# Etiket
#Kültür/Sanat #Tarih

Dr. Hayati BİCE: Türkler’de Kadının Adı Var-dı-

Türkler’de Kadının Adı Var-dı- …

-Türk Toplumunda Kadının Yeri ve Önemine Dair-

Dr. Hayati BİCE

Nice zamandır “Bu konuda yazmam gerek” dediğim o kadar konu zihnimde birikti ki, bilmem altından nasıl kalkmalı!.. Bu konulardan birisi de “Türk tarihinde kadının durumu ve bugünkü acınası hali” olarak yazılmalıydı. Son olarak haberiniz.com.tr yazarlarından Şükrü Alnıaçık’ın “Devletle İffet Kardeştir!..” başlıklı güzel yazısını da[1] okuyunca konunun bir başka yönüne değinmem farz oldu diyebilirim.

Hemen hergün “töre cinayeti”, “kadına şiddet” , “çocuk yaşta kadınların uğradığı cinsel taciz” gibi sevimsiz başlıklarla ülkenin dört bir yanından TV’lere oradan da evlerimize akıp duran bir olgular zincirini görmezden, işitmezden gelmek zaten mümkün değil. Çocuklarla birlikte olduğumuz sırada ekrana gelen bu tür haberlerin yol açacağı ruh kirlenmesinden korunmak için mecburen kanal değiştirmek zorunda bırakacak kadar iğrenç ayrıntılarla dolu, insanı insanlığından utandıracak kadar mübtezel haberler…

Oysa bizim tarihimizde hatunun da saygın bir yeri vardı, hanın da… Yoksa o tarihlerde anlatılan hanlar-hatunlar hayâlî kahramanlar mıydı? İşte bu soruya sadece satırlarla değil, yeryüzünde Türk’ün kadına verdiği değerin somut birer anıtı olarak varlığını sürdüren mimarî eserlerin tanıklığı ile yanıt vermek istiyorum.

Bir Kişinin Ardından Türbe Dikilmesinin Tarihteki Anlam ve Önemi

Suud Arabistanı’na egemen olan kabir/türbe düşmanı Vehhabî zihniyeti tesirindekiler ne kadar itiraz ederlerse etsinler, müslümanların tarih boyunca üzerine türbe inşa edip asırlardır bitmeyen bir cazibe ile aşkla-şevkle ziyaret ettiği türbeler, maddi nitelikleri ötesinde manevi bir anlam ve öneme işaret ederler. Türkistan coğrafyasında kimlerin kabri üzerinde türbe inşa edildiğinin analizi yapılacak olursa bunların ya Emir Timur, Sultan Sencer gibi saltanat sahipleri ya da Ahmed Yesevî, Abdulhalık Gucduvani, Şah-ı Nakşbend, Ubeydullah Ahrar gibi maneviyet uluları olduğu görülür.

İşte bu maddi-manevi saltanat sahipleri yanında -bu yazıda sadece birkaçının ismini verebildiğim- kadınlar adına inşa edilen ve asırlardır ayakta kalmayı başarabilmiş eserler de bize bir başka sırrı fısıldamaktadır: Nedir o sır: Türk tarihinde ve maneviyatında kadının adı vardır; hem de silinmez bir şekilde vardır…

İnşaat teknolojisinin çok zor olduğu asırlarda bir kadının ardından zamanının en görkemli eserleri olarak türbeler inşa edildi ise bunu hiç -ama hiç- kimse küçümseyemez. Türkistan’da egemen olmuş bazı hanların, hakanların dahi kabirleri yeryüzünden silinip gitmiş iken hâlâ ayakta olan bu kadın türbeleri bize çok ama, çok şey anlatmaktadır ve artık şunu kesin olarak söylemeliyim ki kıyamete kadar da söylemeğe ve hatta işitmezden gelenler de işitebilsinler diye haykırmağa devam edeceklerdir:
“Türk tarihinde kadının adının var olduğunun; hem de yok sayılamayacak kadar görkemli bir şekilde var olduğunun işaret taşıyım ben!..” diye…

Türkistan’daki Kadın Türbeleri Neyin ‘İşaret Taşı’ ?..

İlk kez 1992 yılında ziyaret ettiğim Türkistan topraklarında nasılsa ayakta kalabilmiş kutsal makamlar arasında, kadınlar adına düzenlenmiş olanlar hayli fazla idi. Unutulmaz ilk gezimizin duraklarından Kazakistan’da Cambul (Evliya-Ata) yakınındaki Ayşe Bibi türbesi, Sayram’daki Ahmed Yesevî’nin (ölümü:1166) annesi Karasaç Ayşe Hatun türbesi, Taşkent yakınındaki Anber Ana türbesi ile Semerkand’daki Emir Timur’un (ölümü:1404) eşi Tükel Hatun (Bibi Hanım) külliyesi bu mimari anıtlardan en önemlileri idi. Bu türbeler hem tarihî birer kanıt olarak hem de mimari yönden Türkistan coğrafyasındaki Türk medeniyetinin en görkemli işaret taşları arasında idi.

Adandığı kadınların unutulmamasını sağlamak kasdıyla yükseltilen bu tarihî yapılardan Ayşe Bibi türbesi ile ilgili olan öykü o kadar derin bir aşk temelinde yükselmişti ki, bilmem birgün bir senarist çıkar, senaryosunu yazar ve bir yapımcı da kolları sıvar ve filmini çeker mi? Eski adı tarihî ismi Taraz olan daha sonra asırlarca Evliya-Ata olarak adlandırılan ve bugün Cambul olarak bilinen Kazakistan şehrine 20 km. kadar yakınlıkta bulunan Ayşe Bibi türbesinin hemen yanındaki Babacı Hatun türbesinde yatan vefakâr dadının öyküsü de en az Ayşe Bibi’ninki kadar duygulandırıcı ve bir o kadar ilginçtir.[2]

Bir başka kadın anıtı olarak Sayram’daki Yesevî’yi doğuran Karasaç Ayşe Hatun türbesinin en çok da dilek sahibi Türkistanlı kadınların ziyaret ettiği bir makam oluşunun sosyo-psikolojik olarak izahı da önemli bir araştırma konusu olarak ele alınacak değerde geliyor bana… [3]

Türkistan’daki Yesevîlik tarikatının hayat öyküsü en iyi bilinen ilk mürşidlerinden Süleyman Hakîm Ata’nın eşi iken dul kaldıktan sonra aynı silsileden Zengi Ata (ölümü:1258) ile evlenen ve onun eşi olarak dergâhı yakınında toprağa verilen Anber Ana türbesini ziyaret ederken öğrendiğim ve daha sonra tarihî kaynaklardan okuduğum son derece ibret verici öyküsü de, günümüze yansıyan yönleri ile özellikle bu satırları okuyanlardan hanım okurlar tarafından dikkatle okunmalı… [4]

Bunlar kadar ilginç bir kadın öyküsü de, Doğu Türkistan’ın Kaşgar kentindeki Appak Hoca türbesinde makamı olan Dilşad İpar Hatun’a aittir. Tarihî bir kahraman olarak Dilşad İpar’ın hayatını Japonların bir film olarak çektikleri ve ünlü yazar Pearl S. Buck’un da bir eserinde Dilşad İpar Hatun’u konu ettiği bildirilmektedir. Türk kadınının iffet ve yiğitliği yanında vatan sevgisinin de sembolü olan, Dilşad İpar Hatun’un öyküsünü bugün aynı ismi taşıyan kadın/kızlarımızdan kaç tanesi bilirler acaba?! .. [5]

Taraz’daki Ayşe Bibi’den Ankaralı Karyağdı Sultan’a Selam ile…

Türk tarihinde kadına verilen önemin bir işaret taşı olarak gördüğüm türbeler yukarıda isimleri verilen üç azizi kadın ile sınırlı sanılmamalıdır. Türkistan’daki Yesi yakınında Pir-i Türkistan’ın ablası Gevher Şehnaz makamı, Azerbaycan’ın Nahcıvan bölgesindeki Mümine Hatun türbesi ile Konya yakınlarındaki Larende’de bulunan adaşı Mevlana Celaleddin Rumi’nin annesinin ziyaretgâh olan türbesi ilk aklıma gelenler…

Bu konuda ayrıntılı bir çalışma yapıldığını bilmediğim için tam bir liste verebilmem zor ama, Anadolu’daki kadın evliya makamlarından her hangi birisini, mesela Ankara’nın Ulus semtindeki Karyağdı Sultan [6] türbesini ziyaret edenlere tavsiyem, konuya belirttiğim çerçeveden bakmalarıdır.

Kimbilir Anadolu’nun daha nerelerinde, daha kaç tane “evliyadan hatun” adına yapılmış türbe, makam vardır…

Şimdi bu kısa özetten sonra siz karar verin: Türk tarihinde, Türk’ün manevî hayatında kadının adı var mı, yok mu imiş ?!…

______________________________________

İletişim: http://www.hayatibice.net

[1]Şükrü Alnıaçık, “Devletle İffet Kardeştir!..” , 28 Nisan 2012; http://haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi53357-Devletle_Iffet_Kardestir.html

[2] Şimdi burada bu derin aşk öyküsü ile vefa destanını özetlemeğe kalksam bile sayfalar yetmeyecektir. İlgili okuru Ayşe Bibi’nin öyküsünü özetleyerek anlattığım Türkistan Rüyası kitabıma havale etmekten başka çarem yok. Bkz. Hayati Bice, Türkistan Rüyası, İnternetten Temin: Kitapyurdu.com, Bizim Büro Basımevi, Ankara-2012. http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=596547

[3] Aynı kasabadaki Yesevî’nin babası İbrahim Ata türbesi ise erkekler tarafından ziyaret edilmektedir. İlginç bir nokta Yesevî’nin anne ve babasının ayrı ayrı yerlerde toprağa verilmesi sonucu aralarında 2 km. kadar mesafe bulunan birer türbe inşa edilmesidir. Bu türbelerin yapımını Ahmed Yesevî’ye nisbet edenler var ise de kanaatime göre Pir-i Türkistan olarak bilinen oğullarının tüm Türkistan’da ünlenmesinden sonra mevcut olan kabirleri üzerinde zamanın emir veya üst yöneticileri tarafından inşa edilmişlerdir. Bkz. FOTOGALERİ.

[4] Amber Ana ile Zengi Ata’nın menkıbesi için bkz. M. Safiyuddin, Reşahat Aynul-Hayat, (Sadeleştiren: Necip Fazıl Kısakürek),
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=459909&sa=110133243

[5] 1756 yılında Çinlilere esir düşen Dilşad İpar Hatun’un kabri konusunda iki ayrı rivayet vardır. Çinlilere göre; kabri Büyük Mançu İmparatorlarının kabirlerinin bulunduğu yer olan Tung Ling’de İmparator Chien Lung’un mezarının yanındadır.
Doğu Türkistan’da halk arasındaki yaygın rivayete göre de; naaşı Kaşgar’a getirilip, ecdadından ve evliyadan Appak Hoca diye bilinen Hoca Hidayetullah’ın bulunduğu türbeye defnedilmiştir. Bugün Kaşgarlı Türkler bu türbeyi hem Hidayetullah Hoca, hem de Çinlilerin “güzel kokulu prenses” anlamına gelen “Şiang-Fei” ismiyle tanıdıkları Dilşad Hatun için ziyaret ederler. Bu yüzden Appak Hoca türbesinde daha kapı önünde secde etmeye başlayan hükümdarlarından birinin hanımı olarak kabul ettiklerinden, kabrini kutlu bilip ziyaret eden Budistlerle, ellerini açıp Fatiha okuyan müslümanlara her zaman rastlanabilir. Kaşgar’daki türbenin içinde sedye şeklinde “co” denilen bir tabut vardır ki, Türkler arasında Dilşad İpar Hatun’un cesedinin tabut ile tahtırevan üzerinde Pekin’den Kaşgar’a getirildiği rivayet edilir. Dilşad İpar Hatun hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.
http://www.sufiforum.com/viewtopic.php?f=117&t=8366

[6] Gerçek ismi ve hayat öyküsü bilinmeyen Karyağdı Hatun ünvanlı Anadolu kadını ile ilgili olarak nakledilen rivayet, bırakın diğer şehirlerdeki okurları Ankaralılar tarafından bile, pek iyi bilinmediği için burada özetlemek isterim.

Karyağdı Hatun Menkıbesi: Ankara’nın en güzel kızlarından biri al duvak takınıp gelin olmuş. Vardığı yağız Ankara seymeni ile birbirlerini pek sevmişler, pek anlaşmışlar. Gel zaman git zaman, gelin kızın al duvağı solmadan kaynata/kaynana başlamışlar “gürbüz bir torun” hasreti ile tazenin yüzüne bakmaya… Kısa zaman sonra evin hanımları gelin kızın betine-benzine bakmışlar da Allah izni, pirler himmeti ile gelin hanımın gebe olduğunu fark edivermişler. Kadın gebe oldu ise aş ermesi işin töresindendir. “Bizim gelin de aş eriyor” diye kimse ayıplamaz. Ayıplamaz ama yavrucak öyle bir şeye aş erer ki bulup buluşturmak müşkülün müşkülü. Çünkü taze gelin, Ağustos ayında kar ister. Herkes harmanda yaz güneşi alnında buram buram terlerken o, lapa lapa yağan kar rüyaları görür… Gecenin ortasında içini bir ateş basar dudakları suya hasret kalan bozkır toprağı gibi çatlar. Kızcağız kâh ağlar sızıldanır, kâh utanır, susar. Ama onunla birlikte kocası da yanar-yakılır, döner-dönenir. Elinden gelen olsa esirgemeyecek, dağları devirecek. Kar bu; yola bele dayanmaz ki, gidip uzaklardan getire. Gelin gündüz hayalinde kar helvaları yiye yiye; gece düşünde kardan adamlarla güreşe durup karnındaki bebeği büyütedursun, artık bir an gelmiş dayanamaz olmuş. Herkesin mışıl mışıl uykuya vardığı bir sırada konağın bahçesine çıkıp gecenin üçte biri geçtikten ve arz ü semavâtın melaikesi dualara nâzır iken hem ağlamış hem yalvarmış: “Allahım… Her şey senin elinde! Sen, ol deyince gökyüzünden kar da yağar, nur da yağar! Ver Allahım! Lapa lapa kar ver, avuç avuç kar yiyeyim, içimin şu bitmez yangını sönsün. Allahım! Ver… Kar ver Allahım! N’olur Allahım!..”

O an hacet kapılarının açık olduğu nadir bir an mıydı? Yoksa gelinin sesi mi açtı hacet kapılarını kim bilir?!. Bazı işler Allah ile kul arasında sırdır, ne olmuşsa olmuş; tam gelinin rüyasında gördüğü gibi, lapa lapa kar yağmaya başlamış. Kar tutan bahçede her yer bembeyaz olmuş. Gebe gelin, sevinçten iki gözü iki çeşme ağlamaklı, avuçlarını açıp kucakladığı karları çatlak dudaklarına götürürmüş. Ta gün ağarana kadar kar yağmış, gelin doyasıya yemiş… Ertesi sabah Ankara’nın ortasındaki bu bahçeyi bembeyaz karlar içinde görenler, büyük bir şaşkınlığa uğramışlar ama, Allah’a nazı geçen taze gelinin hikâyesi de çabucak yayılıvermiş. Hikâyesi Ancak bu kadar kar yemekle, gelinin yediği kar dokunmuş, yatağa düşürmüş. Kaynanası, torununun beşiğine örtmeye hazırlandığı al duvağı, gelininin tabutuna örtmek bahtsızlığına uğramış… Bugün Ankara’da Ulus meydanın aşağı tarafındaki Karyağdı Sultan türbesine gönüllü olarak hizmet eden ve bu menkıbeyi ziyaretçilere anlatan ak yaşmaklı, nur yüzlü türbedar nine adak mumlarını düzeltirken anlatır: “Türbenin üstüne her gece, cümle âlemin derin uykulara vardığı saatlerde sultanımın türbesine her gece kar mı yağar, nur mu yağar? Bilmem artık, yere düşmeden kaybolur gider…”
Karyağdı Hatun Türbesi kitabesi:
Ah! Vaveylâ ki cellâd felek
Hâke saldı bu gül-i nazikteri…
Cennetinden kabrine revzenler aç,
Rahmin ile bula daim ruşeni…
Erdi hâtiften de anın tarihi:
Cilvegâhı ola cennet gülşeni…

Leave a comment