Prof. Dr. Hilmi Özden: İFFETTEKİ VATAN
İFFETTEKİ VATAN
Prof. Dr. Hilmi Özden:
“Çocuklar gelin gelin, çabuk olun saklanın, yine musallat oldular”. Kerim ağa odanın altına yaptığı gizli bir mahzene çocuklarını sakladı. Bölücü teröristler köylerden çocuk kaçırıyorlardı. İnsanlar illallah etmişti, vatandaş “barış süreci” diye aldatılıyordu. Dağa gitmemek için canına kıyanlar bile vardı. Fakat bunu duyurmak sağır kalplere mümkün değildi. Kerim ağanın kardeşinin kızını PKK sürüleri dağa kaldırdığından beri aile tedirgin ve bitkindi. Kerim ağa ve kardeşi Ziya vatanını seven işinde gücünde insanlardı. Fakat batı ve iç Anadolu’da yaşayan insanlara bunları anlatmak çok zordu. Batı ve doğu adeta her geçen gün biri birinden uzaklaştırılmaya çalışıyordu. Siyasilerin ise sosyolojik tabloyu okuyacak alt yapıları yetersiz olmasının ötesinde, vatanın birliği ve dirliği için ilmî konuşmalar yapabilecek insanlara da adeta TV ekranlarını yasaklı idi. Bölücüler, güneydoğu insanının temsilcisi gibi kabul ediliyordu. İnsanımız da geleceği belirsizlik uçurumuna sürüklendiğinden habersiz buna inandırılmaya çalışılıyor veya inanıyordu.
Kerim ağa’nın kardeşi Ziya’nın ve hanımının yüreği yanmış evlatları dağda ne olmuştu bilmiyorlardı. Aradan bir ay geçtikten sonra on beşlik kızı köye getirip bir külçe gibi atmışlardı. Aman Allah’ım bakmaya kıyılamayan o güzeller güzeli kardelen gibi temiz bir melek gibi beyaz kız gitmiş onun yerine ağzı yüzü kan içinde alt dudağı kesilmiş, şekilsiz bir hale konmuş, sol göğsü parçalanmış bir garip gelmişti. Annesi dokunmaya kıyamadığı ciğer paresi kızını bağrına basarken, teröristlere ve kendilerini aldatan, halka yalan söyleyenlere kargışları (bedduaları) arka arkasına sıralıyordu. Ellerini açıp “Yarab” dedi. “Sen adalet ve merhamet sahibisin” “merhametlilerin en merhametlisisin” Sen intikam alıcıların en intikam alıcısısın” “SEN BİLİRSİN” o kadar haykırıyordu ki, yanık yüreği ile kuşlar çığlık attı, kayalar ığrandı yerinden, koyunlar, sığırlar çıldırdı. Bulutlar boşandı ağladı yer ağladı toprak ağladı. Fakat Ankara, ağlamaması gereken anaları ağlatıyordu. İffeti pırıl pırıl goncaların kirletilmesini gizliyordu. Eve kızını aldığında gök gürlüyor, yıldırımlar düşüyordu. Yağmur sel olmuştu. Fakat goncası gülü fidanı kızı Fatma’yı Fato’yu teskin edemiyordu. Kendi de dayanamıyordu gördüğüne. Hınzırlar kızına kim bilir neler yapmışlardı,. Fato “anne beni yıka , anne beni yıka” diye çığlıklar atıyordu. Annesi “yavrum, bir tanem yıkarım merak etme yıkarım yavrum diyordu”. Her gün “beni yıka anne” diyordu, “anne beni yıka”. Bir çığlık halini almıştı sözleri, bu çığlık tam kırk gün sürdü. Kırk gün yıkandı Fato. Her insanın canından daha kıymetli olan iffeti idi. Bunu bilmeyenlere ne denebilirdi ki? Annesi her şeyi anlamıştı. “yavrum sen tertemizsin” “sen cennet çiçeğisin” “senin bir suçun yok” dedikçe; Fato sadece “anne beni yıka diyordu” “beni yıka”
Dağda yaşadıklarını anlatmadı, ama anne de baba da her şeyi anlamış. Kanlı katilleri muhatab kabul edenleri asla affetmiyorlardı. Fatma’nın annesi Dudu kadın kırk gün bitap düşmüş, gözleri kurumuştu. Evladının yemeden içmeden sadece yıkanması ile hayat bir su zindanına dönüşmüştü. Her sabah olduğu gibi kabûslarla dolu uykusundan uyanıp secdeye başını koyuyordu. O sabah Fato’nun odasına doğru gitmek gonca gülünü koklamak istemişti. Kapıyı açmakta zorlandığını fark etti Dudu kadın. Zorla olsa da içeri girdiğinde Fato’nun tavandaki demir halkalardan birine kendini astığını gördü. Cansız bedeni açık bırakılmış pencereden esen rüzgarla sallanıyor. Başından çıkarmadığı ak yazması “namusum aktır ana” “namusum aktır” diye bir güvercin misali rüzgarda uçuşuyordu. Dudu kadın, yavrularının beşiklerini astığı demir halkaya kızının asılmış bedenini gördüğünde bacaklarına sarılıp ağıtlar döküyor, ağıtını kendinden başka evde kimse duymuyordu. Ziya ağa eve giren rüzgarla titreyerek uyanmış yavrusunun ve hanımının yanına seğirtmişti. Kırmızı bir gelinlik içinde Fato sallanıyordu. Şehitlere özgü bir masumiyetle parçalanmış dudağının yarası, kırılmış boynu ile gözleri açık kalmış güzel Fato dünyanın çirkinliklerine elveda diyordu. Sizin olsun dünya alçak ve aşağı dünya, aşağıların aşağısına inmişlerin dünyası diyordu.
Onun artık“İnsanın canının ve iffetinin güvenliğinin” teröristlerle konuşarak sağlanamayacağını bilmeyenlere diyecek sözü yoktu. Sadece hal dili ile biz bize emaneti tertemiz Allah’a götürmek istedik. Ya siz “hayat süren leşler, sizi kim diriltecek”, biz ebedi diri iken sizler ölüsünüz diyordu. Ya siz tırnanığınızı bile veremezsiniz millet ve iffet uğruna dedi. Biz abdestimizi kanla alanlardanız. Ya siz kimsiniz?
Köyün kabristanlığına ciğer pareleri kızlarını defin ettikten sonra ağıtlar yakıp yürekler paraladıktan sonra Ağrı bize ağır geldi dedi, Ziya. Gidelim bir lokma ekmek bulunur elbet. Gerideki üç evladını alıp Ağrı’nın ağrısını duyarak, yavrusunun acısını unutmayarak, Afyon’un gölgesine geldi. Vatan toprağının bu iline yerleşti Fatma’nın acısıyla………
hilmi özden
NOT: Bu anlatılanlar gerçek bir hayat hikayesidir. Yıllardır yaşanan acı olaylardan sadece biridir. Hikayedeki kişi ve mekan isimleri değiştirilmiştir.