Asena Kınacı MORAL: “Sancı” Romanından Notlar
“Sancı” Romanından Notlar
Asena Kınacı MORAL
Emine Işınsu tarafından yazılan “Sancı” romanını ilk olarak ortaokulu bitirdiğimde 13-14 yaşlarında iken okumuştum.
Bugün yeniden okuduğumda dikkatimi çeken bazı bölümleri sizlerin de dikkatine sunuyorum;
***
Sancı’dan Alıntılar:
… “Sükût!
Sıralı, muntazam yürüyen kalabalıkta.
Sükût!
Gözlerde donan yaşlarda.
Sükût!
Boğazlarda düğümlenen lânet de.
Anasında sükût, arkadaşlarında sükût… O, al bayrağa sarınmış, en önde!…. Dalgalar insan dalgaları. Onu tanıyanlar, ismini duyanlar… hiç bilmeyenler, sıralarından ne bir adım geri, ne bir adım ileri, dosdoğru yürüyorlar… Yürüyorlar. O, şehittir, Onun sahibi bir Tanrı, bir de al bayraktır gayri. Gelip geçenler dahi susuyor. Otomobil kornaları susuyor. Kızılay’ın günlük gürültüsü susuyor.
Sükût..
Yerler esirgenerek adımlar atılıyor. Aslında esirgenen O’dur, şehittir. Süleyman Özmen’dir.”… (18. sayfa)
(…)
… “Dündar Taşer Bey, yalnız ıstırabın renk verdiği sesiyle bir şeyler söylüyordu.
– Kan yerde kalmaz! Süleyman Özmen şehit oldu. Kuşatılmış, aç bırakılmış arkadaşlarına ekmek götürürken, komünist kurşunlarıyla vuruldu. Yüksek Öğretmen Okulu’nda solcular azıtmışlar, aynı yerde yattıkları arkadaşlarını ani olarak öldürmek için harekete geçmişlerdi. Milliyetçi gençler binaya girip, kapılarını kapattılar. Ondan sonra kuşatma başladı. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ n den Siyasal Bilgiler Fakültesi’ n den gelen ve Fen Fakültesi’nde üslenen diğer solcu gençlerin yardımıyla, Yüksek Öğretmen Okulu’nda milliyetçilerin sığındığı binanın elektrikleri kesildi, suları kesildi. Başka fakültelerdeki milliyetçi gençler, hapis kalanlara yardım için, okul müdürünü aradılar. Ve… Hep elleri boş döndüler. İçerde açlık ve susuzluk devam ediyor, solcular, tabanca, dinamit, molotof kokteyli ve her çeşit tahrip araçları ile donanmış bir halde kuşatmayı sürdürüyorlardı… İşte Süleyman Özmen, böyle bir yere yemek götürüyordu. Okula doğru koştu, bir kurşun yedi, sonra bir daha. Birinci karaciğere, ikincisi omuriliğe saplandı ve Süleyman Özmen yere serildi. Ve Pazartesi günü de Hak’ka yürüdü… O, şehittir, yeri şühedâ katıdır. Fakat artık biz ölmeyeceğiz, bu sallanan topraklar üzerinde, doğum sancısı, yeni, güçlü büyük Türkiye’nin sancısını çeken bu topraklar üzerinde biz artık ölmeyeceğiz. Süleyman, ülkücülerin son şehididir, biz artık ölmeyeceğiz!”… (19-20. sayfa)
(…)
… “…Dursun’un hali fena olunca yanında kimseyi istemez .Diğerleriyle paylaştığı; küçük heyecanlar, küçük tutkular. Hep küçükleridir. Dursun’un büyük savaşı, kendi içindedir. Üstüne varmaya gelmez daha bir suskunlaşır.”… (22. sayfa)
(…)
… “Bütün o insanlar tek bir insan gibiydi, Dündar Bey konuşurken… Tek bir soluk duydum sanki, güçlü ve kararlı tek soluk… Bunun için senin ölmen mi gerekti Süleyman?… Belki de. Kurban ha?… Niçin meselâ ben değil de, o?… Annem muhakkak dayanabilmezdi acıma, mutlak o da ölürdü ardımdan.” … (22-23. sayfa)
(…)
… “- Dursun’um be yavrum, hangi taraf kalabalıksa sen de onlardan ol. Peki peki deyiver be oğlum. Yumuşak başlı ol, peki deyiver. Ne olacak sanki, şu mektebin bitsin hayırlısı ile. Bitiriver oğlum mektebini, düşünme başka şey, bak âleme…”… (23. sayfa)
(…)
… “Baharın gelirmiş, gelmez olsun Ankara! Ağaçların yaprağa durmuş, durmaz olsun Ankara!… Süleyman öldü, hiç haberin var mı?… Bu geçen insanlardan biri bilmiyor tanımıyor Süleyman’ı… Yiğitliğini, insanlığını, ülkücülüğünü… Olur mu, bu olur mu?… Belki bir gazetenin, bir köşesinde Yüksek Öğretmen Okulu’nda yaralanan gençlerden biri Süleyman Özmen öldü diye okuyacaklardır…” …(23. sayfa)
(…)
… “-Evet nedir istedikleri?
-Tüm Türkiye halkları için gerçekten demokratik halk cumhuriyeti istiyorlar örneğin. Haklılar!… Halka dönük üniversite istiyorlar, haklılar!
-Sömürülen Türkiye halkları için, emperyalistlerle onların yerli işbirlikçileriyle mücadele ediyorlar, canları pahasına bu gençlerin öpülecek elleri var! … (27.sayfa)
(…)
… “…Sıcak yaz günleri, bağda verimsiz toprağa uzanıp düşünmekle, ülkücü arkadaşları ile konuşup tartışmakla geçiyordu. Çocukların üzerinde önemle durdukları “toplumculuk” kavramı idi, eEkonomi idi. Dursun, zaman zaman onların, solun etkisiyle, solun alanında at oynatmaya kalktıklarını tespit ediyordu. Hepsi ile uzun uzun konuştu; ekonomi, Türk Milliyetçiliğinin temeli değil, sadece önemli meselelerinden biriydi. -Biz, toplumcu ekonomik görüşe sahip olduğumuz için milliyetçi değiliz, diyordu, biz milliyetçi olduğumuz için, toplumcu ekonomik görüşe sahibiz. Bu, yemek için yaşamakla, yaşamak için yemek arasındaki fark gibidir. Bunu anlamayan ülkümüzü anlamamış demektir. … (141. sayfa)
(…)
… “-Mesele sadece karın doyurma değil, maddi kalkınma, şöyle iyi bir hayat, iyi yaşama. Zile’dekilerin, Ankara’nın zenginleri gibi yaşaması, mesela. Farzet ki öyle oldu bütün memleket, ne çıkar? Eğer milletin fertlerinde, milliyetine, töresine, dinine bağlılık kalmamışsa, o millet benliğini kaybeder, kendi kendisi olmaktan çıkar… Halbuki bizler amca, bir cihan devletinin kalıntısı üzerine, cihan hâkimlerinin evlatları olarak oturuyoruz. Bunun şuuruna varmalı, sorumluluğu yüklenmeliyiz, sokaktan okula, kahveden fabrikaya koşmalıyız. Kendi sanayimizi kendimiz kurmalıyız. İmkanlarımız bol, bu imkânları, büyük ve güçlü Türkiye’yi kurmak için kullanmalıyız.“ … (144. sayfa)
(…)
… ”Dur anlatayım, bizim okulda solcuların başı vardır Adnan diye bir çocuk, pek güzel konuşur, kalabalığı, ağzının içine baktırır. Bir gün form, yani talebelere toplantı yapmak istedi okul müdürü müsade etmeyince de , konferans salonunu tekme ile kırıp içeri girdi, arkasından da öğrenciler, neyse efendim, Amerika bizi sömürüyor diye nutka. Ve dedi ki, sömürü altındaki memlekette, dersler önemli değildir, sizi ikinci kurtuluş savasına çağırıyorum. Müdür istifa edinceye kadar boykot yapacağız, derslere girmeyeceğiz… falan filan. İşte bu Nail dediğim arkadaş o zaman düşünmüş; ”Yahu demiş, şu okul devlete günde elli bin liraya mal oluyor, sen Türkiye kalkınacak derken, önce devlete kazık atıyorsun, bu bir, ikincisi dersler önemli değil demek ne demek, bizim okul, mühendislerle birlik, Türkiye’nin sanayi kalkınmasına en büyük yardımı geçecek kuruluş, sen bunun derslerinin de geri bıraktırırsan, Türkiye’nin kalkınmasına da atarsın da bir kazık! Etti mi iki, nerde bunun hayrı, iyiliği? İşte böyle düşünmüş Nail ve onların samimiyetsizliğine inanmış, şimdi Ülkücüler arasında.
-Yani bu Dev Gençlilerin yaptıkları üzerinde iyi bir düşünürsen, sözleri ile hareketlerini tartarsan , buluyorsun boktan püsürden taraflarını.”… (145. sayfa)
(…)
… “İşte böyle yetişiyor, o senin mürekkep yalamış dediklerin. Gâvurun kültürüne, fikrine şartlanmış, onunla yıkanmış daracık bir kafa. Bu yüzden de kendini, kendi milletini küçümseme illetine tutulmuş. Gayri yabandan gelen ne verirsen, hap yutuyor. Midesine ağır gelirse de kusuyor. Meseleler üzerinde düşünmüyor. Çünkü bizim okullarda, düşünme öğretilmiyor. Ezber isteniyor. Bizim okullarda, biz öğretilmiyoruz… Gâvur öğretiliyor. Peki n’apsın bu adamlar. Hani okuyup ettikleri içinde ille de bir fikirleri olsun istiyorlar, ve zavallılar gazeteler ne yazarsa, doğru yanlış demeden fikir diye yapışıyorlar. Aslında aydın dedikleri, okumuş cahilin yobazı. Hepsi değilse bile, çoğunluğu.” … (146-147. sayfa)
(…)
… “-Ama gençler di mi, hep gençler! Ah amca, o gazetelerde, o kitaplarda işin fikrini yürütenler, işin telkinini ve propagandasını yapanlar ne kurşuna gidiyor, ne kurşun atıyor. Sadece gençliği, delikanlılığı maşa gibi kullanıyorlar. Adımız üstümüzde, delikanlıyız, heyecanlıyız. Bir fikre kapıldık mı, atarız kendimizi ölüme. Bu yüzden sol, üniversitede filizleniyor, güçleniyor. Gençlik büyük bir kuvvet, büyük ve budala.” … (147.sayfa)
(…)
… ““Ve boş” diye karar verdi, “Bir sürü ezber bilginin yanında, değer yargılarından yoksun beyinler! Bunun için boş. Lise bitiyor, boş, fakülte bitiyor, boş. Allah’ım işte mesele bu, diplomaları var fakat değer yargıları, sağlam inançları yok! Buna karşılık hiç okumamış zümrede, dinden ve törelerden gelen bir takım hükümleri var ki, onları aydınların yanında makbûl kılıyor. Aklı selim sahibi yapıyor.”” … (150. sayfa)
(…)
… “Bizi solcularla bir terazinin kefesine koymakta, oyun oynadığımızı sanmakta hâtâ ediyorlar. Mukayese edersek, solcu ilerici gurup, büyük şehirlerin burjuva tabakasında teşekkül ediyor. Gençleri varlıklı… Bizler ise, Anadolu’dan gelmiş kasaba kültürü almış ve genellikle fakiriz. Daha doğrusu cahil ana-banın, dinden ve törelerden gelen hükümleri ile yetişmişiz. İşte sağlıklı düşüncemiz, kendimize güvenişimiz, solcu arkadaşların karşısına rahatlıkla çıkışımız bundan.” … (150. Sayfa)
(…)
… “İnanıyorlar. İnanan genç kurşun da atar, kurşuna da gider… Solu işleyen kafalar bunu iyi biliyorlar elbet. Hain olan gençler değil, idareciler!” … (150. sayfa)
(…)
… “Kabak kafalı adamın , beyninde düm düz geniş yollar uzandı, güldü:
“Hele otobanlar hiç aşınmaz yürümekle!””… (152. sayfa)
(…)
… “…korkunun çizdiği yola vuracaksın kendini.. ki sonu milletin tutsaklığıdır. Ya içinden geldiğini yapacaksın, direneceksin! Derse sokmayacaklar, direneceksin. Dövecekler, karşı geleceksin! Vuracaklar,, Sen de vuracaksın! Çünkü bu içinden gelendir, damarlarındaki kanın emrettiğidir. Başka türlüsü gelebilmez elinden…” … (157. sayfa)
(…)
… “önemli olan Türk’ün menfaatleri. Bu menfaatleri kavramak, korumak için de, Dündar ağabey’in söylediği gibi, düşüncede, harekette milli olmak gerekir. Millet ayniyet ve devamlılıktır. … (169. sayfa)
(…)
… ”Hep antitez mi ileri süreceğiz? Biz neyiz, kimiz ne yapmak istiyoruz?…. Bunların cevabı yok mu? (…) Cevabı bulamazsan yani hastalığı tespit etmezsen , nasıl ilaç vereceksin? Dündar Ağabey ne diyordu, hasta kanser oldu, hükümet parmaktaki dolamayı tedavi etmeye çalışıyor!” … (173. sayfa)
(…)
… “Dündar Beyin “Devlet-i ebet müddet” kavramına ne kadar ehemmiyet verdiğini düşündü. Adeta hayatının anlamı değil miydi bu kavram, gençlere bunun şuurunu kazandırmak istemiyor muydu? Milliyetçi Hareket’in temel taşı değil miydi?
“Türk Milleti kendini dünyaya nizam vermek için yaratılmış bir kavim olarak kabul etmiş, bu inançla da cihan hâkimiyetleri kurmuştur.”
“Tanrı ile Türk arasında bu kutlu bağ, ta ezelden atılmış, ebediyete devam edecek, buna inanmış Türkoğlu. Bu inançtan cesaret almış… Yüreğinin kabarıp kabarıp şiştiğini hissetti. Dursun, Türk olmak şüphesiz gurur veriyordu ona. Ve belki bir o kadar da acı…” (282. sayfa)
ONLINE SİPARİŞ: https://www.kitapyurdu.com/kitap/sanci/278435.html
***
Sancı yıllarca, asırlarca okunacak.
E. Dursun Önkuzu rahmetle anılacak…
Yazarı Emine Işınsu da dualarla.
ÜLKÜ~YAZ