Gültekin ÖZTÜRK: Unutmadım, Unutmayacağım…
Unutmadım,Unutmayacağım, Unutturmayacağım!
Gültekin ÖZTÜRK
Hastalandım ve çok zor bir 8 gün yaşadım. Allah’a şükürler olsun ki bu badireyi de atlattım. Şu an sevenlerimizle tekrar beraber olmanın mutluluğu içindeyim.
Hastanede iken aldığım bir şehit haberi üzerine, toplumda oluşturulan yanlış bir algıya dikkat çekmek gerektiğini düşündüm. “Eğer tekrar yazabilirsem, ilk bu konuyu yazacağım” demiştim. Çok şükür klavye başındayım ve bu kararımı uyguluyorum.
Nedir bu yanlış algı?
Bugün şükür ki artık şehit/gazi haberi almıyoruz. Yazılı ve görsel medyada terör haberi yok görünüyor. Sanki PKK yok oldu, terör bitti, Kandil’e şanlı bayrağımız dikildi gibi bir algı söz konusu.
Peki, gerçekten durum bu mu? Yaratılan bu algı doğru mu?
Hayır! Gerçekte durum hiç de sanıldığı/algılandığı gibi değil!
Hasta yatağımda, çocukluk arkadaşımın yeğeninin şehit haberini aldım.
Medyaya uygulanan sansür, daha doğrusu göreceği baskıdan dolayı, medyanın kendi kendine uyguladığı sansür sebebiyle böyle bir algı oluşturuldu.
Terör ne yok oldu, ne marjinalleşti, ne de silah bıraktı. Suriye meselesinden dolayı, silahlı birliklerini efendileri AB(D)’nin isteğiyle, Beşşar Esed Rejiminini devirmek için, Kuzey Suriye’ye kaydırdılar. Esed’in Kürtlere özerklik vermesine rağmen, efendilerinin isteği doğrultusunda, düne kadar Türkiye’ye yaptıklarını, bugün Suriye’de yapmaktadırlar o kadar…
Nasip olursa Suriye, Kürt sorununda gidilen/gelinen nokta ve “Yeni Anayasa” oyununu gelecek yazımda anlatacağım.
Bugün hastalığımın da etkisiyle biraz “eski” takılacak, zayıf hafızamızı tazeleyeceğim.
“Hafıza-i beşer, nisyan ile maluldür.”
Yıllarca PKK – AB(D)* terörü, yüzlerce ana kuzusunu şehit etti ve biz onları gözyaşlarımız/sıkılı yumruklarımızla Cennete yolcu ettik.
Duyarlı birkaç bin Türk, o sıkılı yumruklarıyla, ellerinde bayrak ağlayarak meydanlara koştu.
“Şehitler ölmez! Vatan bölünmez!” diye kendini paraladı, intikam yemini etti.
Siyasiler terörü lanetleyen mesajlar yayınladı.
Cenazeleri mezara koyduk. Meydanlarda intikam yeminleri ettik. “Terörle bir yere varılmaz, sonları hüsrandır!” diye nutuk atıp/dinleyip, işimize/evimize döndük.
Ne de olsa dağda/ovada/sokakta teröre karşı koyanlar vardı ve bizim yerimize ölüyorlardı/öleceklerdi.
Ben/biz de onları, görkemli cenaze törenleri/intikam yeminleriyle gömdük/gömüyoruz. Böylece bu kutsal vatan görevini tamamlayıp, evimize çekildik, TV’lerde 30 saniye ile bu cenaze törenini dinledik ve uyuduk/uyuyoruz.
Hepsi bu kadar, görev bitti/giden gitti, kalan sağlar benim diye oturacak mıyım?
Ne yani şimdi ben, yaratılan algı sebebiyle rahat, rahat uyuyacak mıyım?
Mezara sığmayan O “ Kınalı Kuzuların” anaları, bacıları, yavukluları, bebeleri, kardeşleri, kandaşları kısaca alev, alev yanan şehit yakının yüreğini kim/nasıl söndürecek/soğutacak?
Bilmem kaçıncı eylemsizlik, ateşkes, protokol, barış konseyi kurma kararınız, metin olunuz nasihatiniz onların sancısını giderdi mi/dindirebilecek mi?
Başta stratejik ortak ABD ve aralarına girme çabası gösterdiğimiz AB’ lı yetkililerin övgüsü, Kürşad Yüzbaşının anasının/dayısının can yangısını dindirebilecek mi?
Mısır, Libya, Suriye, Yemen, Gazze’de aldığınız alkışlar, İstanbul’da ağırladığınız Gazzeli meşhur terörist Halid’in methiyeleri, şehid yakınlarına teselli olabilecek mi?
Teröriste 123 bin lira terör tazminatı, şehidin evine elektrik faturası içini, icra göndererek mi şehit analarının yüreğini soğutacaksınız?
Beyler/bayanlar/BOP Eşbaşkanları/demokrasi kahramanları!
Şunu o küçücük beyinlerinize iyice sokun: Hesap görülmeden, hainlere ve yardakçılarına ceza kesilmeden anaların yürek sancısı dinmez/dinmeyecek, volkanın krateri kapanmaz/kapanmayacak!
Neymiş efendim; Teröristle mücadele, seçilmiş ile müzakere yapılacaktır!
Mehmetçik, terörist ile mücadelede ölmeye devam ederken, beyler teröristin seçtiği vekil ile müzakere edecekmiş….Vay be!
Zaten yıllardır ikisi ile de anlaşmalar yapıyor/görüşmüyor muydunuz? Şimdi durduk yerde bu sözler de neyin nesidir ki?
Yaptığınız görüşmeler(Oslo görüşmeleri dâhil), Habur Zaferi karşılama törenleri ve özerklik ilan sonunda ulaştığınız yer burası mı?
Yoksa “Vatanın bütünlüğü, milletin birliği” için, yapacağınız yeni anayasa ile bir Türk-Kürt Federasyonu kurmak, Türk adını anayasa ve yasalardan silmek amacıyla, yeni bir pazarlık kartı mı açıyorsunuz?
Bunun görüşmelerini, Erbil’de mı yapacaksınız? Yoksa Mart sonu gitmeyi planladığınız ABD’de, Oval Ofiste mi?
Yaptığınız, ama pişkince “biz değil, devlet görüştü” dediğiniz kirli pazarlık bozuldu da düzeltiliyor, ya da yenisini mi yapmaya çalışıyorsunuz?
Söyleyin! İleri demokratlar/dindar BOKAP* Eşbaşkanı/model ülke bezirgânları, Türk-Kürt Federasyonu fitnesine mi hazırlanıyorsunuz?
Yani yarın çıkıp, “Evet, işte geldik son durağa buraya kadar. Kınalı kuzular boşuna öldü dercesine, teröriste af/İmralı Canisine ev hapsi, hesaplaşmak yok!” barış yaptık mı diyeceksiniz?
Sakın ha! Sakın böyle bir şey demeyin, böyle bir durak icat etmeye kalkışmayın!
Bilesiniz ki buna yeltenenlerin, Türk’e kefen biçmeye niyetlenenin ölümü korkunç olur!
Siz hiç bomba yanığı nasıl olur, kurşun ete girdiğinde nasıl bir koku duyulur, bilir misiniz?
Tabi ki bilmezsiniz! Hem nereden bileceksiniz ki? Sizin oğlunuz, kardeşiniz, evinizin direği şehit olmadı ki!
Ancak şehitler/yakınları çok iyi bilirler.
Onları ceset torbasına koyanlar/kucaklayanlar/mezara indirenler de bilirler.
Başka bir şey daha bilirler ve asla unutmazlar!
Sizi, elbette siz şehitler üzerinden pazarlık yapanları, terörist ile masa kuranları da bilir/biliyorlar ve hesap gününe hazırlanıyorlar.
Allah, sizden bunun hesabını mutlaka soracaktır sormasına da, inanın ettiklerinizin hesabı kıyamete kalmaz/kalmayacaktır!
Bugün TBMM’de gurup toplantıları yapılıyordu. Demokrasi mabedinde gurup toplantılarında yapılan konuşmaları izledim.
Filistin’de, Mavi Marmara’da ve daha bilmem nerede ölenlerin acısını duyan “demokrasi kahramanı BOKAP Eşbaşkanı” benim şehidimden/Kürşad Onbaşımdan habersiz, tek kelime etmiyor!
Kınalı kuzular, hesap sorulmasını beklerken, terör temsilcilerine el uzattık diyenler “Yaşasın!” alkışları arasında mutluluk gülücükleri dağıtıyorlardı. Kahroldum…
Hey! “Yaşasın, yaşasın” diye alkış tutanlar!
Yaşasın da, kim yaşasın?
Tayyip/Kemal/Devlet/Ahmet/Gül, hangisi veya hangileri yaşasın?
Nasıl olsa artık paralılar için askerlik vatan hizmeti değil. Siz/çocuklarınız, hepiniz yaşasın da sadece Kürşad Onbaşılar,“Kınalı kuzular” mı ölsün?
Daha ne kadar, kaç kere terörün sonu geldi/geliyor hikâyesi dinleyeceğiz ve siz hikâyecilerinizi ne kadar alkışlayacaksınız bilemiyorum?
Bildiğim/hissettiğim, bu unutkanlık, duyarsızlık, uyuşukluk, aymazlık, şakşakçılık beni öldürüyor ya! Sizi bilmem…
Ziyaretime gelen bir dostumla bütün bunları konuşuyor, neler olduğunu/olacağını tartışıyor, kendimizce çözümler icat ediyorduk.
Bir ara “ biz de dağa mı çıksak acaba?” diye, isyan halinde öfkemizi dillendirip, rahatlamak istedik sanırım.
Kadim dostuma, daha önce yazmıştım bu konuyu, “Sen dağa çıkarken, bana da haber ver, ne de olsa vatan/millet/mahallenin namusu için, her kavgada beraberdik. Bunda da beraber oluruz” dedim.
Can dostum “ Olmaz! Senin ciğerlerin zayıf/hastasın. Daha dün yoğun bakımdan zor aldık. Sen dağa çıkana kadar savaş biter” diye karşı çıktı.
Hastalığımın hatırlatılmasına, hayalimizde de olsa, bu gerekçeyle savaş dışı bırakılmaya, alınmadım desem yalan olur.
Ancak ben sonuçlarını hesaplamadan söz söylememeyi ve haddim bilmeyi öğrenmiştim Başbuğumdan.
Bunları, söylenmesi muhtemel sözleri/gösterilecek gerekçeleri de öngörmüş ve cevabımı hazırlamıştım. Arkadaşım alınsa da son sözümü söylemeliydim ve söyledim de.
“Ben, savaş başlayınca dağa çıkacağım demedim. Eğer zorunda kalırsam, dağlar düz, geceler gündüz olur. Dünya yıkılır, yeniden kurulur. Başkalarını bilemem ama tarihte olduğu gibi bu günde Türk, kurulacak yeni dünyada onurlu yerini yine alır/alacaktır.
İşte ben buna katkı sağlamak için dağa çıkarsam/çıktığımda ancak savaş başlar. Daha önce değil Candaş’ım!” dedim/böyle yazdığımı söyledim.
Gözlerim/gözleri dolmuş, belli ki yüreği de burkulmuştu… Kandaşımla kucaklaştık/helalleştik ve ayrıldık.
Son günlerde milli varlığımıza yönelik iç tehdit ve Suriye/Irak merkezli mezhep savaşı ile sürüklenmekte olduğumuz dış tehlike, korkarım ki milletimizi bir kere daha İstiklal Marşı yazmak zorunda bırakacak gibi…
Bu durumda bir kez daha milli görev, Türk Ülkücülerine düşecek gibi görünüyor.
Ben ve kadim dostum buna hazırız! Ya siz?
.Yırtıcılar az yaşar…Uzun sürmez doğanlık…
Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık.
Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık;
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.
Diyor Atsız Atam. Ben de O’nun gibi düşünüyorum.
Ancak, Mehmet Akif gibi de “Allah, bu millete yeni bir Kurtuluş Savaşı yaşatmasın, İstiklal Marşı yazdırmasın!” diyorum.
Güzel günler için kalın sağlıkla.
Gültekin Öztürk
Tarihçi – Yazar