MHP Yönetimine Adaylara ve Yönetenlere-II / Gültekin ÖZTÜRK
MHP Yönetimine Adaylara ve Yönetenlere-II
Gültekin ÖZTÜRK
Önceki yazımda partim MHP’yi yönetmeye talip olacak muhtemel adaylara seslenmiş, kurultay süreci ile ilgili şahsi düşüncelerimi ifade etmiştim.*
İki bölümden oluşan yazımın bu ikicisinde mevcut yönetime seslenecek, düşüncelerimi, şikâyetlerimi/eleştirilerimi ve önerilerimi aktaracağım.
SİYASİ PARTİ VE BİR SİYASİ PARTİ OLARAK MHP’NİN BAŞARILARI VE BAŞARISIZLIKLARI HAKKINDA DÜŞÜNDÜKLERİM
Siyasi partiler, ortak fikirler etrafında gönüllü olarak buluşanların, devleti yöneten iktidar olabilmek için oluşturduğu bir siyasi birliktir.
Partili ise gönüllü olarak katıldığı fikri birliğin, devleti yöneten iktidar olması için idealleri uğruna maddi manevi fedakârlık yapan kişidir.
Siyasi partilerin başarısı ya da başarısızlığı, iktidar hedefine yakınlığı ile ölçülür.
Parti mensuplarının, yönetenlerin, üyelerin karşılıklı hakları ve ödevleri vardır. Bu haklar/yükümlülükler parti kurucuları/üyeleri tarafından kabul ve ilan edilen parti anayasasında ya da tüzüğünde yazılıdır.
Parti tüzüğü ve partiyi iktidara taşıyacak ilan edilmiş program, siyasi partilerin yazılı taahhütleri/kurallardır.
Ancak yazılı kuralların dışında parti mensupları arasında bulunması şart olan karşılıklı sevgi/saygı, güven ve bağlılık duyguları” gibi yazılı olmayan kurallar da vardır ve başarı için bunlar yazılı kurallardan daha önemlidir.
Siyasi partilerin başarılı olması öncelikle “yönetenlerle/yönetilenlerin/parti mensuplarının” birlik içinde, üzerlerine düşen görevi yapması, birbirini sevip/sayması, fikirdaşlarına bağlılık ve güven duyması ile sağlanabilir.
Yöneteniyle, mensuplarıyla bütün partililer eğer birbirini sevip saymıyorsa, birbirine bağlılık ve karşılıklı güven duymuyorsa o siyasi teşkilatın bir başarısı da gerçekleştirebileceği bir hedefi yoktur/olamaz.
Her partili partisinin faaliyetine katılabilmek ve üye olduğu takdirde tüzükte belirlenen esaslara göre partinin yetkili kurullarına seçilip yönetici veya yönetenleri belirleyen seçmen olmak hakkına sahiptir.
Partilerini iktidar hedefine ulaştırmak için gönüllü olarak bir araya gelenlerin amaca ulaşma konusunda mutlaka “görüş ve yöntem” farklılıkları olacaktır, olması da gerekir.
Yönetim konusunda farklı düşünen partililer, elbette kendi yöntemlerini uygulamak maksadıyla yönetime talip olacak ve yöneticilik için aralarında rekabet edecektir.
Ancak bu rekabet kurallar çerçevesinde yürütülmeli, parti içi uyumu bozmamalı, karşılıklı saygı ve ahlak ölçüleri içinde kalmalıdır.
Sonuç olarak diyebilirim ki bir siyasi partinin başarılı olması mensuplarının uyum, kuralların titizlikle uygulanıyor olmasıyla mümkündür.
Bu uyumu sağlamak yükümlülüğü de öncelikle parti yöneticilerinin görev ve sorumluluğundadır.
Eğer yöneticiler bu uyumu sağlayamamışsa partide kargaşaya/başarısızlığa sebep olan “yönetemeyen yönetici” olurlar ki bu durumda bulundukları makamı uzun süre koruyamazlar.
Bu esaslara göre düşündüğümüzde acaba MHP’de;
Yönetenlerle parti mensupları arasındaki ilişki ne durumdadır?
Sayın Devlet Bahçeli liderliğinde MHP’nin “başarı karnesi” nasıl görünmektedir?
Bu soruların ayrıntılı ve objektif cevapları bir kitabın hacmini fazlasıyla aşar. Ben bu köşe yazısında mümkün olduğu kadar kısa/özet ve sadece sonuçlar bakımından bir değerlendirme yapacağım.
Ne yazık ki camiamızda her konuya uçlardan “ifrat-tefrit” noktasından bakılmaktadır.
Bu sorulara bir gurup “çok başarısız, kim gelse daha iyi olur” diyerek mevcut yönetimi yerden yere vururken bir başka gurup “ Mevcut yönetimden daha iyisi can sağlığı, eleştiriler fitnedir” şeklinde övgüler yağdırmaktadır.
Benim de aralarında olduğum az sayıda ve sesi pek duyulmayan başka bir gurup ise başarıları da başarısızlıkları da ayrı ayrı değerlendirmekte ve daha iyisinin tercih edilmesini doğru bulduğunu söylemektedir.
Mesela bana göre MHP’de “yöneten-yönetilen” ilişkisi bir hayli sorunludur.
Siyasi partilerde doğal sayacağımız mensupların yönetime gelmek için yaptıkları rekabet, yönetim ile karşıtlarının birbirine yönelttiği eleştiriler MHP’de, parti içi demokrasi çerçevesini çoktan aşmış, partinin yerleşik kurallarına/geleneklerine hiç de uymayan yanlış yöntem ve söylemlerle, saygı/sevgi/güven/bağlılık duygularından yoksun bir üslupla yürütülmektedir.
Bu yanlış rekabet şekli bugün çığırından çıkmış, ortak fikirlere sahip olanlar arasında değil de sanki kanlı bıçaklı düşmanlar arasında bir ölüm kalım savaşına dönüşmüştür.
Bu durum partiye gönül verenlerde umut yerine umutsuzluk yaratmakta bölünme kaygıları doğurmaktadır.
Yaşadığımız olumsuzlukların/başarısızlıkların parti içi ve parti dışı pek çok sebebi vardır.
Bu sebepleri ortadan kaldırmak, iktidar olma başarısını sağlamak ise bütün partililerin ortak sorumluluğu ve görevidir.
Ancak, partisine yönelen her türlü tehdidi ortadan kaldırmak, parti içi birliği/ahengi sağlamak, partisini iktidara taşıyacak politikalar üretmek, stratejiler belirleyip uygulamak, mensuplarını korumak, “kollamak, sevgiyle/saygıyla kucaklamak” birinci derecede mevcut yönetimin görev ve sorumluluğundadır.
Parti içi birliği/ahengi sağlamak, partililer arasındaki ilişkilerin saygıya dayalı yürütülmesi bakımından ne yazık ki mevcut yönetim başarılı olamamıştır.
Buna karşılık, parti üzerinde her türlü yıkıcı/bölücü oyunun oynanmasına rağmen “mevcut yönetim”, MHP’nin varlığını sürdürmesini/idame ettirmesini ve bütün olumsuzlukların üstesinden gelerek partiyi parlamentoya sokabilmek becerisini göstermesi bakımından başarılı olmuştur.
Ben, genel yaklaşımdan/yazılanlardan/söylenenlerden farklı olarak seçimler konusunda yapılan eleştirilerde yönetime haksızlık yapıldığına inanıyorum. Devlet Bahçeli liderliğinde MHP’nin 2002 erken genel seçim dışında girdiği bütün seçimlerde hatta 2011 seçiminde bile barajı aşarak başarılı olduğunu düşünmekteyim.
Bilindiği gibi Başbuğumuzun vefatı üzerine Tuğrul Türkeş hariç genel başkanlığa aday olanların ittifakı ile 1997’de MHP Genel Başkanı seçilen Sayın Bahçeli %8.1 oyu olan ve mecliste temsil edilmeyen bir partiyi devralmıştır.
Girdiği ilk seçim olan 1999 Genel Seçimlerinde %17.9 gibi MHP için rekor sayılacak bir oy almış ve 57. Hükümetin ikinci büyük ortağı olarak 28 Mayıs 1999’da iktidara gelmiştir.
İktidar serhoşluğu, koalisyon hükümeti olmanın dezavantajları, kirli sermaye çevrelerinin pis tezgâhların ve daha pek çok sebebe yönetiminin acemilikleri/beceriksizlikleri de eklenince ne yazık ki elde edilen başarı korunamamış, yanlış/hatalı erken seçim kararı üzerine yapılan 2002 seçimlerinde alınan sonuç Bahçeli yönetiminin ilk ciddi başarısızlığı olmuştur.
Ancak 1999 seçim başarısı şu veya bu sebeplere bağlanarak “Bahçeli’nin başarısı değildir” diyerek inkâr edilebilinir mi?
2002 Seçimlerinde, hiçbir gerekçenin mazur gösteremeyeceği tam bir hezimet/başarısızlık yaşamıştır.
% 8.3 oy alan MHP bildiğim kadarıyla 3 yılda %10 oy kaybeden ilk siyasi parti olmuş ve meclis dışında kalmıştır.
Bu tam bir hezimettir ve MHP Lideri de “bunun sorumlusu benim” diyerek başarısızlığını kabul etmiştir.
“Sürdürülemeyen başarı da başarısızlıktır” diyebiliriz ama yalnız 2002 seçim sonuçlarına bakarak önceki başarıyı yok sayıp bu yönetime “hiç başarısı yoktur” diye eleştiri getirmek bana göre haklı ve doğru değildir.
Nitekim sorumluluğu üstlenen MHP Lideri Devlet Bahçeli, başarısızlığını telafi için yeni bir yapılanmaya gideceğini açıklamış ve kurultaya gitmiştir.
“Çok adaylı” 2003 kurultayında rakiplerini geride bırakarak yeniden genel başkanlığa seçilmiş ama kendi liderliği üzerinde sağlanan 1997 parti içi koalisyon/ittifak ne yazık ki dağılmıştır.
1997’de Devlet Bahçeli’nin liderliği konusunda sağlanan parti içi ittifakın 2003’de bozulması ile partide lider/teşkilat otoritesi giderek zayıflamış ve parti içi huzurun bir daha sağlanamayacak şekilde kaybolması sonucu doğmuştur.
Bana göre yönetimin tamamen başarısız sayılmasının, gösterilen başarıların bile başarısızlık gibi sunulmasının ve bunun partililer arasında kabul görmesinin de yönetimin “teşkilat ve mensupları” üzerinde otorite sağlayamamasının da temel sebebi parti içinde sağlanmış olan bu ittifakın bozulmuş olmasıdır.
Bütün huzursuzluklara rağmen 2007 Seçimlerinde % 14.7 oy oranı ile MHP Devlet Bahçeli liderliğinde tekrar meclise girme başarısı göstermiştir.
2009 Yerel Seçimlerde alınan % 16.5 oy ve kazanılan 483 belediye başkanlığıyla da bu başarı pekiştirilmiştir.
MHP’nin “2003-2006 Kurultayında doğan ve bir türlü bitmeyen kısır çekişmelerinden kaynaklanan problemi” alınan olumlu seçim sonuçlarına rağmen partiye sevinç/huzur getirmemiş/getirememiştir.
Partinin içi kaynasa da lidere/teşkilata/doktrine doğru/yanlış, haklı/haksız eleştiriler yapılsa da Ülkücü camianın önemi tartışılmaz pek çok ismi genel başkanın tabiriyle “değerler mezarlığına” gönderilmiş olsa da Devlet Bahçeli liderliğinde MHP’nin, 2002 seçimleri dışında girdiği seçimlerde başarı gösterdiği inkâr edilemez.
Elbette partinin tek başına iktidar veya iktidara alternatif olamadığı, 2002’de meclis dışında kaldığı doğrudur fakat “Devlet Bahçeli liderliğinde MHP, bütün seçimlerde başarısız olmuştur” iddiası doğru değildir.
Çünkü MHP, Sayın Devlet Bahçeli’den önce de hiç tek başına iktidar veya iktidar alternatifi olmamış ve çok kez parlamento dışı kalıp mecliste temsil edilememiştir.
Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in ölümünden sonra dağılması/yok olması beklenen Milliyetçi Hareketi iktidara taşıyarak, Türklük düşmanları karşısında psikolojik başarı kazandırması,
Arka sokak kültüründen beslenen “Polat” havasındaki mafya çetelerine benzer ülkücülük anlayışını büyük ölçüde önlemesi,
“Milli Siyaset Belgesinden” Ülkücüleri devlet için tehdit sayan ifadelerin çıkarılmasını sağlaması,
Milli meselelerde ve terör konusunda doğru tespitlerde bulunup, 9 Işık Milli Doktrin doğrultusunda bir duruş sergilemesi,
Küresel güce ve “ılımlılaştırma” politikalarına karşı dik duruşu, dürüstlüğü, dava adamlığı ve Ülkücülüğü bana göre Sayın Bahçeli’nin karnesinde ilk bakışta görülen “iyi” notlardır.
Bu olumlu yönlerine/seçim başarılarına karşılık Sayın Bahçeli ve yönetiminin başarısızlıkları, başarılarını gölgede bırakacak kadar çoktur.
– Pasif ve gündem oluşturamayan muhalefet stratejisi,
– Enformasyon ve teknoloji kullanım yetersizliği/ilgisizliği,
– Heyecan vermeyen sloganlar ve eski propaganda yöntemleri
– Parti içi otoritenin/uyumun/birliğin sağlanamaması,
– Haklı şikâyetlerin bile dinlenmemesi/dikkate alınmaması
Ve bunlara benzer daha pek çok yanlış uygulama, mevcut yönetimin başarısızlıkları olarak sayılabilir.
Özellikle 2009 yerel seçimlerinden sonra MHP’de parti disiplini iyice zayıflamış, merkezi otorite kaybolmuş, parti mensupları arasında karşılıklı sevgisizlik/güvensizlik/saygısızlık alabildiğine artmıştır.
Milliyetçi Hareket tarihinde hiç bu kadar disiplinsiz, düzensiz, özensiz, kargaşa içinde “yönetilemeyen“ bir görünüme sahip olmamıştır.
Bunda yöneticilerin, üyelerin ve parti mensuplarının etkisi büyüktür ancak, partiye ve iktidar yapmaya çalıştığı fikre yönelen her türlü tehdidi ortadan kaldırmak, parti içi birliği/ahengi sağlamak, partisini iktidara taşıyacak politikalar üretmek, stratejiler belirleyip uygulamak, mensuplarını korumak, “kollamak, sevgiyle/saygıyla kucaklamak” birinci derecede mevcut yönetiminin görevi ve parti liderinin sorumluluğundadır.
Sayın Bahçeli ve yönetimi “Liderliği” perçinleyip parti disiplini sağlayamadığı gibi kazanılan mevzii başarıları da doğru okuyamamıştır.
Merkeze açılmak adına Türk Milliyetçilerinin/Türk Ülkücülerinin yabancı olduğu ve kabul edemeyeceği liberal söylem ve eylemler geliştirip hesapsızca uygulamaya koymuştur.
Üst düzeyde görev verilen çok sayıda “devşirme” uyguladıkları “Milliyetçi Hareketin fikriyatına/ruhuna” aykırı olan “kitle partisi MHP yaratma stratejileri/projeleri” ile partiyi rotasından saptırmışlardır.
AKP ve küresel güçlerin siyasi tuzağına düşülmüş ve 12 Eylül Anayasa Referandumunda Ülkücüler gereksiz yere anayasa değişikliğine “evet” ya da “hayır” kararından birinin tarafı yapılmıştır.
2000 yılından beri uygulanan yanlışlar zincirinde bu son hatalar “MHP Ülkücülere yabancılaştı” söylemine haklılık kazandırmış ve yayılma ortamı hazırlamış teşkilat disiplinini yok etmiştir.
Parti içi iktidar çekişmeleri “kişisel ihtirasların, aklı kanara attığı kör mantıkla” yapılmaya başlamış ve ne yazık ki bu durum “küresel şer odaklarına ekip/biçecekleri uygun ortam” yaratmıştır.
Nihayet 2011 seçimlerinde yanlış aday tespitleri, propaganda yöntemimizin yetersizliği ve üstüne 10 MYK üyesinin yüzümüzü kızartan davranışlarının ortaya çıkması, partimizi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır.
Merkezde yalnız kalan Genel Başkan, Allah’tan tam zamanında çok doğru bir kararla vererek “Diyarbakır Mitingini” yapmış, her türlü tertibe oyna /ihanete ve saldırıya rağmen çökmekte olan hareketi ayağa kaldırarak %13 oy ile MHP’yi parlamentoda tutabilmeyi başarmıştır.
Bu noktada belirtmeliyim ki bütün seçimlerde olduğu gibi 12 Haziran 2011 seçimlerinde de Ülkücüler, partilerine ve canla başla çalışan genel başkanlarına sahip çıkmış, MHP’nin dipsiz bir kuyuya atılmasını önleyerek üzerlerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirmişlerdir.
Ülküdaşlarımın, Milliyetçi Hareketin varlığı için gösterdiği şahidi olduğum ve dünyada benzeri görülmemiş fedakârlıklarının her türlü takdirin üstünde olduğunu söylemek boynumun borcudur.
Bugün için MHP’nin içinde bulunduğu durumu değerlendirirsek şunu görürüz;
Başarı grafiği bir yukarı bir aşağı giden, ölçüsüz/kuralsız rekabet yöntemlerini kullanarak yönetim yetkisi almak için birbirini hain ilan edenlerin sahnede olduğu, yöneticilerinin en önemli meselelerde bile sessiz/tepkisiz durmasından kaynaklanan isyanların yaşandığı bir görünümdedir.
Bu kargaşa ortamında başarıları da gölgede kalan/takdir edilmeyen “Parti yönetimi” başarısız sayılmış ve bu durum “Bir yanlış/hata varsa ve eğer hesap sorulacaksa işte ensem” diyen MHP lideri tarafından da kabul edilerek yıllar önce tescillenmiştir.
Sonuç olarak;
Bana göre otoritesini kaybeden mevcut yönetim, özetlemeye çalıştığım “başarıları ve başarısızlıklarıyla” hak ettiği yerde olmayan Devlet Bahçeli Liderliğindeki MHP, yaklaşık 15 yılını doldurmuş ve il/ilçe kongrelerini başarıyla tamamlayarak 10. Büyük Kurultayına gelmiştir.
Gördüğüm kadarıyla 10. Büyük Kurultayda da çok aday yarışacak ve MHP Lideri Sayın Dr. Devlet Bahçeli’de bu yarışa yine en güçlü aday olarak katılacaktır.
İnancım odur ki her şeye rağmen “Ülkücü İrade” en doğru kararı verecek, kim seçilirse seçilsin Türk Milliyetçileri/Türk Ülkücüleri O’nun etrafında bütünleşecek ve kazanan MHP olacaktır.
ŞİKÂYETLERİM/İSTEKLERİM/ÖNERİLERİM
Mevcut yönetim ya da yeni seçilecekler bilmelidir/kabul etmelidir ki hareketimizde bazı şeyleri değiştirmek yetmez, Türk Milliyetçiliği fikir sisteminden/Türk Milli Ülküsünden/Türkçülük anlayışının esaslarından ayrılmadan, MHP ve Ülkü Ocaklarında pek çok şey zamanımızın gereklerine göre artık değişmelidir/değiştirilmelidir.
Eğer Genel Başkan “Başkanlar Duvarından ve Değerler Mezarlığından” söz ediyorsa demek ki partide olumsuzluklar tahammül/hoşgörü sınırlarını çoktan aşmıştır.
Genel Başkanımız “Başkanlar Duvarını” yıktığını ve kendisine yapılan saldırıların sebebinin de bu olduğunu söylüyor, şahidim doğru da söylüyor.
Ancak bu duvar tam olarak yıkılmamış olacak ki halen masa başı delillerle/köşe yazılarıyla hainler üretilmekte/adam eksiltilmekte ve bunlar için “Değerler Mezarlığında” mezarlar kazılmaktadır.
Tamamen yıkılmamış olduğuna inandığım bu “Başkanlar Duvarının” yerle bir edilerek yok olmasını sağlamak için sanırım önce genel merkezdeki duvarın yıkılması gerekmektedir.
Zira bu duvar “yanlış yapan bazı başkanları/reisleri” pekâlâ koruyabilmekte/korumakta bu da haksızlığa uğradıklarını düşünenlerin isyanına yol açmaktadır.
Öyle ya eğer böyle duvar olmasaydı, bir MYK Üyesi genel başkana ulaşamamaktan şikâyet ederek meramını açık mektupla anlatmaya kalkışır mıydı?
Bugünlerde partimizin en üst makamlarına önerilen bu MYK üyesi, diyelim ki maksatlıdır/yalan söylemektedir ve genel başkana/genel merkeze haksızlık yapmaktadır.
Peki, parti tüzüğüne göre suç teşkil eden bu davranış neden yalanlanmaz ve neden bu MYK üyesi disiplin kuruluna sevk edilmez?
Bu ve benzeri yanlışlara, hatalı davranışlara son verilmeden ve Ülkücülerin kucaklaşmasını önleyen bütün duvarlar yerle bir edilmedikçe
Ülkücüler bir engellemeyle karşılaşmadan “Genel Başkanlarına” ulaşamadıkça,
“Değerler Mezarlığına” gönderilenlerden halen yaşayanlar ve geri gelmeye yüzü/meyli olanlar geri getirilmedikçe MHP’de/Ülkücü Harekette suların durulması, huzurun gelmesi mümkün değildir.
Ülküdaşlarımız eğer Genel Başkanlarına, yöneticilerine bir iftira/suçlama yapıldığında, bunların belgelerle yalanlanmasına rağmen size/bize değil de yalancıya/iftiracıya inanıyorsa,
Parti olarak yapılan en doğru işiniz/işimiz bile kendi partililerimiz arasında kabul görmüyor, yapılması istenilenler yapıldığında dahi yine yönetim suçlanıyorsa,
Ülke yönetiminde ve genel gidişatta karşılaştığı her olumsuzluktan hükümeti değil de 51 milletvekili olan MHP yönetimini suçlu ve sorumlu tutuyorsa artık partinin küpü su kabul etmiyor/tutmuyor demektir.
Bu durumda bana göre yapılacak en doğru işi, küpü boşaltmak/fazlalığı almak ya da suyu kesmek değildir.
Yapılması gereken en doğru iş ve işlemler;
Şartlara ve ilmi esaslara uygun, duyulan ihtiyaç kadar yeni küp bulmak/koymak ve aslını/özünü/ruhunu/niteliğini değiştirmeden taze suyu bu yeni küplere doldurmaktır.
Milliyetçi Hareketin derhal pasif muhalefeti terk edip aktif hale getirilmelidir.
Sadece gurup veya basın toplantılarıyla ya da il/ilçe binalarının ziyaretleriyle yetinmek yerine halka gidilmesi/meydanlara inilmesi, halka dokunan aktif bir muhalefet yapılması şarttır.
Türk Milli Ülküsü çerçevesinde şekillenmiş olan 9 Işık Milli Doktrinimizin, “Milliyetçilik/Ülkücülük/Ahlakçılık ve Toplumculuk ilkeleri doğrultusunda” sosyal-siyasal-ekonomik politikaları “millilik” vasfı korunarak güncellenmelidir.
Her yıl onbinlerce gencimiz “seçmen” sıfatını kazanmaktadır.
Bütün partilerin gençlik kolları varken MHP’nin tüzüğünde olmasına rağmen hangi sebeple “Gençlik Kolları” yoktur/kurulmamaktadır anlamak mümkün değildir.
Eğer “gençlik kolları” gereksiz ise parti tüzüğünde olmamalı, eğer gerekli de ondan dolayı tüzüğe konduysa, neden kurulup çalıştırılmadığı açıklanmalıdır.
Hiç kimse Ülkü Ocakları, gençlik kollarının görevlerini yapıyor diyemez, derse da bunu bana kabul ettiremez!
Çünkü Ülkü Ocakları, gençleri eğitip gençlik kollarının eğitilmiş eleman sağlayan “insan kaynağı merkezi” olacaktır.
Gençlik kolları da bunlarla köyün, mahallenin, beldenin ve kentin kılcallarına girip halkın nabzını tutacak/seçmen kazanacaktır.
Bizim teşkilat yapımız; Parti ve gençlik kolları merkez teşkilatı etrafında yan kuruluşlar olarak Ülkücü gençlik, Ülkücü işçi, Ülkücü memur, Ülkücü köylü gibi toplumun her kesiminde teşkilatlanmış, bugün STK denilen “Milli Ülkü Teşkilatları veya Ocakları” şeklinde değil midir?
Bu teşkilatlanmayı yapalım da bakalım Milliyetçi Hareketin önünde hangi güç durabiliyormuş bir görelim!
Eğer Genel Merkezimizin gençlik kollarının kurulmaması konusunda bizim bilmediğimiz geçerli/tutarlı kabul edilebilir bir nedeni varsa, sanırım Milliyetçi Hareketin mensuplarının da bunu bilmek en doğal haklarıdır.
Sanmıyorum ama sakıncası yoksa yıllardır partimizin gençlik kollarının kurulmamasının sebebini eğer bir yetkili açıklarsa kafamdaki bir soru işaretinin giderilmiş olmasından dolayı memnun olacak ve kendisine teşekkür edeceğim.
Her ne sebeptendir bilinmez yöneticilerimize “Neden …şunu/bunu vs. yapmadık/ yapamıyoruz/yapalım mı?” dediğimizde,
“Olmaz! Sakın ha…provokasyon olur suçlanırız, sonra bize ….şunu derler,….şöyle söylerler” gibi gerekçeler gösterilmektedir.
Milliyetçi/Ülkücü Harekete bugüne kadar kurulmayan tuzak, oynanmayan oyun, atılmayan iftira/suç, söylenmedik kötü söz kaldı mı/var mı bilemiyorum.
-Kafatasçı-Irkçı-Şamanist-ateist faşist dediler/diyorlar.
-Hayvana/puta tapan besmelesizler, “Fatiha” bile bilmeyen uçkursuzlar dediler/diyorlar.
-Darbeci-Mafyacı-Çeteci eli kanlı katiller dediler/diyorlar ve daha ağza alınmaz neler söylüyorlar….
Bu durumda biz neden hala kışkırtmalardan korkuyoruz, neden gündemimizle ilgili sesimizi duyurmak için meydanlara inip açıklama yapmıyor, bize söylenenlere/yapılanlara cevap vermiyoruz?
Ben bu suskunluğun/hareketsizliğin sebebini bilmiyorum ve gösterilen nedenleri de anlayamıyorum…..
Biraz hareket bereket yağdıracak ama ne yazık ki göremiyoruz.
“Her şeye cevap veriyor, tepki koyuyoruz ama kör olası medya bizden söz etmiyor” savunması geçerli değildir!
Çıkalım on binlerle-yüz binlerle meydanlara…
Yok! Açık alanlardan/meydanlardan malum sebeplerden dolayı vazgeçtim, toplayalım on binleri stadyumlara/kapalı spor salonlarına bakın bakalım nasıl manşetten/ilk haber olarak veriyorlar MHP’yi…
Vatan bölünüyor, egemenliğimizin paylaşılmasından söz ediliyor,
”Türk” adı her yerden/her şeyden siliniyor “Samanyolu şarkısı milli marş olsun” diye öneri getiriliyor,
Teröristten, mecliste savaşçı diye söz edilip barış yapılmasından dem vuruluyor, milletvekili terör örgütünün barış mesajını getirdim diyebiliyor,
Peki, meydanlara yüz binleri toplayıp terörü, teröristi, yardakçılarını, meclisteki sözcülerini, diyalogcuları, açılımcıları, küreselcileri/sarosçuları lanetlemenin, “ülke sahipsiz değildir!” demenin zamanı şimdi değil de ne zamandır?
Ülkücüler ve yöneticilerimiz, gök kubbeyi bunların başına yıkmak için hala neyi /neden bekliyoruz?
Yarın, hemen 10 bin 100 bin/milyon kişi Türk Yüreğimizle çıkalım Tandoğan’a, Taksim’e, Gündoğdu’ya, Cumhuriyet Meydanlarına, Bozkurtların ölmediğini, bugün ülkenin meydanlarının, yarın da dağlarının çakallara nasıl dar edileceğini dosta düşmana gösterelim.
Türk’e kefen biçmeye yeltenenlere/yol verenlere/destekleyenlere “Türk’e kefen biçenin ölümü korkunç olur!” diye “Türkçe” haykıralım.
Ülkücüler meydanları özlediler hem de çok özlediler….
Tıpkı 78 Ankara Tandoğan Meydanındaki gibi, 2011 Diyarbakır Cumhuriyet Meydanındaki gibi coşmayı, İstiklal Marşımızı birlikte haykırarak yeri göğü çınlatmayı çok özlediler.
Muhakkak ki yalnız onlar özlemedi, milletimiz de Ülkücüleri kucaklamayı özledi.
Gelin bu hasreti bir an önce bitirelim ve Ülkücüleri milletimizle kucaklaştıralım.
4 Kasım Kurultayımızda “Ülkücü İradenin” Türk düşmanlarına haddini bildirmek için hazır bekleyen Ülkücüleri hedeflerine götürecek ve bu kucaklaşmayı sağlayacak bir MHP Genel Merkez Yönetimi seçeceğine inancım tamdır.
Ülküdaşlarım,
10. Büyük Kurultayımızı şimdiden kutluyor, hayırlı olmasını, hayırlar getirmesini diliyorum.
Tanrı Türk’ü Korusun, Yaşatsın ve Yüceltsin!
Ne Mutlu Türk’üm diyene!