Can Mustafa ÇEBİ: SOSYAL BİLİMLER, DOĞA BİLİMLERİ VE ÜLKÜCÜLÜK
SOSYAL BİLİMLER, DOĞA BİLİMLERİ VE ÜLKÜCÜLÜK
Can Mustafa ÇEBİ
İlim yani bilim için muhtelif tanımlamalar mevcuttur. Doğrudan ve sistematik yoldan elde edilen ve empirik kanıtları temel alan bilgidir veya gözlemlenebilir ve deneysel bir konusu olan ve bu konularda çıkarımlar yapma olanağı sağlayan sistemli bilgiler kümesidir gibi tanımlar bilim için yapılan tanımlardan sadece iki tanesidir.
Bilim kendi içerisinde sınıflandırmaya tabi tutulur. Bu sınıflandırma mucibince bilim ilk olarak ; Matematik Bilimler ve Pozitif Bilimler olarak ikiye ayrılmaktadır. Sınıflandırmanın devamında matematik bilimler ; matematik ve mantık , pozitif bilimler ise doğa bilimleri ve sosyal bilimler olarak alt kategorilere ayrılmaktadır. Doğa bilimleri , astronomi, fizik, kimya, biyoloji v.b gibi konuları incelerken sosyal bilimler sosyoloji,antropoloji,tarih,siyaset,ekonomi gibi konuları kapsamına alır.
Milliyetçilikler , millet özneli fikirlerdir. Dolayısıyla ana ilgi alanları millettir. Milleti oluşturan bütün amiller de büyük oranda sosyal bilimlerin konusudur. Millet bugünde yaşayan bir mevhum değildir. Tarihsel süreklilik içerisinde kendini tanımlandırır. Bunun neticesi olarak da milliyetçiler bir nevi amatör tarihçidir. Yine milletler tarihi varoluşlarını belli bir kara parçası yani coğrafya üzerinde somutlaştırırlar. Bu coğrafi varoluş durumu da yine bir sosyal bilimler konusu olan coğrafyanın milliyetçilerin ilgi alanına girmesine sebep olur. Millet toplumsal bir organizasyondur. Bu sebeple milliyetçiliklerin sosyoloji ile çok yakın bir ilişkisi vardır ve bu ilişki tıpkı tarih ve coğrafya gibi zaruridir. Antropoloji , psikoloji , siyaset , filoloji, ilahiyat, hukuk ve ekonomi gibi diğer sosyal bilim konuları da öznesini millet olarak belirtmiş milliyetçilikler için zorunlu alanlardır.
Bilim özgür bırakılması gereken bir olgudur. Bilim yapan veya yapmaya namzet bireyler de özgür kılınmalıdır. Bu özgür kılınma durumu milliyetçi bireylerde bilim yapma eğiliminin doğal olarak sosyal bilimlere kaymasına neden olmaktadır. Türk milliyetçileri için de büyük oranda aynı durum geçerlidir. Her milletin milliyetçisi gibi , Türk milliyetçileri de kendi milletlerini daha iyi tanımak, tanıtmak , diğer milletlerden üstün yönlerini ortaya çıkarmak, milletinin olmazsa olmaz varlık değerlerini muhafaza etmek ve geliştirerek yarınlara taşıyıp milletini ölümsüz kılmak gayesiyle ilk olarak bu gayelere katkı sunacak bilim alanlarına yönelmektedirler. Hiç şüphe yok ki bu bilim alanları da sosyal bilimlerdir.
Madalyonun diğer tarafında ise dünyayı ve milletleri etkileyen büyük toplumsal dönüşüm ve gelişmelerin temelinde doğa bilimlerinin daha önemli bir yer teşkil ettiği gerçekliği göze çarpmaktadır. Avcı-Toplayıcı toplum modelinden , Tarım toplumuna geçen toplumlar tohumların evcilleştirilmesi ile biyolojiye, sulama kanallarının tesisi için fiziğe, hava şartlarına göre tarımsal üretimi sağlama gibi gayelerle astronomiye atıf yaparken doğa bilimlerinden istifade etmiştir. Tarım toplumuna geçiş ile beraber olgunlaşan devlet, ekonomi, yazı gibi hususlar ise sosyal bilimlerin konusunu teşkil eder. İçinde yaşadığımız Modernizm yani Sanayi Toplumu Modeli tam manasıyla teknolojik gelişmeler neticesinde ortaya çıkmış bir toplum modelidir. Teknolojik gelişmeler de çok büyük oranda doğa bilimlerinde ortaya koyulan çalışmalarla alakalıdır. Bugün hayatımızda artık yokluklarını düşünemeyeceğimiz bütün materyaller doğa bilimleri üzerinden geliştirilen bilimsel çalışmaların ürünüdür. Dün Newton’un kafasına düşen elmadan yola çıkılarak ortaya koyulan fizik kanunları modern dönemi başlatmışken , bugün Einstein’in Kuantum Teorisi post-modern döneme kapı aralamıştır. Hatta atomun parçalanabilmesi tarihin gördüğü en büyük savaşı sonlandırmış , dünyanın yeni bir sosyal,siyasi,ekonomik yani sosyal bilimler merkezli yeni bir döneme girmesine neden olmuştur. Bütün büyük sosyal dönüşümler insanın doğaya karşı verdiği hakimiyet savaşında yapılan çalışmaların neticesidir. İnsanoğlunun doğaya karşı kurduğu tahakküm için de doğayı bilmek yani doğa bilimleriyle hemhal olmak gerekmektedir. Yani sosyal bilimler merkezli dönüşüm ve değişim süreçlerinin arkasında doğa bilimleri temelli gelişmeler yatmaktadır. Orta Çağın kapanıp Yeni Çağ’ın başlamasını ister Konstantinapolis’in İstanbul olmasıyla isterseniz Gutenberg’in Avrupa’daki matbaa devrimiyle isterseniz coğrafi keşifler ile başlatın sonuç değişmez. Her üç büyük hadisenin temel amillerinden biri mühendisliktir ve bu mühendislik doğa bilimleri temellidir. Hatta bir deği-tokuş unsuru olan para dahi teknolojik gelişmelere göre biçim almaktadır. Klasik dönemlerde değerli madenlerin bir takas unsuru olarak kullanılması daha sonra kağıt paraya evrilmiş, teknolojik gelişmelerle beraber kağıt paranın yerini kaydi para olarak bilinen banka hesaplarında görülen rakamlardan ibaret dijital paralar almıştır. Bugün banka hesaplarında görülen rakamların değerli maden cinsinden de kağıt para cinsinden de karşılığı yoktur. Bilgi toplumuna geçiş aşamasında olan insanlık bugünler de “coin” uzantılı sanal paraları gündemine almış olup bu durum da doğa bilimleri temelli ekonomik bir dönüşüme işaret etmektedir.
Dünyanın şu andaki gündemi yapay zeka ve insansı robotlardır. Bunun yanında uzayda kolonileşme, dna ve genetik çalışmalar , canlı klonlama, insan hayatını uzatmaya yönelik tıbbi araştırmalar dünyanın yeni bir dönüşüm sürecinin arefesinde olduğunun işaretleridir. Bütün bu çalışmalar doğa bilimleri temellidir. Bu çerçevede sosyal bilimler doğa bilimlerini takip eder ve doğa bilimlerinin neden olduğu dönüşüm ve değişimleri anlamak ve yorumlayabilmek üzere doğa bilimlerinin gerisinde kalır. Misalen ; insansı robotların hayatımızdaki yerinin hızla artmasıyla oluşabilecek toplumsal değişimleri düşünelim. Modern dönemlerin başlangıcında makineleşme ile beraber büyük fabrikalar kuruldu. Makineleşmenin kırsal alanlara sirayeti ile kırsal alanlarda yaşayan insanlar kentlere doğru akarak büyük fabrikaların iş gücünü oluşturdu. Bu sosyal dönüşüm kapitalist toplum modelinin doğmasına neden oldu. Kapitalist toplum modeline yöneltilen itirazlar da başka bir toplum modelini yani sosyalizmi ortaya çıkardı. İnsanlardan daha iyi ve hızlı üretim yapabilecek robotların , hizmet sektöründe kullanılmak üzere (bunlara tıp,mimari gibi günümüzün kalifiye iş sahaları da dahildir) tasarlanmış yapay zekaların hatta askerlik hizmetinde kullanılmak üzere geliştirilmiş kamuflajlı makinaların doldurduğu iş ve sosyal alanlardan soyutlanan insan toplulukları bu duruma nasıl uyum sağlayacaklardır ya da uyum sağlayabilecekler midir ? Sosyal bilimlerle uğraşanların bugün kafa yordukları meseleler aşağı yukarı bunlardır ve takdir edilmelidir ki bu meselelerin başlangıçları doğa bilimleri ile alakalı gelişmelerin neticesidir.
Burada yine meseleye Ülkücü bir perspektifte bakmak gereği hasıl olmuştur. Şayet Ülkücülüğü kesintisiz bir şekilde yaşamış isek ,henüz sakalımızın bıyığımızın yeni çıktığı dönemlerde Ocak’ta 9 Işığı saymak mükellefiyetimiz olduğunu hatırlarız. Şayet 9 maddenin 9’unu da sırasını şaşırmadan sayabilmiş isek yerimize oturduğumuzda kendimizi Siganfu’da ki Kür Şad gibi hissetmemiz kaçınılmazdır. Hissetmişizdir de… Fakat Türk Ülkücüleri’nin her ne kadar sosyal bilimler hususunda 9 Işığın gereklerini nispeten yerine getirmiş olduğu bir vaka ise de doğa bilimleri ve bu bilimlere yönelik çalışmaları Türklüğe adama hususunda yeterli kabiliyeti gösteremedikleri de bir gerçekliktir. Halbuki Başbuğ ,en başında “eleştirilemez” hükmünü koyarak çok ayrı bir yere koyduğumuz 9 Işık Doktrini’nde gerek “İlimcilik” gerek “Endüstri ve Teknikçilik” ilkeleriyle Türk Ülkücüleri’ne sosyal bilimlerle beraber doğa bilimlerine ve mühendislik alanlarına yönelik ilgi ve hedef tayinini yaparak tarihsel sorumluluğunu yerine getirmiştir. İlimcilik bahsinde Başbuğ şöyle der ; “Özel eğitimle yetiştirilecek milliyetçi, ülkücü, araştırmacı , bilimci , Beyin veya Yönetici Kadro diyebileceğimiz bu milli elit ; yani Ülkücü Aydınlar Kadrosu kalkınmamızın temel harcı olacaktır”. Bu ifadeden hareketle özellikle yeni yetişen Türk milliyetçileri sosyal bilimlerle beraber doğa bilimlerine de yönelerek dünyanın yüzleşmek üzere olduğu Bilgi Toplumu dönemine Türk milletini hazır hale getirmelidir. Sosyal bilimler bu ihtiyacı gerek yapısı gerek dünyanın dönüşüm ve değişim süreci gereği karşılayamaz. Ayrıca Türk Ülkücüleri’nin sosyal bilimler alanında yeteri kadar entelektüel alt yapısı mevcuttur. Örneğin , sosyal bilimlerin babası olarak kabul edilen sosyoloji alanında Ziya Gökalp hala geçilememiştir. Fakat aynı durum doğa bilimleri için söz konusu değildir ve yarınlar doğa bilimleri alanında hangi milletin Milli Eliti’nin daha iyi olduğuna göre dolayısıyla da en üretken Milli Elit’e sahip millet lehine şekillenecektir.
Türk milleti , dünyanın gelişmiş olarak tabir edilen toplumlarıyla arasındaki 200 yıllık mesafeyi kapatıp onların önüne geçerek yeni bir nizam kuracak ise adı Ülkücü olan kişilerin sorumluluğu, bu ülküyü doğa bilimleri temelli çalışmalarla gerçekleştirmektir. Bunun başka bir alternatifi yoktur. Var diyen astronomik bilimsel gelişmelerin yakın hedefi olan Mars’a koloni kurulması hadisesi gerçekleştiğinde hala “Dünya Türk Olsun” ninnisinin dayanılmaz hafifliği içerisinde sloganik uykusuna devam edebilir… Ve sıklıkla sosyal bilimler ile yoğrulmuş Ülkücüler bilmektedir ki ; Kür Şad İhtilali başarısız olmuştur…