Darağacında Bir Yiğit: Ali Bülent Orkan / Abdullah KILAVUZ
Resmini ilk gördüğümde dikkatimi en çok çeken şey kirli sakalları olmuştu. Çok sonra öğrenmiştim oysa sırrını; Ulucanlar Cezaevi’nde günlük tıraşın zorunlu olduğu, rütbesiz erlere dahi ‘’komutanım!’’ diye hitap edildiği ve aksi bir hareketin ağır cezalar gerektirdiği bir ortamda, zulme boyun eğmemek nâmına uzatmıştı nur damlayan sakallarını. Arkadaşlarının deyimiyle ‘’O sanki idam mahkumu değil de, ilahi bir davanın hakimiydi.’’
Evet, Ali Bülent Orkan’dan bahsediyorum.
Siyah-beyaz fotoğrafında, Dilaver Cebeci’nin ‘’Hacerül esved bakışlarını gönlümüze resmettiler’’ mısrasının sırrını yaşatan bir yiğidimizden, darağacına kurban verdiğimiz kutlu davanın son İsmail’inden, ülkü uğruna şehidimiz Ali Bülent Orkan’dan…
***
Aslen Samsun’lu olup, Ankara’da ailesiyle birlikte Etlik Aşağıeğlence semtinde ikamet ediyorlardı. Aynı zamanda İncirlik Gece Lisesi’ne de devam eden şehidimize 12 Eylül öncesi karıştığı olaylar nedeniyle, dönemin sözde adalet dağıtan mahkemelerince idamına karar verilmiş, infazını beklemek üzere Ulucanlar Cezaevi’ne yerleştirilmişti…
Ulucanlar…
Sami Bal, İbrahim Doğan, Turan Güven, Muharrem Semsek, Ahmet Tevfik Ozan, Ahmet Çelik, Esat Bütün, Hicabi Koçyiğit, Adil Askaroğlu, Şehabettin Ovalı, Abdurrahim Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek, Osman Bölükbaşı, Osman Yüksel Serdengeçti, Selahattin Arpacı, Mustafa Mit, Ökkeş Kenger, Mustafa Özdemir ve nice binlerce vatan sevdalısını damla damla eriten cezaevi…
İşkence odalarında ‘’Burda Allah yok! Peygamber izinde!’’ diye haykıran Allahsızların hüküm sürdüğü bir ortaçağ enginizasyonu.
Ali Bülent Orkan’ın yolu bu zulüm ve işkencenin menbâına düştüğünde henüz 25’indeydi.
İdam cezası alanlar A Blok Tecrit 35 ve 36 numaralı odalara kapatılır, birkaç gün sonrasında ise infazları gerçekleştirilirdi.
O, 35 numaralı tecrite yerleştirilmişti.
Hastaydı… Normal şartlarda idam edilmesi mümkün değildi.
Aynı zamanda Mustafa Pehlivanoğlu’nun avukatlığını da yapan Cem Özbay, idamın ertelenmesi için yaptıklarını şöyle anlatıyor:
‘’ Orkan’ı kurtarmak için dönemin Adalet Bakanı Cevdet Menteş’in evini gece 12′de, kapısını zorla kırarak bastım. Bakanın yatak odasına girdim. Başında takke, üstünde geceliği ile karşıma aldım. Müvekkilimin sağlık sorunları olduğunu, asılamayacağını anlattım. Önce kızdı, epey münakaşa ettik, fakat beni dinleyince ikna oldu. Kalktı, giyindi, beraber Adalet Bakanlığı’na gittik. Orada bana idamı durduracağına dair söz verdi. Eğer o idam dursaydı, diğerleri de dururdu. Ama daha sonra Kenan Evren’le görüştükten sonra sözünde durmadı.”(*)
Karar çoktan verilmişti ve geriye dönüşü de yoktu… Belli ki birileri, eğlence masasında yapmıştı kahpe pazarlığı. Ali Bülent Orkan’ın canının katline birilerinin keyfi için söz verilmişti çoktan.
Uzun boylu, geniş omuzlu, esmer tenli yiğide bu üç adımlık hücreyi reva görenler
13 Ağustos günü sabah ezanından sonra idamının infazı için götürmeye geldiler.
Çok hastaydı. Ayaklarını karnına doğru çekmiş, uzanıyordu. Ayağa kalktı, sakindi. Yüreğinde yaptıklarından en ufak bir pişmanlık duymayışının verdiği rahatlık, ruhunda Rabbine şehadetle kavuşacak olmanın verdiği ferahlık…
Önce doktorlar geldi yanına. Aralarında geçen tarihe şerh düşülecek türden bir diyalog geçti:
-Bir rahatsızlığın var mı?
-Olsa ne olacak doktor, iyileştirip öylemi asacaksınız?
-Usuldendir soruyorum
-Herşey usulden gidiyor zaten, usul usul yapılıyor zulüm.. Ama bende usulden söyleyeyim sana turp gibiyim beni gönül rahatlığı ile asabilirsiniz..
Sonra imamla tövbe duası okudu, namaz kıldı, abdest aldı. Avukatına ”Arkadaşlarıma, anneme çok selam söyleyin” ve anneme ‘’Düğüne çıkar gibi olduğumu söyleyin” dedi.
Sonra avukatına teslim edilmek üzere bir mektup yazdı, onu bile çok gördüler. Teslim edilmedi kimseye, o günden bu yana mektubu ne gören ne duyan oldu.
Ve sonsuzluğa yürüyüş başladı.
Ali Bülent Orkan silahların arasında yavaş ve sakin adımlarla ilerliyordu şehadete.
Ön bahçede kurulan üç ayaklı darağacına yaklaşırken dudaklarından imanı ve İslâmı tasdikten başka bir söz işiten olmamıştı.
Dar ağacına baktı, baktı, baktı…
Doktor Nazım’ı ve Mustafa Pehlivanoğlu’nu birer birer alıkoyan bu yağlı urganın kinine hafif bir tebessümle mukabele etti.
Görevliler yaklaştı. Şiddetli ve aşağılar bir ses tonuyla sordular: ‘’Son arzun nedir?’’
Ali Bülent Orkan’da bir şehide yakışır vâkar ve sessizlik. Dudaklarında hafif tebessüm…
Ölümü yenmiş olmanın verdiği huzurla koruyor sûkunetini.
Görevli sinirlenmiş bir vaziyette: ‘’ Sana son arzunu soruyorum, sen gülüyorsun!’’
‘’Beni öldü bileceklere gülüyorum; temizim, pâkım. Allah’ıma kavuşuyorum. Daha ne isteyeceğim? Hazırım ben.’’ diye cevaplıyor Ali Bülent Orkan.
Görevli tekrar soruyor: ‘’Son sözünde mi yok? Annene, babana, veya…..’’ sözünü bitiremeden cevabını alıyor: ‘’ Vazifemizi yaptığımıza inanıyoruz. Ülkücünün kadirve kıymeti ve ülkücünün nişanı pek yakındır Bu hakikati bütün insanlığa duyurunuz. İstediğim bu! ‘’
Karar yüzüne karşı okundu. Emir verildi:
”Girin kollarına!”
‘’ Lüzum yoktur. Düğünüme gidecek kadar güçlüyüm, kuvvetliyim.’’ Diyerek cevap verdi Orkan.
Sonrasında yapılan eziyet ve zulüm yetmezmiş gibi kimsesizler mezarlığına gömülecek olan bedenini ağır adımlarla ilerletti darağacına. İlmeği boynuna geçirip kendi tekmesini kendi vurdu tabureye.
13 Ağustos 1982
‘’Bir nar ağacı var birde dar ağacı..
Namerde nar düşürdüler, merde dar ağacı!’’
Ruhun şâd olsun şehidim!
Abdullah KILAVUZ
Kaynaklar:
(*) 4.3.2002, Sabah Gazetesi