# Etiket
#EDEBİYAT #GÜNDEM #Öneriler

Öner BUÇUKCU: Türk Milliyetçiliğinin Seyri

KONUK YAZAR: Öner Buçukcu

Ziya Gökalp’ten Osman Turan’a:

Türk milliyetçiliğinin seyri

Türkiye’de milliyetçilik düşüncesinin 1960’lı yıllarla birlikte refleksif bir düşünce biçimi almaya başladığı söylenebilir. Bu durumun en güzel örneklerinden birisi Osman Turan’dır. Demokrat Parti’den milletvekili seçilen, 27 Mayıs darbesinin ardından 16 ay kadar hapiste tutulduktan sonra beraat ettirilen, 1965’te Adalet Partisi’nden yeniden milletvekili seçilen Osman Turan hem yayınladığı metinlerle hem de siyasal pratiğiyle ciddi bir önemi haiz gözükmektedir. Özellikle ciddi metinlerinin neredeyse tamamını 1969’da siyaseti bıraktıktan sonra vermiş olması ilgi çekicidir. En bilinen eseri Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi başlıklı çalışması olmakla birlikte İslâmiyet öncesi Türkler ve yaşayışları üzerine yaptığı çalışmalar dolayısıyla Claude Cahen ve Irene Melikof gibi müsteşrikler tarafından da ilgiyle izlenmiştir.

Batılı bıkmışlığı 

Etienne Coupeux, Türk Tarih Tezinden Türk İslâm Sentezi’ne başlıklı çalışmasında Ziya Gökalp’in fikirlerinin Cumhuriyet Türkiye’sinde Osman Turan ve İbrahim Kafesoğlu tarafından geliştirildiğini ifade etmektedir. Ancak Coupeaux’nün yaklaşımının oldukça indirgemeci ve tipik “Batılı bıkmışlığı” ile bütün etkenleri ve verileri bir çuvala doldurma tavrının bir neticesi olduğu söylenebilir. Zira Osman Turan ve İbrahim Kafesoğlu’nun hem milliyetçiliği hem de Türk tarihini yorumlama biçimleri açısından ciddi şekilde farklılaştıkları ifade edilmelidir. Örneğin Osman Turan Selçuklularda feodal bir toplumsal örgütlenme olduğunu ileri sürerken Kafesoğlu Selçuklularda feodal bir toplumsal örgütlenme olmadığı konusunda ısrarlıdır. Turan’ın Gökalp’in fikirlerini “geliştirdiği” düşüncesi de oldukça spekülatif bir yargı olarak not edilmelidir.

Yukarıda da ifade edildiği üzere 1960’lı yıllardaki milliyetçiliğin en belirgin vasıflarından birisi reaksiyoner olma durumudur. Bu reaksiyonerlik büyük ölçüde Sovyetler Birliği’nden algılanan tehdit çerçevesinde anti-komünizm şeklinde biçimlenmektedir. Osman Turan’da da bu durum çok net bir biçimde görülmektedir. Özellikle Yeni İstanbul gazetesinde neşredilen yazılarında anti-komünizmle milliyetçilik arasında kurduğu rabıta dikkat çekicidir. Turan’a göre “Türkiye dünyada komünizme karşı bir kale sayılmaktadır”. Bu durumun sebebi Türk milletinin de komünizme karşı mesafeli olduğuna dair inancıdır.

Ecevit önderliğinde gelişen Ortanın Solu fikrine de benzer bir perspektifle karşı çıkmaktadır. Turan’a göre CHP Genel Sekreteri Ecevit’in Ortanın Solu önerisi komünizmin her müesseseye sızmasına cesaret vermektedir. Öyle ki Turan, Genelkurmay Başkanı Cemal Tural tarafından 1966’da kurum içi yayınlanan ve bir biçimde medyaya yansıyan, komünizm tehlikesine dikkat çeken tamimi, “tahlilî ve tarihî” olarak nitelemektedir. Turan’a göre Türk milleti gibi Türk ordusu da komünizme ve Rus tehlikesine karşı hassastır.

Romantizm vurgusu

Bu noktada ilgi çeken husus Osman Turan’ın “mutedil sosyalizm” gibi bir kavramsallaştırma geliştirerek farklı bir yaklaşım içerisine girmesidir. Osman Turan’a göre milliyetçi, bir yandan demokrasiyi diğer taraftan içtimaî adaleti kendi düşüncesinin ayrılmaz parçaları olarak düşünmektedir. Dolayısıyla bir milliyetçi hürriyet, mülkiyet, serbest teşebbüs ve manevi değerlere saygı gösteren mutedil bir sosyalizm ile ciddi bir çatışma içerisinde değildir, onu meşru bir fikir olarak görür. Bu çerçevede Turan Avrupa’daki bir takım sosyalist doktrinlerin bu yönde bir gelişim gösterdiklerinden bahsederek bu partilerin millî ve dinî esaslara dayanma yoluna gittiklerinden bahsetmektedir.

Osman Turan’ın milliyetçiliğinde anti-komünizmin bu kadar belirgin olmasında politik konumlanmalarının da rolü olduğu söylenebilir. Demokrat Parti’de ve Adalet Partisi’nde siyaset yapması, her iki partinin de politik söylemlerini belirlerken anti-komünizme ve komünist işgal tehlikesine önemli yer ayırmış olması Osman Turan’ın da düşüncelerinin biçimlenmesinde etkili olmuş gözükmektedir. Özellikle Menderes’e atıfla yaptığı bazı tespitler, Menderes’in siyasal kapasitesini açıklarken komünizm tehlikesine ilişkin teyakkuzda olma haline yapmış olduğu atıflar bu düşünceye dayanak teşkil etmektedir.

Bütün milliyetçi hareketlerde romantizm bir ölçüde mevcuttur. Romantizm vurgusu milliyetçi hareketlere entelektüel derinlik kazandırabildiği gibi onlardaki reaksiyoner tavrı belirginleştirip basitleştirebilir, savunmacı bir çizgiyi savunmaya doğru itebilir.

Örneğin Ziya Gökalp’te zaman zaman daha da belirginleşen romantizm onun milliyetçiliğinin entelektüel köklerini derinleştiren bir etki yaratırken Osman Turan’da sığlaştıran, savunmacı bir çizgiyi tahkime yönelten bir pozisyonu daha görünür hale getirmiştir. Örneğin hürriyet ve meşrutiyet fikirlerinin ithal malı olduğunu savunurken bu görüşünü şu şekilde temellendirmiştir: “Türkler siyasî müesseseler dışında, içtimaî bakımdan, dünyanın en demokratik milleti oldukları içinde, cemiyet olarak, ona bağlı bulunan hürriyet ve meşrutiyet fikirlerini zorlayan bir ihtiyaç karşısında bulunduklarını duymamışlardı.”

Osman Turan’ın milliyetçiliğinin en belirgin vasıflarından birisi de Türkçenin yani dilin merkezi rolüdür. Bu bağlamda özellikle dil devrimine ilişkin getirdiği sert eleştiriler dikkat çekicidir. “Milli birlik ve mevcûdiyetimizin temeli olan Türkçemiz cehâlet ve hıyânetin kurbanı olmuş ve dünyada misli görülmemiş bir barbarlık Türkiye’de vuku bulmuş, iptidaî bir kabile dili yaratmaya girişilerek medenî dünyanın acı istihzalarına sebebiyet verilmiştir”. Turan özellikle eski Türk edebiyatı ile bağın kopmasından rahatsızdır. Zira “milletler kendi kültür, şuur ve ideallerini muhafaza ettikçe her istilâ gibi komünist istilâ ve tahakküme karşı da dayanabilmiş ve varlıklarını korumuşlardı.”

Turan’ın dile yönelik bu ilgisi onun milliyetçilik anlayışının Ziya Gökalp’le bağının kurulmasının önemli sebeplerinden birisi olduğu söylenebilir. Bununla birlikte Gökalp’in dile yönelik kurucu tavrı ile Turan’ın dile yönelik tavrı özde farklılaşır gözükmektedir. Gökalp dili milletin kurucu unsurlarından birisi olarak ele alırken Turan dili kültürel alana dahil etmekte ve bunun üzerinden kurucu bir anlam yüklemektedir. Diğer bir deyişle Gökalp Türkçe konuşabilmeyi Türk olmanın temel unsurlarından birisi addederken Turan Türkçeyi daha ikincil düzeyde değerlendirmektedir.

Turan’ın milliyetçilik anlayışının reaksiyoner vasfının belirgin olması onun Tanzimat dönemine ilişkin fikirlerini de biçimlendirmiş gözükmektedir. Turan Tanzimat’ı büyük ölçüde Avrupalılaşma düşüncesinin bir merhalesi olarak değerlendirmektedir. Bu düşünce de Türkü manevi köklerinden koparmaktadır. Turan’a göre Tanzimatçılar gayrimüslimlere daha fazla özgürlük vermenin Avrupa’nın takdirini kazanacağı yanılgısına düşmüşlerdir. Öyle ki Midhat Paşa hilâlin yanına salib (haç) koyarak imparatorluğun bünyesine uygun bir şey yapmayı dahi düşünmüştür.

Tarihi bir leke 

Benzer yanılgıyı tekrarlayan İttihat-Terakki ileri gelenleri de imparatorluk bünyesindeki diğer unsurlara bir takım yeni haklar tanımanın Avrupa’nın takdirini kazanmayı sağlayacağını düşünmüş, Meşrutiyet’in İlânını bu sebeple talep etmişlerdir. Bu yanılgılarının bir neticesi olarak Sultan Abdülhamid’i hal etmeye giden heyetin üyeleri arasında Ermeni ve Yahudi İttihat-Terakki üyelerinin bulunmasını “tarihî bir leke” olarak değerlendirmiştir.

Bununla birlikte İttihatçılar hızla bu fikirlerinden vazgeçmişler, millî duyguyu tahkim eden vatansever bir cepheye dönüşmüşlerdir. Bu durumun ortaya çıkmasında İttihat-Terakki’nin ilk dönem Jön Türklerinden kopmasının payı büyüktür. Zira Ahmet Rıza’nın önerisi Comte’dan mülhem bir dinsizlikten başka bir şey değildir. Bugüne kadar boş yere şöhretinden bahsedilen Prens Sabahattin’in fikirleri ise Türkiye için hiçbir ihtiyaca cevap vermediği gibi İmparatorluğun dağılmasını kolaylaştırıcı bir muhteva arz ediyordu.

Garbın yamaklığı 

Turan’a göre acı hadiseler karşısında irkilen İttihatçılar başta Tal’at Paşa gibi vatansever liderleri olmak üzere anavatanın tehlikede olduğunu görerek İslâmiyetçi-milliyetçi bir mefkûrenin kahramanı olma yoluna girmişlerdir. Bu yola girmeyi kolaylaştıran önemli etkenlerden birisi İttihatçıların Ziya Gökalp gibi bir mefkûreci ile karşılaşmalarıdır. Ziya Gökalp de İttihatçıların takdirine nail olmakla o derece şanslı addedilmek gerekir. Böylelikle İttihat-Terakki kadroları Türkiye’yi bir “milli ölüm kalım cihadına” hazırlamışlardır.

İttihatçılığa karşı yaklaşımı mutedil olan Gökalp’in Kemalizm eleştirisi ise oldukça sert ve belirgindir. Bu eleştirinin dayanağının Turan’ın Tanzimat eleştirisi olduğunu söylemek de mümkündür. Yeni İstanbul gazetesinin 5 Temmuz 1966 tarihli nüshasında yayınlanan “Ey Türk Milleti, Titre ve Kendine Dön! III” başlıklı makalesindeki şu ifadeleri bu bahsi daha anlaşılır kılmak bakımından da hayli ilgi çekicidir: “Avrupalı olmak zannı ile ve aşağılık duygusu ile kendini Şark’tan ve hususiyle İslâm dünyasından ayırdın. Bu suretle bu tarafta yaşayan büyük tarihi mirasını ve liderlik mevkiini inadına kendi elinle israf ettin. Bu gafletle hem Şark’ta ve hem de Garp’ta şahsiyetini kaybettin. Şark’ın efendiliğinden Garbın yamaklığına düştün.”

Turan’ın Tanzimata, İttihatçılığın ilk dönemine ve Kemalizme duyduğu tepkinin en önemli kaynağı olarak ise İslâmiyet(çilik)e ilişkin hassasiyeti gösterilebilir. Turan “İslamiyet’le birlikte Türk milletinin de varlığı ve yokluğu meselesi ile karşılaşmış” bulunduğumuz kanaatindedir. Hıristiyan olan Türk kavimleri yok olurken Türklerin Anadolu’yu vatan yapmaları “İslâmiyetin ve millî kudretin imtizacı” sayesinde mümkün olabilmiştir.

Osman Turan’ın Gökalp’ten etkilendiği ve Gökalp çizgisi üzerinde ilerlediği söylenebilir. Bununla birlikte Türk milliyetçiliğine sosyolojik bir program çizme gayreti ve arayışı içerisinde olan Gökalp’in metinleri ile Osman Turan’ın metinleri arasında tahlilî anlamda ciddi bir farklılık olduğu dikkatten kaçırılmamalıdır. Belki de iki entelektüelin fikirlerini daha iyi anlayabilmek, aralarındaki farkları kristalize edebilmek için Gökalp’in Türk Medeniyeti Tarihi başlıklı çalışmasıyla Turan’ın Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi çalışmasını hem metod hem de muhteva bakımından karşılaştırmak ufuk açıcı olabilir. Bu ise başka bir yazının konusu olacak. 

@onerbucukcu
Öner Buçukcu – Afyon Kocatepe Üniversitesi

Leave a comment