Erdem YÜCEL: Necdet Sevinç İçin…
Necdet Sevinç’i de Yitirdik
Erdem YÜCEL
Türk Dünyası Araştırma Vakfı’ndan hiç beklemediğim bir mail aldım; Necdet Sevinç’i yitirmişiz!..
Yıllarca aynı gazete ve dergilerde birlikte kalem oynattığım, milliyetçi cephenin usta, saygın ve önemli kalemlerinden Necdet Sevinç’i yitirmiş olmamıza inanamadım. Evini aradım, eşiyle konuştum; ne yazık ki, haber doğruydu… Altı ay öncesi tutulduğu akciğer kanserinden ötürü Florance Nightingale Hastanesinde 22 Temmuz günü yaşamını yitirmişti. Bugün artık Necdet maddi âlemde yok, yazmış olduğu binlerce makale kitaplarıyla yaşayacak… Ülkücüler her zaman O’nu hatırlayacaklar…
Her canlının ölümü tadacağı bir gerçek ama insan yine de sevdiği dostlarının öleceğini bir türlü düşünemiyor, aklına getirmek istemiyor… Antik çağın ünlü düşünürlerinden Sofokles binlerce yıl öncesi insanın ölümden kaçamayacağını dile getirmişti;“İnsan konuşmayı, yüksek düşüncelerine kanat vermeyi, ülkeler idare etmeyi, soğuk gecenin kırağısından, rüzgârın savurduğu yağmurun oklarından korunmayı öğrenmiştir. Her tedbiri bilir, önüne çıkan hiçbir şeyden şaşırmaz. Yalnız ölümden nereye kaçacağını bilemeyecektir.”
Gerçekten de insanoğlu ölümden nereye kaçacağını bilemiyor, zaten kaçamıyor da…
Mevlana; “Ölüm yalnız eski bir evin yıkılıp yeni bir sarayın yapılması gibidir. Ölüm; perde arkasında mesut bir vuslattır. Fakat böyle saadetli bir vuslata, ferah bir saraya varabilmek için, bütün hayatını bir ölüm hazırlığı diye tanzim etmelidir” diyor.
Din kitapları, düşünürler ne derlerse desinler; bir insanın bir dostunu yitirmesi gerçekten çok acı… Necdet’in ölümünü duyar duymaz kısa bir süre içerisinde yitirdiğimiz gazeteci, müzeci ve akademik dostlar peş peşe gözlerimin önünden akıp gitti… Mehmet Emin Alpkan, Ahmet Kabaklı, Ahmet Topbaş, Abdülkadir Billurcu, İrfan Atagün, M.Ali Yörük, Sahir Özbek, Ahmet Menteş, Metin Pehlivaner, Cevdet Üstündağ, Cenk Alpak, Özcan Duru, Ümit Serdaroğlu, Necati Cumalı ve daha niceleri…
Necdet Sevinç ile yollarımız bir zamanların güçlü milliyetçi gazetesi “Bizim Anadolu” da kesişmişti… O günlerin “Bizim Anadolu” gazetesi milliyetçi çevrenin buluştuğu, bir gazeteydi. Gazetenin sahibi Mehmet Emin Alpkan, yozlaşmamış, çıkarları olmayan, idealist bir patrondu. Yazarlara hiç karışmazdı. Billurcu, Yörük, Yaşar Okuyan, Cemal Anadol ve benim de katıldığım yazarlar kadrosu gerçekten eğilmeden bükülmeden, çıkar gözetmeden, mideden bağlı olmadan yazıyordu. Böyle olunca da bazı çevrelerden tepki, tehdit alıyorduk. Necdet Sevinç, Gaziantep’ten İstanbul’a gazetecilik yapmak için gelmiş, temiz, milliyetçi bir arkadaşımızdı. Gaziantep yerel gazetelerinden sonra Haber ve Durum’da yazdıktan sonra Bizim Anadolu’ya gelmişti. Kısa sürede ülkücü ve gerçek milliyetçi çevrelere kendisini tanıtmış, sevilmiş ve sayılmıştı…
Necdet ile kanımız orada kaynamış, daha sonra Hergün ve Ortadoğu’da yine birlikte köşe yazarlığı yapmıştık… Ben gazeteden ayrıldıktan sonra Necdet, Kurultay ve Günaydın’da yazmış, sonradan yolumuz benim için kısa süreli olsa da Yeniçağ’da yine buluşmuştu…
Necdet ile ara sıra buluşur, geçmiş günleri yâd eder, çoğu zaman da telefonla konuşurduk… Her görüştüğümüzde bir zamanlar, bir basın ve ülkücü okulu olan Bizim Anadolu Gazetesi hakkında bir kitap yazmasını kendisinden isterdim. Yazacağını söylerdi ama ömrü vefa etmedi. Bilmem şimdi iş başa mı düştü…
Necdet Sevinç, basınımızın çok çile çekmiş yazarlarının başında gelenidir. Yazılarından ötürü Asliye Ceza, Ağır Ceza, Sıkı Yönetim, Devlet Güvenlik mahkemelerinde yargılanmış, 12 Eylül darbesinde tutuklanmış, birkaç kez Bayrampaşa, Paşakapısı, Silivri, Kastamonu/Daday, Erzincan/Tercan cezaevlerinde hapis yatmıştır. Yanılmıyorsam 1969 veya 1970 yıllarında Adalet Partisi ile MHP’nin koalisyon yapma teşebbüsüne karşı çıkmış, “Lağım suyuyla pınar suyu birleşemez” başlıklı yazısı o günlerin meclisinde fırtınalar koparmıştı.
Ölümünden sonra MHP Genel Başkanı Bahçeli, “Ülküsünden ve ilkelerinden taviz vermeyen bu dava insanı, ülkücü-milliyetçi harekete gönül verenlerin kalplerinde her daim yaşayacak” diye bir taziye yayınlamış…
Şimdi sanırım Necdet’in ayağına karpuz kabuğu koyan milliyetçi geçinen yazarlar arkasından üzüntülerini dile getirerek, timsah gözyaşlarıyla yazılar yazacaklardır!..
Acaba onları yazarken aynaya bakarak kendi iç dünyaları ile hesaplaşacaklar mı?
Necdet, yaşamında birkaç kez kurşunlanmış, bir keresinde Bizim Anadolu’yu basarak ona kurşun yağdıranlara önündeki yazı makinesiyle karşı koymaya çalışmıştı… Geçmiş günlerle ilgili konuşmalarımızda MHP yöneticilerinin kadir bilmezliğinden hiçbir zaman şikâyet etmeyecek kadar asil bir ruha sahipti…
Arkasında binlerce köşe yazısının yanı sıra, Sanık Yazılar, Yazarını Kurşunlatan Yazılar, Tutanak, Ferman, Ülkücüye notlar, Ajan Okulları, Gaziantep’te Türk Boyları, Osmanlının Yükselişi ve Çöküşü, Osmanlıdan Günümüze Misyoner Faaliyetleri, Eski Türklerde Kadın ve Aile, Osmanlılar da Sosyo-Ekonomi, Arşiv belgeleriyle Tehcir, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Pontus’la hesaplaşma, Duruşmalar ve Acının Tadı isimli kitapları bırakmıştır… Son olarak Gaziantepli Karayılan’ı yazıyordu…
Necdet Sevinç, son yıllarda çok sevdiği, yaşamını verdiği basından, köşe yazarlığından bazı çevrelerce uzaklaştırılmıştı… Buna üzülüyor, ancak bir şey söylemek de istemiyordu…
Ne denir; nur içinde yat aziz dostum… Yerini gerçekten kimse dolduramayacak…