Mahmud Erol KILIÇ: On derviş bir kilimde uyur da…
On derviş bir kilimde uyur da…
Mahmud Erol KILIÇ
Geçen haftaki yazımda Şîrâz ve orada yetişen büyük İslam mütefekkiri Hâfız’dan bahsetmiştim. Hâfız’dan bahsedip de Sa’dî’den bahsetmemek olmazdı. Bu iki İslam mütefekkiri sadece o yetiştikleri bölgenin değil bizim coğrafyamızın İslam anlayışında da müessir olmuş iki büyük âlimdir. Mesela Orta Doğu Arap coğrafyasının İslam anlayışının şekillenmesinde bu iki zatın yeri hemen hemen hiç yoktur. Buraların İslam’ı farklı dinamiklerle şekillenmiştir. Ama Van’dan Saraybosna’ya kadar olan hat üzerindeki İslam coğrafyasında bu iki düşünürün mümtaz yerleri vardır. Eserleri okunmuş üzerlerine şerhler yazılmıştır. İki İslam âlim tabirini kasden kullanıyorum. Hâfız zaten Kur’an hafızı olmayı kendisine mahlas seçmiş, medresede okumuş. Sa’dî-yi Şîrâzî de öyle. 1210 yılında Şîraz’da dünya gelmiş. Bağdat’ta meşhur Nizamiye Medresesi’nde ders görmüş. 30 yıl İslam dünyasının belli başlı ilim merkezlerinde dolaşıp, 14 kere Hac ettikten sonra memleketine dönmüş ve eserlerini yazmaya başlamış. İlahiyat anlayışını ciltler dolusu anlatacak ilmi kitaplar yazmak yerine bir sembol ile pek çok manayı verme metodu olan Sufi metodu benimsemiş ve buna bağlı olarak şiirler ve sembolik hikayeler yazmış. Divanı var. En çok tutulan eseri Bostan ve Gülistan. Bizim geleneksel eğitim müfredatımızda son yıllara kadar bu iki kitap çokça okutulmuştur. 70’li yılların sonuna doğru Fatih Camii’nde rahmetli Sadreddin Yüksel hocanın okuttuğu kitaplardan birisi de buydu. Müdavim olmayan bir talebe olarak zaman zaman o derslere gider dinlerdim. Keşki orta müfredatımızda gençlerimize bu iki kitap üzerine yorum dersleri yapılsa…
Şimdi size onun çok mühim bazı sözlerinden seçmeler yapacağım. Zannetmeyin ki bu sözler bugüne hitap etmeyen ölü kültür parçalarıdır. Evrenselliği yakalamış sözler hala canlıdır. Hem de ne canlı. Bugün Birleşmiş Milletler’in Cenevre ofisinin girişinde bile Sa’dî’nin “Benî âdem a’zâ-yı yek dîgerend…” diye başlayan o meşhur sözü yazar. Hem de pek çok dile tercüme edilerek. Türkçe tercüme olarak der ki;
“Âdem oğulları aynı vücudun uzuvlarıdırlar.
Zira aynı cevherden yaratılmışlardır.
Felek bir uzva elem getirirse, öbürlerinin huzuru kalmaz.
Ey başkalarının acısıyla kaygılanmayan kişi!,
Sana insan demek yakışmaz…”
Herkesin birbirini boğazladığı bir dünyada bundan daha büyük bir insancıl ve barışçı bir felsefe olur mu?. Olmaz her halde ki Birleşmiş Milletler bunu bir kuruluş mottosu olarak almış duvarına nakşetmiş. İnşallah bir gün duvardan kalbe iner. Hem de Orta-Doğu’nun kalbine…
Yine ondan beni her daim etkilemeye devam eden müthiş bir söz:
“Du pâdişâh der iklîmî nekoncend
Velî sad dervîş ber kilîmî bihusbend”
Yani; On derviş bir kilimde uyur da iki padişah bir dünyaya (iklim) sığamaz.
Ondan bazı sözler devşirmeye devam edelim:
Akıllının önünde susmak edepten ise de, sen yeri gelince söylemeğe bak. İki şey insanı çileden çıkarır: söylenecek yerde ağız açmamak, susacak yerde boşboğazlık etmek. İnsan hayvandan konuşmakla üstündür. Ama doğru konuşmazsan hayvanlar senden üstün olurlar… Tam manası ile doğru olduğunu bilmediğin bir sözü söyleme. Eğer cenk eri isen, öyle bir kimseyle savaş ki, ya ona ihtiyacın olmasın, ya da kaçıp ondan kurtulabilesin. Fareyi tutarken kedi aslandır; kaplanla savaşırken ise fareye döner… Kükremiş fille savaşa kalkışan kişi akıllı kimsenin nazarında adam değildir. Gerçek adam odur ki; öfkelense dahi saçma söylemez. Tıyneti kötü olan kişi iyilerin nurunu kabul etmez. Kabiliyetsizi terbiye etmek, kubbede ceviz durdurmak gibidir.. Çorak toprak sümbül bitirmez. Kötülere iyilikte bulunmak, iyilere kötülük etmek gibidir… Demirin küfünü cila vurup gideremezsin. Kara yürekliye öğüt vermenin ne faydası var. Demir çivi taşa girmez ki…
Nimet içinde iken dostluktan söz açıp sana, ‘Kardeşim’ diyeni dost sanma. Dost, dostunun elini onun çaresizliğinde tutan kimsedir.. Dünya dirliği çöl rüzgarı gibi geçti. Acılık da, tatlılık da, güzel de, çirkin de geldi gitti. Zalim sandı ki bize zulmediyor; ettikleri kendi boyunda kaldı, bizden geçip gitti. Yaptığı sözüne uymasa bile, bilgenin sözünü sen candan dinle. İddiacının lafları ise boştur. Uyuyan uyuyanı nasıl uyandırır. Engin deniz taş atmakla bulanmaz. Gücenen bir arif henüz sığ sudur. Kendine zarar gelince katlan. Çünkü affetmekle günahtan arınırsın. Mademki her şeyin sonu topraktır, sen, toprak olmadan önce toprak ol. Asık suratlıdan bir şey isteme, onun kötü huyundan elem duyarsın. Gönlünün gamını anlatacaksan bir kimseye anlat ki, yüzünü görünce ferahlayasın. Dostların sohbetinden ıstırap duyarım. Çünkü çirkin huylarımı güzel gösterirler. Kusurumu hüner ve olgunluk sayarlar, dikenimi gül ve yasemin yaparlar. Nerde o pervasız, küstah düşmanlar ki, bana benim ayıbımı göstersinler…
Kişi nefsinin kötülüklerinden kurtulabilir. İftiracının zannından kurtulamaz. Gücüne güvenip zayıfları ezme. Gerçeği görecek olursan, bil ki sana başka kapı gerekmez. Allah kapısı yeter. O kapıdan ayrılma. Eğer o seni kovarsa hiç kimse istemez. Eğer yüce Allah, taç bağışlayacak olursa, uzat başını. Ama Allah istemiyorsa, otur, başını kaşı. Bir tek kıl ibrişim telinden bile zayıftır. Ama çoğalırsa zincirden bile sağlam olur…
İdrak kulağından gaflet pamuğunu çıkarmalısın ki, ölülerin nasihatını duyabilesin. Ey düşüncesiz, tedbirsiz ve akılsız olan nefis, sen tek yoksulluğun yükünü çek, ama kendini gamla öldürme… Düşmanı dostundan fazla olan kişinin, düşmanı şen, dostu mahzun olur. Toprağın altında iken gönlü diri olan bir ölü, gönlü ölü olarak yaşayan bir bilginden daha canlıdır. Marifet kapısı, kendilerine karşı bütün kapıların kapandığı kimseler için açıktır. Acı yaşamış, acıyı tatmış nice insanlar cennette eteklerini sürüyerek yürürler. Akıl yolu kıvrım üstüne kıvrımlardan başka bir şey değildir ve arifler katında Hak’tan gayrı bir varlık yoktur… Muhabbetin seni toprak etmesinden korkma. O mahvettiği takdirde sonsuzlaşırsın! Toprağın altında değişmedikçe sağlam taneden ot bitmez… Dünya alakası Hakk’a karşı perdedir ve bir neticesi yoktur. Sen ancak bağları kopardığın takdirde vuslata nail olursun… Bir kere serden geçen insan, başına taş ve ok yağmuru yağsa da, dileğinden el çekmez… Eğer mertsen, mertliğinden bahsetme. Sen kendini iyilerden saydıkça kötü olursun… Düşmanın derisini yumuşaklıkla yüzebilirsin. Sertlik gösterdin mi, dostun bile sana düşman olur. Hüner sahipleri, cefa gördükleri halde muhabbet gösterirler. Yolunun yiğitleri, bela okuna hedef olanlardır. Onlar kibir külahını atmışlar, yücelik tacıyla başlarını yükseltmişlerdir. Eğer, şu arif geçinen adam gerçekten dostunu tanısaydı, düşmanla çekişmeğe vakti kalmazdı. Kendisinden fazlasıyla iyilik gördüğün kimseye fenalık etmen insanlık değildir… Aradan bir nice zaman geçmedikçe insanın içyüzü anlaşılmaz. Büyük kalarak yaşamanın şartı odur ki her küçüğün kim olduğunu bilesin…
Kişi kendinden üstününü aramayı fırsat bilmelidir. Kendin gibisiyle vaktini ziyan edersin. Kendi benzerlerinin izinde ancak kendini beğenmişler yürür… Büyüklük gösterişle, lafla olmaz; yücelik dava ile, kuruntu ile elde edilmez. Tevazu yüceliği arttırır, fakat gurur seni toprağa serer.. Sen kendinden bahsetme ki, seni başkaları övsünler. Kendini övdüğün takdirde bunu başkalarından bekleme. Geçmişlerin iyiliklerini an ki, senin de adını gelecekte ansınlar. Birini mevkiinden çıkarırsan, bir müddet geçtikten sonra suçunu affet. Ümit besleyen kimsenin muradını vermek, mahpusun bağını çözmekten bin kat iyidir… İnsan iyilik ümidi ve kötülük korkusu dolayısıyla aklın gereğini benimser… Kurdun kafasını, halkın koyunlarını paraladıktan sonra değil, önce kesmek gerekir…
Hedefe, okun gezi elindeyken nişan ol, ok yaydan fırladıktan sonra değil. Padişahken zulmedersen, padişahlıktan sonra dilenci olursun. Yolu takip etmeyen bedbaht süvari, doğru yürüyen yayadan geri kalır… Senin iyiliğini isteyen kimse, “yolunda şöyle bir diken var“ diyendir. Yolunu kaybedene iyi gidiyorsun demek şiddetli bir zulümdür… Bir iş tedbirle olacaksa düşmanın yüzüne gülmek, savaş çıkarmaktan daha iyidir. Zühd ve takva ile meşgul ol, ama Muhammed Mustafa’yı geçecek kadar değil. Medhü sena ipiyle kuyuya inme, Hatem gibi sağır ol da kendi ayıplarını dinle. Kıyısı görünmeyen bir suda, yüzücünün gururu işe yaramaz.
On adam miktarı konuşan cahilden çekin. Bilginler gibi bir söyle, pir söyle. Emrindekileri bağışlamasını bilmeyenler, bir gün bu insanların affına muhtaç olurlar. Bir cahil için en iyi şey susmaktır. Ne var ki bunu bilseydi zaten cahil olmazdı. Ey Sa’di kimsenin eline bakma. Çünkü veren ancak Allah’tır.
Bir tane de benden olsun; ‘Bilge o kimsedir ki(?) okuyucuyu güncelden çıkarandır’.
11 Şubat 2018 Pazar / Yeni Şafak