Prof. Dr. Bahaeddin ÖGEL: ANADOLU’DAKİ TÜRK EL SANATLARI
ANADOLU’DAKİ TÜRK EL SANATLARININ SOSYAL TEMELLERİ
Prof. Dr. Bahaeddin ÖGEL
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi
1950 den az sonra Türk Ansiklopedisi için bir “brokard” maddesi yazılması gerekmişti. Ansiklopedi idarecileri bu maddeye Batı ansiklopedilerinden tercüme ettirmişlerdi. Ancak bunun yeterli olmadığını görmüşlerdi. Bunun için Türklerdeki brokard tekniğinin bu maddeye katılması gereğini duymuşlardı. 0 zamanın şartları ile bunun da benim tarafımdan yazılmasını istemişlerdi. Türk Ansiklopedisine brokard maddesi o günkü şartlarla benim tarafımdan yazılmıştı, üzüntü ile söyleyelim ki, o günden bugüne kadar, yani 30 yıldır, bu gibi konulara herhangi yeni bir ilmi katkıda bulunulamamıştır.
Bundan dolayı Ege üniversitesinin düzenlediği “Anadolu El Sanatları Sempozyumu” nu sevinçle karşıladım. Çünki bu gibi konular, ancak onlarla ilgili akademik alanların kurulması, İlmî metodların geliştirilmesi ile gerçekleşebilir. Şahsen ben, bu konulara yeniden dönemem. Ancak uzun yıllardan beri edindiğimiz tecrübeleri genç nesillere aktarmak ve onların önlerine yeni örnekler sermek de, çok faydalı olacaktır. Bundan dolayı bu sempozyuma büyük bir değer veriyoruz.
Brokard, yani kumaş üzerine altın ve gümüşle işleme, Çin kültürünün bir sembolüdür. Brokard san’atı Çin’de, doruk noktasına erişmiştir. Türkler Anadolu’ya gelmeden önce Bizans’ta da bir brokard geleneği ve kumaşların altın veya gümüşle işlendiği görülmektedir. İpekyolu üzerinde bulunan bütün yerlerde, böyle bir geleneğin görülmesi normaldir. Türkler Anadolu’ya geldikten önce ve sonra, Türkler arasında da brokard san’atı çok yaygındı. Bundan dolayı bu gelenek, bugüne kadar bize de gelmiştir. Derin akademik araştırmaların amacı, yüzeyden bakarak, benzerlikler kurma eğilimi olmamalıdır. Tarihçi, benzer gibi görülen “şeyler ile hadiseler arasında ayrılıkları bulup çıkaran” bir kimsedir. Bizans’tan kalan brokard- ları incelediğimiz zaman, daha çok “dival” tekniğine dayandıklarım görürüz. Bizim eski pazarlarda bunlara, dival işleri de denirdi. Dival işleri için, kadife, tahta, cânfes ve atlas gibi dayanıklı kumaşlar seçilirdi. Kartondan veya buna ben zer şeylerden örnekler yapılıp, kumaş üzerine tegellenir ve bu örneklerin üzerine altın veya gümüş tellerle nakışlar yapılırdı. Bu teknik Osmanlılarda bilhassa “çarşı işleri” arasında da yaşamış ve devam etmişti. “Ev iş i” ve “Çarşı işi” diye ayırma ve bununla ilgili prensipler, Türk kültürü üzerinde araştırma yapacak olanlar için, sıkıca bağlı kalınması gereken iki önemli esastır.
Ev işi, her kavmin binlerce yıllık bir geleneğini taşır. Dış tesirlere kapalıdır. Elbette ki dıştan etkilenmeyen hiç bir kültür yoktur. Ancak bunu abartmamak gereklidir. Her yapılan oya, çevre, elbise ve kaftanın sosyal mânâsı vardır. Her ana, gelin olacak kızı için bir elbise diker, işler ve süsler. Kızı evden ayrılmadan önce ana bir defa veya birkaç defa giydirir, görür; ondan sonra elbiseyi kızının sandığına kor ve gönderirdi. Bu elbise gelin giden kıza veya onun kızının kızları veya oğulları için en değerli bir hatıra olurdu. Bu elbise bir pazar malı değildir. İnsanları insan yapan duyguları ile hisleridir.
Çarşı işleri ise, her türlü tesirlere açıktır. Açık bir pazardır. Bunun için eski Anadolu kültürlerinden gelen mal veya eşyalar da görülebilir. Nitekim geç Osmanlı pazarlarında, Bizans’ın mukavva işi dival tekniği ile yapılmış, brokardlara da rastlamak mümkündür. Ancak Anadolu Türk ve Türkmenlerindeki brokard tekniğinde, hâkim olan teknik, “pamuk bastırma” veya pamuk vatkalardan yapılmış, örnekler üzerine işleme tekniğidir. Bunlar, evde yapılır. İşleme teknikleri ile motifler de, İstanbul’daki çarşı işi brokardlardan ayrılır.
Pamuk vatka konusuna gelmişken, burada eski bir araştırmamızı hatırlatmakta da yarar vardır. 1953 de çıkan “Fatı’h İstanbul” adlı bir anma dergisinde, Fatih Sultan Mehmet’in vatkalı yeleği üzerinde durmuştuk. İki kumaş arasına konan pamuğun dikilmesi yolu ile yapılan bu çeşit elbiseler, bütün Türklerde çok yaygındır. Eski Türklerin köpümek dedikleri bu teknik üzerinde, “Türk Kültür Tarihine Giriş” adlı eserimizin V. cildinde de geniş olarak durmuştuk (S.363-364).
Aslında Türkler, altın sarılı ibrişim veya kılabtan ile kumaş işlemeye Çikin derlerdi. Dede Korkut’ta, “Çiğini kuşlu cübbe don vergil bu oğlana”, deniyordu. (Dİ8,5). Sırma ile işlenmiş bir kuş resmi bulunan bir cübbeden söz ediliyordu.
Dede Korkut Türkmenlerindeki sırmakeşler ile, Bizanstakileri birbirinden ayırmak gereklidir.
Anadolu el işlemelerinde virtuosit’eyi keşfetmek ve zevkin derinlerine inmek de gereklidir. Doğu Anadolu’da kış gecelerinde, kürsü başlarında, aynı nakış veya motifi kadınlar el, değiştirerek ayrı ayrı işlerlerdi. Böylece bir yarışma meydana gelirdi. Aynı tığ, aynı iplik ve aynı motifi işleyen iki ayrı kadının yaptığı işlemeler arasında büyük ayrılıklar görülüyordu. Bunun için işlemeler arasında da bir hüner ve üslup (ski 11) ayrılığı vardır. Bugün artık bunu devam ettirmenin imkânı yoktur. Ancak kolleksiyonlara dayanarak sanayi, bu virtuositeyi keşfedebil ir ve diğer milletlere üstünlük sağlanabilir.
Çin iğnesi üzerinde de özellikle durmak gereklidir. Türklerin Anadolu’ya gelmelerinden önce bu teknik tanınmıyordu. Bu tekniğin gelişip yayılmasında, bir ucu Çin’de bulunan İlhanlı devletinin de büyük rolü olmuştur. Bu çağın resim san’atı, tesirlerini Osmanlı minyatüründe ve hatta mimarisinde bile devam ettirmiştir.
Çin iğnesi, gösteriş bakımından, bizim pesent iğnelerine benzer; ancak teknikleri ayrıdır? Bu iğne çoğu zaman, aynı renk ve ayrı tonun nüanslarının atılması ile yapılır. Çin iğnesi, son yüzyılda da Batıya yayılmıştır. Bunları, eski Anadolu ve Türk tesirlerinden ayırmak gereklidir.
Gelin elbiselerinden, kakma denen kadife gelin elbiseleri, kepez gel in başlığı, gelin kolçakları, şakaktan sarkıtılan köşe adlı süsler, kukul adlı gelin hotozu, serpme ve duvatma denen duvaklamalar, çıkıtlık adlı gel in elbiseleri üzerinde dikkatle ve mukayeseli olarak durmak gereklidir. Çünkü bunların töre ve gelenek bakımından da değer ve mânâları vardır. Dede Korkut kitabında kızın adaklısından gelen kızıl kaftan, kız tarafından giyilir. Bu nişandan sonra gelen, düğüne hazırlık ve rızalıktır. Yine Dede Korkut’ta 40 yiğit ise ak kaftan giyiniyorlar. Anadolu’da sırmalı gel in elbisesine, eğrimi i gibi teknik; girilik, görüm, görüşük gibi töre ve geleneklere göre adlar verirler.
Başlıklar, kızlık ile gelinlik çağının birer sembolü gibidirler. Ortaasya Türklerinde kızlar börk giyinirler. Duvak takınca bu börk başörtüsü ile değiştirilir. Anadolu’daki bazı yorüklerde, gelin alma sırasında al duvak örtülür. Türkmenlerde ise nişan sırasında mavi-al bez örtülür. Gelinlik nişanı olarak kepez bağlanır. Tozak adlı kuş tüyü, tömbek adlı süslü sepet üzerinde de ayrıca durmak gereklidir. Bu başlıklar ile baş örtülerini kimler bağlıyor? Bunu da istatistik olarak tesbit etmek gereklidir. Örnek olarak Karaözü’nde gelin başına beyaz yapık’ı kız anası bağlıyor. Değirmendere’de kızın beline kuşağı, kızın babası belki de bekâret işareti olarak bağlıyor. Ama ne durumda olursa olsun, Sivas’ta dendiği gibi, “bağlasın, bağlasın gelin başını” sözü, yerine getiriliyordu. Anadolu ‘da görümlük, Ortaasya’da körümdük veya küt denilen baş örtüleri, ile duvaklar vardır ki, bunların “gelinin yüzünün tabu olduğu” çağlardan kalma hatıralardır. Kerkük’te gelinler, hamam ve kınanın 3. günü gelinlik elbiselerini çıkarıp, fakirlere verirler ve bundan sonra kendi çeyizlerinden giyinirler. Bu yeni gelinler gelinlik elbiselerini, gelin olacak yoksul kızlara mı veriyorlardı, derleyici burasını karanlık bırakıyor.
KAYNAK: Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları No:18, 1. Ulusal El Sanatları Sempozyumu Bildirileri, Yayına Hazırlayanlar: Öğr. Gör. İsmail ÖZTÜRK Uzman Şerife SEZGİN. Ulusal El Sanatları Sempozyumu lzmir-1984