoğraflarıyla süsleyen arkadaşlarımız, Coşkun Karakaya, Kenan Eroğlu, Günseli Özgür, Fahire Güngör, Necla Keleş, Serhat, Garip Kafkaslı, Suzan, Nihat, Mehmet Başbuğ, N. Gümüş, Seyit Ahmet, Salih Kıral, Osman Altıntaş, Ali Düzgün, Şermin Altunel, Baykara, Hamit, Mustafa Yaman.
1978 yılı içinde yapılan çalışmaların en önemlisi Türk Edebiyat Vakfı’nın kurulmasıydı. Böylece Edebiyat Cemiyeti Türk Edebiyatı dergisinin yanısıra daha da büyük hizmetleri yerine getirme, gerçekleştirme gayesiyle bir vakıf kurulmasına ön ayak oldu.
Türk Edebiyatının Ötüken Yayıneviyle müşterek olarak düzenledikleri Peyami Safa roman yarışmasında edebiyatımız iki eser kazandı. Tahir Kutsi Makal’ın Kamyon adlı romanı bu yarışmada birinci oldu. Tahir Kutsi yıllardır çeşitli eserleriyle adını duyurmuş bir yazar. Ne var ki roman dalındaki çalışmaları henüz yeni sayılabilir. İkinciliği kazanan Ünal Ünner henüz çok genç bir yazar. «Bitmeyen Gece»den sonra çalışmalarına devam etmesi beklenir.
Bu yıl, daha da verimli olmamız, eksiklerin giderilmesi, yeni adların duyurulması ümidiyle…
Türk Edebiyatı Dergisi / Ocak-1979