TÜRK YURTLARI / Prof.Dr. Ahmet B. ERClLASUN
TÜRK YURTLARI
Prof.Dr. Ahmet B. ERClLASUN
Milâttan önce ve sonraki ilk yüzyıllarda. Moğolistan içlerinden Uralların batısına doğru uzanan geniş bozkırlarda, at üstünde gidip gelen, binlerce hayvanlık koyun ve at sürülerini otlatan, zaman zaman güneylerindeki yerleşik devletlere akınlar yapan, bazan ayrı ayrı boylar halinde dağınık yaşayan, bazan da bir boylar federasyonu halinde birleşen çok hareketli bir kavim yaşıyordu. Milâttan önceki ikinci binde bu kavmin macerası hakkında pek fazla malumatımız yoktur, birinci binin ilk yarısında Karadeniz’in kuzeyinden Uralların doğusuna doğru uzanan Saka imparatorluğu içinde yer aldıklarını, hatta bu imparatorluğun hâkim unsurunu meydana getirdiklerini tahmin ediyoruz. Yine bu çağlarda Kafkasların kuzeyinde ve Ural eteklerinde Hint-Avrupa kavimleriyle, biraz daha kuzeyde Fin-Ugor kavimleriyle münasebette bulunduklarını düşünebiliriz. Güneyde ise İran’la temastaydılar. Şehnâme’deki İran-Turan savaşları ve Türk kaynaklarında da yer alan Alp Er Tunga efsanesi bu devrin izlerini taşır. Buna göre Türklerin Hazar’ın iki tarafından; hem Azerbaycan, hem de Mâverâü’n-nehr istikametlerinden İran’ı sıkıştırdıklarını ve Ceyhun’a kadar dayandıklarını anlayabiliyoruz.
Türklerin çok erken çağlarda, bozkır kuşağının güneyinde de yurt tuttuklarını gösteren emareler vardır. Beşer medeniyetinin beşiği kabul edilen Mezopotamya medeniyetini kuran Sümerlerin dili, ne Hint-Avrupa, ne de Sami dillerine girmektedir. Sümerce yapı bakımından, Türkçe gibi eklemeli (aglitunant) bir dildi. Üstelik Sümercede Türkçe ile aynı olan pek çok kelime bulunmaktaydı. O halde Sümerler ya Türklerle akraba idiler, ya da çok eski çağlarda, milâttan önce üçüncü, dördüncü binlerde Türklerle temas etmişlerdi. Bu da Türklerin daha o çağlarda Ön Asya’ya, hiç olmazsa Mâverâü’n-nehr’e kadar geldiklerini gösterir. Anadolu’nun eski kavimleri Hititlerin, Friglerin, İyonların Hint-Avrupa kavimleri olduğu bilinmektedir. Fakat Hititlerden önce Orta Anadolu’da yaşayan Hattiler, M.Ö. birinci binin ortalarına doğru Doğu Anadolu’da yaşayan Urartular da Türkler gibi eklemeli dil kullanıyorlardı. Batılılar, Hint-Avrupa ve Sami dilleriyle birleştiremedikleri Sümer, Hatti, Urartu gibi diller için “Azyanik” veya “Eski Anadolu” tabirlerini kullanmaktadırlar. O halde eklemeli dil konuşan kavimlerin daha M.Ö üçüncü binde, Anadolu’da bulundukları anlaşılır. Ancak üçüncü binin sonunda Hititlerle, Anadolu’da Hint-Avrupa kavimleri görülür. Hititlerin de Anadolu’ya doğudan geldikleri sanılmaktadır. Anadolu’ya batıdan gelen ilk Hint-Avrupa kavimleri, Frigler ve İyonyalılar ancak M.Ö. 1200’lerde buralara ulaşmışlardır.
Dîvânü Lugati’t-Türk’te yer alan Şu destanı, M.Ö. 330’larda Türklerin Mâverâün-nehr’de oturduklarını gösteriyor. Bu tarihlerde Mâverâün-nehr’e gelen İskender ordularının Türkleri sıkıştırarak Altay dağlarına çekilmelerine sebep olduklarını Şu destanından öğreniyoruz. Ancak yine bu destan, 22 Oğuz boyu ile 2 Halaç boyunun doğuya çekilmeyip eski yurtlarında kaldıklarını belirtiyor. Şu destanının bize öğrettiği bir önemli husus daha var: Motun’dan (Mete’den) 120-130 yıl önce Oğuz boyları mevcuttu. Bu boylar da Oğuz Kağan’ın çocuklarından türediğine göre Oğuz Kağan, Motun’dan yüzlerce, hatta binlerce yıl önce yaşamış olmalıydı. Belki de Türklerin mitolojik atasıydı. Ama sonra, nesilden nesile aktarılarak durmadan zen¬ginleşen destan, Motun’un yaptıklarını da Oğuz Kağan’a mal etti. İşte bu tarihin şafağındaki ilk Türk atası Oğuz Kağan, belki de milâttan birkaç bin yıl önce, Kafkasları aşarak Anadolu, Suriye ve Mısır’a seferler yapmıştı. Bir yandan da Hind’e, kuzeyin buzlu ülkelerine ve Moğolistan’a kadar uzanmıştı. Reşideddin’in Camiü’t-Tevârih’inde ve Ebülgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Terâkime’sinde yer alan Oğuz Kağan, Türklerin bütün asırlarda yayıldıktan alanların adetâ destana yansımış bir ifadesidir. Bu haliyle Oğuz Kağan, Türk milletinin şuuru altındaki ülkünün de timsalidir.
M.Ö. 22O’lerde Tuman ve Motun’la birlikte, tarihimizi hemen hemen kesintisiz olarak takip edebildiğimiz çağlara giriyoruz. Motun (Mete), Çin fağfuruna yazdığı bir mektupta “Kuzeydeki yay çeken bütün kavimleri birleştirdim” diyordu. Bu, Mançurya’dan Kafkasların kuzeyine kadar olan bir alanı kaplasa gerektir. Ancak biz, Kafkasların ve Karadeniz’in kuzeyi ile Balkanlardaki Türk tarihini M.S. 370’lerden itibaren takip edebilmekteyiz. Kafkaslar, Karadeniz’in kuzeyi ve İdil-Ural hiç olmazsa bu tarihten itibaren, bugüne kadar, kesin şekilde Türk yurdudur.
Destanların ve bazı tarihi emarelerin daha önceden de varlığımıza belli belirsiz tanıklık ettiği Doğu ve Batı Türkistan topraklarına 840’tan itibaren girmeğe başlarız. 11. asırda İran, Azerbaycan ve Anadolu’ya da adım atarız. Daha önceden de tanıdığımız ve belki de yurt edindiğimiz bu topraklar 1000 yılından başlayarak kesin şekilde Türk yurdu haline gelir. Daha dokuzuncu asırda yerleşmeğe başladığımız Irak ve Suriye de 11. asırda vatan haline gelmeğe başlar. 1250’de Mısır, 20. yüzyıla kadar sürecek Türk hâkimiyetine sahne olur.
Balkanlar ve Orta Avrupa 4. yüzyılın sonundan itibaren Türkleri tanır. Hun, Bulgar, Avar, Kuman, Uz, Peçenek Türkleri buralarda asırlarca hüküm sürerler. 14. yüzyılın sonlarında ise Osmanlı Türkleri ile Balkanlar Türk yurdu olur. Kuzey Afrika’daki Türk hâkimiyeti de 16. Asırdan 18. asra kadar uzanır.
16. yüzyılda İdil-Ural, 1783’te Kırım, 1828’de Kuzey Azerbaycan, 19. asrın ikinci yarısında Türkistan, 19. asrın sonlarıyla 20. asrın başlarında Balkanlar. Mısır, Suriye, Irak ve İran Türk hâkimiyetinden çıkar. Ancak bu ülkelerin çoğunda Türkler yaşamağa devam eder.
İşte Türk yurtlarının destanî ve tarihî macerasının mümkün olabilecek en kısa bilançosu budur.
Tıpkı birinci binin sonunda açılan İran ve Anadolu kapısı gibi, şimdi de ikinci binin sonunda, bu defa aksi yönde bir kapının açılacağına dair işaretler, önümüzdeki yüzyıllara damgasını vuracak gibi görünüyor.
Üçüncü binin şafağında Türk yurtlarının geleceği aydınlıktır.
Türk Yurtları Dergisi, 1. Cild (1990), Sayı: 2, s.3-4.