# Etiket
##GENEL #ZİYA GÖKALP

Kenan EROĞLU: Ziya Gökalp

Kenan Eroğlu 

ZİYA GÖKALP

Ünlü mütefekkirimiz Ziya Gökalp konusuna devam diyoruz. Bu gün Ziya Gökalp’in küçük kardeşi Nihad Gökalp’ın yazısını sizlere aktarmak istiyorum.

Gökalp’ doğumu, çocukluğu, çevresi, onun hakkında bilinmeyen bazı konuları ele alması bakımından önem arz ediyor.

***

“”MERHUM ZİYA GÖKALP BEĞ’İN DOĞUMU VE ÖLÜMÜ
         (Birinci Bölüm.)
         Nihad GÖKALP
         (Z. Gökalp’ın iki yaş küçük Kardeşi; Emekli Topçu Albay’ı)

         Merhumun doğum tarihi şöyle dursun, ölüm tarihinin bile mezar taşına yanlış yazılı olduğunu, bu kere İstanbul’da içtima eden Müsteşrikler Hey’eti’nden bir zât tarafından basında ifşa edildi.
         Babamızın ölüm tarihi de, merhumun kaç yaşında yetim kaldığını anlatır; ve o yaşta hâmisiz kalan bir çocuğun kendisini bir Ziya GÖKALP olarak milletimize vermesinin ne derece güç, hattâ muhal olduğu halde bir mucize kabilinden mi, yoksa bir baba vasiyetinin verdiği millî meſkürenin samimiyetinden mi ileri geldiğini anlamağa, düşünmeye mecbur kalırız? Bu husustaki fikrimi iyi anlamak için «Küçük-Mecmua»nın 17. sayısındaki «Babamın Vasiyeti» makalesini, hattâ 18. sayısındaki «Hocamın Vasiyeti» ve 19: sayısındaki «Pirimin Vasiyeti» başlıklı makalelerini dikkatle okumak lâzım gelir. Bunun için bu makalelerin birer sureti mümkün ise bu mecmua [«İÇ OĞUZ»] ile neşredilmelidir, fikrindeyim. Bu hususta yardım edebilirim.

Elimizde bulunan «Dîvân-i Hâfız Şîrâzî» adlı bir farsça kitabın iç kapağında babamın elyazısıyla şu hâşiye vardır: «Oğlum ZİYA’nın târih-i vilâdeti fi Safer 1293, fi 11 Mart 1292 Pençşenbih».

Rûmî 11 Mart 1292 tarihi, Milâdî ve bugünkü takvimimizin 23 Mart 1876 tarihine tekabül eder. Babamız Mehmed Tevfik Efendi merhumun ölüm tarihi de yine mezkûr kitapta diğer hâşiyenin yanına merhum Emekli Kaymakam Cemil Asena tarafından şu hâşiye ile yazılmıştır; kısaltarak yazıyorum:  «1307 Hicrî senesinin 19 Recebi ve Rûmî 1305 yılı Şubatının 27 nci Salı günü ezanî saat gündüz saat yediyi yirmi dakika geçerek Diyarbekir Vilâyeti Nüfus Nâzırı Mehmed Tevfik Efendi vefat etti Fî 19 Recep sene 1307 ve fî 27″ Şubat sene 1305 Salı». Ahmet Cemil.

Ziya Beğ’in doğum tarihiyle Babamız’ın ölüm tarihi arasındaki fark şudur: Ziya Beğ ondört yaşına girmeden 12 gün evvel babası ölmüştür. ve babamızın ölümü Milâdîye göre 11 Mart 1890 tarihine tesadüf eder.

Ziya Beğ’in doğumu hakkında acaip bir olay:

Anneannemiz olan Hacı Fatma Hanım okur yazar ve pek olgun ve görgülü, yüksek ruhlu bir hanımdı. Annemiz Zeliha Hanım’ı çok severdi. İki çocuk annesi idi: Biri annemiz, diğeri meşhur Pirinççizâde Arif Beğ merhumdur ki Ermeniler’in ihtilâl teşebbüslerini ve Kürt Milli Aşireti’nin ve Hamidiye Hafif Süvari Aşiret Alayları’nın yağmagerlik ve bu bölge vilâyetlerindeki tahakkümlerini durdurup kendilerinin resmen cezalandırılmalarını, yeğeni Ziya Gökalp Beğ ve halkın yardımıyla temin eden zâttır. .

Hacı Fatma Hanım mezkûr olayı şu şekilde anlatıyordu:

«Annemizin doğum saatleri sancıların başlaması ile anlaşılmış, ebe ve sair yardımcı hanımlar hastaya yardım üzeredirler. Babam Tevfik Efendi selâmlıkta oturup doğum neticesi haberine intizardadır. Hizmetçiye, müsafir gelirse meşguldür diyerek içeri alınmamasını tenbih etmiş bulunuyor. İşte bu sıralarda selâmlık kapısı şiddetle sık sık döğüldüğünden, hizmetçi kapıya gider. Çolu-Hoca diye anılan ibadetle meşgul çok sevilmiş ihtiyar bir zât: “Acele Tevfik Efendi’yi göreceğim” demiş. Hizmetçi aldığı tenbihe binaen: «Efendinin meşguliyetinden dolayı alamıyacağı»nı söylemiş ise de, Çolu-Hoca içeri girmeğe ısrar etmiş. Nihayet Hoca içeriye alınmış. Hoca, Babama: «Biraz sonra bir oğlunuz dünyaya gelecektir; adını ZİYA koyunuz», diye söylemiş ve hemen evi terk etmiştir. Hoca evden çıkar, sokağı döner; bu sırada harem dâiresiyle selâmlık arasında mevcut döner dolap vurulur: «Bir oğlunuz dünyaya geldi» müjdesini hanımlardan biri babama söyler. Babam hemen Çolu-Hoca’yı bulup yanına getirmelerini hizmetçilere söyler. Bunlar Hoca’yı hiçbir yerde bulamazlar.»

Bu olay dolayısıyladır ki Babam, Ziya Beğ’e baba cihetinden kendi dedesi olan Kadı ve Müfti lâkabiyle tanınan meşhur Haci Hüseyin Sâbir Efendi’nin adını yani «Hüseyin Sâbir» ismini verememiştir. O tarihte Babamın babası Mustafa Sıdkı Efendi hâl-i hayatta imiş. Hacı Hüseyin Sâbir Efendi yedi defa kadı ve yedi defa müfti olduğundan, «Kadı ve Müfti» lâkabını almıştır. Yedi defa da Müfti Derviş Efendi ile beraber nefyedilmişlerdir. Babamın anne cihetinden dedesi Müfti Derviş Efendi’dir. Bu zâtle beraber, halka zulmeden Vâli ve sair gayriresmî mütehakkimlerle mücadele etmişler ve bilhassa en son Ermeni Temük Vak’ası’nda bu herifin, kıtlık dolayısıyla, gıdaları kendi anbarında istok etmesi ve Vâlinin fuzuli himayesine dayanarak zahireyi islâm ve hıristiyanlara en fâhiş fiyatlarla satmağa kalkması üzerine, Temük’ün bütün yardımcılarını dedelerimiz tepeleterek, zahireleri umum halka tevzi ettirmişlerdir. İşte böylece halkçı olan bu iki zât, her olayda Devlet Merkezine yazarak muhakeme edilmelerini talep etmişler; Istanbul’a celbolunarak yapılan muhakemelerinde beraat etmişler. Memuriyet vazifeleri iade, dini rütbe ve nişanları terfi edilmiş, hattâ bazan murassa enfiye kutusu, murassa altın saat ve ilmî binişler Padişah tarafından hediye olarak verilmiştir.

Bunlara ait fermanlar amucam Haci Hasib Efendi’nin idi. Bu zât, Babamın ağabeysi idi. Ziya Beğ’e arabî ve farsî ve tasavvuf dersleri verirdi. Evlât olarak bir kızı vardı; vefatında Ziya Beğ, Istanbul’da Mülkiye Baytar Mektebi talebesi iken kızının Ziya Beye nikahlanmasını vasiyet etmiş idi. Ziya Beg Mülkiye Baytar Mektebinin son sınıfında yani dördüncü sınıfta iken, siyasi bir iftira üzerine Diyarbekir’e sürülmüş olarak geldikten sonra Amucamızın kızı Vecihe Hanım’la evlendirdik. Zannedersem 1317 yılında idi. Bu münasebetle Amucam’ın bütün evrakı. Ziya Beg’in eline geçti. Yukarıda yazdığım bu malumat ile ecdadımızın mazisi ve cedlerimizin isim ve hayatlarını Ziya Beg öğrenerek bize de anlatır idi.

Ziva Beg. 9 ay Istanbul’da Taşkışla’da (Mecidiye Kışlası) ve 3 ay da Sultanahmet Meydanına nazır Umumi Hapishane’de kaldıktan sonra 1315 Rumi yılının Şubat ayı içinde mahfuzen Diyarbekir’e menfi edilmiş idi. İstanbul’da ağabeyimi teşyi ettikten bir hafta sonra ben de Erzincan’daki alayıma hareket eyledim ve 16 Mart 1316 da Erzincan’a muvasalat etmiş oldum. (Bazı kitaplarda Ziya Beg’in hapsi ve Diyarbekir’e nefyedilmesi tarihleri pek yanlış yazılmıştır)..

Ziya Beg’in müstear imzalan:

6 ve 26 Ekim 1322. 19 Ocak 1322 ve 15 Şubat 1322 tarihi “Diyarbekir” resmi vilayet gazetesi nüshalarında Ziya Gökalp Beg’in makaleleri vardır. Bunların altındaki imzalar şöyledir: «Meclisi İdarei Vilayet Zabıtkatibi Ziyaeddin». Böyle yazılmasına sebep olan o tarihte Vilayetin valisi bulunan yüksek edip ve àlim Hasan Fehmi Beğ’dir. Meşrutiyetin 10 Temmuz 1324 (23 Temmuz 1908) tarihinde ilan edildiği hatırlanmalıdır.

Vali, tarafından nezaretlere, sadarete ve diğer yüksek teşkilat reislerine meselà Şûrayi

Devlet, Maarif Umumiye Şurası… gibi makamlarla Mabeyni Hümâyûna gönderilen láyihalarla bazı mühim yazıları Ziya Gökalp Beğ’e kaleme aldırırdı Vali bu yazılan çok beğenirdi. Bundan dolayı bir gün Ziva Beğ’e: «Bundan sonra sizin adınız Mehmed Ziyaeddin olsun, demiş Ziya Beğ’de bu yüksek ruhlu milli alini çok sevdiğinden dolayı o tarihten sora yazdığı makalelere Ziyaeddin imzasını koymuştur. Yukarıda bahsedilen 4 nüsha gazetede bu imzası vardır. Yanımda mahfuzdur(**). Meşrutiyeti müteakip gerek Diyarbekir’de çıkardığı «Peyman» gazetesinde ve gerek Selanik’te himaye ettiği “Genç Kalemler” mecmuasındaki yazılarına DEMİRTAŞ, HÜSEYİN SEDAD, TEVFİK VEDAD. MEHDİ ve *** imzalarını koymuştur. Bu gazete ve mecmuaların nüshalarından da yanımda vardır.

DEMİRTAŞ ile *** imzalarının neye delâlet ettiğini bilmiyorum. HÜSEYİN SEDAD, büyük dedemiz Hüseyin Sabir’in addır. TEVFİK VEDAN babamız Tevfik Efendi’nin adıdır. Meşhur alim Giritli Sırrı Paşa iki defa Diyarbekir’e Vâli geldi. Babamı ve Ziya Beğ’i çok severdi. O da Hasan Fehmi Beğ gibi hürriyetçi idi. Sırrı Paşa’nın Sedad ve Vedad adlı iki oğlu Paris’te Yüksek Mühendis Mektebinde okuyorlardı. Babalarını görmek için Diyarbekir’e gelirlerdi. İşte bu Sedat ve Vedad adlarını, Sırrı Paşa’yı çok sevdiğinin

bir hâtırası olarak oğullarına mahlâs vermişti. Ne yazık ki Ziya Beğ’in bu iki oğlu, diğer birkaç kızı gibi, küçük yaşlarda öldüler. Yalnız Senihe, Hürriyet ve Türkân adlı üç kızı yaşıyor.

MEHDİ imzasına gelince, bu 1320 tarihinde doğmuş olan birinci oğlumun adıdır. Buna Mehdi adını Ağabeğim koymuştur. Bir gün kendisinden bunun sebebini sordum: «Neden buna türkçe bir ad vermedin de Arapça Mehdi ismini koydun?», dedim. Bana şöyle cevap verdi: Şimdi milletimizin bir hakiki Mehdi’ye ihtiyacı vardır». Çok esefle söyliyeyim ki bu çocuk da dört yaşında iken Elâziz’de öldü.

Ziya Beğ’in henüz bilmediğimiz müstear imzaları olması muhtemeldir. Ziya Beğ, akraba çocuklarına da, kendi çocuklarına da Sevinç, Tomris, Türkân, Uluğ, Balı,… gibi adlar tavsiye etmişti.


            (*) Bu yazının I. bölümü, «Türk Milliyetçiler Derneği» Diyarbakır Şubesinin çıkardığı “İÇ-OĞUZ” dergisinin 1952 Ocak tarihli 1. sayısında (s. 3-5) neşredilmişti.

            (**) Gökalp’in “Diyarbekir gazetesinde bu imza ile çıkan ilk yazıları Ziya Gökalp’e İlk Yazı Hayatı” adlı kitabımıza alınmıştır.

Not-1: Bu yazı;  “”Doğumunun 80. Yıldönümü Dolayısıyla ZİYA GÖKALP ve açılan Ziya Gökalp 

Müzesi” kitabındaki Nihad Gökalp yazısı, Işıl Matbaası İstanbul 1956, sayfa: 108-109-110-111”” Alınmıştır.

Not-2: Yukarıya aldığı Nihad Gökalp’a ait yazının diline dokunulmamış olduğu gibi yayınlanmıştır.

Leave a comment