Hasan TÜLKAY: ÖKSÜZ TÜRKLÜĞÜN YETİM ŞAİRİ
ÖKSÜZ TÜRKLÜĞÜN YETİM ŞAİRİ:
ARİF NİHAT ASYA
Hasan TÜLKAY
“Bayrak Şairi” olarak bayraklaştı. Fakat O aynı zamanda “Aşk”ın şairidir. Hem beşerî, hem ilâhî aşkın şairi!..
Tarihimiz, toprağımız, ovalarımız, dağlarımız, camilerimiz, göllerimiz, nehirlerimiz, Yeşil Kıbrıs, Mevlâna, “Kubbe-i Hadra” onun şiirlerinde dile gelmiştir. O bizim tarih şuurumuzun, engin memleket sevgimizin, güzeli seven gönlümüzün sesidir. Türk-İslâm Medeniyetinin abidevî güzellikleri onun mısraları ile bir kat daha güzelleşir adetâ… İstanbul’u fetheden, Selimiye’yi inşâ eden ruh şiir güzelliğinde yeniden dirilir. Mevlüd kandillerinde, Peygamber Efendimizi anma toplantılarında çokça okunan:
“Seccaden kumlardı…
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!..”
diye başlayan muhteşem “NAAT”ın da Arif Nihat Asya’ya ait olduğunu nedense kimse pek bilmez, sormaz da…
Daha kırkı çıkmamış bir bebekken babası Tokatlı Ziver Efendi vefat etti. Leylî mekteplerde (Yatılı Okullarda) okudu, edebiyat öğretmeni oldu. O sıradan bir “edebiyat memuru” öğretmen değil; hakikî bir edebiyatçı ve edebiyat hocasıydı. Öksüz bir milletin, yetim bir evlâdı olarak büyüdü. Devletine, milletine hor bakmadı; velînimetini inkâr edenlerden olmadı. Bilâkis “DEVLET” ve “MİLLET”imizi lâyık oldukları muhterem mevkîye oturtmaya çalıştı.
Şiirleri sadece ruh ve “tema”sıyla değil, şekil olarak da geleneğe bağlıdır. Geleneğe yeni bir ses vermiş, serbest vezinle yazdığı şiirlere bile hecenin ve aruzun ahengini sindirmiştir. “Rübaînin en güçlü son temsilcisi” desek, herhalde mübalâğa sayılmaz. Kendi sesini erken bulmuş ve hep kendisi olmuş özgün bir şairdi.
Adana’nın kurtuluş gününe armağan “Bayrak” şiirini yazdığı gün, 5 Ocak 1975’de Hakk’a yürüdü. Daha dün gibi… Vefatının üzerinden tam 45 sene geçivermiş. Arif hoca sadece “vatan-millet-bayrak” şiirleriyle değil; Melâmimeşrep tavırlarıyla bugünkü gençlerin bile çok ilgisini çekecek bir şair.. Acaba fazla “Türk” koktuğu için midir ki ismi nisyana terkedilenlerden?..
Adının başında “Millî”sıfatı taşıyan bir Bakanlığın, maarif müfredatında köşe-taşı gibi oturtulması gereken bir ismin görmezlikten gelinmesi millî utancımızdır. Sıkışınca kendini Moskofun kucağına atan, Moskova’da yatan, burjuva-komünist Nazım Hikmet’in TC vatandaşlığını iade-i itibar olarak geri vermeyi hükümet meselesi yapanlara Arif Nihat’ı unutturmak da yakışır doğrusu… Etik Günü, AIDS Günü gibi günlerin bulunduğu Millî Eğitim Bakanlığı Belirli Gün ve Haftalar Listesine 5 Ocak Arif Nihat ASYA’yı Anma Günü de eklemek, acaba ayıp mı kaçar?.. ASYA için, hiç değilse adını taşıdığı iki lisede özel anma programı yapılır mı dersiniz? Yağmur Tunalı dostumuz ne güzel anlatmış: Arif Nihad, Türk Şiiri’nin son asırdaki belki en enteresan şairiydi.
Her konuyu şiire taşıdı. Hiçbir konudan ve hiçbir histen uzak durmadı. Şiiri her haliyle yaşar, durmadan söyler, şiirli yazar ve şiirli konuşurdu. Nesri de şiirdi. Aruz, ona olduğu kadar pek az şaire teslim olmuştur. Hece ve serbest, âdetâ her an onun tarafından kanatlandırılmayı bekleyen söz ve ses enstrümanlarıydı. Dilinde yeni bir dil açardı. Türkçe, onun kaleminde, sözünde, şiirinde bir kuş diliydi.
Mevlevî Şeyhi olduğunu pek az kimse bilirdi.
Damıtılmış bir din duygusunun, tasavvuf neşvesinin, Türklük aşkının ve insan denen muammanın her duygusunu -erotizmin söylenmesi de dahil- tabii ve hatta ulvî görüp gösterecek bir anlayışın tam ve olgun ruhuydu. Tanımak ve birazcık yakınında bulunmak bahtiyarlığını bütün zerrelerimde yaşadığım büyük insanlardandı.
Aziz Hocamı, bir 5 Ocak’ta daha derin hasretlerle hatırlıyorum.
“İçsen bu sudan, bir daha dostum, susamazsın…
Bir hal gelir… ağlayamazsın.. susamazsın!”
(Kubbe-i Hadrâ’dan)
Fransa’da çalıştığım yıllarda “SAHİ BİZ NEYİZ?.. ÖKSÜZ YETİM MİYİZ?!..” diye başladığım bir günlüğümde yol arkadaşım, edebî sığınağım Arif Nihad hocadır yine:
“Uyku tutmayınca mecburen yine kitaba, şiire sığınıyorum… El kitabı gibi çantamdan eksik etmediğim Arif Nihat Asya külliyatından birini açıyorum: Rübaî midir, nedir; “ÖKSÜZLER” dörtlüğü içimi kanatıyor. Gecenin geç saatlerine kadar uzayan sohbet meclisimizdeki gurbet yanığı yüzler tek tek gözümün önünden geçiyor:
Gidip iş bulanlar, vatandan uzakta;
Kalanlarsa yurdunda öksüz, yetimdir!
Nedir, yâ Muhammed, olanlar? Bu millet
Senin ümmetindir, benim milletimdir!
Sahi nedir bu olanlar?.. Nedir bu başa gelenler?.. Öksüzlük, yetimlik kaderimiz mi bizim?..
BU DA BİR BAŞKA GURBET
Evdeşim, çocuklarım aklıma düşüyor… Ve hayatımı paylaştığım, varlığını varlığıma armağan etmiş hanımım konuşuyor sanki Asya’nın “GURBET”inde…
Papatyada, başakta saçlarımı;
Gelincikte yanağımı düşün!
Gül koncasına rastlarsan
Dudağımı düşün!
Ağaçlar gördükçe –birlikte
Sallandığımız- salıncağımı;
Gece samanyollarında tellerimi;
Sabah bulutlarda duvağımı;
Yalnız kaldığın zamanlar
Kucağımı düşün!
Ve bir çocuk sesi duyarsan
Doğacak yavrucağımı düşün!
Dağda kırda geceledikçe
Yumuşak yatağımı;
Yalnız, üşürsen
Tatlı sıcağımı,
Özledinse seni dönüşte nasıl
Koynuma alacağımı düşün!
Ah Arif Hoca ah!.. “DUALAR VE AMİNLER”in arasına sıkıştırıverdiğin can ve ten kokulu bu şiiri yıllarca nasıl fark etmemişim?..
Tiryaki olduğum günlerde iyi bir tiryaki olduğu kadar sigaraya dair en güzel şiiri yazan Arif Nihat Asya’dan şöyle bahsetmiştim bir başka günlüğümde:
Bize gelince… İşimiz zor… Gençliğimizde sevdiğimiz, yaşayan örnek dava adamlarımız genellikle müzmin tiryakiler… Necip Fazıl; “Yahu çocuklar, içmeden nasıl duruyorsunuz?..” diye hayretle sorarmış. Üstad’ın en güzel resimlerinde sigarası da sanki ruhunun portresini tamamlayan bir aksesuar gibi yakışır durur… Galip Abi’nin (Galip Erdem) elinden sigarayı düşürdüğünü gören, bilen varsa söylesin… Rahmetlinin oturduğu yerden vapur geçiyor zannederdiniz… Bir rivayete göre bazı günler birkaç saat uyur ve uykusunda sigara içmezmiş efendim…
Tütüne müptelâ olanların yaldızlı çerçeve içine alıp baş-köşeye asabilecekleri ya da sevgiliden gelen ilk mektup gibi koyunlarında saklayabilecekleri sigaraya dair en güzel şiirlerden birini Bayrak Şairi Arif Nihat Asya yazmıştır. Tütün bağımlısı olduğum yıllarda kendim gibi daha nice arkadaşımı bu şiirle zehirlediğimi itiraf edeyim:
AĞIZLIĞIN
DALLARDAN,
DUMANIN
TÜLLERDEN,
TÜTÜNÜN
TELLERDEN…
DÜŞME
ELLERDEN!
BEYAZIN VAR
PULLARDAN;
MÂVİN VAR
GÖLLERDEN
VE BİR DAMLACIK ALIN
ALLARDAN,
GÜLLERDEN…
SORULAR ÇİZİYORSUN HAVAYA;
NELER SORUYORSUN
YELLERDEN?
AKRABAYIZ
YILLARDAN:
KURTAR BENİ
ELLERDEN!
YERİN DUDAKLARDIR
PAYIN VAR DİLLERDEN.
KİMİN HADDİNE SENİ HOR GÖRMEK!
Kİ SENİNLE BEN İSTESEK
YAKABİLİRDİK BU ŞEHRİ;
AKARDI BİR ALEV NEHRİ
YOLLARDAN…
Yeşilaycı dostlarımız bu şiirden rahatsızlık duymakta haklıdırlar. Fakat meşhur adamları meziyetleri kadar zaaflarıyla da tanımak, hatalarından da ders çıkarmak gerektiğini düşünüyorum.
O’nu yakından tanıyanlar şairliği kadar güzel şarkı, türkü, ilâhî de söylediğine dikkat çekerler. Tesbih kolleksiyonu olan, köylerden heybe, kilim toplayan, resim yapan gazeteci, edip, şair, çok yönlü bir eğitimci…
“BAYRAKLAŞAN ŞAİR ARİF NİHAT ASYA”yı yüz sayfalık nitelikli bir el kitabında hülâsa eden Prof. Dr. Nurullah Çetin Asya’nın kadın ve aşka bakışını şöyle özetlemiş:
“Arif Nihat, Türk edebiyatının çok iyi bir kadın ve aşk şairidir. O, başka bazı şairler gibi aşkı ayağa düşürmemiş, mübtezel, pespaye bir aşk algısından uzak durmuş, kadını salt kaba bir cinsellik nesnesi ve tensel hazlarının bir tatmin aracı olarak görmemiş, onu hem bir insan, hem bir eş ve sevgili olarak algılamıştır. O şiirlerinde daha temiz, daha samimi, içten ve soylu bir duygusal aşk anlayışını dillendirmiştir.
Aşka yaklaşımı ile ilgili olarak şöyle der: “Milletimin hafızasından çekip aldığım kelimelerimle önce aşk şiirleri yazdım. Demek ki şiir bahçemin bir köşesinde aşk şiirleri, sevgi şiirleri var. Bunlar sadece sevgili üzerine yazılan şiirler değil. Orada anneler üzerine yazdığım şiirler de var. Çocuklar üzerine yazdığım şiirler de.”
Şair, genel anlamda kadın kavramına ilişkin olarak da şu yaklaşımını ortaya koyar ki bu tavır, son derece insanîdir. “Kadın bizim hayatımızın yarısıdır. Kadınsız hayat olmaz. Kadın, önce bizim için annedir. Sonra kardeştir, abladır ve sevgilidir. Çocuklarımızın anasıdır. Ve şiirde bizim kılavuzumuz odur. Biz önce cismanî bir aşk ile veya eskilerin ifadesiyle aşk-ı mecazî ile hemhal olup sevgiliye şiirler yazarız.”
Arif Nihat Asya, bir ana şairidir. Türk edebiyatında anne konusunda en çok şiir yazan odur. 11 şiirle bu alanda da birincidir. Bunda annesiz büyümesinin, anne şefkati özleminin etkisi büyüktür.”
Nurullah Hoca biraz görmezlikten gelmiş bence…
Asya’nın şiirlerinde kadın cinsî cazibesi ile de dikkat çeker. Venüs heykelindeki çıplaklık gibi insanı rahatsız etmeyecek dozda ılık bir erotizm hissedilen mısraları çoktur. Ben yazdım ama benim değil deyip “Çile”sine almadığı “Kadın Bacakları”ndan dolayı Necip Fazıl’ı sigaya çekenler, ne hikmetse Arif Nihat’ın bu yönünü es geçmişlerdir ki; bence akademik tez olabilecek kitaplık çapta mühim bir mevzudur.
Bayrak şiiri tekrar ilkokul Türkçe kitaplarına girerse, “Kökler ve Dallar”a tutunarak, “Dualar ve Aminler”le, “Fetih Marşı” eşliğinde, İstanbul’un fethinde Bizans surlarına üç hilalli sancağı çeken Ulubatlı Hasan gibi, Estergon Kalesi önünde imanla kükreyen akıncı serdengeçtiler gibi Arif Nihat’ı okuyup anladıkça “RUHUMUZLA VE BEDENİMİZLE TAM BİR TÜRK OLACAĞIZ!..”
Rahmetle yâd ediyoruz.
23 Aralık 2019 Antalya